bugün

evet o benim işte...

çocuktuk... "taş arabası", "eşek" nadiren duyabileceğimiz küfürlerdi. en büyük paylaşımların, en büyük dostlukların örnekleriydik. birinin dizi kanar, bakkal'a koşulup envai çeşit yara bantları alınır "yaralar kapatılır" , gofret, elvan gazoz yedirirdik canı yanan arkadaşımıza. ağlamasın, üzülmesin, yanında olduğumuzu hissetsin, daha güçlü olsun diye...

yıllar yavaş yavaş ilerledikçe, bir şeylerin değiştiğinin çok fazla farkında olamasakta, garipsemeye başlamıştık artık yaşadıklarımızı. mahalle maçları'nda sadece itişerek, ama adı "kavga" olan "bak döverim"lerden uzak durmaya çalışıyorduk. arkadaştık, konuşarak çözerdik nasılsa. böyle öğrenmiştik 2'si de yüksek eğitim görmüş devlet memuru anne ve ağır sanayi'de çalışan emekçi baba'dan. "şeref"in için yaşa derlerdi, hayatta hep kaybeden taraf olabilirsin, ama "onur" senin hayatın boyunca kazanacağından daha fazlasını verir sana derlerdi. komşu'nun bahçesinden meyve, bakkaldan 3-5 kuruşluk ciklet çalmanın adrenalini nasıl bir şeydir bilemedik hiç. insanlar kırsa da seni, yine de sevdik onları, öyle sevdik... kin olmadı hiç içimizde. yanlış olan herşeyden uzak durmaya çalıştık.

lise yılları'nda ilk kopya denemelerinde, ayağın bilinç dışı titreyerek, abartılı terleyerek, "korku"mu dersiniz, "suçluluk duygusu"mu, "embesillik"mi, "salaklık"mı her neyse adı, bize göre değildi işte hakkımız olmayanı almak. fazladan ders aldık alttan alttan, ama uyurken rahattık.

büyüdük... çok büyük aşklar yaşadık... çok büyük tutkulu sevdalar... gitmemiz gerektiğini anladığımız anlarda bile kırıcı olmadık, " sen dünyanın en iyi kalpli insanısın, ama ben seni kırarım, üzerim" dedik. incitmeden gittik. bazen sessizce gittik, olmayacağını anlayınca saçma sapan ortadan kaybolduk. sanıyorum ilk o an "şerefsiz" olduk. en azından öyle söylenmiştir arkamızdan dedik. yine de vicdamız rahattı. en azından kırmadan, üzmeden gitmiştik.

"külhanbeyi" olmadık hiç bir zaman, ya da "bağıra bağıra" haklılığımızı ispatlamaya çalışmadık. ama yine de "delikanlı adamdır ulan" olduk. büyümemize rağmen kavgalar içerisinde olmadık. ya denk gelmedi ya da nasıl davranacağımızı bildik. " güçlü kişiliği var ulan" olduk. "kaslarımızla" değil, hayata bakışımızla... hayatta hep bişeyleri sevdik sürekli. onu sevdik, bunu sevdik, eşeği, köpeği, atları, denizleri, özgürlüğü, ülke'yi, yeni tanışılan insanları o an sevdik. "şıpsevdi" olduk. sevdiğimiz kızın eline dokunmayı, onu hayal etmeyi dünyanın en güzel, en masum düşü olarak gördük. ne sevişmek, ne terli bir gece. sadece gözlerini düşleyerek sayfalar dolusu saçmaladık. yazdık attık. yazdık yaktık...

çalıştık, kazandık, paylaştık. paylaştıkça daha çok kazanmak, daha çok paylaşmak istedik. kimse bilmedi kiminle neyi paylaştığımızı. yardıma ihtiyacı olanların yanındaydık, ya da onlar yanımızda. çoğu zaman çekip gitselerde sonradan, "olsun" dedik. ne önemi var aldığı 3-5'in. biraz daha çalışıp, biraz daha kazanırız. "para" nedir bilmedik. ihtiyacı olmazsa almaz dı, gittiğinde, gitmek zorunda olmasa gitmezdi ki dedik... herkesin kefil'i olduk. gittiler. biz yine de "kefil"dik.

yukarıda bir yerlerde kutsal bir varlığın olduğunu hiç bir zaman unutmadık. o sizi gördükçe, paylaştık. paylaştıkça o verdi. ibadethanelerde görünmedik belki, ama gün içinde 5 kez değil, bazen 10, bazen 100 kez ibadet ettik. ama dışlandık. onların olduğu yerde değildik. işte o an "dinsiz" olduk. üstünde "o adam"ın resminin karalandığı paralar gördük, şaşırdık... "bizden" kimse yapmaz bunu abi, turistler yapmıştır, normal dedik. dedeleri burda can vermiştir belki, almak isteyip alamamak kötüdür, hoş görelim dedik... "garip garip adamlar" görmeye başladık. garip kıyafetli.

"o adam"a kötü sözler sarfeden, heykelinden korkan, yıkan, parçalayan, sürükleyen güldük geçtik. almanya delirtmiş adamları dedik... "öteki taraf" korkusu olmadığından içimizde, nasıl olsa bunun muhasebesini yapacak olan " o kutsal güç" dediğimizden, flaş haberlere konu olan, o konuştukça dinleyen "3-5'in" ağlayarak "allaahhh" demesine, " allah allah" dedik geçtik...

ezilen, unutulan, üstünden politika yapılan, sözde yaşadığını sanan, sefalet içindeki insanların yine de olsun, " allah devletimize zeval vermesin" demesine bile sevindik...

sorgulayan, neden-sonuç ilişkisine önem vermeden, ne verirsen onu alan, "karambol"e yaşayan, "vur ağzına al lokmayı" bir milletin, bireyi olmak sıkıntı verse de, onlar gibi düşünmesekte "umut" dedik, "güneş" dedik. değişecek ulan dedik... değişecek...

"acıların çocuğu" filmlerini hıçkıra hıçkıra ağlayarak " adamların hayatına bak" diyenlerin, filmlerin kimlerden ilham aldığını, bilemedik...arabesk'i soktuk hayatımıza. uyuşturulduk, susturulduk. "çok şükür" dedik hep. "allah devletimize ze..."

siyaset adamlarının malzemesi olduk, anlayamadık. 3 veririm diyene 5 verdik, alamadık bi daha verdik, bi daha bi daha... "allah devletimize zev..."

arabeskdinlerken, farkında olmadan arabesk olduk. acı çekmekten haz alan insanlar yığını olduk. evlerimiz yıkıldı, bankalarımız soyuldu, işsiz kaldık. sustuk... bizi düşünen "büyüklerimiz'in" meksika'dan, brezilya'dan binbir zorluklarla (!) getirdiği "maria"ları izledik binlerce bölüm. en "karanlık" anlarımızın pembe dizileri... limuzinlerle yolculuk yapıp, onlarca hizmetçisi olan, saraylarda yaşayan kahramanımız'ı aldatan eşine lanetler okuduk, "bu nasıl bir yaşam, allah kimsenin başına vermesin" derken, gece yarısı nerden geldiğini bilmediğimiz işsiz kocayı, evde olan
5 çocuğu unuttuk. "yazık ulan maria'ya"...

"umut", "güneş"? bitirmedik... bişeylerin yanlış gittiğini anladıkça anlattık, anlattıkça "işine bak sen, bu millet aptal değil" olduk. almanya'dan sürekli misafirlerimiz geliyor, onlar geldikçe garip adam sayısı artıyor, arttıkça manzara değişiyor, özgürlük kavramı "bazı kişilere özel"e dönüyordu. "garip adamlar" sürekli yeni bişeyler açıyor, paralar kazanıyor, yeni yeni garip adamlar'a veriyor onlarda açıyor, sonra onlar, diğerleri, hepsi... "cennet"ten arsalar satılıyor, binlerce insan sırada bekliyor, dışardan izleyenler yeni vizyona girecek bir film'in çekimleri sanıyor, ciddiye almıyor, "yok artık" diyor, oturup bekliyordu...

neden sol, neden sağ bilmezdik. emek, ekmek, onur, şeref, özgürlük bilirdik baba'dan kalma. hiç rozetini takmadık "mavi gözlü adam"ın. ne dediğini, ne anlatmak istediğini, vatan sevmenin, toprak sevmenin ne demek olduğunu onlarca kitabından anlamaya çalıştık. o yüzden sevdik onu. bir kalkan olarak kullandık "karanlık"lara karşı evet, ama posterini sallamadan. fikirlerini, düşüncelerini "adam"lığını anlatarak, sevmen gerekmez dedik, anla yeter ki...
anla dedik...anlatadamadık...

bankalar soyuluyor biz izliyorduk. devlet hazinesinde 40 haremiler oynanıyor, biz izliyorduk. yavaş yavaş evine kapanıyordu insanlar. kendini "kapatır" gibi yapıp, yavaş yavaş içine "kapanıyordu". güven olgusu raflara kalktıkça, senetler havalarda uçuşuyordu. ama yine de mutluyduk .
tek bildiğimiz "allah devl......"

sevmediğimiz, hoşnut olmadığımız, yaşadığı dünyaya dair bir fikri olmayan uzak akrabalarımız, "garip adam"lar gibi davranmaya başladıkça, servetyapıyor, güven duyulan, "eli-eteği öpülen" insanlar olup çıkıyor, biz izliyorduk... uzak akrabalarımızın kızları artık bize yabancı gibi davranıyor, uzaklaşıyor, içlerine "kapanıyor"du... onlar kapandıkça, biz iki elimizle "yüzümüzü kapatıyor", "güneş"i arıyorduk...

onbinlerce insan meydanlarda bağıran çağıran "garip adamlar"ı dinliyor, kendinden geçiyor, çılgınlar gibi alkışlıyor, onlar "gemilerine" binip gittikçe, sevinç nidaları atıyor, "sana daha güzelleri yakışır" padişahım diyor, biz bir köşede ağlıyorduk...

"garip adamlar" çanakkale destanını, ülkenin tek karış toprağını yabancılara vermemek için yüz binlerce şehit veren "onur"lu insanları anlatıyor onbinlere. onbinlerce insan "helal olsun", "cennet olsun mekanları" diye gözyaşlarını tutamıyor, aynı "garip adamlar" her şeyi, her şeyi parsel parsel satıyor, sattık ama "milyar dolar" kazandırdık bütçeye diyor, yüz binler "helal olsun" "cennet olsun mekanınız" diyor sevinçten ağlıyordu...

babasının çalıştığı fabrika satılan işçi çocuğu, babası işsiz kalsa da susuyor, farbika'yı satın alan "yabancı" adam'ın oğlu, sevinçten ağlıyordu.
ülke'de yaşayan köylüler topraklarından para kazanamıyor, emekliler garip rakamlarla hayatını yaşamaya devam ediyor, üniversiteler "garip adam"larla doluyor, esnaf teker teker batıyor, kazandığımızdan daha çok vergi ödüyor "anamızıda yanımıza alıp" susuyorduk...

"garip adamlar"ın "garip çocukları" trilyonlar kazanmaya başladıkça, biz "garip" oluyor, "milli takım" çek cumhuriyetini yeniyor, biz sevinçten ağlıyorduk...

yurdun her köşesinden "yolsuzluk" haberleri geldikçe, biz hayretler içinde kalıyor, ülke ekonomisinde % 4.3 büyüme var deniliyor, yüzbinler coşkuyla "büyüyordu"...

artık, anlamaya başlıyorduk çocukluk zamanlarında anlatılmak isteneni..."onur"un, "şeref"in sadece mahalleden arkadaşlarımız olmadığını, "büyümeyi", "hak" yolunda olmanın "hak" yemek olduğunu, yolsuzluğun "yol"suz'luk değil, tek "yol"un bu olduğunu...

asıl "şerefsiz"in ben ve benim gibi düşünenler, doğruyu yapanların ise "onlar" olduğunu. bunu ispata gerek görmediğim içinde iki kat daha şerefsiz olduğumu...

şerefsiz olanda biziz
hırsız olanda,
yalanlar söyleyip, namert olanda,
ülkeyi satanda...

yeter ki allah devletimize zeval vermesin...

saygılar.

( edit sadece noktalama ve bir iki kelime hatası için. Bütün metin 2008 yazımı )
(bkz: hayir biziz)
(bkz: cik televizyona de ki ben serefsizim)
(bkz: aksini ispatlamayan şerefsizdir)
kendini ifade etmeyi beceremeyen, hayata dair bir dünya görüşü olmayan, kutsal kitabı yol gösterici bir "pusula" olarak değil, "istismar aracı" olarak kullanan, seri eksi'lerle orgazm'ın doruklarına ulaşan, okuduğundan gram bişey anlamayan yobazlar'a inat, sizdeki şeref se, biz şerefsiziz diyenlerdir.
devam edin(-)ye.
(bkz: hepimiz şerefsiziz)
(bkz: hayır benim)
sorumluluğu kabul ediyorum
güncel Önemli Başlıklar