bugün
- ateistler insan değildir10
- uludağsözlük tatil arkadaşı ilanları8
- 26 mayıs 2025 fenerbahçe hatayspor maçı11
- türk soyu ve arap soyu birdir22
- 1 milyon 200 bin lira maaş alan rektör13
- yazın ferahlatan içecekler18
- uludağ sözlük dini hikayeler9
- 21-22 mayıs 2025 aykolik masklavi istanbul zirvesi8
- kemal kılıçdaroğlu'nu mumla arıyor olmamız17
- anın görüntüsü8
- bodrum'da 2025 yaz sezonu beach fiyatları20
- ilhan şeşen19
- chp ye kayyum atanması9
- gecenin şiiri18
- düşün ki o bunu okuyor8
- zeki insanların yalnızlığı seçmesi8
- yazarların en dikkat çeken fiziksel özellikleri16
- tayyip erdoğan'ı bir kez daha başkan yapacağız25
- üniversiteli eskort kızlar8
- bizans kadınlarındaki türk yiğitlere verme isteği12
- kadınınız mini etek giyebilir mi15
- iq seviyesi 130 ve üstü yazarlar tam liste8
- yazarların özlediği şeyler14
- toplum içinde maske takıp başka birini oynamak8
- moğollar kardeşimizdir10
- zehra kınık'a 4 yıl 2 ay hapis cezası verilmesi15
- akıl ve ruh sağlığını bozan şeyler20
- arapça dünyanın en zengin dilidir20
- 25 mayıs 2025 fenerbahçe beko monaco maçı20
- sözlük yazarlarının en sevdiği tatlı8
- ihtiyaç sahibi yazarlar9
- şort mevsiminin açılması8
- sizden daha az kazanan meslek grupları9
- ulunun en hamarat 2 kadını14
- sözlükte kız var mı12
- datça11
- lazere giden erkek8


entry'ler (61)
uçarak gitmek zorunda kaldığı durumdur.
Ben bu yazıyı sana yazdım anne.
Sabaha karşı geldim eve; aramadın, sormadın nerede olduğumu.
Sabahları "kalk hadi kahvaltı hazır" diye uyandırmıyorsun artık.
Anne sen gittin, yalnız kaldım.
Hani yenecektin şu lanet hastalığı, neden pes ettin Anne ?
Anne çok özlüyorum seni, ne acın diniyor ne hasretin bitiyor.
Artık rüyama da girmez oldun; özlüyorum bekletme beni anne.
Aklımdan çıkmamakla birlikte, hasretin ne demek olduğunu öğrettin bana anne.
Biliyorum ihmal ettim seni bikaç haftadır ama unuttum sanma sakın. geleceğim anne merak etme. Çiçekler ekeceğim tekrar başucuna.
Düşünüyorum acaba iyi misin diye. Sonra diyorum ki niye kötü olasın ki annem benim.
Ben bu yazıyı sana yazdım anne. Dualarım hep seninle. Işıklar içinde...
Sabaha karşı geldim eve; aramadın, sormadın nerede olduğumu.
Sabahları "kalk hadi kahvaltı hazır" diye uyandırmıyorsun artık.
Anne sen gittin, yalnız kaldım.
Hani yenecektin şu lanet hastalığı, neden pes ettin Anne ?
Anne çok özlüyorum seni, ne acın diniyor ne hasretin bitiyor.
Artık rüyama da girmez oldun; özlüyorum bekletme beni anne.
Aklımdan çıkmamakla birlikte, hasretin ne demek olduğunu öğrettin bana anne.
Biliyorum ihmal ettim seni bikaç haftadır ama unuttum sanma sakın. geleceğim anne merak etme. Çiçekler ekeceğim tekrar başucuna.
Düşünüyorum acaba iyi misin diye. Sonra diyorum ki niye kötü olasın ki annem benim.
Ben bu yazıyı sana yazdım anne. Dualarım hep seninle. Işıklar içinde...
yemeğini odasında yiyen adamı, annesinin yanında yatarken bulunduran durumdur. ağrılarından ofladığında, " git ekmek al" dediği zamanlar of'ladığınıza lanet ettirir. anne uyumadan, uyutmayan, gecenin kaçı olursa olsun odanın kapısından gizlice "iyi mi?"diye baktıran, 30 dakika telefon kapalı olunca "ulan acaba rahatsızlandı da aradılar mı?" diye endişelendiren, "çektiği acıyı ben çekeyim, ona bişey olmasın" diye çaresizce yırtınırken yapabildiğiniz tek şeyin ağlamak olduğu durumdur. annenizin kıymetini bilin lan !
çalarken öldüren pink floyd eseri.
And I am not frightened of dying, any time will do, I don't mind.
Why should I be frightened of dying?
There's no reason for it, you've gotta go sometime.
If you can hear this whispering you are dying.
I never said I was frightened of dying.
And I am not frightened of dying, any time will do, I don't mind.
Why should I be frightened of dying?
There's no reason for it, you've gotta go sometime.
If you can hear this whispering you are dying.
I never said I was frightened of dying.
major akorlarla insanı hüzünlendiren nadir şarkılardan.
bir poşete koyulan buzun, laptopumuzun altına yerleştirilmesiyle gerek kalmayacak eylem
bilmek zorunda olmayandır.
mümin olduklarını iddia eden bitakım hapçı zibidinin kurduğu oluşum. gayet provoke edilmiş; ceplerine 30 40 tl, ellerine maç biletleri sıkıştırılmış, amaçları çarşı'yı bitirmek olan sikindirik bi topluluk. beşiktaş'ın kaç maç ceza alacağı bilinmez de bu adamlar fazla barınamaz.
seninle görüşmek istemiyorum diyecekken, seni istiyorum diyebilecek kadar samimiyetsizim. oh be !
yavuz çetin'in oğlu dayatmasıyla bi'yerlere gelmiş, o kadar da yetenekli olmayan çocuk.ileride ne olur bilinmez tabi. ayrıca vokal de yapmasın bu çocuk.
eski kaşardır.
outro solosu, buram buram high hopes kokan redd parçası.
kahve içmeden önce zorlandığım tek işletme.
"kahve içecem lan ben sütlü kaave!" diyemedim bi türlü. isimlerini telafuz edemediğim için arkadaşımı hep öne attım " sen ne içiyosan 2 tane söyle" diyip savdım. bi keresinde mochachino mu ne içtiydik. meğer şekeri sonradan alıyormuşuz. isteyemedim bi türlü ezerler bizi büklüm büklüm oluruz diye.
"kahve içecem lan ben sütlü kaave!" diyemedim bi türlü. isimlerini telafuz edemediğim için arkadaşımı hep öne attım " sen ne içiyosan 2 tane söyle" diyip savdım. bi keresinde mochachino mu ne içtiydik. meğer şekeri sonradan alıyormuşuz. isteyemedim bi türlü ezerler bizi büklüm büklüm oluruz diye.
kürt kökenli olduğum için; beni, "pkk yanlısı, terörist" gibi ağır ithamlarla suçlayan faşist yazar.
"kalsın..." başlığıyla gazetede de kullanmıştık...
gitmişti.
ayıp olmuştu galiba biraz, o günler için.
ama bugün...
bunları yazmazsam ayıp olacak asıl...
bilinmesi gereken bir adam geçti bursa'dan, gözlerimizin önündeydi dev gibi...
"kazım koyuncu" dedi, en sevdiği türk sanatçıyı sorunca...
kanserden öldüğünü biliyordu ve hayat hikâyesini çok acıklı buluyordu.
ve "nazım" deyince susuyordu her seferinde...
ülkenin iç-dış politikaları, siyasi partiler, dünyadaki dini akımlar sohbetlerin genelini oluşturuyordu.
barış manço'yu merak ediyordu, livaneliyi...
biliyordu da
bulvarda kırmızı ışıkta durmuş beklerken "deniz'i sever mi türkiye?" deyiverdi...
idamlardan bahsettik...
sustuk...
üniversite yıllarımda yapmadığımız tartışmaları heyecanla sürdürüyorduk bir araya geldiğimizde.
osmanlı imparatorluğu'nun kronolojisini de iyi biliyordu, atatürk devrimlerini de...
kılık kıyafet konusunda kabul edelim ki özensizdi.
ve kimse bilmezdi; "kermes"lerden giyinirdi.
"bir çocuğun bursa'da manchester united'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz" demişti. cebinden yaklaşık 20 bin tl verip okullara bilet dağıttırdı. çocuklar da bilmiyorlardı kim olduğunu. meraklı bir baba uğraşınca, ismine ulaştı ve medyada haber oldu. çok kızmıştı.
"olsun be yaa..." demiştik, o diyemedi bir türlü.
daha bilinmeyen pek çok hayır işine imza attı.
gizlilik esastı...
bütün dinleri olduğu gibi islam'ı da araştırdı.
iki ayda, derdini türkçe anlatmaya başladı.
4 dil biliyordu. türkçe 5. oldu.
kuru fasulye en sevdiği yemekti. özel olarak yapardı ramazan usta. künefeyi de çok beğendi. bir de "fasulye" şarkısını.
galibiyet kutlamalarında ortaya atlardı hemen.
ertuğrul sağlam'ı çok sevdi bir de...
saydı...
hoca gibi, ağabey gibi, dost gibi...
genç futbolcular her otomobil değiştirdiklerinde yanlarına gidip "off süper araba kaç yapıyor?" diyerek dalgasını geçiyordu. kendisi için önemsizdi çünkü...
evet, kesinlikle çok komikti.
hemen hemen herkesin taklidini yapabiliyordu.
uzak durdu medyadan.
karaburun'daki konferansa spor emekçileri sendikasının davetlisi olarak giderken çok heyecanlıydı.
uyardık ama, "burası türkiye siyasete çok girme" gülümsedi sadece "merak etmeyin" derken...
"filozof değilim" diyordu. sırt çantasında en az 7-8 kitapla geziyordu. kiralık evi olmasına rağmen tesislerde kalıyordu.
ya okuyordu, ya uyuyordu...
ve kafa dengi arkadaş bulunca anlatıyordu;
"italyada futbol büyük ve çirkin bir organizasyon. futbolun ruhu kayboluyor. neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? forma reklamı görülmüyor diye. para futbolun dengesini bozuyor..."
duygusaldı...
cem karaca'nın "tamirci çırağı"nı dinlerken gözleri dolmuştu...
çok iyi bir ailesi vardı. menajeri olmadı hiç...
babası ilgilendi transferleriyle. her şeyi bırakıp bir anda avustralya'ya dönebileceğini söylerdi her seferinde...
kırmızı kart görmedi hiç...
hem de hiç kimseden...
bursa'yı çok sevdi...
bursalılar'ı çok sevdi...
pazartesi bursa'dan ayrıldı, salı günü şampiyonluk kutlamalarında basel'de omuzlara alındı...
teşekkürler ivani...
futbolun için...
adamlığın için...
dostluğun için...
kazım koyuncu'ydu en sevdiği şarkıcı.
"işte gidiyorum" ile bitsin bu yazı...
işte gidiyorum. bir şey demeden. arkamı dönmeden, şikayet etmeden. hiçbir şey almadan. bir şey vermeden. yol ayrılmış, görmeden gidiyorum. ne küslük var ne pişmanlık kalbimde. yürüyorum sanki senin yanında. sesin uzaklaşır her bir adımda. ayak izim kalmadan gidiyorum. gerdiğin tel kalbimde kırılmadı. gönül kuşu şarkıdan yorulmadı. bana kimse sen gibi sarılmadı. işığımız sönmeden gidiyorum...
not: bu satırları yazdığımı duyunca bana da kızacak biliyorum. yazdıklarımın büyük bölümünü bursaspor tv'de birkaç gün içinde yayınlanacak "nereden nereye- ergic" röportajında izleyeceksiniz zaten. yazmasam olmazdı.
burak uçar / bursaspor tv genel müdür yardımcısı
yolun acık olsun filozof elbet birgün bulasacağız bu böyle yarım kalmayacak.
alıntıdır.
gitmişti.
ayıp olmuştu galiba biraz, o günler için.
ama bugün...
bunları yazmazsam ayıp olacak asıl...
bilinmesi gereken bir adam geçti bursa'dan, gözlerimizin önündeydi dev gibi...
"kazım koyuncu" dedi, en sevdiği türk sanatçıyı sorunca...
kanserden öldüğünü biliyordu ve hayat hikâyesini çok acıklı buluyordu.
ve "nazım" deyince susuyordu her seferinde...
ülkenin iç-dış politikaları, siyasi partiler, dünyadaki dini akımlar sohbetlerin genelini oluşturuyordu.
barış manço'yu merak ediyordu, livaneliyi...
biliyordu da
bulvarda kırmızı ışıkta durmuş beklerken "deniz'i sever mi türkiye?" deyiverdi...
idamlardan bahsettik...
sustuk...
üniversite yıllarımda yapmadığımız tartışmaları heyecanla sürdürüyorduk bir araya geldiğimizde.
osmanlı imparatorluğu'nun kronolojisini de iyi biliyordu, atatürk devrimlerini de...
kılık kıyafet konusunda kabul edelim ki özensizdi.
ve kimse bilmezdi; "kermes"lerden giyinirdi.
"bir çocuğun bursa'da manchester united'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz" demişti. cebinden yaklaşık 20 bin tl verip okullara bilet dağıttırdı. çocuklar da bilmiyorlardı kim olduğunu. meraklı bir baba uğraşınca, ismine ulaştı ve medyada haber oldu. çok kızmıştı.
"olsun be yaa..." demiştik, o diyemedi bir türlü.
daha bilinmeyen pek çok hayır işine imza attı.
gizlilik esastı...
bütün dinleri olduğu gibi islam'ı da araştırdı.
iki ayda, derdini türkçe anlatmaya başladı.
4 dil biliyordu. türkçe 5. oldu.
kuru fasulye en sevdiği yemekti. özel olarak yapardı ramazan usta. künefeyi de çok beğendi. bir de "fasulye" şarkısını.
galibiyet kutlamalarında ortaya atlardı hemen.
ertuğrul sağlam'ı çok sevdi bir de...
saydı...
hoca gibi, ağabey gibi, dost gibi...
genç futbolcular her otomobil değiştirdiklerinde yanlarına gidip "off süper araba kaç yapıyor?" diyerek dalgasını geçiyordu. kendisi için önemsizdi çünkü...
evet, kesinlikle çok komikti.
hemen hemen herkesin taklidini yapabiliyordu.
uzak durdu medyadan.
karaburun'daki konferansa spor emekçileri sendikasının davetlisi olarak giderken çok heyecanlıydı.
uyardık ama, "burası türkiye siyasete çok girme" gülümsedi sadece "merak etmeyin" derken...
"filozof değilim" diyordu. sırt çantasında en az 7-8 kitapla geziyordu. kiralık evi olmasına rağmen tesislerde kalıyordu.
ya okuyordu, ya uyuyordu...
ve kafa dengi arkadaş bulunca anlatıyordu;
"italyada futbol büyük ve çirkin bir organizasyon. futbolun ruhu kayboluyor. neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? forma reklamı görülmüyor diye. para futbolun dengesini bozuyor..."
duygusaldı...
cem karaca'nın "tamirci çırağı"nı dinlerken gözleri dolmuştu...
çok iyi bir ailesi vardı. menajeri olmadı hiç...
babası ilgilendi transferleriyle. her şeyi bırakıp bir anda avustralya'ya dönebileceğini söylerdi her seferinde...
kırmızı kart görmedi hiç...
hem de hiç kimseden...
bursa'yı çok sevdi...
bursalılar'ı çok sevdi...
pazartesi bursa'dan ayrıldı, salı günü şampiyonluk kutlamalarında basel'de omuzlara alındı...
teşekkürler ivani...
futbolun için...
adamlığın için...
dostluğun için...
kazım koyuncu'ydu en sevdiği şarkıcı.
"işte gidiyorum" ile bitsin bu yazı...
işte gidiyorum. bir şey demeden. arkamı dönmeden, şikayet etmeden. hiçbir şey almadan. bir şey vermeden. yol ayrılmış, görmeden gidiyorum. ne küslük var ne pişmanlık kalbimde. yürüyorum sanki senin yanında. sesin uzaklaşır her bir adımda. ayak izim kalmadan gidiyorum. gerdiğin tel kalbimde kırılmadı. gönül kuşu şarkıdan yorulmadı. bana kimse sen gibi sarılmadı. işığımız sönmeden gidiyorum...
not: bu satırları yazdığımı duyunca bana da kızacak biliyorum. yazdıklarımın büyük bölümünü bursaspor tv'de birkaç gün içinde yayınlanacak "nereden nereye- ergic" röportajında izleyeceksiniz zaten. yazmasam olmazdı.
burak uçar / bursaspor tv genel müdür yardımcısı
yolun acık olsun filozof elbet birgün bulasacağız bu böyle yarım kalmayacak.
alıntıdır.
beşiktaş'a faydalı olacak yetenekli, ucuz transferdir.
edit: o kadar da faydalı olmayan, yeteneği tartışılır transfermiş. *
edit: o kadar da faydalı olmayan, yeteneği tartışılır transfermiş. *