bugün

entry'ler (226)

11 haziran 2010 güney afrika meksika maçı

maçın ilk yarısındaki ömer üründül'ün maça damgasını vuracak yorumu: " meksika kalecisi de bizim antalyaspor'un kalecisi ömer'e benziyor. "

yaran inci sözlük ayarları

başlık: (bkz: alice harikalar diyarında filmnde tecavz vakası)
entry: filmi indiriyorum sırf o sahne için. harbi davşana mı kayıyorlar?
yazan: sinek siken cumali

ayar: ulan sen sineğe kaymışsın tavşana kaymışlar bunamı şaşırdın götveren.

yarıl...

lost

dizideki karakterlerin çoğunun ismi tarihteki bazı önemli isimlere atıfta bulunmak yada onore etmek için seçilmiş. desmond hume - david hume, eloise hawking - stephen hawking gibi. ama en çok dikkatimi çeken ise şu oldu flasforward dizisinin 2. bölümünün sonunda based on a novel by robert j. sawyer yazıyordu. sizce de ilginç değil mi?

lost

6. sezon ilk bölümünü 2 kez izledim. jacob'un yanarak öldüğünü izledik, lakin sonraki sahnelerde ateşte cesedinden hiçbir kalıntı yoktu. bu çok ilginç. muhtemelen yüzyıllardır yaşayan birinin ölmesi de ilginç. hatta hugo ile konuşmasından önce çalılardan hışırtılar gelmesi de garip, sonuçta bu adam bir ölü. juliet ise metrelerce düştü ve ölmedi. hadi çamura düştüğüden diyelim. üzerine düşen bilumum metal parçalarını görmezden gelelim. fakat bomba patlayıp ajira uçağının düşüşünden sonraki zamana döndüklerinde juliet'in kuğu ambarın deriklerinde değil de yüzeye yakın bi yerlerde bulunması garip. çünkü epey bi düşmüştü. yalnız başta " işe yaramadı " deyip sonra neden kararını değiştirip " işe yaradı " dedi anlayamadım. ve şunu fark ettim; çekik gözlü abimizin gitar kutusundan çıkan kağıtta yazanlarla ilgili hugo'ya yalan söylediğini düşünüyorum. çünkü hatırlarsanız geçtiğimiz sezonlarda jacob'un listesinden söz ediliyordu, hatta bu liste diğerleri tarafından listede ismi yazanları getirmesi için michael'e verilmişti. işte o listenin o kağıt olduğunu düşünüyorum. çünkü çekik gözlü abi kağıda göz atar atmaz isimlerini sordu. 5. sezondaki bazı soru işaretlerim hala muallakta. mesela; oceanic 6lısından sun'ın ajira uçağı düştüğünde neden diğerleri gibi 1977'lere dönmemesi gibi. sanırım bu bi mantık hatası. ve bir de benjamin'in bir planı vardı 5. sezonda sözü geçen, eloise'e bahsettiği. ona noldu?

lost

season 6 episode 01-02... ciddi anlamda spoiler içerir.

--spoiler--
tapınaktaki çekik gözlü abinin beşiktaşlı tabata olduğundan cidden şüpheleniyorum. sonra demedi demeyin.
--spoiler--

çırıl çıplak bir şekilde camdan bakan adam

(bkz: leonidas)
(bkz: 300)

lost

2 şubat'a sayılı günler kala giderek artan bir heyecanla beklenen dizi. lakin 5. sezona dair kafama takılan bir soru var. kahramanlarımız tekrar adaya döndüklerinde kendilerini birden 70li yıllarda buldular. fakat sun ise günümüzde kaldı. neden aynı şekilde sun da 70lere dönmedi?

tribi derdi olmayan kız

(bkz: paket olsun lütfen)

şişko fakir çirkin başarısız ama iyi sevişen kız

bir eylemi iyi yapabilmek başarı değilse nedir? başlıkta bi paradoks var sanki.

üniversiteyi eğlence yeri sanan öğrenci

ancak 5. sınıfta, ilköğretim ve lisenin sadece ön sevişme olduğunu, üniversitede ise düzüldüğünü anlayan öğrencidir zannımca. benim efendim.

bandırma

uğur mumcu caddesinin adının mehmetçik caddesi olarak değiştirildiği balıkesir ilçesi. bir bandırmalı olarak bu zihniyeti kınıyorum.

paranormal activity

amatör porno filmi gibi başlayan bir film. sevenlerine iyi bir haberim var, 2.si yoldaymış.

adaptasyonu mutasyonla karıştıran türk

(bkz: Charlie Kaufman ile wolverine i karıştıran türk) *

ezel ile kurtlar vadisi ni kıyaslayan insan

bir de üzülerek şunu eklemek istiyorum, ezel'in jeneriği vacancy filminden aynen alınmamış, direk çalınmıştır.

ezel ile kurtlar vadisi ni kıyaslayan insan

kör yada iq'su yeterli düzeyde olmayan insandır. ezel vs kurtlar vadisi başlığındaki gibi bir kıyaslama yapılması pek akıl karı gelmiyor bana. bu yüzden böyle bir başlık açma ihtiyacı duydum. tabii " başka derdin yok mu senin? " diyen olursa göt olur, susarım. *
bildiğiniz üzere kenan imirzalıoğlu'nın çıkışı, osman sınav'ın yapımcısı ve yönetmeni olduğu deliyürek adlı dizi ile oldu. aynı şekilde kurtlar vadisi'nin yaratıcısı da osman sınav'dır. yanılıyorsam düzeltin. ama ezel ile kurtlar vadisi'ni aynı kefeye koyan kişiler, böyle alakasız bir bağlantıya bile dayanmadan, ezel ve ramiz dayı karakterleri nedeniyle bu iki diziyi aynı türe ait kabul ediyorlar. ezel gibi konusu salt intikam ve aşk olan bir diziyi politik bir dizi ile kıyaslamak ve aynı kategoriye koymak nasıl bir zekanın ürünüdür, merak ediyorum.

ezel özgün bir dizi diyemem ama aşk-ı memnu ve yaprak dökümü gibi diğer ay yapım dizilerine nazaran daha kalitelidir diyebilirim. ezel'i böylesine sevdiren, bu kişilerin mafyavari gördüğü, tuncel kurtiz'in müthiş oyunculuğu ile bir tv fenomeni haline gelen ramiz dayı karakteri ve kenan imirzalıoğlu nun ustalara taş çıkartan iyi oyunculuğudur bence. dizi ve filmlerde, hangi mafya babası daha önce hamlet, macbeth gibi shakespeareeserlerinden, özdemir asaf'in şiirlerinden alıntılar yapmış? başka alıntılar olup da fark eden ve beni bilgilendiren olursa sevinirim.

bahsetmek istediğim bir nokta ise çoğu insan tarafından beğenilmeyen kenan imirzalıoğlu'nun oyunculuğudur. yıllarca " türk sinemasında jön kalmadı " denilirken, birden, damdan düşer gibi necati şaşmaz gibi oyunculuktan nasibini almamış bir kişi jön ilan edilirken, yazıtura, kabadayı ve ejder kapanı gibi filmlerde Olgun Şimşek, şener şen ve uğur yücel gibi usta oyuncuların yanında kenan imirzalıoğlu'nun hiç de sırıtmayan, aksine kendini fark ettiren oyunculuğuna dikkat çekmek istiyorum.

ayrılık erkeği sikertiyor

not: bu yazım erkek yazarlar içindir. hemen vurmayın. cinsiyet ayrımcılığı yapmıyorum. ibne de olmadım. amacım yazının hemen başına dikkat çeken bir not yazıp, yazıyı bağyan yazarlar için ilgi çekici bir hale getirmek de değil. sadece kıraathane havası olsun istedim, en dumanlısından. bi nevi geçici seçirgenlikten doğma geçici seçirgenlik. ayrıca bu yazıda sanal reklam uygulaması vardır.

***

gece yolculuklarının hüzünlü bir yanı var gerçekten. gece yolcuları'nın da boktan bi müziği var. " unut beni, sevgiliiiiim. ben unutmuyoruuuuum. " heee, oldu! gece yolculuğu yağmurlu bir günde yürümek gibidir. belki de gecenin hüznünün yolculuğun yalnızlığıyla sentezindendir. bendeki etkisi ise candan erçetin'in yalan adlı şarkısının klibinden kaynaklanıyor sanırım. izleyenler hemen hatırlayacaktır; mete özgencil'in şehirlerarası yolculuk yapan bir otobüste çektiği klip ile şarkın müthiş sözleri birleşince, dinleyen ve izleyen çoğu insanı vurgun yemişe çevirmişti. neyse, servis yapan muavin yaklaştıkça artan " çay, kahve yada meşrubat mı içsem tedirginliği" nin bende yarattığı umut sarıkaya tipi mutsuzluktan yılmaz erdoğan duygusallığına geçişlerde " yol bir yere gitmez. o bir durma biçimidir. durdurun otobüsü, incem ben " deyu haykırasım geliyor ama delü sanarlar diye tırsıyorum, frenliyorum kendimi. uzun yolculukları sevmezdim ama alıştım artık. ben trabzon'a giderken metro turizm'in vakfıkebir'de durabilme ihtimalini sevdim. şimdi ben gidiyorum ya, kimse bana benzemesin. en azından allah sonumuzu benzetmesin. yol uzun olunca insanın düşünecek çok vakti oluyor haliylen. öptüğüm kızlar geliyor aklıma, sonra sinop cezaevi avlusunda izmarit topladığım günler, başımda kavak yelleri esen o yaz... ölmek ne garip şey, anne! ne zamandı? hiç yaşanmamış mıydı yoksa? ben hep 17 yaşındaydım, ne zaman 23 oldum? şehirler arası yolculuk yapan bir otobüsün cam kenarı koltuğunda şuursuzca film şeridi gibi akan şehirleri izlerken anladım; ayrılık erkekleri daha bi vuruyor.

ayrılık erkeği sikertiyor hacu. şimdi bilmeyenler için " sikertmek " fiiline açıklık getireyim. " sikertmek " eylemi " s**mek " eyleminden daha geniş bir kapsamı ifade edip nasıl oluyorsa küfür değildir. ayrılık vurunca erkeğe; akasyalar yapraklarını döküyor, güneş bulutların ardına saklanıyor, ay kendini içkiye veriyor, ferdi tayfur daha bir ağlamaklı okuyor. siz hiç ayrılıktan sonra her gece içip sokaklarda " hüdaverdiii, murtazaaa " deyu nara atan, sağa sola sataşıp yok yere kavga çıkaran, üstüne temiz bir dayak yiyip bundan paha biçilemez bir keyif alan, iddaa'da beşiktaş'a 100 lira basan bir kız gördünüz mü? ben görmedim. akla, mantığa sığmayacak davranışlarda bulunuyoruz. kız milleti ise daha bi metin karşılıyor ayrılığı, hele ki ayrılan onlarsa. belki de onların daha realist olmasından, bizlerin ise daha duygusal olmamızdandır. ayrılık da erkeğe dahildir. bakınız; - ayrılık? + içimdeee. halbuki sen brokoliyi seviyorsun deyu, brokolinin de seni sevmesi şart mı? değil. bi kere allah belanı versin, brokoli yenir mi lan? şimdi yanlış anlaşılmasın, bağyanlar üzülmüyor demiyorum. haa üzülmeyen kız kezbandır, ferhundedir, bihterdir. ama kız milleti 1 gün üzülüyor, 2 gün üzülüyor, 3. gün hayatına devam ediyor. bizler gibi aylarca gün boyu cengiz dinleyip rakıyı susuz içmiyor. " gelin olmuş, gidiyorsuuuuun. bana veda ediyorsuuuuun. " ... ayrılığı bağdaştırdığı şarkıya bak hele. sanki kız ondan ayrılıp kocaya kaçmış. ha 5 yıldır kızın yasını tutarsan evlenir, çocuk da yapar. şimdi biz, erkekler uçkuruna düşkün homo sapiensler olarak etiketlendiğimizden, " erkekler sevmez, erkekler kullanır, erkekler aldatır. " gibi kalıplaşmış suçlamalara maruz kalırken yukarıda saydığım gerçekler göz ardı ediliyor.

velhasıl kelam ayrılık, insanlara hayatlarını mahvetme özgürlüğü veriyor.

***

edit: bu yazımdaki tüm cümleler şahsıma ait olup, herhangi bir şarkı yada şiirden sevdiğim bir cümleyi aynen yada değiştirerek kullanmışlığım varsa şuradan şuraya sevişmek nasip olmasın. bak yine! ahahahahha. haa, herhangi bir ima da yoktur. öptüm, byeee

belediye otobüslerinde yaşanan fuzuli stres

çocukluğum spiderman, x men ve batman vb. çizgi romanları okuyarak ve transformers izleyerek geçti. hayal meyal hatırlıyorum. çocukken belediye otobüslerinden çok korkardım. bir gün içlerinden biri transformers'ta kötü robotlar olan decepticonsların lideri megatron'a dönüşecek sanırdım. çocukluk işte. pek bir salaktım.

***

ergenlik dönemlerinde belediye otobüslerinde çok stres yapardım. " ya güzel bir kız otobüse binerse? ya şu daima sıkışık olan ve daha önce hiç kimsenin açamadığı o camı açmamı isterse? " falan fişman kurar da kurardım. daha bunun yaşlısı, gazisi ve hamilesi var. bunlardan biri bile belediye otobüsüne binse benim gibi yer verme ihtimali olan diğer ergenlerle göz göze gelmemek için başımı yukarı bile kaldırmazdım. şaka ya, bunu yapmazdım.

***

7 yıl aynı liseye gittim ben. 7 sene lan, dile kolay. şimdi içinizden bir zıpçıktı çıkar ve " 7 yıl liseye mi gidilir lan zibidi " derse belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak izzetini, itibarını s**erim. anadolu lisesiydi ve şehrin dışındaydı. öğrencilerin çoğu okula ulaşım için belediyenin tedarik ettiği ve bilet sistemi ile çalışan otobüsleri kullanırdı. belediye otobüsünden farkı sivillerin binememesi ve son durağının okul olmasıydı. yani anlayacağınız haftada en az 10 kez belediye otobüsüne binerdim. her mahalleye giden otobüs farklı olsa da aynı olan tek şey hepsinin tıklım tıklım olmasıydı. şayet otobüste kıçınızı bir yere koyabilme lüksüne sahip olabildiyseniz, otobüse binen ve yanınızdan geçen her arkadaşınız kucağınıza bir çanta bırakacağından, otobüsten inebilmeniz mümkün değildi. yani ayakta yolculuk etmek daha makuldü. otobüsten inebilmenin püf noktası; ineceğiniz duraktan 3 durak önce götüm götüm ilerlemeye başlamanız ve 1 durak kala " duracak " lambasını yakan tuşa basması için tuşa en yakın arkadaşınıza bağırmanızdır. zira yaşlar 16-17, otobüs de öğrenci dolu olunca hitap şekilleri biraz değişiyor.
- arkadaşım şu duracak tuşuna basar mısın?
sonrasında;
- kankaaa şu tuşu parmaklasanaaa.
gibi.
e dolayısıyla insan 7 yıl boyunca haftanın 5 günü, günde 2 defa belediye otobüsüne binerek okuluna giderse bazı deyimler diline pelesenk olabiliyor ve bir hafta sonu dershaneye gidebilmek için belediye otobüsüne bindiğinde inmeden önceki son cümlesi şu olabiliyor;

- şunu parmaklar mısın?

***

yamulmuyorsam 2005 yazıydı. arkadaşımla erdek'ten dönüyoruz. cebimizde metelik dahi yok. yalvar yakar otobüse zor binmişiz. belediye otobüsü full, ayakta yolculuk ediyoruz. açlıktan bayılmak üzereyiz ve hayal kuruyoruz;

arkadaşım: kanka şimdi buz gibi bir cola olacaktı...
sosyopatik: ee?
arkadaşım: iki de whopper olacaktı...
sosyopatik: eeeee?
arkadaşım: ketçabı, mayonezi de boşaltacaktık içine...
tam da bu hayalin üzerine aniden kızı biri dürter ve...
kız: afedersiniz ama tekini alabilir miyim?
arkadaşım: pardon ?
kız: tekini alabilir miyim diyorum? (yukarıda asılı olan tutacakları kast ediyor.)
arkadaşım: ketçap ve mayonez de koyayım mı? (whopperları kast ediyor)

***

tanım: nedeni insandan insana değişebilecek strestir. yaptığım tanımı s**eyim.

darbe yaptıktan sonra üstüne cumhurbaşkanı olmak

sıçtıktan sonra sifonu çekmek kadar faydalı olmasa gerek.

sözlük yazarlarının en son okuduğu kitaplar

(bkz: the lost symbol)

bu kez olmamış be hacı.

var mısın yok musun hakan

cildi çok yağlı ve mide bulandırıcı.