bugün

ingilizce'de avustralya anlamı taşımasının ötesinde harika bir the shins şarkısıdır.

Time to put the earphones on:
No!

Born to multiply, born to gaze into night skies,
All you want's one more Saturday.
But look here, until then
They're gonna buy your nice time
So keep your wick in the air and your feet in the fetters
To the day.
You come in doing cartwheels
We all go out by ourselves
And your shape on the dance floor
Will have me thinking such filth and gauge my eyes.

You'd be s conundrum
Ah, I felt like I could just fly
But nothing'll happen every time I try.

A dual tone under wall
Selfish fool and hoped you'd save us all
Never dreamt of such sterile hands,
You keep them folded in your lap,
And raise them up to beg for scraps,
You know, he's holding you down,

With the tips of his fingers just the same,
You'll be pulled from the ocean,
But just a minute too late,
Or changed by a potion,
We'll find a handsome young mate,
For you to love.

You'll be damned to pining through the windowpanes,
You know you'll change your life for any ordinary Joe,
And though your night will go on,
Your nightmares only need a year or two to unfold.

Been in love since you were twenty-one,
You haven't laughed since January,
You try and make this up this is so much fun,
But we know it to be quite contrary.

Dare to be one of us, girl,
Facing the Andrum's conundrum,
Ah, I feel like I should just cry,
But nothing happens every time I take one on the chin,
You're humoring your cote,
You don't know how long I've been,
Watching the lantern dim,
Starved of oxygen,
So give me your hand,
And let's jump out the window.
14 Kasım 2008'de gösterime girecek baz luhrmann filmi. nicole kidman, hugh jackman, david wenham gibi avustralyalı oyuncular filmde başrolü paylaşıyor. filmin fragmanı ve ayrıntılı bilgi için:

http://www.sinemaestro.co...w&id=343&Itemid=1
''Baz Luhrmann'ın filmi bildiğim kadarıyla ezilen bir halka adanmış ilk 'Rüzgâr Gibi Geçti'* tarzı epik. Sarışın, güzel bir hanımağa ile insan azmanı bir kovboyun patronajında da olsa, ancak yetmişlerde ayrımcılık görmekten kurtulan ve ancak ancak geride bıraktığımız sene kendilerinden özür dilenen bir halkın sürükleyici hikâyesi. Bütün o macera ve tutku, renk cümbüşü ve toz duman, Luhrmanesk şatafat piyango değil, olması gereken şey. (Ayrıca, aborijin gelenek, göreneklerine azımsanamayacak ölçüde sevgi saygı). 'Avustralya', politik olarak hakkaniyetli olmakla entertainment olmayı bağdaştıran ender örneklerden biri. Eh, demek ki her memlekette politik olarak hakkaniyetli olmanın kendine özgü bir yolu var.'' *
nicole kidman'in belki de simdilik son filmiymis. ailesiyle daha cok vakit harcamasi gerektiginin farkina varmis.
resmi sitesi http://www.australiamovie.com/ olan film şöleni, tabi filmi şölen haline getiren ise hiç şüphesiz yeryüzünde yaşayan en güzel hatun ünvanını hala koruyan nicole kidman. bir mücadele, azim, gurur ve tabiki olmazsa olmaz olan aşk tutku ve sevgi ögeleri, yalnız tüm bu noktaları yakalamak için acele etmemek lazım, herşey sindire sindire dozajında verilmiş.

" and oscar goes to..." diyelim.
Baz Luhrmann'ın yönetmenliğini yaptığı, başrollerinde nicole kidman ve hugh jackman'ın oynadığı film. ilk olarak söylemek istiyorum ki 2-3 filmlik bir seri yapılabilcek film. filmin 1 saat 15 dakikalık ilk yarısı bittiğinde film bitti gibi geliyor. ikinci yarıda ise yepyeni bir film başlıyor sanki. bu bakımdan biraz kopuk bir senaryo olduğunu söyleyebilirim.

--spoiler--

filmin mutlu sonla bitmesi ise aklınızda hiç soru işareti bırakmıyor, filmin hiç mi hiç etkisinde kalmıyorsunuz.

--spoiler--

aşk filmi izleme umutlarıyla girip savaşın acı yüzüyle karşılaşarak hayal kırıklıklarına uğrayabileceğiniz bir film australia(salona arkadaşlarımla girerken bizden başka nerdeyse herkes çiftler halinde giriyordu). ikinci dünya savaşı betimlemesi oldukça güzel.

görsellik, nicole kidman'ın büyük büyük katkılarıyla oyunculuk falan gayet güzel. uzun filmler izlemekten korkmayan bir izleyici için ağızda güzel bir tat bırakabilir. son bir şey: hugh jackman bi değişik geldi wolwerine'den sonra. şimdi X-Men Origins: Wolverine'de izleyince yine bir garip olacak. bu kadar çok film çekme koçum, kefenin cebi yok...
2008 yılının en çarpıcı sinema yapımıdır. içinde onlarca kült haline gelecek sahne barındırması bir yana aşmış oyunculuklara ve görselliğe sahiptir.

şimdiden önümüzdeki ilk oscar töreninde ödüllerin bir çoğunun sahibini de belli etmiştir.

----spoiler----
japonların avustralya kıyılarına saldırmasıyla birlikte serbest kalan king george'ın olan biteni süzerek anlamlandırmaya çalıştığı sahne için bile izlenir. öylesine görkemlidir...
----spoiler----
hugh jackman ve nicole kidmanın başrollerini paylaştığı dram, macera, savaş, romantik, mistik, western film. uzun ama aborjinlere ilgi duyanlar, avustralya'yı merak edenler için izlenmeye değer.
gösteriminden önce geçtiğimiz senenin "bombalarından" olduğu söylenen filmdir.

Baz Luhrmann, bir Avusturyalı. 62 doğumlu yönetmen kariyerine Strickly Ballroom ile başarılı bir giriş yaptı. Daha sonra günümüzün en orjinal Shakespeare uyarlamalarından biri olan "Romeo +Juliet"e imza attı. Bundan sonra çektiği müzikal başyapıtı Moulin Rouge ile de başarısını cümle aleme kanıtladı ve kendini sevdirdi.

Sıradaki projesi, sinemaya bir saygı duruşu niteliği taşıyacaktı. izleyenlerin aklına hemen Gone With The Wind gelecekti mevzu bahis Avusturalya olunca, yönetmenin amacı buydu. Çok sevdiği sinema adına bir şeyler yapmak.
Avusturalya 2. Dünya Savaşı esnasında kocasından miras kalan topraklarla ilgilenmek için bambaşka bir kültürden, ingiliz aristokrasisinden kopup gelen bir bayan'ın(Nicole Kidman)'ın hikayesini anlatıyor. Her epik film gibi işin içine macera,romantizm ve dram giriyor tabii ki

Filmi izleyen bir kişinin ilk önce izlediği bir çok filmi unutmaya başlaması gerekiyor ki bu filmden maksimum tat alabilsin. Zira film epik sinemanın bir tekrarı. Yeni bir şey yok filmde, yeni bir şey yapılmaya da çalışılmamış zaten. Baz Luhrmann daha önce de söylediğim gibi sinemaya bir saygı duruşunda bulunmak için çekmiş bu filmi. Filmin her sahnesinden sinema akıyor.

Nefis bir sinematografi, kusursuz bir sanat yönetmenliği. Film teknik olarak beklendiği gibi neredeyse hiç aksamıyor. Her şey olması gerektiği ve beklendiği gibi. Doğal olarak popülist bir sinema. izleyicisine beklentisini sunuyor. Beklendik girdaplar, beklendik bir aşk, beklendik kötü adamlar ve beklendik bir mutluluk. izleyicinin keyif aldığı tahamül edilebilir bir klişeler yumağı film. Çünkü amacı bu.

Nicole Kidman ve Hugh Jackman birbirlerine oldukça yakışmışlar. Nicole Kidman'ın güzelliği her zamanki gibi göz kamaştırıyor. Yıllanmış bir şarap gibi sanki. Yıllar geçtikçe sinemaya daha çok yakışıyor. O da bir Avusturalyalı, o da sinemaya ve Avusturalya'ya, toprakların tarihine bir saygı duruşunda bulunan bu filmde oynamaktan çok mutlu gözüküyor ve eşsiz güzelliğiyle Grace Kelly'yi andırıyor.

Filmin bir diğer Avusturalyalısı da Hugh Jackman. Son dönemlerin çıkıştaki oyuncularından Jackman yönetmenin ondan tüm istediklerini layığıyla yerine getiriyor. Beyazperdede bu filmde de fire vermiyor. O da eskilerden Gary Cooper'ı andırıyor. Avusturalya'nın epikliği bir çok şeyi andırıyor zaten.

Filmin bunca iyi özelliğinden sonra, neden bir Gone With the Wind olamadığını hatta neden bu klasiğin yanında dahi yaklaşamayacağını yavaş yavaş açıklamanın zamanı da geldi de geçiyor.

Moulin Rouge gibi bir filmi çeken bir yönetmenden asla beklenmeyecek bir tempo sorunu var filmde. Öyle ki film absürd bir komedi tadında başlayıp ilerledikçe ağır bir dram'a dönüşüyor. Bir söylediği diğer söylediğini tutmuyor. Kısacası Luhrmann, saygı duyduğu filmlerin içsel yapısını ya iyi gözlemleyemediğini ya da iyi yansıtamadığını gösteriyor bu hatalarıyla.

Bu korkunç tempo sorununun bir nedeni de filmin çok uzun bir zamana yayılarak çekilmiş olması olabilir. Teknik ekip ne kadar kusursuz olsa da çekilen sahnelerde bir duygu tutarsızlığı çekiliyor. Bir aşk sahnesini 3 ay arayla çekince de bunun olması doğal gibi gözüküyor.

Film esnasında filmin genel akışına hiç katkıda bulunmayan metin fazlalığı karakterler de filmi baltalayıcı diğer unsurlar. Epik filmin olmazsa olmaz özelliklerinden iyi-kötü ayrımını desteklemeye yönelik olan bu öğeler bir noktadan sonra izleyiciyi rahatsız etmeye ve filmden soğutmaya başlıyorlar.

Filmin iki filmi 160 dakikaya sığdırmak ister yapısı ise bir süre sonra seyirciye ninni gibi gelmeye başlıyor. Filmin tempo sorunu zaman geçtikçe su yüzüne çıkarken bir de buna sıkıcı atmosfer eklenince savaş sahnelerine kadar zor bir serüvene dönüşüyor film.

Savaş sahneleri ise, eleşirecek hiçbir şey bırakmadan, mükemmeller. Luhrmann ilk denemesinde bunu başarmış. Sinematografi şov savaş sahnelerinde de sürüyor.

Ancak yetmiyor işte yetmiyor. Bunca teknik başarı Avusturalya'yı güzel bir film yapmıyor, bir Gone With The Wind yapmıyor, güzel bir seyirlik olmaktan öteye gidemiyor Avusturalya. Başarılı bir epik olamıyor.

Luhrmann'ın kendi topraklarına ve klasik sinemaya olan sevgisini öğreniyoruz bu filmle. Belli ki ortada Oscar'a yönelik bir heves vardı. Malumunuz akademi çok sever epik ve gösterişli filmleri. Bu sefer akademi bile düşmedi bu tuzağa. Aylar öncesinde Oscarların büyük favorilerinden biri olan bu film gösterime girdiği anda çuvalladı sinema piyasasında.

Luhrmann'ın en kısa sürede kendi özgün sinemasına geri dönmesi dileğiyle sonlanıyor yazım. Bir sinemasever olarak ondan çok daha iyilerini bekliyorum.
romeo ve juliet ve moulin rouge şahaneleri, tarihe adını üstün harflerle yazdırmışken, baz luhrmann'ın her işi sabırsızlıkla beklenir olmuştu artık. australia vizyona girmişti. "bu satırların yazarı" klişesinden hazlanmamakla beraber, onu ara sıra kullanmaktan da imtina etmeyen bu satırların çelişik yazarı ne oldu, nasıl olduysa filmi sinemada izleyememişti. ve aradan aylar, mevsimler geçmişti. "neden sonra" klişesinden hazlanmakla beraber ara sıra da kullanan bu satırların yazarı, neden sonra bir gün filmin dividisini almıştı. [(korsan) (gereksiz detay)] merakla beklenen an gelmiş miydi yoksa? (kolpadan heyecan yaratma mode on) ve evet. 2 saat 38 dakikalık şölen artık başlamıştı. ama o da ne? [(yalandan şaşırma efekti) (efektif değil)] bu klişeler de nerden çıkmıştı? 1500 tane sığırı bi yerden bi yere götürmek neden bu kadar uzatılmıştı? bu holivut bakışlı oyunculuklar, bu berbat espriler de neyin nesiydi? "neyin nesi" nasıl da ilginç bir kalıptı? yok artık, devamlılık hatası bile var, nasıl olmuştu tüm bunlar? baz luhrmann, ne yapmıştı? şaşırmış mıydı?

hayat işte böyle, acıydı dostum. hayal kırıklıkları her yerdeydi. al işte bak, bu sefer de bir film hüviyetine bürünüp karşıma çıkmıştı. yapacak bir şey kalmamıştı; kayda değer tek bir tiradı, kayda geçirmekten başka..

"ataları her şey için şarkı yapmış. her bir kaya, her bir ağaç için bir şarkı var. ve hepsi birbiriyle bağlantılı. bu yüzden sihirbaz gulapa bunları sırayla söylediğinde dönüşü olmayan yerde bile o şarkılar bizi suya ulaştıracaktır."

mızıka girer...
nicole kidman ve hugh jackman'ın başrollerde olduğu film. aşmış filmdir diyemeyeceğim, ama izlediğim için de oldukça memnunum. aborjinlere yapılanlar yüzünden günah çıkarılmış. bana göre savaş teması aşk, sevgi temalarından daha geri planda kalmıştır.
nicole kidman ve hugh jackman'ın bile kurtaramadığı film.
bin beş yüz tane yapıldı bu filmden. dekor falan değişince değişmiyor işte, aynı kalıyor. ekstra bir şey koymak lazım. sonuçta zaten üç beş konu var ama ekstra konan bir şey yok. bi de çok uzun. don lastiği gibi uzattıkça uzatmışlar.
çok mu kötü değil ama bu iki dünya güzeli insandan daha iyi filmler beklemek de hakkımız sanki.
2008 amerika-avustralya ortak yapımı, Macera, Dram, Savaş, Western türlerndeki 160 küsur dakikalık uzunca bir filmdir.
--spoiler--
bence gayet başarılı bir film. oyunculukların güzel olmasının yanısıra özellikle çocuğun ve dedesinin büyüyle uçuruma doğru gelen binlerce sığırı durdurduğu bölüm ile filmin sonlarındaki bombardıman'da yaşlı dedemizin hiç bir şey olmuyormuş gibi soğukkanlılık ve şaşkınlıkla etrafına ve cehenneme dönen gökyüzüne baktığı sahneler müthişti.
--spoiler--
siyah kadınlardan doğma kahverengi çocukların babalarının beyaz olmasını kabul edemeyen 3 maymunu oynayan ingilizlerden ve dünyanın düzeninden az da olsa bahseder.
Avustralya, ya da resmî adıyla Avustralya Milletler Topluluğu, Güney Yarım Kürede yer alan kıta ülkesidir. Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus arasında uzanır. Okyanusya kıtasında bulunur ve kıtanın çok büyük bir bölümünü kaplar.
başrollerinde nicole kidman ve hugh jackman'ın oynadığı 2008 yapımı film. sonunda benim gibi bir davarı bile duygulandırdı.
kanguru olmadigini bildiren yazar.

sahiden de degil.
nasıl kanguru değil ya inanmıyorum.
güncel Önemli Başlıklar