bugün

görsel
siyasi olunca ;
asgari ücrete % 40- 45 zam yapılsın diyen adam,

kendi sitesini koruyan ,
emekçi güvenlik görevlisinin maaş artışı söz konusu olunca
% 20 neyine yetmiyor diyor...

siyaset bizi böyle yaptı !
"Adaletsizlik var!" bile diyememe hâli.
Doğanın kendi kuralları ile açıklanamayacak olgu. Çünkü doğada güçlülerin adaleti vardır ve buradan yola çıkarak insan hayatındaki adaletsizlerin normal olduğu sonucuna varılamaz.

Adalet kavramı aslında düşünebilen canlıların hakları üzerine kuruludur. Mutlak adalet mümkün değildir elbette ama mutlak adalete ne kadar yaklaşırsak o kadar başarılıyız demektir.

insan ile insan, köpek ile köpek, tilki ile tilki... adalet kavramında bu eşitlik aranır. Ama tilki ile köpeği, insan ile kuşu kıyaslayarak bir yere varılmaz çünkü adalet kavramı daha ilk başta yanlış temellere kurulmuştur.

Sonuçta doğanın kendi kuralları ve adaleti, insanoğlunun kendi kuralları ve adaleti var.

Konudan bağımsız bir başka şey de şu: adalet farklı bir şey, hukuk farklı bir şey.
Bazı entrylerde bazı yazarlar başlıklarla çocuk yapma evresine gelip çaylaklık bile almazken yazarların özel mesajını okuyup de tek harakette bile çaylaklıģı basan kişiye uludağ yetkilileri denir.
Tüm dünyada hakim olan şeydir.
hayattan soğumama neden olan durum. bir etrafıma bakıyorum, dünya beş para etmez soysuzların dünyası. istedikleri bir şeyin olması için sadece onu istemeleri yeterli. allah adeta başlarından yağdırıyor. bir de kendi hayatıma bakıyorum, en basit bir şeyi bile elde etmek için ne kadar çok tırmalamak zorunda olduğumu görüyorum. artık çok yoruldum sözlük, mücadele edecek gücüm kalmadı.
ar damarı kaşarlanmış bu toplumda, adaletsizlik sadece kendi canı yandığında insanların ağlamasından ibaret olmuş artık. adaletten bahseden, adil olmaktan söz edenler kendi sebep oldukları adaletsizlikleri göremiyorsa, toplumda çok ciddi bir yozlaşmanın söz konusu olduğu yeterince bariz değil mi? Toplum bu kadar iki yüzlü olduğu sürece döner durur bu çark...
(bkz: türkiye de yaşamak)

Bu ülkede adalet aramak genelevde bakire aramak gibi bir şey. Evet.
maddi ve manevi her daim sosyal hayatın her alanı ve her milimetresinde vuku bulan, daha kötüsü sonsuza dek sürecek olan kavram. uzun uzadıya satırlarca yazmakta var ama kendimi fazla yormayacağım. kaç milyar insan yanlış veya kötüde olsa, kötülüğü ve yanlışlığı savunmak olmaz. nasıl olsa dünya değişmez diyerek en azından bizimde yanlış ve kötü olmamıza gerek yok.

dünya insanları ve/veya ülke insanları olarak ilk başta gerçek bir inanç/inançsızlık özgürlüğünü savunmalı ve uygulamalı buna paralel olarak mezhepsel ve etniksel ayrılık ve farklılıklara sözde değil özde eşit mesafede durarak aksi politik akım ve insanlara karşı devlet ve birey olarak sert bir şekilde mücadele etmeliyiz.

ve sabah evden çıkıp akşama kadar çalışan toplumun alt tabakasını oluşturan insanlarında evlerine istedikleri gibi bakmalarını ve yaşamalarını sağlamalıyız.
bazen bir maymunun bile isyan etmesine sebep olur.

https://www.facebook.com/...videos/10153451337013522/
Evde miskin miskin dolanan,kanepede yatan, tuvaleti pis bırakan, etrafa kıllarını saçan erkekse evden atılır, kediyse sevilir okşanır öpülür....(alıntı)
aslında her an denk geldiğim ve sinirlendiğim durumdur. hiçbir şey adil değil ve biz halen daha otlayan koyunlardan fazlası olamıyoruz. hoş olsak da bizi yok edecek yine ait olduğumuz sürüdür de neyse.
iki kuzen kafa kafaya verip yazlığa giderler ben anca bakakalırım. ulan yazlığım olsa yaz mevsiminin 1 ayını hısıma akrabaya ayırırım, bilirim yokluğu imkansızlığı. allah herkesin gönlüne göre versin.
Bu dünyada eşitlik yoktur belki ama adalet vardır kim bilir.
2. bölüm torpilli furyalar zamanı
adaletsizliğin hikayesini yazdığı karmaşık günlerin üstünden 1-2 sene geçmişti. tekrar düşünmeye başladı. adaletsizliği anladığı ilkokul günlerinden sonra birçok olayla daha karşılaştı.

yetişkinliğe ilk adımın atıldığı lise 1'in ilk gününde artık gururlu hissetmeye başlamıştı. anne babasının ayrıldığı o tarihten itibaren ilk ve ortaokul zamanları daha çok hırçınlaşmıştı. sürekli okula çağıran öğretmenler, toleranslı müdür, çalışkan -torpilli- öğrencilerin arasında kayboldu. bir sosyal bilgiler dersinde sınıfında iyi okumasıyla övünen arkadaşının harf hatasıyla alay ettiği için sınıf tarafından aşağılanmıştı. ortaokulun son gününde okul birincisini kıskanıp laf attığı için de muhittin öğretmen tarafından kulağı çekilmişti. her zaman daha iyi olduğuna inanırdı. onlardan çok daha iyi olduğuna. ''kafası vardı ama kullanmazdı.''

bunları geride bırakıp daha iyi olacağına inandığı ve seçmeli -torpilli- sınıfta başladığı lise 1'in ilk gününde yine seçmelilerden birinin babasının aldığı motoru üzerine sürmesiyle inancını onu döverek bozmuştu. çünkü artık çelimsiz değildi.

lise yılları. ben yaparımcı zamanın en bir zirvesi. kendini tanımaya başlamakla başlamamak arasındaki evre, tanımak istememe de diyebiliriz. sevmediği arkadaşı soyunma odasına kız atınca koşarak müdüreye şikayet etme evresi de.

dedesine benzettiği edebiyat hocası vardı. öğretmen değil hocaydı, lisede hocaya öğretmen demek ayıptır. dedesine benzetiyordu. bir tek onun dersinde konuşmazdı. erken kaybettiği dedesini biraz hatırlayıp daha çok sevebilmek için hareketlerini takip ediyordu. öğretmen onu sevmezdi. kısa zamanda yaramazlığı ile ün yapmış birini zaten kimse sevmezdi ama nereden duyuyordu ki yaramazlık yaptığını? tabi ki burdan. `http://www.kotusozluk.com/e/1761377/`

cuma günü son dersti. öğlecilerdi. günün turunculaşma saatinin eylüle göre biraz daha erken olduğu ekim ayının ortalarında, öğretmen sınıfa girdi. morali iyiydi. öğrencileriyle sohbet etti. onu seven öğrencisi de en öndeki yerini çoktan almıştı. yoklama yapmak üzere defteri açtı ve yoklama fişinin olmadığını gördü. biraz daha aradı. kızmaya başladı. ilk önce sınıfa, akabinde de en öndeki gözlüklüye baktı. ''sen yaptın'' dedi. ''sen yaptın çünkü dersin kaynamasını istiyorsun. iyi bir öğrenci değilsin..'' genç adam her ne kadar yapmadığını söylese de daha çok üstüne gitti. onu rencide etti. suçlu artık oydu.

Olayın üzerinden biraz zaman geçti. edebiyat derslerini arka taraflardan dışarı bakarak geçiriyordu. öğretmen her ders yaptığı en ufak harekete bile bağırıyordu. ''yan oturup dışarı bakma!'' kompozisyon ödevlerinde en kötü olandı. diğerleri onun yazdıklarını seviyor ama öğretmen sevmiyordu. bir edebiyatçıya göre çok basit yazıyordu çünkü.

Bir aralık akşamı havanın turuncu kararmadığı cuma günü yine azar işitmişti. bazen çevresini sorgulayıp bir şeylerin zoruna gitmesinden dolayı olduğundan çok daha fazla gururlu hissediyordu. o yüzden bu kez sinirlendi. 3 dakikalık teneffüs arasında sakinleşmeye çalıştı. Gerçi 4 kat aşağı inmeden tekrar çalan bir arada nasıl sakinleşebilirdi ki? kendini tutamadı. arkadaşlarının gözünün önünde yoklama fişini yırtıp çöpe attı. En ön sıraya geçip dik bir şekilde oturdu. öğretmenler zilinden sonra bahçede nöbetçi olan edebiyat öğretmeni biraz geç geldi. idealistti. 5. saatte hal hatır sormuştu. o yüzden 6. dersin başında sohbet etmeden direk konuya geçerek idealistliğini konuşturmuştu. ders sonunda defteri açtı. yoklama fişini göremeyince haykırdı. ''yahu neden sadece sizin sınıfınızda oluyor bunlar? 3-5 zibidinin yüzünden dersimi yapamıyorum. size de yazık. annenizin babanızın emeğine de. hakkınızın yenilmesini izin vermeyin çocuklar.'' bu sözlerden sonra biraz daha hakaret etti. bunu yaparken doğrudan önde hala dik oturan öğrencisinin suratına bakıyordu. onu bu kez suçlamamıştı. kimseye de sormamıştı. zaten sorsa hala kralcı -torpilli- geçinen birtakım insanların yardımıyla suçluyu bulup cezalandırabilecekti. 30 yıllık öğretmendi buna gerek yoktu. elinin altından geçen binlerce öğrenci şimdikiler için ona gayet iyi referans olmuştu. o günden sonra kaybolan yoklama fişleri için sadece bir kişinin suratına baktı.
dünyaya sinen şeydir.
en meşhuru siyasal iktidarın yaptığıdır. muktedir olunca adaleti gözden keçırırlar veya kendilerine göre adalet şekillendirirler.
günümüzün trendidir. bazı orospu evladı faşistler tarafından yaratılmaktadır.
... Radyoda beyazıt öztürk çalıyordu. Çocuk, dayısının Almanya'dan getirdiği nutellayı yerken tam olarak onu dinliyordu. Aylardan soğuk bir aydı, kar vardı. Sabah yanan sobanın öğlenleyin biraz daha soğumasıyla üşümüş, battaniyenin altına girip uyumuştu. 2. sınıftı; çarpım tablosu ve okumaya alışma derdi onun için en zor olandı. Hayatında ilk defa ''şunu da bi atlatayım başka bi şey istemiyorum'' sözünü belki de ilk defa o zaman kullanıyordu. Ne de olsa yarına ezberlemesi gereken bir parça vardı. Annesini bekleyecekti. Şimdiye kadar kendisine hiçbir ödevinde yardım etmemişti ama ne yapıp ne edip onu kandıracak, ödevini yaptıracaktı.

Uykudan kalktı. Maxi Tv'de action man vardı. Pokemon yoktu. Dedektif Gadget vardı; ne bileyim Cedric vardı, Casper, Jetgiller, Fantastik 4'lü vardı. izledikçe izledi. Hava kararmaya yakın annesi geldi. Üstünü çıkarıp mutfağa geçti. Bulaşıkları yıkıyordu. Arada elini sudan çekiyordu ki, suyun soğukluğundan sızlamasın. Sinirlenmişti birazcık. Çünkü çocuk kendisinin yaptığı yemekleri değil, dayısının getirdiği çuklatı yemişti.

Çocuk ehliyle biraz çelimsizdi. Koskocaman kemik gözlükleri vardı. Power Rangers hastasıydı. Yaşıtlarından genelde dayak yerdi. Pek yalan söyleyemezdi. Annesinin ona hediye ettiği kalemi gidip arkadaşının verdiği kartlarla takas etmiş, annesi kalemini sorunca bi de utanmadan kartlarla değiştirdim demişti. Annesi kalemi geri almasını isteyince gidip o çocuktan tekrar dayak yemiş ama kalemini almıştı.

işte öyleydi. Annesi işini bitirmişti. Babası gelinceye kadar televizyon karşısına geçip zaplamaya başlamıştı. En sevdiği trt'deki kıvırcık saçlı ressamdı. Biraz gecikmişti sanki. Adam tualini bitirip nasıl yaptığını anlatıyordu. Gerçi hep anlatırdı.

Baba da gelmişti artık. E haliyle Soba da yenilenmişti. Ayaklar sobada ısıtılırken eritilen çorapların haddi hesabı yoktu. Biraz geç olmuştu saat. Artık anneyle berabr ödevin yapılması gerekiliyordu. Çekingen tavırlarla kitabın yetmiş bilmem kaçıncı sayfasındaki okuma parçasını gösterdi. ''bunu bana hızlı hızlı okur musun?'' dedi. ''e iyi o zaman 1. sınıfa tekrar geçirelim meral hanımla konuştum. sınıfta çok güzel okuyormuşsun burda neden yok?'' cevabını aldı. ''nolur ya? bak bi daha bi şey istemeyeceğim, hadi..'' dedi. tamam dedi anne. ''ama bi anlaşma yapacağız; ben sana göstercem sen kendin akıcı okuyacaksın.'' dedi. anlaşma kabul edildi ve okunmaya başlandı.

''Bir sonbahar zamanı birbirinden güzel yavruları olan anne leylek, yine aynı aylarda onlara yemek getirebilmek için gün boyu geziyormuş. Havalar soğudukça anne leylek de gecikmeye başlamış ama eninde sonunda yavrularının karnını doyurup onlara güzelce bakıyormuş. Gün gelmiş, kış gelmiş, anne yemek bulamaz olmuş. Yavrular sıskalaşınca anne leylek çok üzülmüş. Bütün isteği gün boyunca gezip yavrularının karınlarını doyurabilmek için az da olsa bir şeyler bulabilmek olmuş. Yavrular o gün mutlularmış. Çünkü akşam yine karınları doyacakmış. Aradan epey zaman geçmiş yavrular birbirlerine sokulmaya başlamışlar. Hava soğudukça onlar birbirlerine sokulmaya devam etmişler. Anneleri hala ortada yokmuş. Neşeli sesleri, yerini biraz daha kısıkça sese bırakmış. Akşama doğru birkaç yabancı geliyormuş uzaktan. Göz kapakları yarı yarıya açık olan yavrular, olanca güçleriyle kafalarını kaldırıp anneleri sanmışlar gelenleri. Anneleri geliyormuş esasında ama bir büyük kareli bir torbanın içinde geliyormuş. bağırdıkça bağırmışlar. Biraz da sevinmişler fakat gelenler avcılardan başka birileri değilmiş. Anne torbanın içinde boynu bükük ve cansız bi şekilde yatıyormuş. Yavrular annelerinin arkasından bakmışlar. Boyunlarını biraz daha küçülterek annelerinin gidişini izlemişler. Sonra sesleri kısıldıkça kısılmış. Gece olmuş. Yuvadan artık hiçbir ses gelmiyormuş...''

Hikaye bitmişti. Anne kitabı indirip çocuğuna ''tamam mı hadi git sorularını cevapla şimdi'' diyecekti ki çocuğu hıçkıra hıçkıra ağlar bir halde buldu. Yüzünde hafif tebessümle ''noldu, üzüldün mü yoksa?'' dedi. Çocuk kitabı alıp yere vurdu. Odasına gidip ağlamaya devam etti.

Ertesi gün ödevini yapmayan tek çocuk olarak 57 akranının önünde, tek ayak üstünde durdu.

Bazen hayatın size getirdiklerini sorgularsınız, bazen de getirmediklerini. Adaletsizliğin neden kitaplara dahi yansıdığını sorgularsınız bazen. Ama bazen o soruların cevabını ilkokul ikinci sınıf hayat bilgisi kitabının yetmiş bilmem kaçıncı sayfasında bulursunuz.
ülkemizde fazlasıyla mevcut olan durumdur. yüzde yüz adaletin olacağı bir dünya düzeni mevcut değildir. adaletli olup adaletsiz yaşam düzenine alışmak zorundayız ne yazık ki!
dünyaya hakim olan bir duygudur. bazı zaman yaratıcının kusuru olarak gösterilmektedir.
yaratıcının bir sıfatı olarak da karşımıza çıkmaktadır.
kişinin yenilgiye uğradığında, bütün hayalleri cam kırıkları gibi yerde uzanırken bahsedilen tek duygudur.
dünyanın sonuna kadar var olacak bir duygudur.
aslında kıyamet* zamanında bile kendini gösterebilir.

aslında hayatın her alanında karşımıza çıkan tek olgudur kimi zaman, hukuk, ahlak, din konuşurken hep bu kelimeyi kullanmıyor muyuz ?
dünya düzeni bunun üzerine mi kurulu yoksa?
meğerse hayatın olmassa olmazı ' adaletsizlik' miş.
Dünya diye kısacık bir cevap verebilirim direkt tanımı olur.
insanların sadece kendi başlarına geldiğinde düşündükleri adaletin olmadığı durum.
38 yıl devlete hizmet etmiş babam 10 yıl kredi çekerek ancak bir ev alabiliyorken tiki kızın babasına ''ya baba ben audi tt istemiyorum mini cooper istiyorum.'' demesidir.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar