entry'ler (15)

if istanbul

bu soğuk havalarda, film seçimlerinin kesinlikle çok dikkatli yapılması gereken festival. bağımsız film dediğimiz filmlerin iyisi harika olurken kötüsü gerçekten ölüm gibi oluyor çünkü. festivalin bilet fiyatları da ayrı bir can sıkıcı tabi.
tavsiyem !f kült, hit filmler ve keş!f bölümlerinden ya da festivalin 10. yılı için, festivalde daha önce gösterilmiş 41 film arasından seçilmiş 5 filmin olduğu retrospektif bölümünden güvenilir filmler seçip diğer bölümlerden ilginizi çeken birkaç filme zar atılması.
yine de !f candır.

spartacus gods of the arena

kahkahalarla takip ediyoruz. crixus denen herifin cazibesini bir türlü anlayamamışken, gannicus diye bir herif çıktı ortaya. kas dediğin nedir ki, adamların suratından aptallık akıyor. artık bir tek oenomaus var karakterli olup, şu diziyi adam yerine koydurtan.

--spoiler--

ayrıca melitta ile gannicus arasında bir şey olduğu daha melitta'nın ilk ortaya çıktığı sahneden itibaren belliydi. gayet de zevkle sevişti herifle. kimse kendini kandırmasın.
bir de batiatus ile lucretia sevişirken, yok işte gannicus'u sevişirken görüp kendinden geçen insanlar gibi saçma şeyler var. komik oluyor sadece, abartmayın.

--spoiler--

yine de izlemeye devam tabi.

la grande bouffe

1973 yapımı marco ferreri filmi. film, aralıksız yemek yiyebilmek ve sevişebilmek için kendilerini bir köşke kapatan 4 adamı (bkz: marcello mastroianni) (bkz: michel piccoli) (bkz: ugo tognazzi) (bkz: philippe noiret) anlatır. filmden geriye bulanmış bir mide kalır.

bandista

bir bu grup bir de bunun gibi gevende var. dinledikçe deliriyorum. dinledikçe demek yanlış tabi, birkaç şarkısını böyle acı çekerek falan dinledim biraz. yaptıkları müziğe bir şey demiyorum, beni ilgilendirmez. ama o ses tonu, o neşeli müzik. öyle orada burada sevmediği şeylere bok atan, eleştiren bir insan olmadım hiç. zaten sevmezsen sevme, ne yani. e niye yazıyorum öyleyse. çünkü çok garip bir şekilde, şu adamlara olan sıkıntımı bir şekilde anlatmak istiyorum evrene. last fm de skroplanmış 2-3 parçasını falan sildim arşivimden, o derece rahatsızım. uzaktan melodisini duymak değil, düşünmek bile baş ağrısı yapıyor. nefretim öyle böyle değil.

kedilerin gariplikleri

-miyavlamayı bilmeyip evin içinde sürekli "prrrrr!" diye bağırarak dolaşması (gerçi "prrrr" biraz daha mantıklı, birkaç aylıkkken "aaaaa!" diye tiz bi ses çıkartıyordu)
-kendini köpek zannediyor olması
-horlaması ve bir şeyler yerken ya da içerken ağzını şapırdatması
-kuş taklidi yapması
-karton kutu yemesi
-o anda tırnaklarının kesildiğini farketmeyecek kadar derin uyuyor olması

yordam kitap

2006 yılında hayri erdoğan tarafından kurulmuştur. yeni kurulmuş bir yayınevi olmasına rağmen, türkiye'deki marksist literatüre önemli katkıları olmuştur. kendi çizgisinde istikrarlı bir ilerleme kaydederek alanında saygın bir yer edinmiştir. korkut boratav, stefan zweig, ellen meiksins wood, giovanni arrighi gibi birçok önemli yazarın kitaplarını basmıştır.

faces

1968 yapımı john cassavetes filmi. filmin başrollerinde yönetmenin eşi gena rowlands ve john marley vardır.

john cassavetes

faces, a woman under the influence, shadows, the killing of a chinese bookie, opening night filmlerinin yönetmeni. muhteşem karizmaya sahip gena rowlands'ın eşi ve kendi gibi yönetmen/oyuncu nick cassavetes in babasıdır. tarzının pek amerikan olmamasından dolayı sanırım, severek izlediğim nadir amerikan yönetmenlerdendir cassavetes. auteur sinemacıdır.

jean luc godard

son filmi socialism, filmekimi 2010da gösterilcek olan dahi yönetmen.
sinemayı benim için var eden übermensch. sinema için yaşamanın ne demek olduğunu öğreten sinemacı-sinefil.
60'lardaki nouvelle vague akımı filmlerini izleyip, sinemaya kayıtsız kalmak imkanızsa nedeni kesinlikle godard'dır.

paul schrader

taxi driver filminin senaristidir. ayrıca raging bull'un senaryosunda da parmağı vardır. bu önemli filmlerin dışında american gigolo gibi daha birçok filmin senaryosunu yazıp, yönetmenliğini de yapmıştır.

american gigolo

taxi driverın senaristi paul schrader'ın, senaryosunu yazdığı aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı 1980 yapımı film. filmde richard gere işinin mahremiyetine sadık, sosyete jigolosu rolündedir.

le samourai

sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri, jean pierre melville'in en mükemmel filmi, alain delon'un kendi mükemmelliğini bilmem kaça katlayan filmi olmasının dışında, gelmiş geçmiş en homme fatal karakter jef costello'nun olduğu filmdir.
işlenmiş cinayet sonrasında şüpheliler arasındaki jef costello'nun (bildiğimiz alain delon bu) kendini teşhis eden hatuna bakışını izleyin. film bu gibi güzelliklerle dolu. bir değil iki değil.

le doulos

1962 yapımı jean pierre melville filmi. 'le doulos' sanırım fransızca argoda 'şapka' anlamına gelen bir sözcükmüş.

başrolünde kendisine fena halde yakışmış trençkotu ve şapkasıyla jean paul belmondo var. henüz belmondo'nun burnunun bütün yüzünü kaplayıp, çocuksu gangster havasını öldürmediği zamanlarında oynadığı bir film olduğu için de izlerken ayrı bir zevk verir.

filmi izlerken olaylar biraz yorup, insanda biraz nefes alma ihtiyacı duyurabilir. işte bu anlarda, filmin atmosferine, mekanlarına ve kıyafetlerine takılıp ayrı bir haz da yaşamak mümkün.

ayrıca filmde minik ama önemli bir rolde michel piccoli var.

jean pierre melville

le samourai,bob le flambeur,le doulos,le cercle rouge,le silence de la mer gibi çok önemli filmlerin yönetmeni. özellikle le samourai'i izlemek bir sinefil için yaşanabilinecek en eşşiz olaylardan biri.

izlediğim filmlerinde gördüğüm kadarıyla senaryo örgüsünde ve kurgusunda dehasını konuşturuyor ve haliyle ortaya mükkemmel bir iş çıkarıyor. sinemadaki mahirliğine hayran kalmamak mümkün değil.

ayrıca kendisini jean luc godard'ın a bout de souffle'unda yazar parvulesco rolünde izleyip görmekte mümkün.

festen

thomas vinterberg'in 98 yılında çektiği, danimarka/isveç ortak yapımı film. en önemlisi, dogma 95 kurallarıyla çekilen ilk film. ayrıca yönetmenin filmde taksi şoförü olarak bir cameo rolü de vardır.