bugün

entry'ler (110)

iibf okuyanın amacı

A grubu kadrodan atanmaktır.

kaymaklı yoğurt

Yoğurdun üzerinden deri gibi kalkıyorsa gerçek değildir. Gerçek olanı yoğurdun üzerinden kazınır.

2014 dünya kupasında olmamak

Fazla şaşırtmamıştır.

antikitera düzeneği

Antikitera Makinesi

1900 yılının Paskalyası’ndan hemen önce, bir grup Yunan sünger avcısı Ege denizine açıldı. Ne var ki çıkan fırtına yüzünden tekneleri Girit ile Kitera adaları arasında yer alan küçük Antikitera adasına sürüklendi. Hava açtığında başka bir yere gitmek yerine bulundukları bölgede dalış yapan avcılar 60 m derinde antik bir batığa rastladı. Bölgeye çağrılan Yunan arkeologlar 2000 yıllık batıktan bronz ve mermer büstlerle birlikte çeşitli kalıntılar çıkardı. Buluntular Atina’daki Yunan Ulusal Müzesi’ne götürüldü ve incelenmeye başlandı. Sekiz ay sonra arkeologlardan birinin incelediği bronz heykel parçalarının gerçekte çok büyük bir ustalıkla yapılmış, saat benzeri bir makineye ait olduğu anlaşıldı. Bulunduğu yere gönderme yapılarak ‘Antikitera makinesi’ olarak anılmaya başlanan makinenin batıktan çıkarılan 80’i aşkın parçası arasında 30 da dişli vardı. Makine bilim dünyasında büyük bir heyecan yarattı. Bu öylesine sarsıcı bir buluntuydu ki birçok bilim insanının aklına doğal olarak makinenin daha sonraki bir döneme ait olup olamayacağı sorusu geldi. Ama makine gerçekten de tahmin edilen döneme aitti. Kalıntıların üzerindeki açıklamalarda kullanılmış yazı türü MÖ 1. yüzyıl dolaylarında kullanılan bir türdü. Yazıda hâkim olan evren görüşü ve kullanılan sözcükler de bu bulguyu destekliyordu.

Şekil 1 Antikitera makinesi ve prototipi.

Antikitera makinesi, bulunduğunda parçalarına ayrılmış durumdaydı. Bazı parçaları eksikti. Var olanlar da paslanmış ve tortuyla kaplanmıştı. Bilim insanları o günden bu yana bu sıra dışı makinenin işlevini çözmeye ve onu yeniden yapmaya uğraşıyor. Antikitera makinesinin gerçekten de son derece karmaşık bir yapısı var. Usturlabı andıran görüntüsünden dolayı önceleri gemilerde yön bulmada kullanılan bir alet olduğu düşünülmüş. Sonra çok daha karmaşık bir makine olduğu anlaşılmış. Hatta bir süre sonra en eski analog bilgisayar olarak görülmeye b aşlanmış . Antikitera makinesinin tam olarak ne zaman yapıldığı hâlâ bilinemiyor. içinden çıkarıldığı geminin MÖ 70-60 yıllarında Yunan mallarını Roma’ya taşıyan bir Roma gemisi olduğu biliniyor. Bazı parçaları birkaç kez onarım görmüş olduğu belli olan makineyse çok daha önce yapılmış. Son bulgular MÖ 150-100 yılları arasında yapılmış olduğu yönünde.

2005’te Atina’da ki müzeye getirilen özel bir X-ışınlı tomografi aygıtıyla kalıntılar tarandı. X-ışınlı bilgisayar tomografisi, üç boyutlu görüntülerin oluşturulmasına olanak verdi. Yüksek çözünürlüklü bu görüntüler sayesinde de makinenin ön ve arka yüzlerine yazılmış ama üzerlerindeki tortu nedeniyle o güne kadar okunamayan açıklamalar okundu. Böylece donanımın başka ayrıntıları da ortaya çıktı.

Yapısını ve işleyişini, değişik alanlardan birçok bilim insanının ortak bir çabayla çözdüğü makinenin, tahta bir kutunun içinde çalıştığı düşünülüyor. Bronz çarklardan ve göstergelerden oluşan makinenin bütün parçaları 2 mm kalınlığındaki tek bir levhadan kesilmiş; hiçbir parçası dökme değil ya da başka bir metalden oluşmuyor. Çok zarif bir çark sistemiyle donatılmış makinenin klasik bir saatten çok daha karmaşık bir yapısı var. Ön yüzünde dairesel bir gösterge, Yunan burçlar kuşağı ve Mısır takvimi bulunuyor. Arka yüzünde de dairesel iki gösterge var. Bunlar Ay’ın evrelerini ve tutulma örüntülerini gösteriyor. Makine, yan yüzlerinin birinden çıkan bir kolun çevrilmesiyle çalıştırılıyor. Antik bilgisayarın Güneş’in ve Ay’ın konumlarını -hatta Ay’ın elips yörüngesinden kaynaklanan hızlanmasını- hesaplamada, Güneş ve Ay tutulmalarını belirlemede kullanıldığı anlaşılmış durumda (makineye bir tarih giriliyor, kol çevriliyor ve makine o tarihte Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin gökyüzündeki konumlarını veriyor). Böyle bir makinenin o dönemin günlük yaşamında çok önemli bir yeri olmuş olmalı; çünkü tarımsal etkinliklerin, dinsel törenlerin, bayramların ve birtakım başka kutlamaların tarihlerini saptamak için de böylesi karmaşık hesapları yapabilmek çok önemli.

20. yüzyılın başında ortaya çıkarılan ve üzerinde yüz yıldır çalışılan bu sıra dışı makine bilim dünyasının antik dönem teknolojisine yaklaşımının tümüyle değişmesine yol açtı. Çünkü o dönemde bu denli ileri bir teknolojinin var olduğu düşünülmüyordu. Eski Yunan’da çark sistemlerinin bilindiği, mekanik güç sağlamak ya da açısal hız değiştirmek için birkaç çarktan oluşan basit çarklı aletlerin kullanıldığı biliniyordu. Ama bu makine o basit düzeneklerin çok ötesindeydi. Gerçekten de yaklaşık 1200 yıl boyunca, yani Ortaçağ Avrupa’sında ilk mekanik saatler yapılana kadar Antikitera makinesinin karmaşıklığına yaklaşan bir aygıt yapılamadı.

KAYNAK: bilim ve eknik dergisi 2009 şubat sayısı

kuran islam ve sorular

imdi Mevcut inanışın Kuran’da olduğunu söylediği şeylere göre akla uymayan bazı sorular.

Eğer tanrı sonsuz güce sahipse insanı niye yarattı. Biz bir eğlence miyiz?
insanlara sormadan onları yaratarak, onlara kurallar koyarak, onları bazı şeylere zorlama ve sonra uymayanları cezalandırmak ne kadar mantıklı?
En çok 100 yıl yaşayabilecek insanın yanlışlarına (yanlış oldukları da tartışmalı) ilelebet ceza orantısız güç kullanımı değil mi? Bu soruyu daha genişletmek mümkün. Sadece ibadet edip kimseye faydası olmayan insanlara karşın; Edison, Tesla, Einstein gibi insanlığa çok büyük hizmetler sunan insanların, ilelebet cezalandırılmaları reva mı? Neden, sonsuz güce sahip bir güç “ateş” gibi akıl almaz bir şeyi cezalandırma mekanizması olarak kullanıyor? Bu gün insanlar çok daha mantıklı cezalandırma yöntemleri uyguluyor. Bu kadar insafsız ve insanlık dışı cezalandırma niye?
Neden insanları uyarmak için peygamberler seçmek durumunda kalmıştır. Kendisinin herkese ulaşmaya gücü yetmiyor mu?
Neden Ademin cennetten kovulmasına müsaade etti? Neden şeytanın Ademi kandırmasını engellemedi? Cennete meyve koyup, sonra “bundan yemek yasak” demek bir tuzak değil mi?
Neden Tekâmül Kuran’da önemle işlenen bir konu iken mevcut inanışta hiç yer bulmaz?

http://www.seyfullahdemir.com

levitasyon

LEViTASYON MP3 DOSYASI iÇiN LiNK: http://turbobit.net/nbehwinegewl.html

yalnız bu mp3'ü deneyecek olan arkadaşlar sizlere uyarıda da bulunmadan edemeyeceğim. Konuya nereden gireceğim bilmiyorum ama bu tür mp3 dose tarzındaki özellikle fonetik ürünlerin içine kötü niyetli özel veya tüzel kişiler istedikleri bir düşünceyi insanların beyinlerine sübliminal bir mesaj olarak iliştirebiliyorlar; fakat bizler bu müziği dinlerken sadece sesi duyuyoruz. geçenlerde israil devvletini kendi ordusunda parapsikoloji gibi çiçeği burnunda bir bilim ile ilgilenenb yeni bir böllüm açtıklarını okumuştum.

(bkz: sübliminal)

klonlanan bir insana ruh üflenir mi

önemli konulardan biri de klonlanan cenine ruhun bağlanıp bağlanmayacağı sorusudur. Bu durumu anlayabilmek için önce normal süreci incelemek gerekir.

Anne karnına düşen bir bebek bir müddet sonra ruha kavuşur. Bu sürenin ne kadar olduğunu bilmiyorum ama doğumdan önce ile bir yaşına kadar bir süre içerisinde bu olayın gerçekleşmesi gerekir. Aslında anne karnında bu işlemin oluştuğunu düşünüyorum. Ruh bebeğe bağlandıktan sonra onun gözleriyle görüp onun kulaklarıyla duyacaktır ve bedenini kumanda etmeyi öğrenmeye başlayacaktır. Ruhun bedene bağlandığı anı ceninin rüya görmeye başladığı an olarak tespit etme imkanı var. Çünkü rüya ruhun getirisidir ve anne karnındaki bebekler bile rüya görürler.

Aslında bir eninin rüyasında ne göreceği bir muamma gibi dursa da geçmiş hayatını henüz unutmadığı için ondan esinlenerek rüyalar görebilir.

Bir ceninin rüya görmeye başladığı anı tespit ederek, ruhun giriş anı saptanabilirse de tüm ceninlerde aynı zamanda olmayabilir. Bu biraz da ruhun bedenin kontrolünü ne kadar zamanda ele geçireceğine bağlıdır. Çünkü bu süreç tahmin edilenden zordur. Öncelikle ruh beyin hemen her bölümüne nüfuz etmeli ve onun tüm almaçlarını kontrol edebilecek hale gelmelidir. Daha sonra bu kontrol sistemini kullanarak yürümek, konuşmak gibi işlemleri yerine getirmesi gerekecektir. Ve bu işlemler olurken bir taraftan da hafızasını kaybetmeye başlar. Bedeni kontrol altına almak ile hafıza kaybı birbirine paralel gider. Belki de aralarında bir bağ vardır. Yani beden kontrolünü sağlamak hafızayı otomatikmen silmek demektir.

Ruh kontrolü yavaş yavaş ele geçirmeye başlar. Bu epey bir süre alır ama sanırım ilk öğrenilen şey gülmektir. Bebek bilinçsizce gülmeye çalışabilir. Bazen başarır bazen gülüş yarım kalır. Ebeveynler tepki verdikçe bu eylemlerde uzmanlaşır. Yalnız ağlama eyleminin başlarda içgüdüsel olduğunu düşünüyorum. Daha sonra onun da ruh tarafından kontrol edildiğini zannediyorum.

Bu süreçler gelişirken bebekler şartlanmadıkları için bizim algımızın dışında olan şeyleri algılayabilirler. Özellikle rüyaları çok daha kontrolsuzdur. Ölmüş bir ebeveyn rüyada bebeğe çok daha rahat görünebilir. Bebeklerin melekleri görebildiği düşünülür. Büyükler şartlanmışlıkları yüzünden bu yeteneği kaybeder.

Normal doğum süreci yaşayan bir bebekteki bu durum klonlanmış bir bebekte de aynı olabilir mi? Bence olabilir. Çünkü rahmin dışında döllenen tüp bebeklerde de bir farklılık gözükmez. Hatta anne karnında değil de onun özelliklerini taklit eden bir makine olsa bile sonuç değişmeyecektir.

Klonlama tamamen madde bedenle ilgilidir. Bir klon iki ayrı bireyin değil tek bir bireyin DNA’sını içerir. Buda klonlandığı kişiye benzemesi demektir. Yani bedensel olarak ona benzer ama içine üflenen ruh ayrı olacağından benzerlik şekilde kalır. Kişilerin karakterini, zekasını belirleyen şey ruhudur. Onun için klonlanan kişi tamamen ayrı kişi olacaktır.

Bir dönemler bir koyun klonlanmıştı. Koyun Doli… Fakat DNAsının alındığı koyunun yaşından yaşamaya devam ettiği söylenmişti. Yani uzun yaşamamıştı. O sorunu çözüp çözmediklerini bilmiyorum. Henüz insan klonlandığını duymadım. Zaten pek çok insan etik bulmayacağı için büyük sansasyona sebep olacaktır. Onun için açıkça kimsenin cesaret edeceğini sanmam ama gizli kapılar arkasında olanlardan da haberimiz yok…

KAYNAK: http://www.seyfullahdemir.com

hesabı neden bayana ödetiyorsun diyen garson

adana sınırları içerisinde sanan ne lan yaprağım diye bir tepkiyle karşılaşacak olan garsondur.

nzt48 beyin dopingi

nzt48 gerçek mi? (bkz: Limitless) filmine konu olan ve insanlar üzerindeki etkileri, herkesi ekranlara kilitleyen NZT 48, içerisinde bulunan eşsiz formülle zeka gelişiminde mucizeler yaratıyor. Filmi izlerken büyüsüne katılmanın yanı sıra hapın gerçekliliği üzerine aklımızda sorular oluşmuş olabilir. Hatta bir çoğumuz böyle bir hap olsaydı neler yapmazdım ki diye içimizden geçirmişizdir.

Evet böyle bir hap var. Avrupa'da satış rekorları kıran NZT 48, şimdi Türkiye'de fark atıyor. içerisinde bulunan A, B, C, D, E, B12 vitaminleri, Nar ekstresi, Demir, Çinko, Magnezyum, Biotin ve Panax ve Gingseng gibi birbirinden harika bileşenler size zinde bir gün geçirmenizi, pratik ve zehir gibi bir zekaya sahip olmanızı sağlıyor. Uykusuzluk, yorgunluk, unutkanlık, stres, panik atak, konsantrasyon ve odaklanmama sorunlarında size en büyük destek NZT 48 geliyor. Artık yapmanız gereken tek şey günde bir adet NZT 48 hapı içmektir.

Hiç bir yan etkisi bulunmayan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı onaylı NZT 48, tamamen bitkisel ve orjinaldir. Hiç bir kimyasal madde bulunmaksızın sağlık için tam anlamıyla sizin en büyük destekçiniz.

Yorgunluğunuzla, uykusuzluğunuzla, unutkanlık ve hafıza zayıflılığıyla baş etmek, şu kış aylarında hastalıklardan korunmak ve güne aktif olarak katılmak hiç de zor değil. Başarı için gerekli olan herşey bu şişede mevcut. NZT 48 zararları kesinlikle yoktur.

Bu muhteşem hap için bilgi ve sipariş için http://www.nzt48turkiye.com adresine girebilirsiniz.

cibali tütün

ibali Sigara Fabrikası, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki işçi hareketlerinde de önemli bir yere sahiptir. 1970’li yılların sonunda işçi direnişleri ile ünlenen Adana Sigara ve istanbul Maltepe sigara fabrikalarının rolü, o yıllarda Cibali işçileri tarafından oynanır.

Fabrika, Cibali, Fener, Fatih ve civarında oturan halkın, özellikle kadın işgücünün (üstelik kadının çalışmasına pek hoş gözle bakılmadığı yıllarda) çalışma yaşamına girmesine öncülük eder. işçi ücretleri de o yıllarda orta halli bir yaşam kurmak için yeterlidir.

Öğle yemeği verilmesi, sağlık sorunlarına çözüm bulunması, acil parasal ihtiyaçlara cevap vermek üzere “işçi Taavvün Sandığı”nın kurulması fabrika çalışanlarının önemli sosyal haklarındandır.

Taavvün Sandığı, 1950’li yıllarda yerini Sigorta Kurumu’na bırakır. Diğer bir deyişle şimdiki Sigorta Kurumu, (önce SSK, sonra SGK) Cibali’deki bu sandığa dayanmaktadır.

Fabrikanın, yine işçi hakları çerçevesinde kazanılmış bir başka özelliği ise içinde bir çocuk kreşinin bulunmasıdır. “Cibali Kreşi”, işçi hakları çerçevesinde kazanılmış ancak fabrika yönetimi için de övünç kaynağı olan bir sosyal motiftir. Fabrikadaki bu kreşin Türkiye’deki ilk kreş uygulaması olduğu söylenmektedir.

1948 yılında “iktisadi Yürüyüş” dergisinde yeralan bir yazıda “bu fabrikanın içtimai yardım ve çocuk kreşi memleketteki şöhretini muhafaza etmektedir. 16 yataklı reviri, eczanesi, laboratuarı ve her sahada mütehassıs doktorları ile Cibali işletmesi yıllardan beri buraya emek veren müdür Sami Sunal’a ve arkadaşlarına manevi bir haz bahşedecek bir haldedir” denmektedir.

Pek çok tarihi olaya tanıklık eden, çok sayıda sosyal hakka imza atan Haliç’teki bu ihtişamlı bina ve işçileri edebiyatımızdaki yerini, birçok aşkın tanığı ve sahibi olarak ta almıştır.

Rizeli bir berber olduğu anı defterinden anlaşılan Aşık Çakır Çavuş, istanbul’dan ayrılıp giderken yanında yol arkadaşı olarak Cibalili bir kadını da götürür. Bununla ilgili üç parça manzum hatıratından biri Cibali üzerinedir ve bir bölümünde şöyle der:



Cibâli’nin dilberi

Tütün sarar elleri

Şekli beşerde peri

Gör Rizeli berberi



Mahmut Yesari’ye ait Çulluk isimli roman da Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan bir genç kızı anlatır. Bu romandan etkilenen Bora Ayanoğlu da “Fabrika Kızı” şarkısını yazar ve besteler. Ancak bir başka rivayete göre Ayanoğlu bu şarkıyı, fabrikada çalışan Mahtume isimli, oldukça hoş ve alımlı bir kızdan etkilenerek yazmıştır.

Çoğunluğu kadın olmak üzere kadınlı-erkekli çok sayıda işçinin çalıştığı, mimari yapısı, işçisi, sosyal olayları ve aşklarıyla hem şehir hem sanayi tarihimizde önemli bir yere sahip olan Cibali Tütün Fabrikası, 1992 yılında boşaltılır. Yaklaşık iki buçuk yıl sonra 1995’te Fatih Belediye Binası yapılmak istenir. Fakat bu girişim gerçekleşmez. Ardından Kadir Has Vakfı’na devredilir. Vakıf, binada restorasyon gerçekleştirdikten sonra 1997 itibariyle binayı Kadir Has Üniversitesi olarak kullanmaya başlar.

Günümüzde binaya girdiğinizde duvarlarında tütün üretimi dönemine ait fotoğraflar görebilirsiniz. Fabrika döneminden kalan demir yapı unsurları da önünüze çıkar. Bu demir sütunlar arasında o eski fotoğraflarda, tütün kokan elleri, tütün kokan duvarları, iş makinelerinin seslerini hissedebilir; romanlara, şiirlere ve şarkılara dökülmüş aşkları anabilirsiniz. Bu yazıyı okuduktan sonra Haliç’ten geçerken binaya bir kez daha bakın. Görkemi ve manzarasıyla size hala bir genç kız edasıyla göz kırptığını fark edeceksiniz.

kaynak:http://http://www.sanayic...ibali-tutun-fabrikasi.htm

ikinci abdülhamid

33 yıl tahtta kaldı, kızıl sultan mason olduğu söylenmektedir. tahta çıktığında yaklaşık 200 milyon altın olan dış borcu 38 milyon altına indirgemiştir. ayrıca ilk tütün fabrikası olan cibali tütün fabrikasını kurmuştur.

(bkz: cibali tütün)

ıssız adaya düşünce söylenecek ilk söz

(bkz: oceanic 815 survivors)

indigo

Son yıllarda farklı bir tür çocuk gurubu dünyada bedenlenmektedir. Bu çocuklar özel görevler için dünyaya gelmektedir.
Bu özel çocukların en önemli özellikleri çok sabırsız olmalarıdır. Çoğu çocuğa panik atak teşhisi konulmaktadır. Dünyanın bu durumdan haberi olmaması onların anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Özellikle ebeveynleri yeterli eğitime ve donanıma sahip değilse o çocuklar çok sorunlu olmaktadırlar.

Bu çocuklar zeki olduklarından her şeyi inanılmaz çabuklukla kavramakta ve mantık süzgeçlerinden geçirmektedirler. Eskiden çocukları “seni leylekler getirdi” diyerek kandırmak mümkünken, artık bu çocuklar böyle masallarla kandırılamamaktadır. Üstelik buna benzer beyaz yalanlar çocuğu ebeveyninin bir şey bilmediğine inandırmakta ve artık çocuk ebeveyninden kopmaya yönelmektedir.
Hele çocuğu kontrol altına almak için şiddet kullanılırsa çok vahim sonuçlar doğmaktadır. Çocuk evi terk etmekte en iyi ihtimalle evi bir otel gibi kullanmaktadır. Çocukla ebeveyn arasındaki iletişim kopukluğu hat safhaya çıkmaktadır.

Eğer çocuğunuz bir indigo veya kristal ise bebeklikten itibaren kendini belli eder. Sıradan durgun bir bebek olmaz. Netten özelliklerini araştırarak öğrenebilirsiniz. Eğer öyle bir çocuğunuz varsa işiniz zor demektir. Çünkü size çok soru soracaktır. Her çocuk sorar ama bunlara doğru ve mantıklı cevaplar vermelisiniz. Kesinlikle başınızdan savmayınız. Bunaldıysanız -sorularını saklayıp daha sonra sormasını- söyleyiniz. Cevaplarınız birbirleriyle çelişen tutarsız cevaplar olmamalı. Kesinlikle doğru cevap vermelisiniz.
Eğer cevaplarınız tutarsız ise size güvenini kaybeder. Bir noktadan sonra onlara ulaşmanız mümkün olmaz. Çok hareketli ve sabırsız olmaları sizi korkutmasın bluğ çağından sonra bu hareketlilik kendini bilgi öğrenmeye doğru değiştirdiğinden bilgisayara yönelmektedirler.

Sigara, içki gibi şeyler içiyorsanız çocuğunuzun da içeceği kesindir. Gerçi tv sayesinde birçok çocuk küçükken zararlarını öğrenmekte ama model aldığı kişinin içmesi onunda içmesini sağlayabilir. Eğer içmesini istemiyorsanız içmesini kesinlikle yasaklamayın. Bu tür çocukların en büyük sıkıntısı yasaklardır. Yasaklardan nefret ederler. Ellerine geçirdikleri ilk fırsatta yasağı deleceklerine emin olabilirsiniz.

Yapacağınız en mantıklı (örneğin sigara için) şey sigaranın zararlarını anlattıktan sonra büyüme çağında olduklarından bronşlarının çok küçük olması sebebiyle sigaradan çok çabuk tıkanacağı anlatılmalı. Ve 18-20 yaşına geldiğinde eğer isterse serbestçe içebileceği yönünde ikna edilmeli. O zaman olay bir yasaktan çıkıp sağlık sorununa dönüşmekte ve çocuğun mantığına uymaktadır.

Bu tür çocukları ders yaparken pek görmezsiniz ama yinede dersleri iyidir. Dersi derste dinlemek ve olayları hemen kavrayabilmek sebebiyle başarılıdırlar. Fakat okulda verilen derslerin birçoğunu gereksiz görürler.

Bu çocukların bir amacı olduğunu yazmıştım. işte bu çocuklar önümüzdeki süreçte dünyada olacak değişikliklerde görev alacak olanlardır. Dünyanın her ülkesinde doğan bu çocuklar 1980 den beri bedenlenmektedir. Önümüzdeki süreçte insanlık kıyamete hazırlanacaktır. işte o süreçte aktif görev yapacak olan bu gençler bizlere rehber olacaktır…

kaynak: http://www.seyfullahdemir.com

sahilde bebek arabası iten yalnız erkek

sakin ol eylem yerine kadar ben taşıyacağım.*

en güzel ingilizce kelimeler

(bkz: fullmetal alchemist)
(bkz: metal gear solid snake peace walker)

evlilikten soğuma sebepleri

ideolojik,psikolojik,biolojik statülerin belirli yaş aralıklarında farklılaşması sonucu oluşan dumur eden durumlardan bünyenin bunalması beynin ise yalancı ama mutlu eden hayallerden çok; rahatsız eden gerçekleri kabul etmesi.

(bkz: paralel evrenler)

eteği açan kadına bakmayan erkek

bilmiyorum ki ya hep öyle bakıncada kendimi matrixteki ajan smithin morpheusu yakaladığında hissettiği gibi hissediyorum. yani çok aşağılık sadece seks için yaşayan 2.sınıf hayvanın biraz üstü bi insan gibi. ne bileyim aslında belki yanlış düşünüyorum ama napayım öyle hissediyorum işte. hem kabul edelim erkeklerin büyük çoğunluğu cinsellik konusunda kadınlardan çok daha hasssas durumdalar. sanırım kadınlar bizim kadar abaza değiller. ha öyle değil mi. ve bunu erkeklere karşı silah olarak kullanıyor büyük çoğunluğu ben ne yapıyorum o açık ve kısa eteğe bakmayarak bu durumu protesto ediyorum, * dimi evet kabul ediyorum. *

pipiye top çarpması vs regl acısı

çok şiddetli, nefesi kesen uzun süre genital bölgenin çevresi ve yoğunluklada penis başı üzerinde azalarak seyreden müthiş bir ağrı hissettirir erkek kişisine. hiç gelmese en az 6 - 7 defa başıma geldi* ee kalecilik gibi bi nankör meslek yapıyorduk sonuçta.

(bkz: goal keeper)

maji

Önce, "Maji" deyimine bir açıklık getirelim: insanın iradesi ile kendi isteğine uygun olarak bir değişim meydana getirebilmesini sağlayan bir yol olduğunu düşünelim. Öyle ki, bu yolu izlediğimizde, eğer amacımız olan değişimi gerçekleştirebilmek için, türü ve derecesi uygun bir tesiri uygun bir biçimde ve yine uygun ortamı kullanarak etkilenmesini istediğimiz nesneye gönderdiğimizde, istediğimiz olacaktır. işte, bu yolu öğreten bilime ve kullanılmasını sağlayan sanata "maji" denmektedir.

Bu tanıma göre, ilk bakışta maji sayesinde her şeyi yapmanın mümkün olduğu zannedilebilir. Fakat, konuya biraz daha yaklaştığımızda görürüz ki, istenilen değişimi sağlayabilmek için önce o nesnenin tabiatında değişimi mümkün kılacak yeterliliğin bulunması ve ikinci olarak da beklenen uygunluk koşullarının yerine getirilmiş olması gerekmektedir. Bu iki temel kaideden biri eksik ise istenilen değişim gerçekleşmez.

Meselâ, bir dağ ayısını değişime uğratıp insan haline getirmek mümkün değildir. Çünkü, ayı dediğimiz varlığın tabiatında, insan aşamasına yükselmesini sağlayacak hiç bir nitelik yoktur. Bunun için önce öylesine inceden inceye hesaplanmış zincirleme tesirler gerekir ki, sonunda ayı değişimden değişime uğrayarak insan seviyesine gelebilsin. Kezâ, bir güneş tutulmasının meydana getirilmesi teorik olarak mümkündür. Fakat, hiç bir majisyenin kudreti istediği anda bir tutulma yaratmaya yetmez. Çünkü gerekli koşulların ne olduğunu bilse bile, bunları bir araya toplamaktan acizdir.

Bir anlamda, maji ile bilim aynı esaslar üzerine kurulmuştur. Ancak, cahil bir insan için günümüz teknolojisinin ürünleri nasıl anlaşılmaz ve büyülü bir nitelik taşıyorsa, bu teknolojinin yaratıcıları için de maji sayesinde yapılanlar aynı ölçüde anlaşılmaz boyutlarda kalmaktadır. Fakat, yakın olmasa bile, gelecekte maji sanatının yöntemlerini bugün bilim dediğimiz gelişmenin içinde yeniden keşfetmek mümkün olacaktır.

Sırası gelmişken bir de "büyü" ve "büyücülük" terimleri üzerinde duralım: insanlar, tabiat karşısında daima her olayın bir tanımını yapmaya çalışmışlardır. Zamanla bir takım kanunların farkına varmışlar ve bütün bu sistemin sadece kendi farkettikleri kanunlar çerçevesinde işlediğini ve bunun dışına çıkılamayacağını zannetmişlerdir. Ancak, tabiat kanunları insanların zamanla artan bilgisi oranında gelişen ve değişen bir niteliğe sahip değildir. Evren dediğimiz sistem, değişmeyen ve sürekli bir bütünlük içindeki kendi kanunlarına tabi olarak karşımızda durmaktadır. Eğer biz bu kanunların çok az bir kısmını tanıyorsak ve bazen bunları bile yanlış yorumluyorsak, aramızdan biri çıkıp da daha üstün bir anlayış kapasitesi ile bilmediğimiz kanunları kullanarak aklımızın almayacağı işler yaparsa, onun adı alışılmış bir deyişte "büyücü" olabilir. işin kötüsü, o adamdan korkulur. Çünkü güç dengesi ondan yana ağır basacaktır. Böylece, "büyücülük" bir anlamda korkulan şeylerin kaynağı olarak bir kâbus gibi insanın üstüne çökebilir.

Şimdi, bir an için majinin genel tanımını düşünelim: insanın iradesi doğrultusunda isteğine uygun bir değişim meydana getirmesini sağlayan bir yol var, demiştik. Peki, canı isteyen herkes bu yola girebilir mi? Elbette girer. Zirâ, zaten bu isteyiş sayesinde kendi bünyesinde zihinsel de olsa bir değişim başlamıştır o insanda. işte bu değişim, gerekli sempatizasyonu sağlayacaktır. Ama, gayesi nedir, niçin bu yola yönelme arzusu doğmuştur içinde?

Başlangıçta, asıl motif genellikle güçlü olmaktır, başkalarından üstün olmaktır. Bu sebeple, daha yolun girişinde istediği şeyle karşılaşır. Elinde kılıç tutup hakimiyet kurmak istemişse, ona kılıç altında yaşamanın ne olduğunu öğretecek olaylar başlar hayatında. iradesi ile başkalarını etkilemek istemişse, zihnini allak-bullak edecek durumlar çıkar birbiri ardından. Böylece, ne istemişse önce onunla eğitilir ve yoğrulur. Yolun girişindeki kapı öylesine dardır ki, başlangıçta cendereye girmiş gibi hisseder insan kendini.

Dar kapıdan geçmek için bir değişime uğramak gerekmektedir. Bu değişim, başlangıçta o kişiyi yola yönelten isteğinde meydana gelir. Denemek için eline bir kılıç verirler. Bir hışımla onu yakaladığı gibi karşısındakine savurup hakimiyet kurmak ister. Sonra görür ki karşısındaki kişi aslında kendisidir. Eğer bunun farkına varırsa, kılıcı bırakmak gerektiğini anlayacaktır ve geçiş sınavını başararak yola koyulur. Ama, henüz yeterince güç kavramını anlamış değildir.

Bu yolda ilerledikçe, birbiri ardından yeni ve değişik türden aşılması gereken kapılar çıkar. işin acıklı tarafı, daha ilk kapıda karşısına çıkan deneme imajlarında şaşırıp hayal dünyasında kendini kaybedenlerin çoğunlukta oluşudur. Bunlar, ellerine geçen her fırsatta güç gösterisinde bulunup her seferinde de kendilerini yaralayan zavallılardır. Kılıç diye sembolize ettiğimiz bu gücü başkalarına karşı kullananların, halk arasında "büyücü" olarak anıldığını söyleyebiliriz.

Zararları aslında kendilerinedir. Fakat, olayın içinde obje olarak seçilen herhangi bir kişi de dolaylı olarak bu saldırıdan etkilenir. Yani, "büyü"nün etkisinde kalabilir. Burada, bir yandan büyücünün tekâmülü için yapması gereken bir işlem vardır, diğer yandan da bu işlemde kullanılacak bir başka kişiye tesirin iletilmesi zorunluluğu doğmaktadır. işte bu durumda, tesirin isabet edeceği kişi hangi tesir kombinezonu ile o büyücünün karşısına çıkıyor, bunu bilemiyoruz. "Kader" gibi anlamı belirsiz bir deyimle bu ilişkiyi tanımlamak mümkün değildir.

Bu başlangıç aşamasındaki denemelerde görülen büyü yapma girişimleri zaten duygusal ve şuursuzca bir saldırı isteğinden kaynaklandığı için yine benzeri ilkel seviyedeki obsedör varlıkları çeken bir sempatizasyon alanı oluşturur. Bu varlıklar genellikle bedensiz insanlardır. Teknik açıdan ilginç bir vaka sayılmazlar.

Maji sanatında ilerleyebilmek için, bu gibi hırs ve arzulardan sıyrılmak gerekmektedir. Yolda karşılaşılan "kapılar" diye anlatmak istediğimiz aşamalar boyunca değişik adlarla anılan derecelerden geçilir ve bir noktada artık yolcu "majisyen" denilen bir duruma gelir. Yol, bu aşamada daha yeni başlamaktadır. Bundan önce geçilen kapıların hepsinde astral âlemin temel imajinasyon esasları tanıtılmıştır. Şimdi ise alabildiğine engin bir âlem uzanmaktadır majisyenin önünde.

Alışılmış deyimi ile "öbür âlem" budur. Düşünce ve isteklerini kontrol etmesini beceremiyen bir kişi kazara bu âleme girecek olsa, etrafında olup bitenlerin şiddetinden kısa zamanda aklını kaçırabilir. Çünkü, üretilen her düşünce ve beliren her istek, bu âlemde bir imaj ve buna bağlı bir hareket oluşturur. Çok renkli bir parlaklık içinde sürekli kayıp giden, kıvrılan, biçim değiştiren, değişik tonlarda seslerle birlikte insanı âdeta kamaştıran bir cümbüş gibidir.

Bazı bölgelerde ise derin ve yoğun bir karanlık, ürkütücü bir sessizlik vardır. Aniden böyle bir duruma girmek veya birdenbire korkunç imajlarla karşılaşıp yanmak, boğulmak gibi duygulara kapılmak da mümkündür. Aslında bütün bunlar, o âleme giren majisyenin kendisini kontrol edebilmesine bağlıdır. Alıştıktan sonra, kendi şuuraltı imajlarının yansımasından meydana gelmiş olan bu astral perdeyi aşması mümkün olur.

Bu perde aşıldığında, o âlemin içindeki bölgeye göre hangi sempatizasyon alanına girmişseniz oradaki varlıkları görürsünüz. Daha doğrusu, yoğun bir biçimde onları hissedersiniz. Bu varlıklar o bölgenin sakinleridir. Astral âlemin bir boyutu olan "spatyum"da bu dünyaya bağlı bedensiz insanlar vardır. Her kademesinde değişik tesir alanları içinde bulunan bu varlıklar başlı başına bir âlem oluştururlar. Spatyum boyutu astral âlemin alt düzeyi ile yakın bağlantı kurduğu için, spiritizma ekolünün medyumları buraya bilinen yöntemlerle hemen girebilirler.

Diğer boyutlarda ise larvalar, elementaller, genuslar, entelijanslar, demonlar, angelisler, klifotlar, sefirotlar, deuslar ve daha bir çok değişik tekâmül zincirinden olan varlıklar vardır. Bu boyutlara girebilmek için özel yöntemler kullanmak gerekmektedir. Spiritizma ekolünden yetişen medyumlar bu boyutlara normal olarak giremezler. Ancak, yardımcı ve koruyucu bir varlığın bu boyutlardan birindeki alanı yansıtmasıyla, gözleyici olarak yansıtılan bölgeye dair bir intiba edinmeleri mümkün olmaktadır. Bu durumda bile, medyum algıladığı tesirleri tam olarak ifade edemez. Hernekadar yardımcı varlık o boyuta ait tesirleri yansıtarak medyumun alabileceği hale getirse bile.

Elbette ki, majisyen de başlangıçta her boyuta girebilecek ustalığa sahip değildir. Kendisini bu alanlara yavaş yavaş alıştıracak üst düzeydeki bedensiz varlıkların yardımı ve gözetimi gerekmektedir. ilk aşama, daima yardımcı varlığın yansıttığı tesirleri almak ve bunlara uygun yeterli bir değişime uğramaktan ibarettir. Daha sonra kendi başına o boyuta girebilme gücünü kazanacaktır. Yine de her boyuta giremez, gücü ne olursa olsun majisyenin dünyaya bağlılığını sağlayan fizik bedeninden dolayı bazı alanlara girmesi imkansızdır. Eğer kendisini zorlarsa fizik bedeni ile ilişkisi kopar. Yani, ölür.

Şimdi, bazı boyutlarda öyle alanlar vardır ki, buradaki varlıklar üzerinde çalışma yapılması gerekmektedir. Gaye hem o boyutu tanımak, hem de majisyenin başka alanlardaki tasarruf gücünü pekiştirmek için tecrübe kazanmaktır. irade gücü ve imajinasyon yeteneğini kullanarak bu alanlarda majisyen bir uygulamada bulunur ve böylece bir değişime uğrar. Bu değişim tekamül değildir, fakat tekâmülü hızlandıran bir vasıta olacaktır.
Elementaller

Obsesyon konusuna ilişkin olarak, aynı zamanda daha sık kullanılan bir boyut olması bakımından, vereceğimiz örneklerin ilki elementallerle ilgilidir. Elemental denilen varlıklar, tek bir duygu veya zihin faaliyetini işleyerek gelişen yaratıklardır. Bulundukları boyut "spatyum"a yakın ve dünya planı ile kısmen bağlantılıdır. Bu bakımdan ilk alıştırmalarda kolaylıkla intibak edilebilen bir ortam oluştururlar.

Elemental varlıkları hiç tanımayan birisine anlatabilmek için, önce dünyamızdan bazı tabiat olayları üzerinde yoğun bir duyarlılık içine girmesi önerilir. Örneğin, dağlık bir arazide kayaların arasında oturup toprağa yaslanarak ne hissettiğini algılamaya çalışması gerekecektir. Veya, nemli bir günde ormanın içine girip akan ırmağın şırıltısını uzun uzun dinlemesi. Sonra, çamların arasında ıslık çalarak uğuldayan rüzgârı, ve yanan bir şömine içinde dans eden alevleri izlemesi beklenir. Bütün bu denemelerde toprak, su, hava ve ateş ile arasında bir sempatizasyon bağı kurması gerekecektir.

Daha sonra, astral âlemin fizik âleme yakın alt tabakalarına yükselmesini öğrenen majisyen adayının burada çeşitli tesirlere alışması sağlanır. Az önce belirttiğim gibi, yardımcı varlıkların elementaller bölgesinden yansıttıkları tesirleri önce birer vizyon olarak algılar. Daha sonra bunlara uyum sağladıkça, algılama zenginliği artar ve adeta içlerinde yaşarcasına onlara sempatize olur.

Bütün bu anlattığımız safhalar, aslında çok uzun yılları alan çalışmaları gerektirmektedir. Öyle ki, maji sanatını ilk defa tanıyan bir insanın ancak bir kaç enkarnasyon sonra elementallerle karşılaşma imkanı ortaya çıkacaktır. Onları yeterince tanıma ve inceleme aşaması da yine bir ömre sığmayacak kadar uzun sürer. Ayrıca, başlangıç düzeyindeki adayın tekâmül açısından değişik konularda da eğitilmesi gerektiğinden, yalnız maji ile ilgili alana konsantre olabilmesi imkansızdır. Böylece, ilk derecelerden geçebilmesi için çok sayıda enkarnasyonun aşılması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Her yeni enkarnasyonda, dünyaya gelen insan daha önceki deneylerinin birikimlerini de birlikte taşıdığı için, bedensel gelişmesi boyunca bu birikim yavaş yavaş bağlı şuurunda açığa çıkarak, olgunlaştığı yaşından itibaren majik eğitimine kaldığı yerden devam etmesi mümkün olacaktır.

Şimdi yine konumuza dönelim: Elemental varlıkların belirli bir duygu veya zihin faaliyetini işleyerek geliştiklerini söylemiştik. Yaratılış itibariyle insanlardan farklıdırlar. Bu yüzden bizde bıraktıkları izlenime göre onlar hakkında bir bilgiye sahibiz. Yaptığımız tanımlama da bu doğrultudadır. Kendi iç yapıları hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Örneğin, bir ormanın kendine has aurası üzerine sempatize olarak gelişen elementaller de vardır. Okyanusun dibinde, dağların içindeki mağaralarda, güneşin yüzeyinde gelişenleri de vardır. Bu bölgelerde kümeleşerek bir tür ortak süptil bedenin oluşmasına sebep olurlar ve onun vasıtası ile o ortamda fizik âlemle irtibat kurarak gelişirler. Buna bir anlamda elementallerin enkarne oluşu da denebilir. insanların yoğun olduğu ve tabiattan uzak yerlerde, örneğin modern şehirlerde elemental varlıkların kendiliğinden kümeleşmeleri çok zordur.

Bu varlıklara sempatize olabilen insanlar, tabiat içinde bulunduklarında, çok kısa bir süre sonra onların çevrede bıraktıkları tesirleri algılarlar. Böylece aralarında verbal olmayan, yani zihinsel bir komünikasyona erişecek düzeye ulaşamayan bağlantı kurulur. Bu bağlantının ne tür olduğunu sorarsanız, o kişi garip ve ilkel bazı duygulara kapıldığını, bunların çevresini kuşatan tabiattan geldiğini söyleyecektir. Daha fazlasını algılayamaz. Ama, hayvanlar ve bitkiler bu elementalleri daha kolaylıkla hissederler. Çünkü zihin seviyeleri onlara daha yakındır.

Buraya kadar anlattığımız varlıklar, "natural elemental" denilen türdendir. insandan daha üst seviyedeki bazı güçlü varlıklar tarafından yaratıldıkları kabul edilir. Dediğim gibi, yapıları hakkında fazla bir bilgi yoktur. Ancak, bunların incelenmesi sayesinde, majisyen bir seviyeye geldiğinde "artifikal elemental" yaratabilecek gücü kazanır. Bunların diğer bir adı da "düşünce formu"dur. Düşünce formları, diğer elementallere benzetilerek ve majisyenin kendi imajinasyon alanında irade faaliyeti ile yarattığı varlıklardır. Önce natural elementallerin ne işe yaradıklarını görelim:

Örneğin, bir pamuk tarlasında ansızın ortaya çıkan zararlı bir parazitin bütün ekini kırması, belirli türden bir elemental grubunun o tarladaki ekin üzerinde kümeleşerek parazite uygun ortamı hazırlamasıyla mümkün olmaktadır. Esasen, o elemental kümesi pamuk yaprakları üzerinde meydana gelen fiziksel ve kimyasal değişimlerden etkilenerek gelişecektir. Parazit ise bu değişimi meydana getirerek gelişecektir. Burada gelişme terimini, o varlıkların kendi tekamül doğrultularında bir aşama olarak kullanıyoruz.

Tarladaki bu ortamı hazırlayan varlıkları dikkate almasak da, ortaya çıkan durumun onlar sayesinde olduğunu belirtelim. Klasik açıklamaya göre, tarla üzerinde bir tesir alanı yaratıldığı ve bu sayede parazitin oluştuğu söylenir. Arada atlanılan nokta, tesirin nasıl transforme edildiğidir. işte, elementalleri burada bir tür "transformasyon ekranı" denilen alanın ajanı olarak düşünmemiz gerekecektir. Zira, her transformasyon ekranının oluştuğu ortamda bu alandan faydalanan ve aynı zamanda alanın işlerliğini sağlayan bir varlık grubu ortaya çıkacaktır. Bunlar elementallerdir. Alan işlevini sürdürdüğü müddetçe de parazitler çoğalma ve yaprak üzerinde fiziksel değişimi meydana getirme fonksiyonunu devam ettirirler.

Şimdi aynı durumun bir benzerini; majisyenin yarattığı düşünce formlarını ele alalım. Bunlar, laser ışını gibi tek bir dalga boyundaki düşünce nüvesinin imajinasyon alanında konsantrasyonu ile ortaya çıkarlar. imajinasyon alanı, kaba bir benzetme ile insanın hayal kurma yeteneğini kullandığı alandır. Burada düşünceler yavaş yavaş belirli bir akışkanlığa uğrayarak tanımlanabilen bir duygunun biçim kazanmasına yol açarlar.

Pratik olarak şöyle bir deney yapalım: Bir otomobilimiz olsun istiyoruz. Bunun hayalini kurarız. Şu markanın filanca modeli. Rengi şöyle, direksiyonu böyle. Çekiş gücü yokuşta şu kadar oluyor... Farkında olmadan, bir müddet sonra, kendi hayal dünyamızda yarattığımız bir otomobilin içinde, ana yolda gidiyormuş gibi hissederiz. işte burada yaptığımız şey, çok basit düzeyde bir "elemental yaratma hazırlığı"dır.

Eğer bu hayal kurma işini belirli aralıklarla uzun bir süre devam ettirirsek, haftalar ve aylar sonra artık bir kenara çekilip gözümüzü kapadığımız an kendimizi o otomobilin içinde bulabiliriz. Bu tür hayal kurma işini eğer ilerletirsek, sonunda o otomobil ile çevrede gezindiğimizi bile hissetmemiz mümkündür. Aslına bakarsanız, bu bir hayalden ibarettir. Ama, biz bunu sanki yaşıyormuşcasına hissedeceğimiz için, diğer açıdan gerçek sayılabilir.

Majisyenin yaptığı iş de buna benzer. Ancak, etkisi çok büyük boyutlara ulaşabilen bir hayal kurma tekniğini uygulamaktadır. Önce, hangi obje üzerinde bir değişim meydana getirmek istiyorsa, ona ulaşabilecek ve etkileyebilecek bir biçimi zihninde tasarlar. Sonra, derin bir transa girerek dış dünyanın etkilerinden sıyrılır. Böylece astral âleme doğru uzanacaktır. O ortamda yaratacağı hayal veya imaj üzerinde bir sanatçı titizliğiyle çalışır. Sonra, o imajı kendi benliğinden kaynaklanan ve etkilemek istediği objeye uygun bir duygu ile besler. Adeta onu programlar. Bir tür robot yaratır düşünce âleminde. Daha sonra, o varlığı hedefine gönderdiğini hayal etmeye başlar. Varlığın ardı sıra onu izlemektedir. Hedef olan objedeki istenilen değişimi yaratıncaya kadar onun üzerinde konsantre olacaktır. Değişim meydana gelince, majisyendeki gerilim düzeyi hızla düşer ve böylece elemental varlık da beslenemeyerek etkisiz hale gelir, ama yok olmaz.

Bu işlemde kullanılan malzeme, astral âleme ait ve imajinasyon alanında kullanılabilir türden olan yapı taşlarıdır. Diğer bir deyimle, astral elementlerdir. Bu sebeple, yaratılan varlığa "elemental" denir. Astral elementler, majisyen tarafından belirli bir imaj biçiminde bir araya getirilmedikçe âtıl ve etkisizdirler. Ama, uygun bir oranda birleştirildiklerinde, majisyenin göndereceği tesiri taşıyabilecek türden bir astral çanak oluştururlar.

Hayal dünyasında yaratılan bu varlık da hayalden ibarettir. Ama, bir varlıktır ve yaratıcısı tarafından nasıl programlanmışsa o değerler doğrultusunda kendine göre bir gelişme gösterir. Bu durumu dikkate aldığımızda, ona sadece bir hayal deyip geçiştirmek mümkün değildir.

Şimdi, bir örnekle bunun etkenliğini görelim: Diyelim ki, sevgi konusunda bir deneme yapmak istiyoruz. ilk aşamada kendimize bir obje bulmuş olmamız gerekir. Karşı cinse ilgi duyan bir majisyen eğer erkekse, objesi de bir kadın olacaktır. istenilen değişim, bu kadının majisyene âşık olmasıdır. Burada, etkenliği görme açısından gelişmiş bir metodu anlatacağım.

Önce, kadının ismi ve doğduğu zaman tesbit edilir. Astrolojik olarak, doğduğu zamana ait planeter durumlar incelenir ve hangi elementlere duyarlı olduğu bulunur. Yine bu yoldan, hangi günün hangi saatinde istenilen değişime uygun bir etkilenme duyarlılığına geleceği tesbit edilir. Daha sonra, ismine göre yapılan hesaplama ile yaratılacak elementalin yönlendirilmesi için gerekli isim bulunur.

ikinci aşamada, majisyen kendisi için operasyonun hazırlık bölümüne başlayacağı en uygun zamanı hesaplar. Transa geçer ve astral plana yükselerek, orada elementali yaratmaya başlar. Biçimini tamamladıktan sonra, ne tür bir sevgi duygusu ile besleyecekse ona uygun niteliklerle programlar. Bu işlem bittiğinde, yavaş yavaş uykusundan uyanırmışcasına, yeni bir elemental harekete hazır demektir.

Bu beslenme işi genellikle bir operasyonda tamamlanamaz ve bir kaç çalışmayı gerektirir. Daha sonra, kadın için uygun etkilenme zamanı gelene dek, elemental devamlı olarak şarj edilir. Teknik olarak bu işlem bir tür obsesyondur. Majisyen, objesi olan kadına karşı ne gibi bir duygu besliyor ve onun nasıl değişmesini istiyorsa, bütün bu düşüncelerle elementali obsede eder.

Uygun vakit geldiğinde, elemental yine astral ortamda kadının düşünce ve duygu alanına doğru gönderilir. Karşı tarafta olup biten, artık olayın bir hayalden ibaret olmadığını kanıtlayacak kadar belirgindir. Önce bir duygusal dengesizlik, ardından sürekli olarak ortaya çıkan dalgınlıklar ve bu arada gereksiz yere kadının o erkeği düşünmesi. Rüyalarda başlayan fiziksel yakınlaşma vizyonları. Normal yaşamda karşı karşıya geldiğinde, kadının o erkeğe dayanılmaz bir çekiliş duyması. işini gücünü bırakıp onu hayal etmesi... Sonunda gittikçe artan bir duygu atmosferi içinde kadın o erkeğe koşacaktır.

Dikkat edilirse, burada obsede edilen kadın değildir. Aracı olarak kullanılan ilkel bir astral varlık obsede edilmiş ve onun vasıtası ile kadın üzerinde güdümlü bir tesir alanı oluşturulmuştur. Eğer, kadına ait bir eşya veya resmini kullanarak, majisyen kendisi astral alanda bu tesiri yaratmaya çalışsaydı, olay dolaylı bir etkileme biçimine bürünürdü ve sonuç bu derece başarılı olamazdı.

ilginç gelebilir diye böylesine basit bir sebeple dramatize ettiğimiz bu örnekte kullanılan yöntem, aslında yorucu ve çok dikkat isteyen bir iştir. Yanlış bir biçimde programlanan elemental, hedefini bulamadığı takdirde kendisini yaratan majisyene yönelir. Bu durumda da yoğun bir etki alanı içinde kalan majisyen, o astral varlığı öldürmek zorundadır. Aksi takdirde büyük çapta bir zarara uğrayabilir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, bu yöntem ile bir insanı öldürmek, hasta etmek, intihara sürüklemek, başarısız kılmak mümkün olduğu gibi; canlılık ve neşe kazandırmak, olumlu ve yaratıcı bir hale getirmek, güçlendirmek de mümkündür. Elbette ki, durum ve koşullar uygun olduğu ve ayrıca majisyen tecrübeli olduğu ölçüde bu gerçekleşebilir.

Elemental yaratma ve kullanma çalışmasının asıl hedefi, insanlar üzerinde majisyenin istediği değişimi meydana getirmesi değildir. Fakat, bu gücün cazibesine kapılmadan tasarruf altına alınması da nedense mümkün olmuyor. Nitekim, her majisyen bu aşamada değişik nefsânî duygulara kapılarak benzeri uygulamalara girmiştir ve girer.

Burada asıl hedef, yaratılan elemental vasıtası ile belirli bir tesir alanına girerek, orada irade gücüne bağlı değişim meydana getirmek ve olayın akışını kontrol altında tutmaktır. Yaratılan elemental bir düşünce ile obsede edildikten sonra, içinde bulunduğu astral ortamda programlandığı üzere kendi kendine bu obsesyon hali içinde bir gelişme gösterir. Majisyenin asıl görevi veya çalışması bu gelişmeyi kontrol edip yönlendirerek bir gücü tanıyabilmesini ve tasarrufu altına alabilmesini sağlamasıdır. Bu çalışmada, artifikal elemental, majisyenin yarattığı bir düşünce formu olarak onun astral ortamda deney yapmasını sağlayacak bir tür astral sonda niteliği taşır. Pratik anlamda, majisyen insana has duygu ve düşüncelerin nasıl ortaya çıkıp hangi yönde ve ne gibi şartlar altında geliştiğini bizzat görür ve yaşar. Bu sayede kendisinin de ait olduğu insan seviyesinin özelliklerini, yani kendisini tanıyacaktır.

Fakat, bu kadar formüle edilmiş bir biçimde olayı yorumlayarak deneye girişmesi başlangıçta imkansızdır. Çünkü, henüz ne öğreneceğini bilmediği için, bu tanımlama onda yeterli bir dürtüyü uyandıracak etkenliği yaratamaz. Neticede, dünyevî ihtiraslar ve nefsânî duygularla işe başlaması onun tabiatının bir icâbıdır.
Evokasyon

Bedensizlerin obsede edilmesi konusunda kullanılan diğer bir obje de genel adı ile invokatif ve evokatif spiritlerdir. Bunlar kendiliğinden var olup, insandan ayrı bir tekâmül zincirine ait değişik yaratılıştaki varlıklardır. Majik terminolojide bu tür varlıklara "spirit" denilmesinin sebebi, insan ruhundan farklı ve aynı zamanda insan gibi yaratılmış olduklarını belirlemek içindir. Spiritüalizmde geçen spirit deyimi ile ilgisi yoktur.

Majinin pratik kısmında metafiziğe yer olmadığı için, bu varlıkları kimin ve ne zaman, nasıl yarattığı dikkate alınmaz. Daha doğrusu, bu konunun ancak çok ileri bir seviyede ele alınabileceği kabul edildiğinden, pratik çalışmalarda atâlete ve karışıklığa yol açmaması için boş yere düşünülmesi gereksizdir.

Spiritler, irtibat kuruluşlarına göre genel olarak ikiye ayrılırlar. Bir kısmı, insanın sahip olmadığı bazı güçleri barındırdıkları halde, bunları kendi iradeleri ile kullanabilecek seviyede değildirler. Konunun karmaşık olması sebebiyle, kısaca bu tür varlıkların uygun şartlar altında açığa çıkabilen bir güce sahip olduklarını belirtmekle yetineceğiz. Zira, bu varlıklarda, yaratılışları gereği hürriyet, tekâmül ve uygulama biçimi oldukça değişiktir. Bunların özelliklerini yalnız irtibat kurulduğunda gösterdikleri reaksiyon ile tesbit etmek mümkün olduğu için, majisyen bile asıl yaratılış özelliklerini kesinlikle bilemez.

Bu tür spiritlerle irtibat kurma biçimine genel olarak evokasyon denir. Evokasyon metodları, majisyenin inisiyasyon kanalına göre, yani eğitiliş biçimine göre değişiklik gösterir. Ama, temelde kural aynıdır. Meselâ, doğu tradisyonunda içe yönelik bir metod olan "kundalini" sistemi uygulanırken, batı tradisyonunda dış sembolizme yönelik "ritüel" sistemi ve buna bağlı dramatik uyarma metodu genelleşmiştir. Her metod için temel kural, irtibat kurulacak spiritin tesir alanına sempatize olabilmektir.

Bu varlıklarla insan arasında ortak bir özellik bulunmadığı için, araya bazı vasıtalar sokularak irtibat kurulur. Bu vasıtalar, belirli bir program içinde ardarda düzenli olarak kullanılan mantralar, uyarıcı kokular, renkler, geometrik şekiller, duruş biçimleri, çağırı kelimeleri ve benzeri şeylerdir. Programın zamanlaması gökyüzündeki planetlerin durumlarına göre belirlenir.

Evokasyon'un dilimize yerleşmiş bir karşılığı "celbetme"dir. Genellikle islamî kaynaklı literatürde "cin taifesinin celbi" diye bir terim geçer ki bu, evokasyonun bir çeşidi sayılır. "Cinler" veya "iblisler" diye değişik isimler altında sıralanan varlıklar evokatif spiritlerin bazılarıdır. Bunlar, kendi aralarında hiyerarşik bir düzene sahiptirler. Üst düzeyde bir spiritin evokasyonu ile, onun idaresinde veya tesir alanında bulunan düşük kapasiteli diğer spiritler üzerinde obsessif bir tesir yaratmak mümkün olur.

Bu varlıkların genel özelliği, kendi bütünlüklerini korumaya yöneliktir. Kullanılacaklarını farkettikleri an, hakimiyet kurmak isteyen majisyene karşı saldırgan olurlar. Bu sebeple bir sürü karşı korunma tedbiri alınması gerekir. Eğer operasyon eksiksiz tamamlanırsa, celbedilen varlık istenilen biçimde obsede edilerek bünyesindeki gücün kullanılmasına imkan verir.

Her spirit, kendi özelliğine göre belirli bir alanda majisyenin işine yarar. Mesela, arkeolojik bir kazıda bulunan ve deşifre edilemiyen eski bir dile ait yazıyı çözmek gerekirse, bu işe uygun bir spiritin evokasyonu ile o yazıyı deşifre etmek mümkündür. Bu işlemde o medeniyete ait, veya o devrin majisyenleri tarafından kullanılmış bir spiriti bularak yazıyı okuması sağlanır Diğer bir örnek olarak, tarihte adı sık geçen peygamber kral Süleyman'ın (Şalomon) bu varlıkları kullanarak bazı imkansız gibi gözüken işleri yaptırdığını anlatan efsaneyi hatırlatmak yerinde olacaktır.

Esasen, bu spiritler ile hemen hemen her alanda çalışılabilir. En gelişmiş fizik araştırmalarını bile, bir laboratuar olmaksızın bu varlıklar sayesinde ilerletmek mümkündür. Ancak, irtibatta kullanılan terminolojinin günümüzdeki teknik terimlere uyarlanması ayrı bir işlemi gerektirecektir.

Bu noktada, sanırım ki okuyucu iyiden iyiye şüpheye düşecek ve "bu kadarı da olmaz" diyecektir. Şimdi olayı bir de alışılmış açıdan inceleyelim: Bugün sibernetik ve buna bağlı bir teknoloji harikası sayılan kompüter kullanımı imkanı doğmuştur. Eğer bu gelişmeyi yüz yıl önce anlatacak olsaydınız, dinleyenler belki sizin kadar bile anlayışla karşılamazdı söylediklerinizi. Spiritlerin kullanımı da pek farklı sayılmaz. Yeter ki yeterli teknik bilgiye ve en önemlisi ruhsal gelişmeye sahip olalım. Zira, maji alanında çalışan birisi için başarılı olmak yalnız teknik bilgiye bağlı değildir. Daha başka neyin gerekli olduğunu da işin içine girdikten sonra anlamak mümkün olur. Biz şimdilik buna yuvarlak bir lâfla "ruhsal gelişme" deyip geçiyoruz.

Spiritlerin, kullanıldıkları zaman karşısındaki majisyene yönelik saldırgan bir tavır aldıklarını belirtmiştim. Bu her spiritin genel tavrıdır. Çünkü evokasyon ile kendi seyrinden çıkarılarak bir işe zorlanacağını anlar. Ama, tabiaten yapısı zorlanmaya ve kullanılmaya müsaittir. Yani obsesyona açıktır. Saldırgan tavrını yok etmek için belirli sindirme ve nötralize etme metodları uygulanır.

Bazıları ise bizzat kendi bünyesinde yıkıcı ve bozucu bir gücü taşır. Evokasyon ile bu varlık çağırıldığında, bünyesinde saklı bulunan yıkıcı gücü kullanmak mümkündür. Bu sayede başka insanlara veya bir topluluğa büyük çapta zarar verilebilir. Bu tür spiritlerde diğerlerine oranla değişik bir tesir alanı vardır. Kullanan majisyen üzerinde yoğunlaşan ve çevresinde biriken ağır bir astral pislik salarlar. Belki bu terim yerinde olmayabilir, ama hassas bir süje vasıtasıyla çürümeye benzer bir protein çözülmesinin çıkardığı koku biçiminde algılandığı için "pislik" terimi kullanılmaktadır. Bu astral salgı majisyene doğrudan bir zarar veremez, çünkü korunma tedbirleri vardır. Fakat, zamanla adeta üreyerek birikir. Uygun bir hale gelince de, majisyenin düşünceleri ile kendiliğinden beslenerek "kaçak bir artifikal elemental" biçimine girer. Hangi düşünce ile beslenmişse, o doğrultuda majisyen üzerinde yapışık bir parazit gibi yıkıcı etkisini sürdürür.

Aslında, bütün spiritlerde bu tür bir astral salgı vardır. Ancak, barındırdıkları gücün bir tür deşarjı olduğu için, her astral salgı bulaştığı majisyende değişik bir tür parazit elementalin gelişmesine yol açar. Meselâ, bilimsel araştırmada kullanılan bir spiritin astral salgısı bulaştığında ortaya çıkan kaçak elementalin etkisi, majisyende kontrol edilemiyen bir araştırma tutkusu ve buna bağlı fantastik yorumlarla, zihinsel bir karmaşa içine girmesi şeklinde olabilir. Spiritler obsede edilmedikçe bu astral salgı olmaz. Yani, yalnız gözlem gayesi ile bir spiritin evokasyonunda böyle bir latent tesir birikimi olmayacaktır. Astral salgıdan kurtulmak ise oldukça zordur. Çünkü, düşünce üretimi durmadığı için aradaki bağı koparmak gittikçe imkansız bir hâl alır. Bu durumda, kaçak elementalin gelişimini tamamlaması beklenir ve sonunda değişik bir çalışma ile bu varlığın kendi kendisini parçalamasına yol açacak bir düşünce yayını yapılarak ilişki koparılır. Bu ise, majisyenin sistemli olarak kendi değer yargılarında bir değişim yaratmasıyla ancak mümkündür.
invokasyon

invokasyon metodu ile irtibat kurulabilen spiritler, her bakımdan insandan üstün niteliklere ve güçlere sahip varlıklardır ve değişik bir şuur kapasitesi gösterdikleri için obsede edilemezler. Zaten bu yüzden, onlarla ancak invokasyon metodu ile irtibat kurmak mümkündür.

Bu varlıkları tanımlamak için majik literatürde tanrılar anlamına gelen "Elohim" veya başka dilde benzeri bir genel terim kullanılır. Dinlerin sözünü ettiği tanrı deyimi ile karıştırmamak gerekir. Yani, kesinlikle "Allah" veya "Yehova" gibi isimlerle belirtilen ve tek tanrılı dinlerin vazettiği, kutsal metinlerde "O" diye anılanla irtibat kurmak söz konusu değildir. Fakat, bir çağrışım yapması bakımından, yine aynı metinlerde geçen "Biz" ifadesini kullanan varlıkların ancak belirli bir seviyeye kadar olanlarını invokasyona icabet eden olarak düşünebiliriz.

invokasyonun islamî literatürde karşılığı "davet"tir. Davet deyiminden de anlaşılacağı üzere, bu varlıklar dua ile irtibata uygundurlar. Şimdi burada "dua metodu"nu majik açıdan incelememiz gerekiyor: Genel olarak dua, bir yakarışın ifadesidir. Yüce ve insana olumlu tesir gönderebileceği düşünülen bir varlığın himayesine ve yol göstericiliğine inanarak dilekte bulunmaktır.

insanların duaları, liyâkatleri ile orantılı bir biçimde üst seviyeden bazı tesirlerin akışını sağlar. Bu tanıma, "beddua" denilen ve isabet ettiğinde kötü etkisi olan tesirlerin iletimini sağlayan yakarışı da dahil etmeliyiz. Böylece, dua vasıtası ile "yukarıdan" gelen tesirlerin etki bakımından kimine göre "iyi", kimine göre de "kötü" olması mümkündür.

Normal olarak bir insan dua ettiğinde, filanca arzusunun olması için "yüce tanrı"ya yalvarmaktadır. Bu sırada, içinde yetiştiği toplumun örf ve adetlerine göre şartlandığı biçimde bazı davranışlarda bulunur veya bir takım sözleri tekrarlar. Diyelim ki, müslüman inanışına göre yetişmiş olsun. Bu durumda, belki iki rekât namaz kılacaktır. Ardından filanca sûreyi ve bazı Kur'ân âyetlerini tekrarlayacaktır. Sonra da asıl isteğini beyan edecektir.

Afrika'da bulunan ve putperest denilen bir Hotantu zencisi de aynı doğrultudan gider. Skandinavya'daki Laponlardan çıkmış bir balıkçı da. Burada din, bir eğitiliş biçimidir. Duanın etkisi üzerinde din, doğrudan bir önem taşımaz. Ama, eğitiliş açısından önemli olduğu için, her insan mensubu olduğu dinin terimlerine göre dua etmeye meyyaldir ve ancak bu alıştığı biçimi kullanırsa başarılı olacağına şartlanmıştır. Bu sebeple, insan hangi değerlere inanıyorsa, o değerlerden yola çıkarak dua ettiğinde gerekli sempatizasyon alanını yaratabilmektedir.

Majisyenin ise herhangi bir dine bağlılığı yoktur. Fakat, dinlerin ötesinde bir anlayışa sahip olması gerekmektedir. Majisyen için her din ve prensipleri vardır, gerçektir. Ama, kendisi bütün dinlerin kaynağı olan temel prensipleri tanımaktadır. Bir bakıma, dinin ardındaki mekanizmayı tanımış olmalıdır. Ancak bu sayede, herhangi bir dinin mensubu tanrısına dua ederken, onun hangi varlığa ve ne gibi değerleri dikkate alarak yakarışta bulunduğunu majisyen bilebilir.

Bu arada bir özelliği de belirtmek yerinde olur: Majisyen sıfatına erişememiş sıradan büyücüler, ister kara isterse ak büyü yapsınlar, aslında kendi ölçülerine göre "dindar" insanlardır. Meselâ, eşleri soğutma, baş bağlama, hasta etme, şifa verme gibi tesirler yaratmaya çalışan ve kendilerine "hoca" dedirten bazı kişiler, müslüman olduklarını iddia ederken, aynı zamanda islam tradisyonuna bağlı kalarak büyücülük yapmaktadırlar. islamiyet, esasen inananlara büyücülüğü kesinlikle yasaklamış ve bâtıl kılmıştır. Ama, efsuncu denilen hocaların yaptığı iş, teknik olarak ilkel seviyeden büyü ile uğraşmaktır. Fakat, bu insanların aynı zamanda namaz kılmak, oruç tutmak gibi dini akîdelere belki herkesten daha çok bağlı olduklarını da görmekteyiz.

Diğer dinlere bağlı olanlarda da durum aynıdır. Bazı Hıristiyan papazları veya bazı Musevî hahamlar hem kendi dinlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar, veya görünüşte biçimsel olarak öyledirler, hem de büyücülükle uğraşırlar. Dinî bir görevi olmayan büyücüler de dine biçimsel bağımlılık konusunda aynı duyarlılığı göstermektedirler. Bu "dindar" görünümün ardında, bilinmeyen âleme duyulan korku yatmaktadır. işte bu sayede, gerçek bir majisyen bu gibi büyücülerin yaptıkları işleri tesirsiz hale getirmek için, onların şuuraltında gizli duran korku imajlarını harekete geçirir ve kurdukları tuzaklara kendilerinin düşmelerini sağlar. Zira, bu gibi ilkel seviyedeki insanlarda, din anlayışı korku teması üzerine kurulmuştur.

Maji sanatında ise her an uyanık olmak, tetikte durmak şarttır. Ama, korku her şeyi berbat eder. Mistiklerde korku tehlikesi, kendini bütünüyle Tanrı'nın eline bırakma duygusuyla giderilmeye çalışılır. Majisyen ise, koruyucu bir mekanizmanın var olduğunu ve hangi şartlar yerine getirilirse bu mekanizmanın çalışacağını deneyerek bulmak zorundadır. Bunun için deneysel olarak korku çalışmaları yapılır. Her seferinde korku yaratan alanın niteliği ve şiddeti artırılarak nasıl nötralize edileceği öğrenilir. Bunların çoğu, astral planda önceden belirlenmiş korku girdaplarına girmek gibi oldukça ürkütücü bir etkisi olan egzersizlerden ibarettir.

Bu çalışmaların bir amacı da, majisyenin kendi şuuraltında gizli duran karanlık bölgeleri tanımasını sağlamaktır. Bir kısmı deney esnasında aydınlanarak açığa çıkarılır. Bir kısmı ise tanınması ile kontrol altında tutulur. Bu eğitime bazı modern okültistler "astral bölgede komando kampı kurmak" derler. Fakat, gaye çelik gibi olmak değildir. Gaye; şartlar ne olursa olsun her an kendi bütünlüğünün bozulmasını, dağılmayı önleyecek ölçüde esneklik yaratabilme yeteneğini kazanmaktır.

Bu esneklik sağlandığında, ortaya adeta fantastik bir yapı çıkmaktadır. "Beni artık hiçbir şey korkutamaz!" zihniyeti yoktur. Aksine, "her şey her an korkutucu olabilir, ama korkulacak bir şey yoktur" kavramı yerleşir. Korku deneyleri değer yargılarında da öylesine bir esneklik yaratmaktadır ki, dışarıdan bir gözlemci majisyenin neye inanıp neye inanmadığını bir türlü kavrayamaz. Çünkü, ortamın şartlarına göre devamlı değişkenlik gösteren bir değer yargısı sistemi oluşmuştur. Bu bakımdan Tarot'un ana dizisindeki temel kartın sembolü olan "çılgın adam" veya "budala" rolünü oynayan kişilik, majisyende ortaya çıkar.

Bu özelliği, kavranılmasındaki zorluk bakımından daha fazla açmak islemiyorum. Yalnız, değer kavramlarındaki değişkenliği tanıtabilmek için, bu deneyler sonunda kazanılmış bir formülü aktarmak yeterli olabilir: "Hatırla dostum. Bütün bunlar, yanılsamalar içinde bir yanılsamadan ibaret. Öyle ki, sen de bu yanılsamanın içine izi düşürülen bir yansımadan ibaretsin. Şimdi, kudretin seni etkisi altına almasına fırsat vermediğin takdirde, bu yanılsamayı biçimlendirecek kudret, senin etkin altında demektir."

Şimdi, tekrar dua konusuna dönelim: invokasyon metodunda dua veya davet daha belirgin bir biçimde yapılır. insanların "Yüce Tanrı" diye tanımladıkları ve genel olarak her türlü üstünlüğü onun niteliği olarak belirttikleri kavram, aslında insanın idrak kapasitesindeki ilkellikten kaynaklanan bir zorunluluk sonucu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, her duada bu "Yüce Tanrı" ya yönelirken, bağlı olduğu dinin değerlerine göre bazı kavramları da çağrışım yolu ile insan, kendi zihnine getirmek zorundadır. Eğer dua ederken dikkat edilirse, bu alışkanlığı her insanın benimsediği görülür.

Fakat, bu çağrışımlarda belirli bir sistem yoktur. Sebebi de özellikle tektanrılı dinlerde bütün kudretlerin tek bir varlıkta toplandığı prensibinin - mecburiyetten dolayı - vazedilmiş olmasıdır. Meselâ, islam inancına göre Allah hem çok koruyucu hem de son derece yıkıcıdır (Rahîm ve Kahhâr); hem affedicidir hem de intikam alıcıdır (Gafûr ve Müntekîm). Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Musevîlikte de aynı tanıtım vardır. Halbuki, bu her biri farklı nitelikler, değişik titreşim alanlarına ait isimlerdir. Zıp-zıp taşı gibi bir alandan diğerine aynı anda yönelerek bir insanın dua etmesi ise bir netice vermez. Aksine enerji kaybına yol açar.

Bu sebeple, her dinde "batınî" denilen ve aslında maji biliminden kopya edilmiş bir sistemin kurulmasına çalışılmıştır. Ancak, bu yakıştırma sistemin, din prensipleri içinde sıkışıp kalan bir insan tarafından kavranması çok zordur. Nitekim, işte bu yüzden herkese açık olmayan "gizli bir bilgi" biçiminde tanıtılması gerekmiştir.

Doğrudan maji ile uğraşan bir kişi için böyle bir sıkışıklık yoktur. Majisyen için, sonsuz değerler ve tanımlanması mümkün olmayan bir "O" vardır. Ama, bunun yanı sıra, içinde bulunduğu ortamda geçerli olan güçlerin tesir özelliğine göre belirli isimler veya "tanrılar" terimi ile nitelendirilen bir de hiyerarşik düzen vardır. Maji'nin içine girmemiş birisi için bu sistem sanki çoktanrılı bir din gibi gelecektir. Aslında ise, çeşitli güçlere verilen isimler ve bunların işleyiş biçimine göre nasıl kullanılacağını gösteren metodlar vardır.

Bunun en tipik örneğini Eski Mısır Tradisyonu'nda görürüz. Yüzlerce "tanrı" ismi vardır. Bunların her biri için değişik bir imaj sembolü ve davet ediliş biçimi ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Konuyu bilmeyen bir araştırıcı için Eski Mısır "dini" çoktanrılı bir dindir. Kuşkusuz, o devrin halkı için de aynı anlayış geçerliydi. Ama, maji sanatını uygulayan Mısır rahipleri, ne yaptıklarını bilen majisyenlerdi.

Bugün, islam dini tektanrılıdır. Ama, o tek tanrı için birçok "isim" ve bunlara bağlı tanıtımlar vardır. Konuyu bilen bir kişi, Eski Mısır "dini" ile tektanrılı bir dinin öğrettiği sistem arasında önemli benzerlikler olduğunu anlayacaktır. Zira, Eski Mısır'a ait kutsal metinlerde de, isme gerek olmaksızın ve her "tanrı"nın üstünde sonsuz güce sahip bir "O" kavramının varlığından söz edilir. Babil tradisyonunda da bu böyledir. Hind'de de. Ancak, bu açıklamaya fazla gerek duyulmamış ve ikide bir tekrarlanmamıştır. Çünkü, tradisyona bağlı rahipler maji ile uğraşmaktadır. Esas konuları budur, metafizik yapmak değil.

Bu rahipler tapınmazlar. Ama, halktan birisinin tapınmaya ihtiyacı vardır. "Tanrı"lara tapınmak, işte böyle ortaya çıkmıştır. Nitekim, bazı yerlerde tradisyona bağlı elemanlar azalmış ve rahip sınıfı da halktan biri gibi konuyu anlamayan kişilerden oluşmaya başlamıştır. Bu gibi ortamlarda da, vahiy ve peygamber mekanizması kullanılarak, insanlara tektanrılı sistemi vazeden dinlerin ortaya çıkması gereği zorunlu olmuştur. Kutsal metinlerde geçen "benim öğrettiklerimi" veya "bizim onlara verdiklerimizi yalan yanlış uydurmalara çevirdiler, insanları doğru yoldan uzaklaştırdılar" biçimindeki açıklamalar, bu bozuluşun tanımlanmasıdır. Bu sapkınlık biçimine dönüşen eski inançların ortadan kaldırılması prensibine son derece önem verilmesi de bu yüzdendir.

invokasyon metodunda, herhangi bir gücün uyarılması ve uyaran majisyende kullanılır hale gelebilmesi için bazı vasıtalara gerek duyulur. Bunlar değişik türden kokular, renkler, isimler, şekiller, tekrarlanan sözler ve duruşlar gibi çeşitli vasıtalardır. Konunun dışında olan birisi bu çalışma seyrini izlediğinde, majisyenin bir çeşit ibadette bulunduğunu ve "tanrı" dediği anlaşılmayan varlığa tapındığını zannedecektir.

Daima aynı yerde çalışma yapılması gereği, daha sonra bir "mabet" veya "tapınak" kavramının doğmasına yol açmıştır. Aslında, çalışma yerinin kutsanması ve orada yalnız bu işin yapılması, belirli tesirlere açık olabilmek için parazit tesirlerden arınmış bir yer seçilmesi zorunluluğundan kaynaklanır. Tapınma diye bir çalışma metodu yoktur. Birtakım beden hareketleri, kullanılan giysiler ve benzeri ayrıntı, majisyenin gerekli uyarımı sağlayabilmesine yarar. Bunlar da daha sonra, "atalarımız böyle yapardı" alışkanlığına bağlı sebebi bilinmeyen tapınma biçimlerine dönüşmüştür. Meselâ, Hıristiyanlığın doğuş zamanında hiç görülmeyen ritüellerin zamanla katolisizm bünyesine alınışı ve pagan bir inanışa bağlı olduğu bilindiği halde vazgeçilmez bir unsur olarak kalışı bunun tipik bir göstergesidir. En eskisi olması bakımından Musevîlik'te zaten başından beri Elohist ritüeller vardı. Her dinde böyle bir örnek bulmak mümkündür.

Asıl önemlisi, daha sonraki insanlara "dua" diye kalan ve anlamı bilinmez bazı sözlerin tekrarı, aslında majisyenin kullandığı formüllerdir. Bütün bu vasıtalar belirli bir prosedüre göre kullanıldığında, davet edilen "tanrı" ile irtibat kurulur ve majisyen o varlıktan akan tesirlerle dolar.

Bütün bu vasıtalara gerek duyulması, majisyenin çalışma sonucunda yükleneceği enerjiye uygun bir kapasiteye erişmesini sağlamak içindir. Bu çalışmanın ritüel bölümü, genel olarak davet edilen güce tahammül edebilmek için bir şartlanmadan ibarettir. Majisyenin kapasitesi ne denli az ise, kullanacağı vasıtalar ve çalışmasının ritüel bölümü de o denli uzun ve karmaşık olacaktır. Bazı durumlarda günlerce süren açlık ve uykusuzluk, inzivaya çekilme, saatler boyunca durmadan tekrarlanan sözler, dans benzeri ritmik hareketlerin sürdürülmesi, yine bazen içilen veya dumanı çekilen droglar hep bu kapasiteyi arttırmaya yöneliktir.

Majisyen bu gerçeğin farkında değilse, başına her türlü musibet gelebilir. Çünkü, kullandığı sistemin bir sonucu olarak, o davet edilen varlığa - güce, enerjiye - uygun toplayıcı bir çanak haline dönüşmektedir. Kontrolünü kaybederse, benzeri nitelikte fakat evokatif türden bir spiritin (daha önce açıklandı) balıklama dalış yapacağı bir ortam yaratmış olur. Yani, obsesyona uğrar. Bu durum ise oldukça belâlı sonuçlar verir.
Posesyon

invokasyon metodu ile bir "tanrı"nın majisyene gücünü şarj etmesi haline "posesyon" denilmektedir. Şarjın başlangıcında, majisyenin içinde bulunduğu durum bir bakıma vecd hali veya ekstazi denilen durum gibidir. Fakat, mistik deneylerde görülen kendinden geçme ve daha sonra ne olduğunu bir türlü anlatamamak gibi sürekli pasif bir durum değildir bu.

invoke (davet) edilen varlığın aktaracağı güce göre şarj olayının seyri değişiklik arzedebilir. Ama, genellikle şöyle bir aşamadan geçilmektedir: Bedende sinir sisteminin en yoğun olduğu omurilik ve küçük beyin bölgesinde önce tuhaf bir karıncalanma başlar. Bazen, solar pleksus'da küçük enerji patlamaları hissedilir. Bu yüzden geçici hıçkırık veya geğirme gibi diafragmik konvulsiyonlar olabilir. Omuz ve sırt kaslarında sertleşme olabilir. Pelvis kasları gerilir. Daha sonra küçükbeyin altına doğru ani ve sert bir darbe indirilmiş gibi sersemletici bir duygu oluşabilir.

Bazen, bu son durum aniden değil de yavaş yavaş artan bir şiddette oluşmaktadır. Ardından, boyun kaslarındaki kasılma ile beyne giden oksijen miktarında azalma olur. Görme duyarlılığı bir an için azalır. Bazı durumlarda erkekte ereksiyon, kadında ise vajinal kasılmalar görülebilir. Bedende terleme birden artar, adrenalin salgısı çoğalır. Asetilkolin konsantrasyonu artar. (Mediko-fizyolojik değişikliklere burada daha fazla değinmeye gerek olmadığından geçiyorum.)

Psikolojik değişimler daha önemlidir. Göz baktığı eşyayı görmez. Sinirsel iletim bloke edilmiştir. Peşpeşe patlayan flaş gibi göz kamaştırıcı aydınlanmalar olur. Halüzinatif safhaya geçilir. Aslında, astral bedenin duyarlılığı artmıştır. işitme organına bağlı olarak şiddetli bir uğultu, vızıltı, veya çınlama başlar. Parlak görüntüler, belirli bir ritme uyarak işitilen sesle birlikte, nabız atışı gibi bütün benliği sarar. Daha sonra, görüntüler biçim kazanmaya ve çınlamalar da sözcüklere dönüşmeye başlar.

Bu aşamada, majisyen fizik ortamla ilişkisini kaybetmiş ve bütün konsantrasyonu astral ortama yönelmiştir. Burada bir an gelir ki, sanki patlayacakmışcasına kendisini bir enerjiyle dolmuş olarak hisseder. O an düşüncelerinin akışına göre çevresindeki ışımayı, sesleri ve şekilleri yönlendirecek gücü içinde hisseder. Bu durum, posesyonun birinci aşamasının tamamlandığına işarettir. iç dengesini sağladıktan sonra, daha önceden yapmayı planladığı işe yönelir.

Burada dikkat edilecek husus, operasyona girmeden önce planlanan işin o aşamaya gelindiğinde değer değişikliğine uğrayıp uğramamasıdır. Çünkü, yüklenen enerji sayesinde idrak kapasitesi çok artmaktadır. Öyle bir anlayış olabilir ki, majisyen yapmayı planladığı işi o anda yeniden ve çok daha mükemmel bir biçimde tekrar gözden geçirebilir ve kusursuz olarak tamamlayabilir. Veya, eğer yıkıcı bir faaliyette bulunacak ise, ansızın durumun daha ilerde kendi aleyhine bazı problemler yaratacağını idrak ederek olayı tersine çevirip yapıcı bir tesir yaratma yoluna gidebilir. Posesyonun en verimli ve en güzel yanı da budur.

Operasyonu bitirip tekrar eski haline döndüğünde, bu değer değişikliği üzerinde dikkatle durması, tekâmülü açısından oldukça faydalı bir ilerleme sağlayacaktır. Posesyon hali genellikle bir-iki saniye ile birkaç gün arasında değişebilen bir süre devam edebilir. Ortalama olarak dört saati geçen posesyon hali daha sonra geçici olarak bedende yorgunluk ve zihinde atâlet yaratmaktadır. Ama, elbette ki bu majisyenin kapasitesine bağlı bir durumdur.

Posesyon esnasında, yapılabilecek işlerin sınırını çizmek zordur. Eğer operasyon başarılı olur ve istenilen güç kaynağı ile irtibat kurulabilirse, artık bundan sonrası büyük ölçüde majisyenin iradesine bağlı bir durumdur. Dış müdahale, genellikle yok denecek kadar azdır. Yani, majisyenin serbestiyeti olağanüstü genişlemiş bir düzeye ulaşmıştır. işin asıl zor tarafı, posesyon halini gerçekleştirmek ve bunu yeterince devam ettirebilmektir.

Daha önce de belirttiğim gibi, posesyon sayesinde majisyenin bütün güçleri yetenekleri, idraki, şuuru adeta bir büyütecin arkasına geçmişcesine büyümektedir. Ayrıca, kendisinde bulunmadığını zannettiği, ama aslında küçük bir nüve halinde gizli olarak bulunan özellikleri de bu sayede canlanmaktadır.

Okuyucu burada ister istemez şu kanıya varabilir: Maji ile ilgilenip sonunda majisyen olmak şahane bir şey, epey uğraşıyorsun ama bir de başardın mı, gel keyfim gel. Canın ne isterse yaparsın ondan sonra. Evet, bu düşüncenin bir kısmı doğrudur. Majisyen "canı ne isterse" onu yapacak hale gelmiştir. Ama, bu seviyeye ve bu güce erişinceye kadar uğradığı değişim "canının isteğini" de değiştirmiştir, hiç kuşkusuz.

Alşimist, ebedi hayat iksirini ve her cismi altına çeviren taşı bulmak için laboratuvarına girer. Majisyen adayı da güç kazanmak ve her şeyin hakimi olmak için astral plana atılır. Her ikisi de bir gün gelir aradığını bulur. Ama bir bakarsınız, alşimist herkes gibi yaşlanıp vakti gelince ölmüştür, cebinde üç-beş kuruş para ile. Majisyen de ondan farklı değildir. Vakti gelince, kendi halinde göçer gider. "Hani bu adamlar büyük güçlere ve imkânlara kavuşacaklardı. Gördün mü bak, hepsi palavra işte!" derler arkalarından. Değişikliğin ne olduğunu, elbette ki yaşayan bilecektir. Dışarıdan bakanlar, bu adamların maceraya ilk atıldıkları yerden bakmaya devam ettikleri için, hâlâ altın ve iktidar görme saplantısından kurtulamamışlardır.

Acaba, majisyen o seviyeye geldiğinde canı ne istemektedir? Bu sorunun cevabını bilemiyoruz. Belki de anlayamadığımız için bize söyleyen yok. Zaten, daha fazla merak edenler kendiliklerinden bu yola giriyorlar. Enkarnasyonlar boyu devam eden uzun bir macera başlıyor. Yüzlerce varlığı bu yolda kullanıyorlar. Bir sürü keşifler ve icatlarda bulunuyorlar. Bazen öldürüyor, yıkıyor ve kötülük saçıyorlar. Sonra gittikçe daha az yıkıp daha çok yapmaya yöneliyorlar. Sonunda bir de bakıyorsunuz ki, artık hiçbir şeye zarar vermeyen ve yalnız her varlığın yararına işler yapan bir ışık olmuşlar. Demek ki canları bunu istiyormuş.

Kaynak: Haluk Akçam

onuncu boyutu anlamak

http://www.youtube.com/watch?v=rqqDKLnNK08&feature=related.http://www.youtube.com/watch?v=rqqDKLnNK08&feature=related.