bugün

boşver dedi. internet var, telefon var, uçak var mesafeler artık kısa dedi. bir de bunun üzerine 'küreselleşmenin olumlu yanlarından faydalanmayacak mıyız canım' diye espri yaptı ama onun da gözleri benimki gibi doluyordu.

ilk tercihim olan uludağ üniversitesi ni kazandığımı duyduğumda çok sevinmiştim hemen ona haber verdim o da sevincinden havalara uçmuştu. plan belliydi o mersin üniversitesi'nde okuyordu zaten bir sene önce kazanmıştı benden. hazırlıkta okuyordu, ben de okulu uzatmazsam aynı zamanda bitirecektik okulu, sonrası malum ikimizde iş bulacağız tabi sonra ben askere gidip gelecem ve sonra ömrümüzün sonuna kadar birlikte olacaktık. evet plan buydu, planının işlememesi için de hiçbir sebep yoktu.

mersin'den ayrılıp bursa'ya gitme vakti yaklaştıkça tarif edilemez bir hüzün kaplıyordu bedenimi. 10 gün vardı çocukluğumdan beri ayrılmadığım mersin'den ayrılmaya. hadi mersin'i bırak o'ndan ayrılmaya. gideceğim gün gelene kadar her gün akşama kadar beraber olduk. yine bir mersinli olan mehmet coşkundeniz'in çocukluğundaki mersin'inden bahsederken dediği gibi: '' bisikletlerimize atlar gezerdik mersin'de nereye gittiğimizin hiçbir önemi yoktu, bütün yollar denize çıkardı''. biz de aynen öyleydik mersin oteli'nin önünde buluşuyor daha sonra ayaklarımız bizi nereye götürürse oraya gidiyorduk ki bu gittiğimiz yer genelde deniz kenarında bir çay bahçesi oluyordu. hiç susmadan palanlar yapıyorduk bir ay ben gelecektim mersin'e bir ay o gelecekti bursa'ya, çünkü daha fazlasına o da ben de dayanamazdık.

veda

artık bursa'ya gitme vakti gelmişti. daha mersin'den ayrılmadan yanlış bir karar verdiğim kanısına varmıştım. keşke mersin'de mi okusaydım?, şimdi gitmsem mi?, yaptığımız planlar ne olacaktı, bu kadar güçsüz müydüm daha işin başından pes edecektim? elimde köksallar turizm'e ait bilet mersin'in iğrenç otogarı'nda beklemeye başladım. onun gelmesini istememiştim tek başına veda edecektim mersin'e de o'na da. otogardaki yarım saat bekleyiş sırasında otuz defa aklımdan geçirdim vazgeçmeyi ama dedim ya planlarımız, hayallerimiz vardı zor da olsa katlanmalıydık. kalbim sıkışıyordu acıdan ayrıca 1000 km'lik yol nasıl biterdi ya da biter miydi? otobüsün kalkma saati geldi koltuğuma oturdum ve o ara daha iyi anladım hakkaten ''soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçiliyor çocuk olmaktan''. otobüsteki herkes rahattı benden başka, ben sadece onu düşünüyordum. otobüsün kulaklığını kulağıma taktım ve bir ay boyunca yalnız dinleyeceğim türküyü dinlemeye başladım.http://fizy.com/#s/1ajcle

bursa

indiğimde bursa'ya kimse karşılamadı beni, kimseyi tanımıyordum ve ben iner inmez bursa'ya sonraki bir hafta boyunca neredeyse hiç dinmeyen bir yağmur başladı bursa'da. nasıl bir şehirdi bu böyle akdeniz'de yetişmiştim ben, biz de kışın bile bu kadar yağmur yağmıyordu. neyse iner inmez aradım o'nu sesi ağlamaklıydı, boşver dedim bak bugün 29 gün kaldı gelmeme. biraz daha konuştuktan sonra bu böyle olmayacaktı yatay geçiş yapacam söz dedim sadece 1 sene dayanalım sonrasında her zaman beraber olacaz söz. ikna ettim artık tek bir amacım kalmıştı yatay geçiş yapıp mersin'e geri dönecektim.

mersin

bursa'daki bir ay bir yıl gibi gelmişti bana zaman hiç geçmiyordu ama şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi o'nunla vakit geçirmeliydim her dakikasını değerlendirmeliydim, öyle de yaptk zaten kaldığım 4 gün boyunca hep beraberdik ama yine veda vakti geliyordu. boşverdim gamsız oldum bindim otobüse tekrar geldim bursa'ya notları yüksek tutup mersin'e dönecektim.

ankara

bir ay daha geçmişti üzerinden artık gelme sırası ondaydı sabah telefon çaldı ve bursa'ya malesef gelemeyeceğini ankara'daki halasının hastalandığını söyledi ankara'da görüşelim diye teklif etti, çok sevinmiştim hem ankara'da da arkadaşlarım vardı hem o'nu hem de arkadaşlarımı görürdüm. ankara'da 10 gün kaldım ve birbirimizi görmediğimiz günlerin acısını çıkarıyorduk o 10 gün içerisinde. 10 gün sonra sınavlarda dolayı mejburen bursa'ya dönmek zorunda kalmıştım ama olsundu sınavlardan hemen sonra zaten mersin'e gidecektim.

seçil

seçil uludağ üniversitesi'nin en güzel kızıydı, bizim sınıftaydı. istemeden de olsa seçil'den hoşlanmıştım. kendimi kahrediyordum tüm dürüstlüğüyle tüm kalbiyle beni seven bir kızı düşüncede de olsa aldatmayı kendime yakıştıramıyordum. bu sefer gözden ırak gönülden de ırak olmasındı, bunun üzerine kendi kendime karar aldım seçil'i mejbur olmadıkça bir daha görmeyecektim.neredeyse hiçbir dersi seçil'in seçtiği hocalardan almadım. görmemem gerekiyordu seçil'i. öyle de yaptım bazen derslere girmedim, bazen de sınıfça yapılan organizasyonlara katılmadım, kısaca herkesten uzak olmam dolayısıyla sınıftan birkaç kişi dışında hiç arkadaşım yoktu.

ihanet

zaman su gibi akıp geçiyordu ilk dönem itibariyle yatay geçiş yapacak puanı elde etmiştim artık beklemem gereken tek dönem kalmıştı ama bu arada bursa'ya da alışmıştım yine de mersin'e gitmem gerekiyordu kararlıydım. bursa'da hava o gün kapalıydı tekefonum çaldı mersin'den bir samimi arkadaş. memcos dedi bırak bu kızı dedi senlik bi kız değil kardeşim bu kız dedi. o an kafamdan kaynar sular dökülmüştü. inanmadım daha detaya girdi. nasıl dedim. biriyle gördüm dedi. arkadaşıdır dedim. arkadaşı yarım saat elele dolaşmaz dedi. belki o değildir karıştırmışsındır dedim. selamlaştık dedi. sustum. o gün belki de şu ana kadar yaşadığım en kötü gündü ama hala inanamıyordum. böyle bir şey olamazdı o yapmazdı, yapsa bile şimdiye kadar nasıl anlayamamıştım. daha dün konuşmuştuk nasıl bu kadar rol yapabiliyordu. 2 saat boyunca sigara içip oturduktan sonra aradım, anlamış olacak ki çok denedim memcos dedi olmadı olmuyor. canın sağolsun dedim bir daha görüşmedik.

mal adam

o günden sonra ot gibi geçti birinci sınıfım, günün 13-14 saatini uyuyarak geçirdiğimi hatırlıyorum, hep bir kendini suçlama, nefret etme, kendimde hata aramakla geçti bu yıl sömestır tatiline mersin'e gitmedim belki karşılaşırız diye. mersin'den nefret ettim, ankara'dan nefret ettim hep gezdiğimiz yerler geldi aklıma ama boşverdim boşvermeliydim.

zaman

her şeyin ilacıydı zaman, insan oğlu güçlüydü zamanla her şeyin üstesinden geliyordu. zamanla bursa'ya da alıştım hatta sevdim. bir daha hiç gitmeyeyim mersin'e dedim, görmeyeyim onu. artık benim de sevgim bitmişti ona karşı güzel bir anı olarak da kalmayacaktı çünkü beni aldatmıştı. ikinci sınıfın yazında mersin'den çocukluğumdan beri tanıdığım bi dostum istanbul'a davet etti beni tamam dedim. otogarda seçil ile karşılaştık o da aynı otobüsle istanbul'a gidiyordu, otobüs boştu seçil'le yan yana oturduk gidene kadar muhabbet ettik o ara aklımdan geçirdim keşke sevgilim olsaydı seçil. biraz daha muhabbet ettikten sonra seçil'in istanbul'a erkek arkadaşının yanına gittiğini öğrendim. olsun dedim.

her aşk ölümü tadacak

okulun bitmesine 6 ay kalmıştı mersin'e gitmem gerekiyordu. gittim arkadaşlarım aracılığıyla mersin'de olduğumu öğrenmiş. telefon açtı arkadaşça görüşelim dedi işin açığı ben de merak ediyordum onu, nasıl dedim ben de bilmiyorum ama tamam dedim. nerede diye sordum. her zaman gittiğimiz çay bahçesini söyledi. gittim görüştük ama nedense hiç heyecanlanmamıştım onu görünce sanki yabancı gibiydi gayet soğuk kanlı bir şekilde soru sorarsa cevaplıyordum. neden böyle olduğunu sormayacak mısın dedi. hayır dedim. üstelemedi. aşırı çirkinleşmişti ya da bana öyle gelmişti acaba önceden de çirkin miydi?

daha sonra bir arkadaşım vasıtasıyla sözlükten haberdar olduğunu ve yazdığım her şeyi takip ettiğini öğrendim. ben aslında bu yazıyı ona yazdım bunları bilsin istedim.

veda:alıştığımdan dolayı artık bana koymayan, otogara gidince hüzünlenmiyorum artık.

mersin:20 senemin geçtiği güzel yer ama senin yüzünden vazgeçilmez değil artık.

ankara: seviyorum artık.

seçil:uludağ üniversitesi'nin 2006-2010 yılları arasındaki en güzel kızı. evlenilecek kız.

ihanet:burayı sen doldur.

mal adam:memcos

zaman:her şeyin ilacı.

hani bahsetmiştim ya mersin'den bursa'ya giderken bir şarkı dinliyorum. yeni bir şarkı daha keşfettim hem de yine aynı kişi söylüyor:http://fizy.com/#s/1ahs0c

(bkz: ben bu yazıyı sana kustum)
getirisi; eskisi gibi özleyince ağlamak değil özleyince gülümsemektir, 'eski güzel günler'i yad etmektir.
ölümün alıp götürdüğüne zamanı örtüp hatıralara gömmek gibidir.
siz ona alışmak dersiniz. lakin acı eşiğini yükseltmektir yapabildiğiniz.
yeri doldurulamazsa birinin insan nasıl alışır ki yokluğuna?
özlemek kimsesizlik gibidir bu durumda.
alışmaz insan,unutmaz insan. sadece -miş gibi yapar.
eksikliğe, üşümeye, yalnızlığa alışmaktır bazen.
sesini, kelimesini, yüzündeki ifadeyi kazıdınsa aklına nasıl olur ki alışmak?
hasrete alışır sanki bu normalmiş gibi davranırsın.
yani kendine yalanlar söyleyip,
yine kendini kandırırsın.
hafızayı, duyguları sıfırladınsa sözüm yok.
gerisi sadece yalan.
(bkz: hasret).
(bkz: gurbet)
(bkz: sıla)
tuzlu su içmeye alışmak gibidir.
alışılyor bir zaman sonra ama bu durum neden benim başımda neden sevdiklerimden ayrıyım diyip isyanlara sebep olabilir.
hatırlamaya alışmaktır.
hatırlamaya çalışmaktır.
ama suratının yavaş yavaş yüzünden silinmesi, sesinin artık eskisi gibi kulaklarında yankılanmaması, bunu kabullenmen, onu belki de bir daha asla göremeyecek olmayı kabullenmen, sorgusuz sualsiz...
özlemeye alışırsın onu...
okulun ilk günü

lise 2 nin ilk başlarıydı. okul daha yeni açılmıştı. annemle ettiğim bin bir kavga sonucu kendimi sosyal sınıfa yazdırmayı başarmıştım. o ısrarla türkçe-mat okumamı istiyordu, ama ben mat anlamadığım için inatla sözel sınıf istiyordum.nitekim öyle oldu. ben artık bir sözel öğrencisiydim. okula gittim ve sınıfıma oturdum.

sınıfım

sınıfım 20 kişiden oluşuyordu. sıcak ve samimi bir ortam diyelim. sınıfa ilk girdiğimde gözüme çarpan şey kısa boylu, esmer uzun saçlı bir kızın bana gülümsemesiydi. hemen fırsat bilip yanına oturdum. (fırsatçı ben) biraz konuştuk ve arkadaş olduk.

güzel günler

okul gittikçe keyifli gelmeye başlamıştı. uzun saçlı kızla aramız çok iyiydi. derslerimiz pek iyi değildi ama kafalarımız her daim güzeldi. herkesten gizli okulun yanındaki parkta bira içiyorduk. uzun saçlı içmezdi ama beni yalnız da bırakmazdı. oturup saatlerce eski sevgilisinin hikayesini anlatırdı. hadi bi daha bi daha derken bir dönem bitmişti bile.

kara kedi

bir gün uzun saçlının eski sınıf arkadaşı olan uzun boylu bir kız aramıza girdi. onu benden koparmıştı artık. çok yalnızdım. yalnız da içilmiyordu. hemen birini bulmam gerekliydi ama kimi ? sonra sınıftan eşşek gözlü bir kızla samimi oldum. onunda tombik bi arkadaşı vardı melek görünümlü şeytan. sonradan anladım acı bi şekilde. artık üçümüz takılıyorduk. eşşek gözlünün evi bizim yeni sığınağımız olmuştu. mutluyduk..

sınıftaki erkekler

hepsiyle samimi olmaya başlamıştık. iyi temiz çocuklardı. bizleri kolluyorlardı başka sınıftaki erkeklerden. bazen sınıfa içki sokup kağıt oynuyorduk. bir gün bi tanesi benimle ilgilenmeye başladı. lakabı çekirgeydi. çok fazla yakışıklı değildi ama gideri vardı. ben bi türlü ısınamıyordum ona. derken bi gün koridorun sonundaki kaloriferin önünde bana çıkma teklifi etti. ben düşünmeliyim bana zaman ver dedim. o da tamam iyi düşün biz aynıyız dedi ve sınıfa gitti. düşünmem 3 dakika sürmüştü sınıfa girip evet dedim. (salak ben)

aşk

aramızda dolu dizgin bir aşk başlamıştı. hiç kimse bilmiyordu bunu herkesten gizliyorduk.sadece başka sınıftan samimi olduğum bir kız arkadaşım biliyordu. oda bizim gözcülüğümüzü yapıyordu. aradan 3 gün geçmişti biz hala elele tutuşamamıştık.(safmıydık neydik)

kaderin oyunu

o gün resmi bir gündü. herkes dışarıda sıraya girmiş töreni izliyordu. biz sınıfta tektik. soranlara nöbetçiyiz biz yeea diyorduk. herkes inmişti.sadece sınıflarda 2 şer nöbetçi vardı. hava soğuktu ben kaloriferin yanında oturmuş şarkı söylüyordum. çekirge de tahtada benim falıma bakıyordu. şebeklikler yapıp beni güldürüyordu. sonra gelip yanıma oturdu ve ellerin mi üşüyor? dedi. o öyle deyince ben daha bi üşür oldum. o sırada ellerimi tutup kaloriferin üstüne götürdü ısıtalım onları dedi.(ilk elele tutuştuğumuz büyülü an) kapı cart diye açıldı ve müdür yardımcısı içeri girdi. herifin gözlerinden ateş çıkıyordu. adeta bir ejderha gibi ateş saçarak siz napıyorsunuz burda! diye höykürdü.(ebenin amını) dedim içimden. biz nöbetçiyiz sınıfı bekliyoruz dedim ben. çekirge hemen ayağa fırladı ve hocam biz şey yapmadık dedi(mal niye hemen öyle dediyse sanki seviştik töbe allam) hoca gel sen bakıyım dedi ve çekirgeyi alıp odasına gitti.(biraz ahlak dersi verip göndermiş)

ayrılık

aslında onu hiç sevmemiştim. sadece boşluğuma denk gelmişti. zaten aramızda da pek bi halt geçmemişti. kibarca ayrılmak istediğimi söyledim. oda tamam bacım der gibi kabullendi. sonra iki iyi arkadaş olduk ve konuyu kapattık.

eğlenceli günler

sınıf az kişi olduğundan herkes birbiriyle çok samimiydi. biz kızlar genelde toplanıp sahildeki emirgan çay bahçesine gidip dedikodu yapıyorduk. paramız oldukça da luna parka gidip araba yarışı yapıyorduk. zamanla erkeklerde bize ayak uydurmaya başladı. her gün birinin doğum gününü kutlama bahanesiyle sınıfta yiyip içip eğleniyorduk..

memcos

bu yazının asıl çıkış noktasına geldik. beni uludağ sözlükle tanıştıran çok sevdiğim kadim dostum mehmet! bakın burda hiç abartmıyorum sınıfın en komik en fırlama öğrencisiydi.lise hayatım boyunca unutmayacağım tek karakter.(adam karikatürden fırlamış gibi doğal komik) bir de öyle güzel bir yüreği vardır ki onun , bir insanın içinde hiç mi kötülük olmaz..
hep iyi ki o sınıfa gidip onu tanıma şansını bulmuşum derim. hala görüşebiliyor olmamızda çok güzel bir olay. şimdilerde burdan birazcık uzakta olduğundan görüşemiyoruz. ama yine eski günlerdeki gibi toplanıp dostlarla vakit geçireceğimiz günler yakındır...