bugün

izleyen kızların * edward cullen tarzında bir sevgili istemesine neden olan film.
filmin müziklerinden paramore - decode oldukça güzeldir.
kendi halinde farklı bir çalışmayken destek olunası duran, lakin ne zaman fanımsı kişiler tarafından körü körüne sahiplenip, eleştirenlere saygısızlık yapılmaya başlandığını gördüğümde ve bu fanımsılar filmi başyapıt ilan ettiğinde kendinden fazlasıyla soğuduğum film, yinede ikinciyi tarafsızca izlemeye çalışacağım, fanlar gerzekse filmin suçu ne ?
kısaca kurtla kuzunun aşkını anlatan romantik bir filmdir. güzeldir.
herkesin ilgisini çekiceğini düşündüğüm filmden unutulmayan diyaloglar:

*Bella Edward'ın evine ilk girdiğinde:
Edward Cullen: What did you expect? Coffins and dungeons and moats?
Isabella Swan: No, not the moats.
Edward Cullen: Not the moats.

Edward Cullen: And so the lion fell in love with the lamb.
Isabella Swan: What a stupid lamb.
Edward Cullen: What a sick, masochistic lion.
*Bunun için bir yorum yapmaya gerek yok herhalde..=)

*rosalie ile bella nın ilk cullenların evindeki atışmasından..
Rosalie Hale: No, she should know. The entire family will be implicated if this ends badly.
Isabella Swan: Badly as in... I become the meal.

*edwardın bellayı port angelestaki adamlardan kurtardıktan sonra arabının içinde geçen konuşma..
Edward Cullen: I should go back there and rip those guys' heads off.
Isabella Swan: Um... No, you shouldn't.
Edward Cullen: You don't know the vile, repulsive things they were thinking.
Isabella Swan: And you do?
Edward Cullen: It's not hard to guess.
Edward Cullen: Can you talk about something else? Distract me so I won't turn around.
Isabella Swan: You should put your seat belt on.
Edward Cullen: Haha... you should put your seat belt on!

*okulda bahçesinde..
Isabella Swan: Everybody's staring.
Edward Cullen: Not that guy. No he just looked. Breaking all the rules now anyways. Since I'm going to hell.

*port angeles'taki yemek..
Isabella Swan: Did you follow me?
Edward Cullen: I... I feel very protective of you.
Isabella Swan: So you followed me.
Edward Cullen: I was trying to keep a distance unless you needed my help and then I heard what those low-lives were thinking.
Isabella Swan: Wait. You say you heard what they were thinking?
Isabella Swan: So what you... you read minds?
Edward Cullen: I can read every mind in this room apart from yours. There's... Money. Sex. Money. Sex. Cat... And then you, nothing. That's very frustrating.
Isabella Swan: Is there something wrong with me?
Edward Cullen: See... I tell you I can read minds and you think there's something wrong with you?

*edward ailesiyle tanışmasını istediğini söyler bellaya..
Edward Cullen: I'm gonna take you to my place tomorrow.
Isabella Swan: Thanks... Er, wait, like with yout family?
Edward Cullen: Yeah.
Edward Cullen: W-what if they don't like me?
Edward Cullen: So you're worried, not because you'll be in a house full of vampires, but because you think they won't approve of you?
Isabella Swan: I'm glad I amuse you.

*edward güneşte parlar..
Isabella Swan: It's like diamonds... you're beautiful.
Edward Cullen: Beautiful? This is the skin of a killer, Bella... I'm a killer.
Isabella Swan: I don't believe that.
Edward Cullen: That's because you believe only the lies... the camouflage. I'm the world's most dangerous predator, Bella. Every thing about me invites you in. My voice, my face, even my smell.* As if I would need any of that... as if you could out run me... as if you could fight me off. I'm designed to kill.
Isabella Swan: I don't care.
Edward Cullen: I've killed people before.
Isabella Swan: It does not matter.
Edward Cullen: I wanted to kill you at first. I've never wanted a human's blood so much, before.

*james in bellayı ısırmasından sonra hastanede geçen konuşma..
Isabella Swan: You can't leave me!
Edward Cullen: Shh... Where else would I go?

*port angelestaki yemek..
Edward Cullen: I don't have the strength to stay away from you anymore.*
Isabella Swan: Then don't.

Edward Cullen: You're like a drug to me. Like my own personal brand of heroine.*

Isabella Swan: About three things I was absolutely positive. First, Edward was a vampire. Second, there was a part of him, and I didn't know how dominate that part might be, that thirsted for my blood.* And third, I was unconditionally and irrevocably in love with him.
ne vardı bu filmde be. hiç bişey. geniş alınlı çocuğu olabildiğince yakışıklılaştırmışlardı gerçi o ayrı. eminim kitabı daha güzeldir. biz artık verdiğimiz parayı çıkartmak için (bir kaç da entry gireriz sözlüğe mantıgıyla) ve vampir çocuk kızı ne zaman öpecek diye beklemek üzere filmin sonunu getirdik. hatta tüm salon biraz yakınlaştıklarında 'öp, öp, öp ' diye tezahürat etmeye başladık. sen ki yüzyıllardır koskoca vampirsin bi iradene sahip olamayıp da şu kızı öpemedin ya bütün saygınlıgın sıfırlandı gözümde. şimdi kaybol.
ama etobur vampirlerdeki kız gerçekten güzeldi bu arada.
liseli kızların bu aralar pek bir sardırdığı şimdilik tek filmlik kitap serisinin birinci kitabının adı.
vampir konsptine osurmuş filmdir.* öyleki bizim yılların hayri pıtırını grip olmuş lestad ıssırmış olaylar gelişmiş gibi bir tadı vardı filmin. heleki güneşe çıkınca yeni alınmış beyaz spor ayakkabı gibi parlayan vampir anlayışı durumu iyice pamuk prenses tadına ulaştırmıştır. sonuç olarak ortaya mis gibi bir aksiyon-romantik gençlik filmi ve genç kızlara hayran olacakları yeni bir kahraman çıkmıştır. vampire the masquerade tarzında işlerden hoşlananlara şiddetle kaçınmalarını önereceğim filmdir.
arkadaş tavsiyesi ile gittiğim sonradan hayranı olduğum ilginç bir film. bir günde bitirildiğini duyduğum stephenie meyer romanı. masal gibiydi doğrusu...
öncelikle efekt olarak çoğu yerde sıçmış bir film olabilir ve ben twilight fanı da değilim.. fakat filmin kendi içine öyle bir çekiciliği var ki.. garip bir şekilde beğenilmemesini de doğal buluyorum.. aslında ilk film bir vampür filminden çok imkansız olabilecek bir aşkın nasıl doğduğunu anlatan romantik bir filmdir.. hikaye çok rastlanan türden değil.. bazı eleştirileri okuduktan sonra içlediğim tek konu var; bari oyunculuklara bok atılmasın.. hepsi olmasa bile ana karakterler gayet güzel götürmüşler. izlerken edward ve bella nın birbirlerinin yakınında dururken bile sanki birbirlerinin kokularından etkilenip her an bir sevişmeyi başlatmamak için ellerinden gelen gayreti göstermeleri gibi ilginç de bi izlenimim var.. bu yüzden kim ne derse desin bazı sahneleri için bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biri olmuştur twilight.. ve evet ne aman aman bir görsel efekt var ne de oscarlık oyunuluklar.. bunun yönetmenle de alakalı olduğunu düşünüyorum.. ya da prdüksüyonla.. ikinci bir nokta ise genç kızlara hitap ettiği konusu.. ve bunu çok fazla doğrulamıorum.. çünkü çevremdeki erkeklerde kızlar kadar beğendi.. hoş vakit geçirdiklerini ve filmdeki atmosferin çok iyi olduğunu söylediler.. ama edward'ın gerçekten çok iyi bir seçim olması ve kitaptaki karakterle özdeşleşmesi güzel.. o kadar saçma sapan filmler de var oscar diye yırtınan..en azından twilight new moon a bir şans tanınması fikrindeyim..
twilight... yüzüklerin efendisinden sonra kafamı karıştırmakla kalmayıp üç sendir emin olduğum yegane meslekten vazgeçiren film. belirtmek isterim ki bunda yönetmenin hiçbir katkısı yok. bu filmi bu hayal gücü ve bu twilight sevgisi ile ben çekseydim eminim muhteşem bir başyapıt meydana çıkarırdım... ve işte tamda bu yüzden yönetmen olucam dedirten (bana) müthiş bir fantastik öykü.güven ve aşk temasını ki özellikle güveni fantastik bir öyküde bu denli anlatabilmeyi başarmak işte budur dedirten kitap (kitaplar: seri). bella nın ağzından anlatılan bir ilahı arzulamamanın imkansızlığını gösteren bir kitap (edward). vee filmin sonunda izleyen bir salon dolusu kızdan duyabileceğiniz tek cümlenin yaratıcısı olan film " allahım vampirler gerçek olsun ve benimde bir edward ım olsun * * * "
güzel bir seridir.Kitapları filminden çok daha güzeldir.Bu yüzden ilk kitapları okunmalıdır.4.kitabını sabırsızlıkla beklemekteyız.
vampirler hani gün ışığına çıkamıyordu sorusunu sorduğum filmdir. vampirler bile bozuldu..
iyi bir kitaptan uyarlanan her film gibi, film kitaba oranla gerçekten kötüdür.
önce filmi izliyip sonra kitabı okumak gerek, böylece filmden çok daha fazla tat alınabilir.
emolar tarafından boku çıkartılmış film. filmdir, izlersin. güzeldir, beğenirsin, arkadaşlarına anlatırsın. ama her yere edward cullen fotoğrafı koymak, facebook'ta arka arkaya trailer paylaşmak, her yere "since i'm going to hell" yazmak nedir henüz anlamış değilim.
son olarak ilk kitabi edward'ın ağzından anlatmak isteyen yazar, kitabın 12 bölümü araklanınca yazmaktan vazgeçmiştir.
izlemedim. fakat hoşlanmıyorum. piyasa akımlarından biri. diğeri için (bkz: gossip girl)
edward'ın ağzından yazılan bölümler çalınınca stephenie meyer vazgeçmek istemiş lakin vazgeçmemiştir. yazmış bitirmiştir. ve hatta şafak vakti' olarak çevrilen 4. kitabın baskısı, dizgisi vs. her şeyi bitmiş, dağıtımı bile yapılmıştır.

sanıyorum ki stephenie abla yayın evi ile olan anlaşmasından tıstı ki bu önemli değil. önemli olan yanlış anlaşılmalara mahal vermemek.
kitabı okunduktan sonra izlenirse daha iyi anlaşılacak filmdir. izlemeye değer vasatın üstünde bir filmdir. film müzeikleri ise gayet başarılıdır.
stephenie meyer in yazdığı korku ve aşk içerikli üç kitaplık * seri.
Son zamanlarda bir çılgınlık halinde bütün dünyayı sarmış olan serinin ilk kitabı Alacakaranlık. Uzun yıllardır çeşitli romanlara, şarkılara, filmlere ve efsanelere konu olmuş bir olgu üzerine yazılmış: Vampirlik.

Ancak alışılmışın dışında, bu kitapta vahşetten çok romantizm yer alıyor. Bu da, eserin gençler arasındaki popülerliğinin nedeni elbette. Alacakaranlık, vampir edebiyatının kilit ismi olan Anne Rice kitaplarında göze çarpan şiddetten hiç

nasibini almamış gibi görünüyor. Yazar Stephanie Meyer, vampirlerin o vahşi ve kanlı dünyasından çok, aşk romanlarındaki tozpembe atmosferinden esinlenmiş görünüyor.

Kitap, baş kahramanlardan biri olan Bella'nın annesinin evinden babasına taşınması ile başlıyor. Yıllardır yaşadığı büyük kentten çıkıp da küçücük bir kasabaya yerleşecek olmasından elbette ki pek mutlu değildir. Ancak bu mutsuzluğu, günümüz genç kızlarının bir numaralı sevgili modeli, "Edward Cullen" ile tanışana kadar sürüyor tabii.

Edward ve vampir ailesi, okulda kimselerle konuşmayan tiplerden. Ancak Bella bu kuralı bozuyor ve Cullen ailesinin yakışıklı vampirine aşık oluyor. Başta bu insan vampir arkadaşlığı pek düzgün ilerlemese de, tarafların birbirlerine git gide bağlanmasıyla birlikte her şey rayına oturuyor. Yazar bu arkadaşlığı açıklarken sayfalar dolusu aşk sahnesine yer vermiş ancak en gerekli noktayı ihmal etmiş:

Bir vampiri, onun doğasını ve temel özelliklerini.

Vampirlik, yüzyıllardır süregelmiş köklü bir mittir ve gerek bilimsel araştırmalar, gerekse tarihin derinliklerinden gelen anılar sayesinde belli bir şekle bürünmüştür. En temel gerçeklikler şunlardır: Vampirler kan içerler, sonsuza kadar yaşayabilirler ve güneşte parlamazlar! Geceleri avlanmak zorundadırlar, çünkü güneş tenlerini yakar, onların ölmesine sebep olan az sayıda etkenden biridir. Buna rağmen, sevgili Edward Cullen'ımız güneşin altında gerine gerine dolaşmaktan çekinmiyor. Bu da yetmezmiş gibi, moleküllerine ayrılmak yerine, bir pırlanta gibi güneş gördüğü anda parlamaya başlıyor. Bu, Meyer'in Edward'ı yaratırkenki kusursuzluk takıntısının sonuçlarından yalnızca biri. Eh, başarmış gibi görünüyor öyle değil mi?

Alacakaranlık dediğinizde kendini "Edwaaaaard" diye haykırarak yerlere bir atmayan kız bulabilirseniz, oldukça şanslı sayılırsınız.

Kitabın bir başka zayıf yönüyse edebi dili. Kitap edebi yönden oldukça zayıf, neyse ki yazarın da buna bir itirazı yok. Ancak Türkçe çevirideki baştan savmalık, kitabı oldukça basitleştirmiş. Kitapta Cullen'in altın rengi gözlerinden ve muhteşem yüzünden başka betimlemeye rastlamak oldukça zor. Ayrıntılara girmekten kaçınılmış, cümleler fazlasıyla kısa ve yazar, bazı yerlerde kestirmeden gitmekten hiç çekinmemiş. Örneğin Bella'nın annesinin evinden babasına taşınması, sadece bir cümleyle anlatılıyor. Karakterlerin ruh hali yansıtılmamış, Bella'nın Edward'ı ne kadar mükemmel bulduğundan başka bir düşünce arıyorsanız üzgünüm, bulamayacaksınız. Kitabın orijinal versiyonunda bu yalınlık fazla göze batmıyor.

Vampirliğin doğasına aykırı hikaye ve edebi sorunların yanında, kitabın olumlu yönleri de var elbette. Yazar bir gencin ruh halini oldukça iyi biliyor gibi görünüyor. Bella'nın Edward'a aşık olma safhası ve onunla birlikteyken hissettikleri oldukça gerçeğe uygun. Ayrıca başından savamadığı hayranları, ailevi problemleri, sakarlıkları ve beceriksizliğiyle insanların kendisiyle özdeşleştirmekten hoşlanacağı bir karakter Bella.

Özet olarak, Alacakaranlık milyonlarca hayranına rağmen, gerçek bir okuru doyuracak nitelikte değil. Eğer vampirlerle ilgili gerçekçi ve vahşi bir şeyler okumak istiyorsanız, sizi Anne Rice'a yönlendirmekten mutluluk duyarım. Hiç değilse Rice'ın Léstat'ı parlamıyor ve Edward'ı kahvaltı niyetine yemekten kaçınmayacaktır. *

edit: acaba bunu eksilemek için önce okumak gerektiğini kavrayacak kadar gelişmiş bir beynin var mı, yoksa prokaryot bir hücreden mi oluşuyorsun?
filmi kitabının çok gerisinde kalmış filmdir. ancak ilk kitap okunduktan sonra film kesinlikle izlenmeli. böylece diğer karakterleri gözünüzün önüne getirip olayları bir şekilde canlandırabilmeniz daha kolay oluyor.

--spoiler--
cullen ailesinin beyzbol oynadığı sahne 50 kere izlense doyulamayacak şekilde çekilmiş. hele muse grubunun supermassive black hole adlı şarkısı ile iyice güzelleşmiş bu sahne.
--spoiler--
Bir hafta içinde 3 kez izlemek zorunda kaldığım, yine de devamını merakla beklediğim film.
kurgusuyla, etkisi altına alan gizemli tavrıyla... kendisini 1,5 gün içinde okutturan kitap.

bir vampirin kana susamışlığı ile bir insanın aşka susamışlığının nasıl kesişebileceğinin göstergesi.
aşka susamış insanın gözü görmez ya hiçbir şeyi... karşısındakinin uyarılarını dinlemez hani... öyle.

--spoiler--
"seni özledim," dedim sessizce.
"biliyorum bella. inan bana biliyorum. sanki yarım sende kalmış gibi."
"o zaman gel ve al," dedim.
--spoiler--

"yarım sende kalmış gibi..." aşk da böyle bi'şey olsa gerek.
filmi çekilmesi için yazıldığını düşündüğüm bir kitap. ve de; bazı efektler dışında 'kötü değil' denebilecek bir film.
avrupa ve amerika'da "gençlik filmi" diye geçen, tamamen ortaokullu ve liseli gençlere hitab eden filmdir. fakat gel gör ki türkiye'de sözlük yazarları bile ayıla bayıla izlemişler. bu demektir ki ya film çok güzel, ya sözlük yazarları 12-18 yaşlarındalar, ya da hepsi biraz geriz... çok genç ruhlu ! bilemeyiz artık.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar