bugün

entry'ler (315)

yessica kumala

ya tamam her şeyi geçtim beyler. olabilir, josh kardeşim sevmiştir kızımızı, aşık olmuştur, bunlar doğal şeyler. ama kızım sen de şu adamın yanına yakışmak için en azından giyim kuşamına biraz dikkat et. böyle yapma be güzelim(!). hadi bakiyim, uslu uslu oturun şimdi.

uludağ limonata

her gün yeni bir özelliğini keşfetmekten zevk aldığım %10 limonlu su. ben bu limonlu suyu bardağıma doldurduktan sonraki süreçte şişenin kapağını kapatıyorum yavaşça, ama bildiğin yavaşça yani. sıkmıyorum kesinlikle. 1 saat sonra açmaya geldiğimdeyse bu garip şişenin kapağı açılmak bilmiyor. buzdolabının soğutucu etkisi olabilir diycem ama o zaman kola şişesinde de aynı olayın vuku bulması gerekirdi. hem de kola şişesinin aile bireyleri tarafından gazı kaçmasın diye daha da sıkı kapatıldığını, iyice sıkıldığını biliyorum. buna rağmen kola şişesi sanki açılmaya gönüllü bir kapağa sahip gibi hemencecik açılıveriyor.

bir ihtimal daha var elbet: aile fertlerinden biri benden hemen sonra gizlice mutfağa girdikten sonra buzdolabını açıp uludağ limonata şişesinin kapağını sıkıyor olabilir. mutfaklara gizli kamera şart oldu bu devirde.

edit: kesin kardeşim olcak haylaz herif yapıyo. bu akşam paylıycam sevgili okurlarım, gelişmeler yine bu başlıkta.

uludağ limonata

asitli olmadığı için çok hızlı tüketilen içecek. misal bu uludağ limonata asitli olsa ya da başka bir etkiyle yavaş içilmesi zorunlu hale gelse ben bunu su gibi lakır lakır içemem, param da cebimde kalır. kolanın, biranın, gazozun olayı budur diye düşünüyorum.

bir de şu var, az önce içtiğim uludağ limonatanın tadı damağımda kalıyor ama su içme ihtiyacını da beraberinde getiriyor. baya birlikte geliyolar yani, yok öyle ayrı gayrı. "ayrı gayrı" deyince aklıma geldi;

--spoiler--

Sevdik sevdalandık
Kör düğümle bağlandık
Böyle ayrı gayrı olmaz olmaz
Duysa alem duysa
Dert etme derdin buysa
Artık ayrı gayrı
Olmaz olmaz

--spoiler--

bu şarkıda 'ayrı gayrı'yı 'ayrık ayrık' olarak anlayan arkadaşlarım var benim ama bunun başlığı burası değil sanki.

reyhan karaca'ya selamlar...

ahenk

erkeğim lan bi kere. yuh be 2 yıl sonra gördüğümüz muameleye bak.*

yerli malı haftası

"amasya'nın elmasıyım
meyvelerin hasıyım
al, sarı yanağım var
yersen beni kan yapar"

dizelerini aklıma getiren, yurdumun haftası. birinci sınıfta saçma sapan bir "okul müsameresi"nde kendi repliğim olan üstteki dörtlüğü söyleyince, görevimi yapmış olmanın verdiği haklı gururu iliklerime kadar hissetmiştim.

bi de portakal merve vardı gözlüklü falan. sonra göremedim o merve'yi pek. gıda mühendisi olcam diyodu zamanlar ama sınıf öğretmenliği okucakmış, annesi anneme söylemiş.

yaşlanıyo muyum ne?*

uyanık bar

tabii ki eleştirilebilir bir program. beğenmeyen insanlar mutlaka olacak ve olmalı. olmuyosa sorun vardır zaten, hepimiz aynı şeyi düşünmemeliyiz tabi*; ama bir programın yönetmenine, sunucusuna ve en önemlisi izleyicilerine embesil deme hakkına hiçbir insan sahip olmamalı ki zaten değil. ayrıca gülmek, biraz kafa dağıtmak gibi olayları zaman kaybı olarak gören insanlara da burdan selam ederim.

dur önce şu formatı bi açıklayalım da ağzımız tatlansın:

işte efendim 1 kilo şekerin üstüne 1 paket vanilya, 1 paket kabartma tozu... bu ne lan! neyin formatının açıklanmasını bekliyosun güzel kardeşim. ahah. format deyince böyle bi sunum falan mı yapılmasını bekliyosunuz? bilgisayara atılan format var ya, o işte*

bu arada bana noluyosa, programın avukatlığına giriştim. hava kötü ya ondandır belkim...

iclal aydın

herkesin dediği gibi çok yapmacık, kendisine entel süsü vermeye çalışan, sahte mutluluklar peşinde koşan, itici, kakıcı vs... açıkçası beni pek ilgilendirmiyo o kısımları. bu ülkenin herhangi bir yerinde kendi çapında yapmacık tavırlara, mıymıntı konuşmalara girebilir, kendi bileceği iş ama bişeyden eminim;

bu kadın çok güzel ya, bildiğin güzel ve pek yaşlanma belirtisi de yok*:

http://kelebekgaleri.hurr...5750&p=1&rid=2369

uludağ sözlük

"okunabilirliği arttırılabilen sözlük. şöyle ki; sol frame'de görülen saçma sapan entry içeren başlıkları gelişigüzel şekilde tahmin edip elediğiniz anda hala okunabilecek, bilgi ve yoruma az da olsa doyurabilecek, ufkumuzu aydınlatamasa da küçük bi mum yakabilecek 3-5 tane başlık kalabiliyor. internet başında geçirecek uzun uzun saatleriniz yoksa gördüğünüz bu başlılara şöyle bi göz atmak gününüze bi nebze olsun anlam katacaktır." (ahenk)

-----------

yahu güzel arkadaşım, bu başlık altına her gün defalarca entry girip sözlüğün seviyesizliğinden dem vuran meslektaşım! buraya saçma sapan eleştiriler yazmadan önce kendi entrylerine bi göz atsana. manyak mısınız olm?! "hep aynı absürd konular... ı ıh, hiç hazzetmiyorum" falan nedir ya?

-----------

canım sıkıldı buraya saçmaladım...*

uyanık bar

programın serji diye hitap edilen tiyatro kökenli sunucusunun hakkını yememek lazım. gayet ilginç, yeni ve en azından şu ana kadar espri kalitesinin olabildiğince yüksek tutulmaya çalışıldığı program. konuklar da olayla ilgilenen, biraz kafası çalışan insanlar olduğu zaman oldukça eğlenceli olabiliyor.

yalnız takıldığım bir nokta var; programın akışı içinde pek çok şey doğaçlama olduğu için her an bir rezillik olabilecek izlenimi veriyor. sanki konuklardan biri dayanamayıp stüdyoya elveda diyerek ortamdan ayrılacak diye diken üstünde izliyorum. belki de uyanık bar'ın beni kendine çeken tarafı budur ne bileyim.

severek abi-kardeş izliyoruz. kaliteni düşürme serji, hadi bakalım!

edit: imla. bu arada sunucunun adı serhat mustafa kılıç'mış.

don t look back in anger

oasis'in mükemmel ötesi şarkılarından hatta sanat eserlerinden biri. nakaratıyla dinlerken koşma isteği uyandırır. her şeyden her yerden kaçmak... tam bir amerikan filminin veya dizisinin finali için hazırlanmış hissini duymak zor değil ki zaten chuck dizisinin galiba 7. bölümünde kullanılmış. ister istemez gözlerimi dolduran fazla şarkı hatırlamıyorum.

ayrıca farkettim ki sözlerini anlamadan da şarkının ne anlatmak istediğini anlayabiliyorum. bir şeylerlerden kurtulma, unutma isteği... gerçekten de müzik evrensel sanki.

"She knows it's too late as we're walking on by"

edit: oasis dağılmış. nazar değdirdim herhalde...*

the prodigy

az önce dinlemeye başladığım elektronikçi grup. internetten müzik indirmeye ağır cezaların geleceği iyiden iyiye kesinleşince ben de son bir umutla yeni ufuklara yelken açayım dedim. placebo'yu da aynı the prodigy gibi rock'n coke da adını duyunca dinlemeye başlamıştım.

ilk izlenim: perfecto!

mirkelam

çocukluğumun şarkıcısı. böyle şarkıcı demek de olmuyo sanki, çocukluğumun sanatçısı diyelim, yağlayalım. tabi o zamanlar hayat gayet toz pembe olduğu için tek derdim "ben de mirkelam kadar hızlı koşabilir miyim?" seviyesinden ileri gitmezdi.

sonra yıllar yollar boyunca ben bu adamı pek dinlemedim. asumandı, fotoğraf çekimiydi, kokoreçti, kaptisti pek ilgimi çekmedi. ta ki bu yaza kadar. meğer adam ne kadar duygusal, ne kadar içten ve hatta ne kadar bizden biriymiş diyerekten dinlemeye başladım bu aralar.

nedense selami şahin için de aynı şeyi düşündüğümü hissettim lan. neyse geçen gün sokullu, mirkelam abime laf edicek oldu. bunu üzerine ben de bu yazıyı yazdım. pek savunma yapamadım ama olsun. belki başka zaman.

ömrümde bir defa bi mirkelam konserine gitmek de nasip olur belki. oruçlu oruçlu konuyu da toparlayamadım kusura bakmayın. yine de mirkelam iyidir yani dinleyin bence...

geniş aile

bu büyük başarısının altında senaristlerin yanında oyuncularının da etkili olduğunu düşündüğüm dizi. örneğin, geniş ailemizin fazla rol almayan yaşlıları halit akçatepe ve tanju tuncel. şahsen çok hoşuma gitmiş olan,her insana yönelik zekice espriler barındıran, rating başarısını da görünce kolay kolay bitmeyeceği sinyalini veren aile dizisi.

ilker ayrık başlı başına bir izlenme sebebidir bu arada.

yiğit bulut

bu adama kim bu formatta bi programın yöneticiliğini emanet etmişse yazık olmuş. adam eskiden ne güzel ekonomi programlarında, bildiği hatta uzman olduğu konularda konuşurdu, biz de baya saygı gösterirdik "adam işinin uzmanı abi!" falan diye. şimdi ota boka saldıran, anlamadığı konularda millete ahkam kesen bir insan olup çıkmış.

geçen hafta evrim tartışılırken(!) arada bir "halkın anlayacağı dilden konuşalım" deyip durmasıyla beni benden almıştır efendim. sen ne anlarsın halk dilinden falan! sende o entelektüel birikim mevcut mu acaba? hiç olmazsa programdan önce biraz araştırma yap, oku, öğren. nasıl televizyoncu oldun sen?

en azından şu saçına bi şekil ver, elindeki kalemle de oynamayı bırak yiğidim.

saykodelik ep

uzun zamandır bu kadar güzel bi sagopa kajmer albümü dinlememiştim, iyi geldi diyebilirim... 70-80 lerin rock tarzını çağrıştıran ep. bu arada pesimist orkestra kimdir nedir tam tahmin edemiyorum ama bu yeni tarz benim çok daha hoşuma gitti. bilinmezlik, kargaların kargaşası gibi şaheserler barındıran, hoş bir albüm olmuş; her ne kadar ahmet mahmut ünlü'nün gölgesinde kalsa da.

(bkz: pesimist orkestra)

cem yılmaz

bir tat bir dokuyu yıllar sonra tekrar izlediğimde fark ettim ki tecrübe gerçekten önemliymiş dostlar. cem yılmaz'ın yeni gösterilerini, filmlerini izleyip ardınca eski gösterisini izleyince gerçekten bir insanın ne kadar itici, ne kadar işi bilmeyen bir insan olabileceğini anlamış bulunmaktayım. seyirciyle arasına mesafe koyan, nerdeyse hiç gülümsmeyen, sürekli memnuniyetsiz bir yüz ifadesine sahip bi adam.

şimdi baktığımızda bambaşka bir insan görüyoruz. düşünsene adam 5-6 senede ne büyük yollar katetmiş, gora, hokkabaz, arog gibi şaheserler çıkarmış, cmylmzde aşırı sempatik bir hal almış... bizden biri gibi olmuş sanki. şimdi kapıdan girse "baba naber, nasılsın?" dese hiç yadırgamam, o derece. tecrübe böyle bişey usta!

kobi

nedir, nerededir diye yıllardır merak ettiğim işletmeler. bunu biri bana açıklasın yahu! vallahi gözüm açık gidicem kobi'nin ne olduğunu somut olarak öğrenemezsem...

zaten içimde bir coşku var şu anda; son yıllarda kürtlerin dilinin uzaması şeklinde başlıklar açabilen faşistler barındıran bir sözlükte yazmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum, mutluluğuma ket vurmayın(ket vurmak ne demek acep, yanlış kullandıysak affola...)...

her neyse işte, her şeye rağmen hayat güzel be sözlük. şükretmek lazım di mi? en azından şimdilik böyle düşünüyorum, hayırlısı...

edit: hobaaa, ket vurmak olayını doğru kullanmışım!!! ekşi sözlükten bakıp geldim hemen, o dereceyim yani.
edit2: secret1907 ve dydyma'ya sonsuz teşekkürler, aydınlandım. bilmemek değil öğrenmemek ayıptır zaten.

iyi geceler sözlük...

buda as sharm foru rikht

dün cnbc-e de yayınlanan muhteşem sanat filmi. sanırım bütün oyuncular amatör ama kesinlikle çok etkileyici bir film. sırf başroldeki küçük kızın ifadeleri, doğallığı için defalarca izlenebilir.

dünyanın ve insanlığın bambaşka yönlerini hatırlatan, vurucu bir yönetmen yorumu eşliğinde izlenebilecek, bol bol ağlamak isteyenler için ideal sayılabilecek bir seyirlik.

august bebel

hz muhammed ve arap islam kültürü adındaki kitabında çiki çiki teorisinin daha sağlam temellere oturmuş hali olarak islamı anlatırken, islamın gelişiminin diğer dinlere oranla ne kadar başarılı olduğunu vurgulamış. anlamadığım şey, bahsettiğim kitap "nasıl dünya klasiği olmuş" noktasıdır. 150 sayfalık kıytırık bi inceleme kitabı. neyse,

bebel, alman politik dünyasında önemli bir yeri olan saygın düşünürlerden biri. yaşarken deistmiş galiba. şu anda nedir ne değildir bilemiyoruz tabii ama bir yerlerden bize gülümsediğine eminim. tanrı seninle august...

edit: imla.

eti puf u diğer eti puf un sivri ucuyla açmak

eti pufu eti puf yapan özelliktir bu.

yıllardır merak ederim bir insan evladı, hele de o insan evladı 0-15 yaş aralığındaysa neden böylesine toparlak bir maddeyi ağzından içeri sokmak suretiyle zevk almaktadır diye.

meğer sebebi varmış: eti pufun paketini tahrip ederken gösterdiğimiz çabaymış bunun nedeni. birkaç gün önce aralarında sokullu'nun da bulunduğu kalabalık arkadaş grubuyla verdiğimiz eti puf partisi sırasında saptadım bu nedeni. bir lokmada yuttuğum toparlak eti pufun en can alıcı, en göz kamaştırıcı özelliği bu imiş meğer.

imdi buraya yazıyorum; eğer bir gün eti şirketinin başına geçecek olursam, yapacağım ilk iş kolay açılan eti puf ambalajlarını hemen piyasaya sürmek olacak. belki bu yapacağım şey eti şirketinin komple iflas etmesine sebep olacak ama dost acı söyler değil mi dostlar? evet ben şimdiden o günü bekliyorum, açılması en kolay eti puf ambalajlarını (bu ambalajı da cümle içinde kullanmanın apayrı bir tadı varmış, siz de deneyin sayın okurlarım!) tasarlamaya başlıyorum. bekleyin, zafer yakındır. şimdiden eti'ye birkaç ajan-misyoner soktum. yakında yönetimi ele geçirip eti pufların hükümdarlığına son vereceğiz!!!

hayırlı uğurlu olsun.*

edit: az önce entryi 23.58 de girdiğim için sildim şimdi bi daha girdim. sonra "yok ben duymadım, yok ben aynı entryi 2 defa gördüm, hem haberim yoktu" şeklinde şikayetlerle gelmeyin.