bugün

dikkate alınması gereken bir yazar.
son denemesi aşağıda olan yazar.

ilk aşık olduğu kişiden (babası) ihanetin ne olduğunu öğrenene kadar çocuktur. Bu ihanet babanın başka bir kadına gitmesi, anne öldükten sonra başka bir kadınla evlenmesi, başlık parası için kızını satması ya da ölmesi olabilir. Sonrasında istemeye istemeye büyür. Sancılı bir büyümedir bu. Büyüdüğünü göstermek, belki de yaptığı hatalarla babasının canını acıtmak adına ısrarla hatalar yapar. Nasıl olsa en çok güvendiği kişiden hayatının kazığını yemiştir. Daha kötü ne olabilir ki? şeklinde düşünür. Ama yanılır... Daha yaşanacak çok şey yapılacak çok hata varken boyundan büyük laflar etmemek gerektiğini düşe kalka öğrenecektir.

Soğukta yalın ayak dolaşmanın hasta edeceğine ne kadar eminse piçlerle takılmanın piçlikten başka bir şey getirmeyeceğine o kadar emindir. Buna rağmen masumiyetini yitirmekten çekinmez. Sobaya yaklaşan bebek gibidir. Ne "dur"dan anlar ne de "cıs"tan. Yanana kadar durmayacak, durduğunda geç olacaktır. Aslında kaybedilmiş bir şey yoktur. Nasıl ki erkeklerin istediği yere sokma hakkı varsa onun da istediğini içine alma hakkı vardır. Yalnız, bu açıklama kendini bile tatmin etmez. Yine de arayıştan çekinmez. Babanın kokusunu başka tende aramaktan yılmaz. Ondan gördüğü şefkati başkasının ilgisiyle ikame etmekten çekinmez. Her seferinde kullanıldığını hissetse de "belki" demekten vazgeçmez.

"Piç" bir yanılsamadır. Herkes kendi piçinde yitirdiklerinin kötü bir kopyasını görür. Buna aldanır... aslını yaşatan kopya yıllar geçse de unutulmaz. Daha da beteri kopyanın kötü tarafları da hafızaya nakış gibi ince ince işlenmiştir. Bu nedenle ondan sonra gelecekler ondan kat be kat iyi olsalar dahi kalıcı olamazlar. Kalıcı olmak için kötü yanlarının da daha karanlık olması gerekir. Ancak bu kadar iyi ve bu kadar kötüyü bünyelerinde barındıranlar yalnızca "hasta"lardır. Ve onlar fırtına gibidir. geçer giderler ama neden oldukları yıkıntılar yıllarca onarılmaz.

Bir süre sonra, kız çocuğu büyümüş olduğunun farkına varır.

Dışarıdan bakıldığında çok güçlüdür öyle güçlü ki kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. En ölümcül hatayı işleyenler ona herhangi bir konuda yardım etmek isteyenlerdir. Kimseye ihtiyacı olmadığını kendine her ispatladığında hissettiği yalnızca gurur değildir. Kesif bir eziklik de vardır. ihtiyacı olduğunda kimseye sığınamayacak kadar güçlü olmanın neden olduğu eziklik...

Bazılarının ömürde yaşayamadığı kadar çok şeyi ömürle karşılaştırıldığında kısa denilebilecek bir zamanda yaşayan kız çocuğu artık olgunlaşmıştır. Ancak zamansız olgunlaşan her meyve gibi yalnızca ve yalnızca çürümeye mahkumdur...
son denemesi aşağıda olan yazar

------- beni neden sevmedin -------

o zamanlar anlamamıştım. toydum. sanki sorarsam kendimde eksikliği öğrenecektim. neyi yanlış yapıyordum acaba?

çıktığı çocuklarla kıyaslıyordum kendimi. evet onlar sporcuydu ama ben onların sporcu olduğu takımın kaptanıydım. onlar derslerinde iyiyse ben okulun derece öğrencisiydim. onlar yakışıklıysa ben de hiç fena sayılmazdım.

ayrıca ben espriliydim. ben espri yapardım "o" gülerdi. öyle güzel gülerdi ki içim erirdi. güldükçe gözleri kısılırdı görünmezdi. ama ben bilirdim ki o gözler bir yerlerden bana bakıyor. ışıl ışıl parlayarak.

bana güvenirdi. bilirdi ki ben onun için gözümü karartırım. ondan rahatsız eden biri oldu mu bana söylerdi. o süt çocuğu erkek arkadaşlarına söylemez bana söylerdi. ben de gider önce rahatsızlık veren kişiyle konuşurdum. bu konuşma işe yaramayacak olsa ikinci de dövmeye/dayak yemeye gideceğimi anlarlardı. ikinci konuşmaya gerek kalmazdı...

dertlerini benimle paylaşırdı. öğüt verdiğim zaman dinlerdi. ailesi de beni çok sevmişti. hatta annesi komşularına "müstakbel damadım" diye tanıştırırdı. en sevdiğim yemekleri yapar beni ağır misafir olarak eve çağırırdı. gururum okşanırdı... ailesinde herkes beni çok sevdi. bir tek o hariç. aslında o da çok sevdi ama benim istediğim gibi değil. benim onu sevdiğim gibi değil...

sonra anladım, bu sorunun ona niçin aşıksın sorusu kadar saçma olduğunu. beni neden sevmedin sorusuna cevap verilemeyeceğini. ne cevap verilse beni tatmin etmeyeceğini. ne zaman benim için herşeyi yapacak kızlar beni sevmeye başladı ama ben onları sevmedim, istesem de sevemedim. o zaman anladım. kendimi sordum onu neden sevemiyorsun diye o zaman anladım.

sormamak lazımmış. düşünmemek lazımmış. sevmek hele hele o yaşlarda sevmek bir anmış. o an kaçarsa ne kadar didinirsen didin kendini sevdiremezmişsin.

daha da acısı didinerek elde ettiğin kız senden fazla didinen ya da senin verebileceklerinden fazlasını verecek birini bulduğu anda kolayca satarmış. allah'tan bunu görerek anladım. yaşayarak anlamadım. yoksa dayanamazdım.
"perşembe perişanlıktır" (bkz: sözlük yazarlarının tespitleri/#18910536) gibi olağanüstü bir tespiti, analizi, öngörüsü, kültürel birikimi olmadığından "spoiler yazarlığı" olarak nitelendiirilen türde yazılar yazan yazar.

çok çalışırsam belki bir gün ben de soldier of utopiareformguards gibi über bir yazar olabilirim.
umudunu kaybetmemek lazım değil mi?

yine 1 bkz 1 gbkz var. neyse ki bu sefer kendi yazılarıma yönlendirmiyorum.
takip ettiğim ender yazarlardan biridir. doğru düzgün entryler girer.
(bkz: merak edenler için the barz sözlüğü)
son kurgu denemesi aşağıda olan yazar.

--------- Sorumluluk ---------

Yapmanız gereken şeyleri tereddütsüz yapmanız gereken zamanlar olmuştur. Planlı, detaycı hatta acımasız olmanız gereken... onun da olmuştu.

Babasız bir yuva, üniversiteyi memleketinden dışarıda okuyan bir abi ve hayata tutunma savaşı veren bir anne. Sırtlanın ağzını sulandıran bir üçlüymüş...

tutunacak dal arayan bir kızı kendine aşık etmek kolaydır. yeterli zaman, para, tecrübe ve kötü niyet varsa daha kolay...

Aynanın karşısında saatlerini harcamaya başladığında küçük kardeşinin birine aşık olduğunu anlamıştı. Lise aşkı diye düşünmüştü eski günlerini hatırladığı mütebessim ifadesiyle. Küçüğünün asileşmeye, kendini olduğundan büyük göstermeye çalışmasını gözlemlemesiyle birlikte anlamlandıramadığı ama hissettiği bir çok şeyle zehirlendiğinin farkına vardı. ikna ve doğru yolu gösterme çalışmaları istenilen hızda sonuç vermediğinde yarı dönem tatilinde memleketine giden ağabey için daha radikal önlemler almak gerekti. Çünkü varlığında iyileşmeye başlayan yaraların yokluğunda kaşınacağına emindi.

Bir kez karar verene kadar birkaç gün çok zor geçti. Saniyeler yıl oldu. Karar verdikten sonra ise gerisi çorap söküğü gibi geldi. Tatil süresince normal davrandı, alelade, sıradan ya da nasıl ifade etmek isterseniz... ilk günler aileyi ziyaret etti. Alışverişe çıktı. Siyah kotunu ve ayakkabısını siyah sweatshirt ve siyah şapka ile tamamladı. iskenderun'daki kuzeninin gece vardiyasında olduğu zamanı öğrendi. Köyüne halasını ziyarete gitti. Klasik aile ziyaretlerindendi yalnız bir farkla. Ziyaret dönüşü çantasında keser vardı!

Sonraki günler izledi...

Voleybol hocası olacak çakalın evli olduğunu, çocuğu olduğunu buna rağmen sadece takımındaki değil çevresindeki küçük kızlara karşı da ilgili(!) olduğunu gözlemledi. Mahalleyi, apartmanı inceledi. Orta halli bir mahalleydi. Akşam oldu mu ailelerin evine çekildiği, gece geç saatte dönenlerin birkaç kart zampara ile akşamcılardan ibaret olduğu mahallelerden.

Cuma günü üniversiteye dönüyorum diyerek annesi ve kız kardeşi ile vedalaştı evinden ayrıldı. Kardeşlik bağıyla bağlı olduğu arkadaşlarından birinde kaldı. Ertesi gün akşama kadar dışarı çıkmadı. Dinlendi. Dinç olması lazımdı...

Bir cumartesi günüydü. süleyman nazif'in kara bir gün diye nitelendirdiği cumartesilerdendi. Neyse ki acemi hırsızdan daha şanslıydı. ince ince yağmur yağıyordu ama en azından dolunay yoktu. Kendisi de gece gibi karalara bürünmüştü.

Bekledi... Biliyordu ki çakal mahallenin aşağısındaki kahvehanede takılıyor, gece yarısına doğru eve geliyordu.

Çakal diğer günlerden daha geç kalmıştı. Beklerken "sen sabret çünkü nasıl olsa zaman sabretmez" sözleri geldi aklına. Bir yanda beklerken diğer yanda planı gözden geçiriyordu. Tek bir şansı olacaktı. Başarılı olursa, hızlı ama dikkat çekmeden uzaklaşacak, iki sokak arkada arkadaşından ödünç aldığı arabaya atlayacak ve durmaksızın iskenderun'a gidecekti. Dışarıdan bıçak almamıştı. Üniversiteli bir bebenin bıçak aldığını hatırlayabilecek kadar güçlü hafızalı bir esnafın oluşturacağı riski göze alamazdı. Zaten var olan bir şeyi kullanırsa soruşturmayı yürütecek polis buradan bir şeye ulaşamazdı. Silahla iş görmek daha garantiydi ama silahı edinmek için bağlantıları yoktu. Ayrıca temin edeceği silah daha önce pis işlerde kullanılmış da olabilirdi. Bu durumda yakalanırsa üzerine başka suçlar da yıkılırdı. Hatta kendi işini görmeden de saçma bir suçtan içeri alınabilirdi. işini keserle görecek, iş bitiminde keseri de yanına alacak, kanıt bırakmayacaktı. Bu iş için kullandığı keseri halasından almıştı. Tabi ki halasının bundan haberi yoktu. Ailesinden kimse o gün adana'da olduğunu bilmiyordu. izmir'e (üniversiteye) beraber gitmek için sözleştikleri arkadaşına biletleri kendi alacağını söylemiş, sonrasında Cuma gününe kendi adına otobüs bileti almış, O bileti izmir'e gidecek arkadaşına vermiş, arkadaşı adına kesilmiş cumartesi günkü izmir biletini de kendi almıştı. Arkadaşına bir işi çıktığını zaten otobüste kimlik kontrolü yapmadıklarını söylemiş, rahat bir yapıda olan arkadaşı fazla sorgulamamıştı.

Çakal sallana sallana geliyordu. Demlenmişti belli. Bunu görünce istemsizce ve fakat şeytanca gülümsediğini fark etti. O apartmandan içeri girerken kendi de bir yandan hızlı adımlarla apartmana yöneliyor diğer yandan sessizce çantasının fermuarını açıp keseri sapından kavrıyordu. Adamın hemen arkasından seri ama sessiz adımlarla çıktı. Adamın evi 3. Kattaydı. Adam 3. Kata ulaşmadan ve kendisini fark etmeden işi bitirmeliydi. Kalp atışlarının hızlandığını, yüzünün kızardığını, elinin titrediğini fark etti. Yine de vazgeçmedi. O başladığı işi yarım bırakanlardan değildi. ikinci katın ortasına doğru adamla arasındaki mesafeyi kapattığında keseri çantasından çıkarmış ve hamle yapmaya hazır bir halde bekliyordu. Ya herro ya merro diye mırıldandı içinden. Hızını aldı. Sıçradı. Keseri savurdu...

Zaman durmuştu sanki. Keser adamın kafatasını delerken çıkardığı kemik sesini duymuştu. Düşüp ses çıkarmasın diye keseri bırakıp adamı tuttu. Duvardan destek alarak ağır ağır yere oturttu. Adamın gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Yaşayıp yaşamadığını da bilmiyordu. Nabzını kontrol etmek aklına gelmedi. Daha sonra bunun önceden planlamadığı için aklına gelmediğini anlayacaktı. Keseri çıkarması lazımdı ama o kadar sert saplamıştı ki çıkaramıyordu. doğrudan çıkaramayınca keseri yerinden oynatmayı denedi. Keser oynadıkça kemik sesini hissediyordu. Tiksindi ama yılmadı. Keseri adamın kafatasından kurtardığında pislik fikirlerinin kaynağı beynini de görüyordu. Kan oradan sızarken bakakaldı. Neyse ki kendini çabuk toparladı. Keseri çantasının içine hazırladığı poşete koydu. Bir yanda hızlı adımlarla ve olabildiğince sessiz olmaya çalışarak merdivenleri inerken diğer yanda çantasının fermuarını kapatıyordu.

Hayat her zaman adil olmasa da yitirdiklerinizi ikame ettirecek fırsatları önünüze sunar. Bunu apartmanın kapısından dışarı adımını atarken yaşadığı tesadüflerle idrak etti. Adana'nın yağmuru her zamanki gibi birden hızlanmıştı. Merdivenlerden inerken duyduğu uğultunun kendi kurgusu olmadığını yağmurdan olduğunu anlayınca kontrolünü kaybetmediği için sevindi. Bu sevinci bölgenin elektriğinin kesilmesiyle doruğa ulaştı. Yağmuru hep severdi ama bugün bir başka seviyordu. Kahkaha atmamak için kendini zor tutarak hızlı adımlarla apartmandan uzaklaşıyordu. iki sokak ileriye park ettiği arabaya uçarcasına gitmek istiyordu. Ama dikkat çekmemek adına içindeki koşma isteğini dizginliyordu.

Birkaç dakika içinde arabaya vardı. Çantayı -planladığı gibi- bagaja valizinin yanına yerleştirdi. Arabayı çalıştırdı yola koyuldu. Bir süre gittikten sonra şehirden çıkmadığı halde 80 ile gittiğini gördü. "Aptal" dedi kendi kendine "dikkat çekmemelisin. isteyeceğin en son şey hız nedeniyle polisin seni durdurmasıdır." Tekrar kontrolü eline aldı. Şehirlerarası yola çıkana kadar 50 yi geçmedi. Bir gözü hep hız ibresindeydi.

Şehirlerarası yola çıktığında bir nebze olsun rahatlamış, hatta refleks olarak radyoyu bile açmıştı. "bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin" çalıyordu günün anlam ve önemini belirtircesine. Keyifle eşlik etti şarkıya bitiminde radyoyu kapattı. O kadar anlamlı bir şarkıydı ki ondan sonra gelecek şarkıların anın büyüsünü bozmasını istemedi.

iskenderun'a vardığında bölgedeki demir çelik fabrikalarının birinde gece vardiyasında olan kuzeninin yanına gitti. Binlerce derece sıcakta eriyen metal tam da aradığı şeydi. Kuzeniyle birbirlerine sarıldılar. Kısa bir sohbetten sonra üstünü değiştirmesi gerektiğini söyledi. Çantasının büyük gözünden yedek eşyalarını çıkardı. Çorabına hatta iç çamaşırına kadar üzerindeki herşeyi soyundu. O günden geriye hiç bir şey kalmasın istiyordu. Ayakkabısını ve saatini bile çantanın içine özenle yerleştirdi. Adeta bir seremoniyi gerçekleştiriyordu. Çantasının keseri koyduğu gözüne bakmamaya çalışıyordu. Sanki orası pandora'nın kutusuydu ve açılmamalıydı. Daha sonra kendini bile ürperten bir sakinlikle giyinirken kuzeniyle eskilerde yaptığı bir konuşmayı hatırladı "demir çelik kazanı öyledir ki insan bile düşse sadece cısss sesini duyarsın. Saniyesinde yok olur." Aradığı da tam da buydu... işlediği günah su ile temizlenemezdi. Pisliği ateş ile yok etmek lazımdı. Cehennem ateşiyle...

Üstünü değiştirdikten sonra elinde günah dolu çanta olduğu halde kuzenine doğru yürürken çantayı birden kaldırdı. Atacağını anlayan kuzeni dur diyemeden çantadan "cıss" sesi gelmişti. Kuzeninin eli havada soran gözlerle bakarken. "Sorma!" dedi. Öyle derin söylemişti ki kuzeni bunu ilahi bir emir kabul etti. Ağzını mühürledi.

Sarıldılar ayrıldılar.

Fazla zamanı yoktu. Arabayı arkadaşına teslim edip izmir otobüsüne yetişmeliydi. Planladıkları gibi arkadaşı otogarın çıkış kapısının karşısına gelecekti. otogardaki kameralarda kaydı olması ihtimaline karşın böyle bir buluşma yeri seçmişti. Zamanında yetişti. Anahtar ile ruhsatı arkadaşına teslim etti, valizini alıp vedalaştı. Otogarın çıkış kapısındaki otobüsü durdurdu. Muavinin "neredesin seni bekliyorduk" şeklindeki söylenmelerine rağmen ses etmedi. valizini muavine teslim ettikten sonra şapkasını biraz daha eğdi. Sessizce ve dikkat çekmemeye çalışarak yerine oturdu.

Ömrünce unutmayacağı bir gün geçirmişti. Pür dikkat kesilmesini sağlayan aşırı adrenalin normal seyrine dönünce derin bir uykuya daldı. Gözünü açtığında Kula'da mola yerindeydi. Tuvaleti gelmişti ama gidemezdi. Yüzü kamera kayıtlarına takılmamalıydı. Çünkü otobüs kayıtlarına göre "dün" izmir'e varmıştı. Dişini sıktı. Kardeşini, ruhunu kirletecek kadar çok seven bir ağabey olarak biraz daha sabretti.

izmir otogarı gördüğünde hiç bu kadar sevinmemişti. Şapkasını olabildiğince eğdi. Valiz sırasını bekledi. Otobüs firmasının servislerine yönelmedi çünkü orada da kameralar vardı. En alt kattaki dolmuşlara doğru gitti. Bornova'daki Kredi yurtların yurduna vardığında o boktan yer hiç olmadığı kadar güzeldi. Valizini yerleştirmeden ya da çarşafını sermeden pis yatağa atladı. Ne de olsa o leş yatak bile kendi kadar kirli olamazdı.

Yaptıklarından, sevdikleri için yapabileceklerinden korkarak ama huzurla uykuya daldı...
sözlüğe gelmesiyle fenomen, kült , diyojen olan bu yazar, bir yazardır.

gerisi için okuma zahmetine girişmeniz gerektir. bakınız (bkz: the barz)

çoğumuzun dağınık yazarlığına istinaden o tertipli ve düzenli yazılar yazmıştır.

eğer ki onun yazılarını okumuyor, eleştirmiyor ve şu yada bu şekilde katılım sağlamıyorsanız,

korkutmak için değil de yazacağınız ve ayar vermeye çalışacağınız zaman güzel ve ince yazın, o da zevk alsın,

yoksa o zevk vermesini bilir.
(bkz: uludağ sözlük ün azgın yazarları/#18743795)

(bkz: uludağ sözlük ün azgın yazarları/#18730235)

bence eksik var kardeşim. inançlara saldıran köpekleri yazmayı unutmuşsun.
(#19011827) güzel tespitleri olan yazar.
insanların üstünden prim yapmaya çalışan aciz yazardır, sen millet ile ilgili tespit gireceğine biraz da bilgi içeren entry gir burası sözlük!
gizlieşcinselleri kaale almayan yazar.

ah be çılgın!
madem fake bi hesap açıyorsun, kendine kadın süsü veriyorsun bari entry lerinin yarısı futbolla ilgili olmasın!
inandırıcı ol!
onuncu nesil olmasına rağmen, sözlüğe, am göt meme ve nickaltı yalamalığı dörtgeninde seyreden 7,8,9. nesil pek çok yazardan daha fazla katkıda bulunan, daha fazla tuş basan, eklentiler yapan yazar arkadaşımız.

meyve veren ağaç taşlanır. sen devam et kardeşim.

ayrıca,
(bkz: the barz/#18577774)
girilerini bu şekilde kategorilere ayırması çok hoşuma gitti. keşke "ben" butonuna bu şekilde eklentiler yapılsa, entryler kategorilere ayrılsa.
benzer/karşıt görüşte olsalar dahi fikirlerine değer verdiği yazarların görüşlerine/eleştirilerine saygı duyan, trolcükleri / bilgisi olmadan yaftalayanları ve sanal dünyada ünlü olmak için her türlü maymunluğu yapanları önemsemeyen yazar.

geçen de şöyle bir yazı yazmıştım. tam da uydu buraya.

(bkz: hoca hocayı tekkede it iti dakkada bulur/#19050653)
evlenmeyecek ve çocuk yapmayacak yazara sürekli kızın olsun da gör qqqqqq diyen bir kişi.

evlenmeyeceğim kardeş mitozla mı çocuk yapayım?
terbiye sınırları içinde yapılacak her eleştiriye cevap verecek yazardır.

fatihintakendisinin eleştirilerini yanıtlıyayım. (bkz: the barz/#19062272)

öncelikle son 25 ile sınırlı kalmana gerek yok. fikir/kanaat belirttiğim, kendimce önemli bulduğum tüm yazılarım burada.
(bkz: the barz/#18577774)

1-(#19061925)arkadaşa ikiz kulelerin yıkılması olayını araştırmasını tavsiye ederim. terör bahanesi ile abd nin afganistan'a girmesi için daha iyi bir sebep olamazdı. bakalım biz bu olayı bahane derek neler yapacağız?

2- 2-(#19059386)bu cümleden mutlu olduğum anlamını nasıl çıkarttın?
"1665.dün itibarıyla rte istiklal marşının kıtalarını okumuş adı geçen şaşıtmamış yine ağlamıştır!"
aynı cümleyi "fatihintakendisi akp'yi eleştirdiğim entry'ler sonrası şaşırtmamış beni eleştirmiştir"
şeklinde yazsaydım beni eleştirmenden mutlu olduğum anlamını mı çıkaracaktın?
-(#19059386)buradan yapabileceğin çıkarım yalnızca ve yalnızca bülent arınç ın ağlamasına şaşırmamamdır!

3- -(#19057372) - mit imralı'nın mesajını kandil'e ulaştıracağı haberleri üzerine ironi yapılmıştır. mit in asli görevinin istihbarat toplamak olduğunu mesaj taşımak olmadığını düşünüyorum. ayrıca hakaret nerede?

4- (#19050710) buradaki başlık/entry akp ye oy vermeyenlerle ilgili. buradan nasıl akp ye oy verenlerle ilgili çıkarım yapıyorsun anlamıyorum!

5- -(#19050653) bir grup arkadaşın fikirlerine saygı duyduğumu, onlarla gündeme dair yazılarımı paylaştığımı belirttim evet.
bu arakadaşların görüşleri benim için değerli. peki bunu söylememin kime ne zararı var? buradan nasıl bir yanlış anlama gerçekleştirdin acaba?
senin de sözlükte mesajlaştığın ya da takip ettiğin yazarlar yok mu?
(bkz: bursaray/#18202397)
(bkz: rich man/#18842882)
(bkz: fatihintakendisi/#18924864)
görüldüğü üzere senin de kendi grubun var.

6 -(#19049660)entry me "eğlenceli" diye not düşmüşüm. biraz gülelim istemişim. yoksa zaytung u kaynak gösterecek kadar acemi değilim!

7- -(#19048811)bugün abdullah öcalan benim için terörist başıdır. bunu da çeşitli yazılarımda ifade etmiş "pazarlıkları" eleştirmiştim.
buna rağmen bugün apo çıksa ve "allah birdir" dese bu onun "yalan" söylediği anlamına gelmez.
demem odur ki mesele reha muhtar ı sevip saymam ya da reha muhtarın daha önce yaptıkları değildir.
orada yapılan reha muhtar ın bir tespiti paylaşmaktır. düşüncemi sorarsan bence haklı tarafları var tespitin.
af bir demokrasi gereği değildir! son afla hapishaneden çıkanların büyük kısmının aynı suçlardan tekrar hapse girdiği haberleri gazetelere konu olmuştu. demek ki af çözüm değil. fikrimi sorarsan da "affa karşıyım" son aftan sonra suç artış oranlarına da bakabilirsin.

8- (#18992168) burada milli savunma bakanının görüşü kaynak gösterilerek verilmiş. bu görüşteki eksik nokta eleştirilmiştir.
bu yazıdan benim "pkk'nın sadece bir örgüt olduğunu zannettiğime" dair çkarıma nasıl vardın merak ediyorum doğrusu?

9- (#18653614) - öncelikle orada anlatılan "ensest" hikaye değil. son girdiğin hikaye sitelerinden aklında o kategori kalmış olabilir. bu beni ilgilendirmez. ama bana dair bir suçlama yapacaksan kelimeleri doğru kullanacaksın! o yazıda askerlikte kişisel temizliğini bile yapmaktan aciz hatta sapık insanlarla karşılaşılabileceğinden bahsettim. senin de eleştireceğin bu tip insanlardan zerre haz etmediğimi söyledim.

--------------

kardeşim ben sana düşman değilim. ama sen yazdıklarımı düşmanca bir tutum içinde okursan yanlış sonuçlara ulaşırsın.

-------------

şimdi ben senin bu entry ni alsam (bkz: namaz kılan öcalan imajı/#18127040)
"6.yalan ve dezenformasyon içeren bir imajdır. " fatihintakendisi başbakan yardımcımız bülent arınç'a "yalancı" diyerek hakaret ediyor desem çok saçma olur değil mi?

demek ki neymiş?
- böyle saçma çıkarımlarla bir yere varılmazmış.

------------
ayrıca ben yazdığım yazıların arkasındayım.
özellikle kaynak belirterek yazıyorum ki (çoğu yazımda) herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın!
eleştirilerimi yaparken de herhangi bir siyasi partiye ya da mensuplarına küfür/hakaret etmiyorum. (zaman zaman ironi yapıyorum ama)
kendimce doğru bildiğim hususları da eleştirmekten geri durmuyorum.
cahillerle yaptığı tartışmaları kaybeden yazar.

tüm iddialarına/çıkarımlarına üşenmeden cevap verdim. devamında benim yazdıklarımdan vardığın çıkarımlara ulaşmak için elinde done olmadığını söyledim. demek ki bilgi sahibi olmadan benim hakkımda/yazdıklarım hakkında fikir sahibisin. yanlış çıkarımlara varıyorsun bu sana ifade edildiğinde bu çıkarımlara nasıl bir düşünce süzgecinden geçirerek ulaştığını açılayamıyorsun.

hala "bülent arınç ın ağlamasına tepki" diyorsun "ensest" diyorsun. ne diyeyim okuduğunu anlamaktan acizsin!

neyse güzel kardeşim gönlün olsun. senin eşeğin önde yürüsün "ağır bir ders verdin bana".
sen beni güldürdün allah da seni güldürsün.

edit: son cümlede "ağıt" değil "ağır" olacak yazım yanlışı düzeltildi.
iyidir, sıkıdır...
bir köşe yazarı gibi tüm yazdıklarını takip ettiğim emek veren yazar. kalemine sağlık dostum.
son kurgu hikayesi aşağıda olan yazar.

--------- kötü biri olmak -----------

insan neden kötü olur? Kötü bir çocukluk mu? Tacize uğramış olması mı? ailesi yüzünden mi? yoksa kötü bir çevrede yetişmesi mi? bu sebepler çoğunuzun aklına ilk gelenlerdir. Bence sebebi daha basittir:

Kötülük yapmaya fırsat bulmasındandır.

Yaptığı kötülükten çıkar sağlıyorsa (ya da en azından yaptıkları yanına kar kalıyor hesabı sorulmuyorsa) bu zamanla karakter halini alır. En azından bende öyle olmuştu.

Ortaokul ikinci sınıfı bitirdiğim senenin yazıydı. iyi hatırlıyorum çünkü vücudumdaki değişikliler iyiden iyiye hissediliyordu. Sakallarım çıkmış, sesim kalınlaşmış, koltuk altlarım ve cinsel organımın çevresi kıllanmaya başlamıştı. Olur olmaz zamanda erekte oluyordum. Bunu çevremden saklamak için şekilde şekle giriyordum. her sabah neden erekte olmuş bir halde uyandığımı ya da geceleri kamyon devirmiş olmamı anlamlandıramıyordum.

Kapı komşumuzu da alarak iki aile denize gitmiş, büyük bir Çadır kurmuştuk. Akşamları ortasına çarşaf gerildiğinde iki göz oda gibi olan bir çadırdı. Babamla galip amcanın çokça rakı içtiği bir akşamdı. Onların muhabbeti uzayınca çocukları yatmaya göndermişlerdi. Ben ve kardeşim nuri çadırın bizim olan yarısında galip amcaların kızı melike diğer yarısında uyuyordu. babamın galip amcanın koluna girerek de olsa onu çadıra getirdiğinde çıkan seslere uyandım ama geri uykuya daldım. Sonra babam annemi çadırın bizim tarafımızda duran köşesine yatırdığında uykum bir daha bölündü. Babam da benim ve çadırın ortasındaki çarşafın arasına yatmıştı.

Gece ne olduysa uyanmıştım. Büyük ihtimal çişim gelmiştir. Her gece çişe kalkardım. Tam kalkmaya yelteniyordum ki babamın şortunun aşağı sıyrılmış olduğunu ve ortadaki çarşafı babamın omuzlarında doğru gelmiş olduğunu gördüm. Çıplak olan poposu bir öne bir geriye hareket ediyordu. Etrafımı kolaçan ettim. içkiye dayanıksız olan annem ve uykusu ağır kardeşim horul horul uyuyordu. Aslında olanları dikkatle izlemek istiyordum ama yan dönmüş babam ve onun omzuna dökülen çarşaf yüzünden hiç birşey göremiyordum. Yakalanma korkusuyla kıpırdayamamam ve babamın poposuna bakmak istememem nedeniyle gözlerimi kapadım. Böylece seslere daha çok konsantre olabiliyordum. Duydukça da Erekte oluyordum. Babam melike yi mi naciye teyzeyi mi beceriyordu acaba? Meraklanmıştım...

Babamın işi bittiğinde pijamasını üstüne çekti. birazdan döneceğini anlamıştım. Uyuyor numarası yapabilirdim.

Ama yapmadım...

Doğrudan gözlerinin içine baktım "ne yaptığını biliyorum" der gibi. Babam önce bir irkildi. Birşeyler açıklamak için ağzını açıyordu ki sırtımı dönüp yatıyor numarası yaptım. Kızsam mı? kapris mi yasam? Yoksa anneme mi söylesem? Anneme söylersem ailemiz dağılır mıydı? Karasızdım. Tüm bunları düşünerek uykuya daldım.

Ertesi sabah kimse uyanmadan kalkmıştım. Sabah erkenden henüz sahilde kimse yokken denize girmeyi seviyordum. belime havluyu sararak şortumu mayo ile değiştirdim. Kumsaldan denize doğru gidiyordum ki arkamdan babam koşturdu. Gözlerinin altı çökmüştü geceden bu yana uyumamış olduğu her halinden belliydi. "sen artık erkek adam oldun. Erkek adamlar sır tutar" vb. şeyler söylemeye başlamıştı ki daha fazla dinlemedim döndüm arkamı denize gittim. Babam gözümde küçülmüştü. Omurgasızlaşmıştı. Ben yüz vermedikçe onun daha çok ezilmesinden tuhaf bir zevk alıyor gibiydim. Bir süre sonra naciye teyze denize geldi. Üçgen şekildeki bikinisi büyük memelerinin yalnızca yarısını kapatabiliyordu. Açıkta kalan kısımların beyazlığı geri kalanı hakkında fikir veriyordu. Sabahın erken saatlerinde buz gibi olan suyun etkisi ile ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu ve göğüs uçlarının belirginleştiğini seçebiliyordum. Gözlerini gözlerime dikmiş kendinden emin bir şekilde geliyordu. "Dün gece gördüklerin aramızda kalması için ne istersen yaparım" dedi.

"demek melike değilmiş naciye teyzeymiş. Acaba ne kadar zamandır birlikteler? Anneme bunu nasıl yaptılar?" şeklinde düşünceler zihnimi işgal ediyordu. Teyze bildiğim bu kişiye "orospu, fahişe, kaltak" diye bağırıp hakaret etmek istiyordum. Tüm bu düşünce buhranı içinde ağzımdan tek kelime çıktı.

"Meme"

Naciye teyzenin Dudakları sağ yana doğru asimetrik şekilde kıvrıldı. Gülümsüyordu. Elde etme, kafalama, kendine güvenme, küçük görme ve kendini beğenme ile karışık bir gülümsemeydi bu.

"babasının oğlu" dedi elleri bikinisine giderken. birkaç saniyeliğine bikinisini yukarı kaldırdı ve bende bıraktığı etkiden memnun bir şekilde arkasını dönerek sahile yüzdü.

O birkaç saniye yeni bir dünyayı keşfetmiştim. Ne güzel bir şeydi meme. Yuvarlak. Estetik. Bakmaya ve ellemeye güdüleyen. Cezbedici. Bizim zamanımızda internet yoktu. Dergiler vardı. Dergilerde bundan daha estetik olanlarını da görmüştüm elbet ama. Bu canlıydı karşındaydı. Bir de aileden bildiğim bir kişinin memeleriydi. Kendimi yasak meyveyi yemiş gibi hissediyordum. doğal olarak erekte olmuştum...

Tatil dönüşü babamın aylardır yalvarmama rağmen almadığı 18 vites bisikleti hediye etmesiyle tatilde hayatının dersini aldığımı anladım. Bilgi güçtü. insanların zayıflığını/hatalarını/korkularını bilmek ise getirisi olan karşı konulamaz bir güçtü.

Babamla çadırdaki geceyi hiç konuşmadım. Elimdeki kozu sürekli hatırlatarak onu bezdirmek istemiyordum. Gerçekten gerekli olursa kullanacaktım. Ayrıca ben mesafeli durdukça ve babam benden çekindikçe naciye teyzeyi daha fazla bana itiyordu. Naciye teyze pasta börek yapıp beni çağırıyor. Çay doldururken göğüs dekoltesinden memelerini dikizlemem için fırsat sunuyordu. Ara ara memelerini okşamama izin veriyordu. Hatta bir kez emmeme bile izin vermişti.

Son zamanlarda beni kızı melike konusunda cesaretlendiriyordu. Melike'nin benden hoşlandığını söyleyerek beni ince ince işledi. Bir gün beni eve çağırdığında memelerini açtı ve okşamamı istedi. Şaşırmıştım. Çünkü genelde ben ısrar ederdim. ilk kez kendiliğinden izin veriyordu. Melike'nin banyoda olduğunu söylerken beni ilk kez dudaklarımdan öptü. iyice erekte olmuştum patlama noktasındaydım. Bunu anladığında "ben bir anne bakayım geleyim seni merak etmesin. Sen de sakın ha anahtarı yok diye kapı deliğinden melikeyi izleme" dedi. Mesajı almıştım. bir an bile düşünemedim. Şartlanmış bir şekilde banyo kapısına doğru ilerledim. Ne Giriş kapısından banyo kapısının görüldüğünü ne de naciye nin kapıyı kapatmadığını farketmedim bile. Kapı deliğinden melike nin tazecik vücudunu körpecik memelerini izliyordum.

Elimin kasıklarımda olduğunu annemin evhamlı çığlığı ile farkettim. "oğlum napıyorsun sen?"

bu kelimelerle başladı annemin günler süren psikolojik çöküntüsü, naciye teyzeden durmaksızın özür dilemeleri, onun yanında ezildikçe naciye teyzenin kırılgan ama affedicilikle yoğrulmuş mağrur tavrı, bana "melike nin kardeşim sayıldığı" yönündeki öğütler...

Elimdeki koz gitmiş hatta zararlı çıkmıştım. Bu saatten sonra naciye teyze ile babamın yediği haltı anlatsam bile inandırıcı olmayacağını biliyordum. Artık "küçük sapık" muamelesi görüyordum. annemler yattıktan sonra tv'de film bile izliyor olsam nöbetleşe annem ve babam gelip porno film izleyip izlemediğimi kontrol ediyorlardı. Babam bile rahatlamıştı. Hayatımın ikinci dersini almıştım. elindeki kozu kaybedersen eskisinden de beter olursun!

Gözüm erken açılmıştı fırsatları kollamayı öğrenmiştim. Bir sürü hakkım cezam nedeniyle kaldırılmış olduğu için mecburiyetten odamda ders çalışıyordum. Bu beni bayağı geliştirmişti. Orta 3 ün ilk sınavları geldiğinde önümde oturan ve matematikten hiç anlamayan asu'ya kopya veriyordum. Asu yıllardır zayıf gelen matematik dersinden ilk kez 4 almıştı. kaz gelecek yerden tavuk esirgmeyen asu sonraki sınavlarda kopya vermemi garanti altına almak için benimle yakından ilgileniyordu. geometri sınavından önceki gün. "Yarınki sınava hiç çalışmadım sana güveniyorum" dedi. "gönlümü yaparsan neden olmasın" demiş oldum. Nasıl olacağını sorunca onu dudaklarından öpmek istediğimi söyledim. "saçmalama" dedi. Ama önerimi düşündüğü gözlerinden belli oluyordu.

"Sadece bir öpücük ileriye gitmek yok" denilerek başlayan stratejik ortaklığımız asu nun teşekkür almasını benim de kadın vücudunu tanımamı sağladı. Yaklaşık 6 ay devam eden stratejik ortaklığımız Bana "kazan kazan" stratejisiyle de sonuca ulaşılabileceğini öğretti. ayrıca teklif etmek kötü birşey değildi. sen önerini sunuyor karşı tarafın cevabını bekliyordun. kötü birşey yoktu. fırsatları değerlendiriyordum sadece.

Ortaokul bitiminde asu nun babasının tayininin çıkmasıyla yine abaza günlerime döndüm.

Lise dönemindeyken annem dayımın düğün hazırlıkları için köyümüze gitmişti. Ben de annemin yokluğunu fırsat bilip eve geç geliyordum. Bir gün eve erken gelesim tuttu. Kapıdan girip de converse leri gördüğümde nuri nin eve kız attığını anladım. "Sarılmış romantizm yapıyordur salak içeri gireyim de korkutayım" diye düşündüm. Odasının kapısını açıp girdiğimde ikisinin de üstleri çıplak altlarında kotları olduğu halde seviştiklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde korkudan ölecek gibiydiler. Yanakları acaba panikten mi kızarmıştı yoksa biraz önce yaşadıklarından mı? kızı tanımıştım arka apartmandaki komşunun tombul kızıydı nuri ile aynı sınıfta okuyorlardı. nuri "abi ocağına düştük. Kimseye söyleme" diye yalvarmaya başladı. Ulan kimseye söyleyeceğim yoktu zaten ama onlar bu kadar tırstıkça kötü reflekslerim harekete geçiyordu. Ben umursamamaya çalıştıkça nuri ısrarla özür diliyordu. Gaza geldim. Fırsat bu fırsat deyip nuri yi omuzlarından tutup ayağa kaldırdım. Elimin tersiyle bir tokat attım ikisinin de korkusu panik derecesine ulaştı. Kolundan tutup dış kapıya doğru sürüklerken "siktir git lan parkta beni bekle. O zamana kadar yediğin boku düşün. Ben (içerdeki orospuyla) konuşup geliyorum" dedim.

Nuri ikiletmedi. Odaya geri döndüğümde kız üstünü giymeyi bile akıl edememişti. Bıraktığım gibiydi. eminim ki kılını bile kıpırdatamamıştı.

- çömez bir hatun - check
- o hatunu korkutacak koz - check
- süreci doğru yönetirsen herkes için (öncelikle ben tabi ki) kazan-kazan olması - check
- iş üstünde basılma riski (çok düşük) - check

ilk checklistimi zihnimde gözden geçirirken yüzümde şeytanca bir gülümseme belirmişti. Daha doğrusu bunu farketmemiştim. ilknur un gülümsememden korkarak çarşafın altında büzülmesi ile olmayacak zamanda gülümsemenin bağırmaktan daha korkunç olabileceğini öğreniyordum.

ilknur a yaşının daha küçük olduğu, cinsellik için erken olduğu, ailelerin bunu duyması sonucunda kötü olaylar yaşanabileceği vb. konularda nasihat verebilirdim. Bunu yapmak yerine hayatımın ilk ters ilişki deneyimini yaşamayı tercih ettim. Benim için zevk olan tecrübe ilknur için acı doluydu. Aynı olaya farklı gözlerden bakıldığında sonuçlar da farklı oluyordu. Hayat çok tuhaftı.

Lisedeki kalan 1.5 senede zaman zaman ilknur ile birlikte oldum. Artık nuri ile kaçamak yapmalarına da bir şey demiyordum. ilknur hem nur iyi hem beni idare ediyordu ama hiç de pişman değildi. Ben de aynı şekilde kardeşine destek olan, sırrını tutan "kral ağbi" rolü ile "kayan ağbi" rolleri arasında gidip gelmekten sapıkça bir zevk alıyordum. Bu durum lise bitene kadar devam etti.

Zamanla ilknur boy attı ve kilo verdi. Gerçi tombul bir kızken bile iyi iş görüyordu. Bu süreçte ağzını, dilini ve ellerini öyle bir kullanmayı öğrenmişti ki o zamandan bu zamana bu kadar iştahlı oral seks yaşamamıştım. Bu da bir dersti. Beklenmedik insanlardan sürpriz faydalar sağlayabilirsin. Elinden koz varsa çirkin/güzel demeden kullan. Hem ben adil bir adamdım. Çirkin diye ayrımcılık yapamazdım.

Ortalama bir şehirde ortalama bir üniversiteyi kazanmıştım. Aslında kız arkadaşlarım da vardı. Kızları elde etmeyi de öğrenmiştim. Strateji kurabiliyordum. Bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyor, tuhaf hallerimle onları mutsuzluğa itiyor, sonra şefkatli sevgili rolünü oynuyordum. Birisiyle beraberken en güzel şey başka bir kızın peşinden koşmaktı. mevcuttakine yakalanacağım elde etmek istediğime çaktıracağım korkusu, yenisini elde edip edemeyeceğimin belirsiz olması tuhaf bir zevk veriyordu. Eski kız arkadaşlarımda deneme yanılma yöntemiyle edindiğim taktikler işe yaramadıkça her kıza aynı taktik yapılmayacağını kızın karakterine göre taktikleri rötuşlamam gerektiğini de öğrenmiştim.

Bir gün proje ödevi ile ilgili hocaya bir şey sormaya gidiyordum ki aralık kapıdan enteresan bir konuşmaya şahit oldum. Hocanın sesiydi "sen kariyerini yakmak mı istiyorsun nuran? işsiz kalındığında iş bulmak ne kadar zor biliyor musun? Sana bir şey olursa annen ve kardeşine kim bakacak? Hadi yüksek lisans tezinde intihal yaptın bir şey demedik. Seni koruduk kolladık. Mutlu ettik. Sen de canımız istediğinde bizi mutlu edeceksin."

"Vay amk. Hocaya bak. Asistanın pompacısı olmuş" diye düşündüm. Tıpkı yıllar önce babamın gözünün içine baktığım gibi gözlerinin içine dik dik bakmak istedim. Kapıyı bile vurmadan içeri girdim.

işte bu anı çok seviyorum. Panik, korku, konuşulanların duyulmadığına dair umut, şüphe, evham, iyi görünme çabası, mahzunluk çaresizlik yok yok anasını satayım. Tabi bunların hepsi nuran'dan okunanlardı. Hoca nispeten daha rahattı. Gözlerinden okunulduğu kadarıyla ne duyduğumu anlamaya çalışıyor, duymuş olsam bile sonuçlarını / sonraki adımları / nasıl inkar edeceğini hesaplıyordu.

Hoca atarlandı. "nasıl öğrencisin sen. Kapı çalınmadan hocanın odasına girilir mi? bir şey konuşuyoruz duymadın mı?" Fırçayla karışık olta atıyordu. "duydum hocam duydum. Hatta duymam gerekenden fazlasını duydum. Yürüyün nuran hocam daha fazla burada durmayalım" dedim. Bir ipte cambazlık yapıyorsanız tek dostunuz kendinize olan güveninizdir. Hoca kalakaldı. Asistan Nuran kuzu kuzu beni takip etti. Daha sonra söylediğine göre gözlerimdeki ifadeden korkmuştu. Okuldan çıkıp yürüdük. Yalnız kalacağımız bir yerde konuşmak istiyorduk. Bir parkta durduk. Nuran hoca gözleri dolu dolu anlatıyordu. Yüksek lisans tezi sırasında Turgay hoca danışman hocasıymış. Araları o dönem iyiymiş hatta hoca ev ziyaretine gelip annesi ile tanışmış. Yüksek lisans tezini hoca vermiş ve son kontrolü o yapmış. sonra tez savunması başarılı geçmiş. Nuran hoca doktoraya başlayarak asistanlığa devam etmiş. 1 yıl sonra yüksek lisans tezinde bir konuya bakarken alıntı yaptığı halde kaynak belirtmediğini anlamış. Nasıl düzeltebiliriz şeklinde danışmak amacıyla turgay hocaya gitmiş. Turgay hoca "bu artık yayınlandı ve bir kopyası yök'te. aman kimse duymasın yoksa intihal nedeniyle akademik kariyerin biter" demiş. Kendi ellerimle kendimi yaktım diye devam etti nuran hoca. Bu olaydan sonra turgay hocanın kendisine olur olmaz işler yaptırdığını, üzerindeki baskıyı artırdığını, zamanla tacize başladığını, en son da birlikte olmaya zorladığını anlattı. "Biliyor musun onunla birlikte olduğumda ben daha bakireydim" dedi. O günden beri kendinden nefret ediyormuş ama ailesine bakmak zorunda olduğundan işini bırakamıyormuş. Son 1 yıldır üniversiteye yakın ev tuttuğunu, bu evde birlikte olduklarını üzerinde her türlü fanteziyi denediğini artık bıktığını ama doktora tezini vermeyi beklediğini sonra başka bir üniversiteye geçeceğini anlattı.

Usulca dinledim. Sonra birkaç soru sorup ayrıntıları aldım. Tuttuğu evin anahtarının bir kopyası olduğunu, genelde Perşembe akşamları 18:30 da buluştuklarını, önce kendisinin eve gittiğini arkasına hocanın geldiğini, hocanın ailesine tezsiz yüksek lisans olduğunu söyleyerek diğer günlerde olduğu gibi saat 22:00 civarı evine gittiğini, hocanın değişik fantezilerinin olduğunu ve kendine lise üniforması giydirdiğini öğrendim.

Bugünden sonra belki korkar seni tekrar aramaz ama ararsa bana haber ver dedim. ilk perşembe aramadığını sevinçle haber verdi bana nuran asistan. Bunu okula yakın bir barda birer bira ile kutladık. ikinci hafta Perşembe günü öğle sonu kantinde otururken nuran yanıma gelmişti. Yüzü düşmüştü. "ben bu beladan kurtulamayacağım. Benim kaderim bu" dedi. Sakin olmasını ve dediklerimi harfiyen uygulamasını söyledim.

Bu sefer hocayla tecavüz fantezisi yapacaklardı.

Nuran'ın "bugün değişik bir şey yapalım. bana zorla sahip olun. Ben direneceğim. bugün de böyle olsun" dediğini yan odadan duymuştum.

Ben Kamera kaydına başladığımda nuran "hocam bu kez son değil mi? yeter artık dayanamıyorum" diyordu. Hoca nuran'ın üzerinde gidip gelirken "ben istediğim kadar devam edecek. Benimsin" diyordu. Nuran'ın yalvarmaları arttıkça hoca kendini rolüne fazla kaptırdı. Gittikçe hoyratlaşıyordu. Nuran'a tokat atıyor, küfür ediyor, ısırıyor nuran'ın acı içindeki çığlıklarının zevk çığlığı olduğunu düşünerek sapık fantezisini iyice abartıyordu.

Hoca işini bitirip sırt üstü yatana kadar kayda devam ettim. Hoca üzerinden kalkana kadar nuran'ın ne halde olduğunu anlamamıştım. Nuran'ın vücudunun bazı kısımlarında morarmalar başlamıştı. Bu görüntü bana bile ağır gelmişti. Daha fazla dayanamadım. Evden dışarı çıktım. Hızlıca hareket ettim. Eve gidip görüntünün bir kopyasını taşınabilir belleğe attım. Cd ye iki kopya aldım. Bir kopyasını zip'leyip şifreli bir şekilde internetteki bir sitede sakladım. Sonra kopya cd lerden birini ve kamerayı alarak hocanın aşk yuvasına geri döndüm.

Apartmanın girişinde oyalanırken düşünüyordum. "kötü biri olmanın okulla, yaşla ya da kariyerle alakası yoktu. Kötü biri olmak kötülük yapmaya fırsat bulmakla alakalıydı. O fırsatın cazibesine takılan herkes 'iyi' olmaktan çıkabilirdi. Belki de tam tersi doğruydu. 'iyi' olan insanlar kötülük yapmaya fırsat bulamayanlardı."

Normal şartlarda hocanın 21:30'a kadar kaldığını öğrenmiştim. Ama bugün performansından memnun kalmış olacak ki her zamankinden bir saat önce apartmanı terk ediyordu. Geri dönebileceğini düşünerek 15 dakika daha bekledim. Bu sürede nuran da dışarı çıkmayınca ben eve yöneldim. Dış kapıyı açıp da içeri girdiğimde dağınık bir oda, gelişigüzel atılmış birkaç tane prezervatif, kan ve sperm izlerinin bulaştığı bir çarşaf ve her ne kadar bakmak istemesem de nuran'ı gördüm.

Sırt üstü yatmıştı, sağ ayağı dümdüz uzanıyordu, sanki ritim tutuyor gibiydi bir sağa bir sola hareket ediyordu. Sol ayağı basenden dize kadar dışa doğru çıkıktı izden kırılarak sağ ayağa doğru yaklaşıyor nedeyse bir üçgen oluşturuyordu. Basenlerinin iç kısımlarına ve kadınlığının den geldiği yerdeki çarşafta açık renk kan izleri vardı. Göbeğinde ve göğüsleri üzerinde terle karışık sperm izleri vardı. Göğüsleri ve boynundaki morluklar bariz belli oluyordu. Yüzü; ağlamaktan, akan makyajından, terden ve spermden ötürü korkunç gözüküyordu. Ayrıca yediği tokatlar nedeniyle göğüslerindeki ve boynundaki kadar olmasa da açık renk bir morarma söz konusuydu. Ağlamaktan kızarmış gözlerini tavana dikmiş kırpmadan bakıyordu. Geldiği mi fark etmedi mi umursamadı mı anlamadım. Yanına gitmek için adım atıyordum ki midemde kaynayan volkanın harekete geçtiğini anladım. Kendimi tuvalete zor attım. Bir süre kustuktan sonra çıktım. Odaya girdiğimde nuran aynı halde duruyordu. Ritim tutuyormuş gibi bir sağ bir sola hareket eden sağ ayağı haricinde kıpırdamıyordu. Yanına gittim. Başını kendime doğru çevirdim. Şokta gibiydi. Bakıyor ama görmüyordu.

Doğrulttum. Koluna girdim. Banyoya götürüp küvete uzanmasını sağladım. Duş başlığından suyu akıtarak su ılıyana kadar bekledim. Sonrasında üzerine su tuttum. bir süre bekledikten sonra küvetin gider kapağını kapadım. Küvet ılık su dolana kadar bekledim. Sabun bezi yardımıyla nuran'ın vücudunu sabunladım. Omuzlarına masaj yaptım. Sanki ılık su gözlerindeki donukluğu da çözmüştü. Şoktan çıkıp kendine geldiğinde kafasını kaldırım yüzüme baktı. Sonra hıçkıra hıçkıra çocuk gibi ağlamaya başladı. "Geçti. geçti. Bir daha yanına yaklaşamayacak" diye teselli ettim. Her an Kırılacak bir dal gibi geldiğinden midir yoksa ateşi körükleyip hocayı iyice azdırmam nedeniyle nuran'ın durumundan kendimi sorumlu tutmamdan mıdır bilinmez gözlerim gözyaşlarımı daha fazla zapt edemedi. Beraberce ağladık.

Sonra kaldırdım onu kapı arkasındaki havlu temiz mi diye umursamadan ona sardım. Nuran'ın da havlunun temizliğini umursadığını sanmıyordum. Yavaşça kuruladım. Bir annenin yavrusuna davrandığı gibi onu incitmemeye çalışıyordum. Nuran'ı banyodan çıkarıp küçük odaya geçirdim çekyatın üstüne yatırdım. içerideki yatak daha rahattı ama nuran'ın yaşadıklarını hatırlayıp şoka girmesi riskini göze alamazdım. Çantasında kremi olup olmadığını sordum. Evet deyince kremi alıp morluklar üzerine sürmeye başladım. Yaptığımın morluklara bir faydası olup olmayacağını bilmiyordum ama nuran için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum ve elimden bir tek bu geliyordu. "Uyu istersen" dedim yanından kalkmaya yeltenirken "gitme" diyerek sarıldı. "yanımda yat" dedi. Yanına uzandım. Banyoda kotum ıslanmıştı. "Kotumu çıkarabilir miyim?" diye sordum. Bir şey demedi. Kotumu ve üzerimdeki gömleği çıkardım üzerimde sadece boxer olduğu halde yanına uzandım. O ise çıplaktı. Sırtı bana dönüktü. Arkadan onu sardım. Tenim tenine değdiğinde küçük bir çocuk gibi iyice sokuldu bana. Elleriyle onu sardığım kolumu tutup, için için ama sarsılarak ağlıyordu.

O gün kendime şaşırdım. Bütün akşam karşımda çıplak bir kadın olmasına rağmen en ufak bir ereksiyon kıpırtısı bile yaşamamıştım. Bu nuran'a acıdığım için mi böyleydi? Yoksa son yıllarda cinsel tecrübemi artırdığım için miydi? Sebebini bilmiyorum . Bu arada "tenin ilaçtır" sözünün ne derece doğru olduğunu anladım. Sabah ben günahlarımdan, Nuran da kötü anılarından kurtulmuş şekilde uyanmıştık.

Gözümü açtığımda bana gülümserken buldum onu. Ben de gülümsedim. "sen çok iyi bir insansın" dedi. "ben sandığından çok daha kötü bir insanım" diye karşılık verdim. "inanmam" dedi. Bunu öyle bir imanla söylemişti ki ben bile bir an acaba iyi bir insan mıyım diye düşündüm. "Madem gaza getirdin dur sana bi kahvaltı hazırlayayım" diyerek ayağa kalktım. Ayağa kalkıp da hadi sen de kalk der gibi elimi uzattığımda yatakta çıplak bir kadın olduğu hatırladım. Utandım başımı başka yere çevirdim. Akşamdan çıkardığım gömleğim vardı onu uzattım. Giyindi. Süper mini bir eteğin kapatacağı kadar kapatmıştı bacaklarını. üstten iki düğmeyi açık bıraktı. Dönüp baktığımda çok seksi geldi bu hali. "Ulan gerizekalı biraz önce yanında çıplaktı o zaman göğüslerin tamamına bakmadın da şimdi bir kısmını görüp etkileniyorsun" dedim kendi kendime. Elele tutuşarak holden mutfağa doğru yürüyorduk ki dün geceki olayın yaşandığı yatak odası önünde kala kaldığını gördüm. Yavaşça kapıyı kapattım "unut bu odayı, bugün bitecek" dedim. Mutfağa geçtik bir sandalyeye oturttum onu. Buzdolabına baktım tamtakırdı. Tekrar odaya döndüm kotu giydim. Üzerime alacak bir şey var mı diye bakındım ama yoktu. Mutfağa döndüm. "bakkala gideceğim de gömleği..." diyebildim. "beni soymak mı istiyorsun?" dedi. "yok ben şey bakkala çıplak gitmeyim..." diye saçmalarken çok aptalca göründüğümü nuran'ın da bana güldüğünü fark ettim. Ayağa kalktı gözlerini gözlerimden ayırmadan tek tek gömleğin düğmelerini açtı. Gömleği bana uzatırken kızardığımı hissediyordum. "hemen geliyorum" dedim. Bunu derken sonunda yutkunmasaydım iyiydi ya yapmış oldum bi kere. Cebimdeki para 4 yumurta 1 ekmek, 2 üçgen peynir, 1 margarin ve bir kutu poşet çay almaya yetti. Hızlıca yukarı çıktım.

Kapıdan girdikten sonra gömleği çıkardım tahmin ettiğim gibi üzerine bir şey almamıştı. Bu sefer ben gözlerini gözlerinden ayırmadan uzattım gömleği. O da yavaşça giyindi. Oynadığımız oyun ikimizi de keyiflendirmişti. "Biliyor musun? Ben annemle kız kardeşimin yanında bile üzerimi değiştirmem. iç çamaşırlarımla görsünler istemem. Ama senin yanında utanmadığımı fark ettim. Bilmiyorum belki de beni en kötü halimle gördüğün içindir bu belki de sana güvendiğim içindir" dedi. Kendimle gurur duymuştum...

Yumurtaları kızartıp sallama çay ve peynir eşliğinde yaptığımız kahvaltıyı şimdi bile hatırlıyorum. Çanakkale savaşı öncesi üzüm hoşafı ve ekmek yiyen askerler gibi onurlu ve gururlu hissettik kendimizi. Yokluğu paylaşmanın varlığı israf etmekten zevkli olduğu zamanlardandı.

Kahvaltıdan sonra nuran'a sağlık raporu aldık. Hemşirenin morlukların sebebi benmişim gibi beni kesmesi biraz gıcık etmişti ama. Annesine telefon açıp kongreye gideceğini bir hafta olmayacağını söyledi. benim öğrenci evine geçtik. Ev arkadaşıma 1 hafta başkasında kalmasını söyledim.

Sonra okula doğru yürümeye başladım. Adım adım hesaplaşmaya gidiyordum. Birazdan kuracağım cümleleri düşünüyordum. dik dik konuşup aynı şekilde hocanın gözlerinin içine mi bakacaktım? Tehdit mi edecektim? Sinirli mi yoksa şeytanca gülümseyen tavrımı mı takınacaktım? Blöf yapıp kıvranmasını mı seyredecektim? Kurbanına hangi aletle işkence edeceğine karar veremeyen cellat huzursuzluğu yaşıyordum.

Okula geldiğimde direkt odasına çıktım.

Kapıyı vurmadan girdim. Bilgisayar başında oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu Yüzüme küçümser bir tavırla baktı. "Şimdi meşgulüm sonra gel" dedi. Elimdeki cd yi yukarı doğru kaldırarak masasına doğru yanaştım. Masanın önündeki sandalyeye kurulurken Cd yi yavaşça masaya bıraktım. "Nuran hoca bunu izlemeni istedi" dedim. Nuran'dan bir şey aldığını bilmek merak uyandırmıştı. Kamerada kendini nuran'ın üzerine abanmış halde görünce panikledi. "Sesini kıs" dedim emredici bir şekilde. Panikle sesi kısmaya çalıştı birkaç saniye sonra gerçekleştirdi. Elleri titriyordu. "Nasıl eserinden memnun musun? Kız 1 hafta rapor aldı. Her tarafı morardı" dedim. Bir şeyler söylemek kendini savunmak istiyordu ama yaptıklarını telafi edecek bir söz yoktu. O özür için çırpındıkça sözünü hiç kesmedim. Acı içinde kıvranmasını belli belirsiz bir tebessümle dinledim. Hareketlerimde hocayı sinir ediyor daha fazla paniğe sürüklüyordu. Sıkıldığımda sözünü kestim. "Şimdi sana ne yapman gerektiğini söylüyorum" diyerek başladım. "öncelikle nuran'ı unutacaksın. tez danışmanlığından ayrılacaksın. Senin ayak işlerini yapması için başka bir asistan isteyeceksin. Nuran ile hiçbir şekilde iletişim kurmayacaksın" diye devam ettim. Gözünden yaşlar geliyordu. Ne desem kafa sallıyordu. Uslu bir bobi olmuştu. "Söz ne dersen yapacağım söz. Bir daha rahatsız etmem" diye sayıklıyordu.

"Son olarak yaptıklarının bedeli olarak haftaya cumaya kadar 130 Bin TL hazırla" dedim. "çok para. nasıl bulurum? Biraz indirim yap. Biraz süre ver" şeklinde biri dizi talebini umursamaz bir şekilde dinlemenin hazzını size anlatamam. Hayattaki roller ne kadar kolay değişebiliyordu. Bu olay olmasaydı. Belki de ben sınav kağıdımı 5 puan artırsın diye yalvarıyor olacaktım. "bu parayı yardım olarak vermiyorsun, bu parayla özgürlüğünü satın alıyorsun" dedim. Sonra hocayı çıldırtan bir yavaşlıkla ama kendimden emin bir şekilde doğrularak çıktım ve kapıyı ardımdan çarptım.

işler beklenildiği ve olması gerektiği gibi gitti. hoca dersini almış, harfiyen uyguluyordu. Hoca nuran'ın tez danışmanlığından ayrıldı. Nuran'ı başka bir hocaya asistan yaptılar. 130 Bin TL'yi teslim aldık. 110 Bin TL'si ile Nuran'a üniversiteye yakın mütevazi bir ev aldık. Artık ailesine bakma baskısını daha az hissedecekti. 20 Bin TL'si çeşitli masraflara, bakım ve onarıma ve eşyalara gitti. nuran'ın raporlu olduğu 1 haftalık süreçte başlayan yakınlığımız gittikçe arttı. Adını koymamıştık ama beraber olmaktan mutluyduk. Ben de hayatımda ilk güvenilen ve iyi biri olduğumu hissediyordum. Yaptıklarımla gurur duyuyordum.

Ama bazen Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya işte o imansız ben olduğumu hatta Hoca kötüyse kendimin şeytanın ta kendisi olduğum düşünüyordum. Böyle düşündüğüm zamanlarda hocaya hırsımın henüz geçmediğini anladım. Okulda ara ara koridorda karşılaştığımızda, daha doğrusu o beni görsün diye onun karşısına çıktığım zamanlarda onun kanının çekildiğini, yüzünün bembeyaz olduğunu, panikle yolunu değiştirdiğini görmek bana zevk veren küçük oyunum olmuştu. Dönem dönem yaşattığım bu sancılar da beni kesmez olmuştu. Bir gün hocanın yanında lise üniformalı bir kız olduğu halde merdivenlerden indiğini gördüm. Yanına gittim. "Hocam nasılsınız?" dedim "iyiyim" derken tedirgindi. Kıza doğru baktığımı görünce "kızım ayla" diye açıklamak zorunda hissetti. Ayla'nın gözlerinden gözlerimi ayırmadan "hocam çok güzel bir kızınız varmış" dedim. Ayla Kendinden büyük bir erkek tarafından beğenilen liseli kız tepkisi verdi. Hoşuna gitmişti. Hoca ise kızına gülümsememle büyük bir huzursuzluk duydu.

Onun benden huylanması mıydı beni motive eden yoksa yaptığının cezasını almadığına dair adalet inancım mı bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şe var ki bu liseli kızı arzulamıştım. Nuran ile sevişirken bile onu düşünür olmuştum. Hatta birinde kendimi çok kaptırmış ve hırçınlaşmıştım ki nuran beni durdurmak zorunda kaldı. Bu dürtü beni kemiriyordu. Hoca yaptıklarının cezasını çekmeliydi. Tanrının gazabı olan ben bu cezayı yaşatmalıydım ona.

Ayla'nın üniforması ile aynı üniformayı kullanan üniversiteye yakın bir lisenin önünde ayla'yı bekliyordum. Bir süre sonra arkadaşlarının yanında onu gördüm. Okuldan çıkmış üç kız yürüyorlardı. Yaklaşıp selamlaştım. Ayla'da beni gördüğüne sevinmişti. Bir süre beraber yürüdükten sonra ayla'nın yanındaki iki kızın bizden ayrılmasıyla daha derin daha eğlenceli bir sohbete daldık ayla ile. Sonrasına ayla ile telefonlarımızı birbirimize verdik ve evlerinin önünde ayrıldık. Ayla'ya babasına (turgay hoca) selamımı iletmesini söyledim. Kızıyla ilgilendiğimi bilmesini ve başına geleceklerden korkmasını istiyordum.

Ertesi gün dersteyken bir öğrenci beni turgay hocanın çağırdığını söyledi. kapısını çalmadan lakayt bir şekilde odasına giriyordum ki benim yakamdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Kapıyı kilitledi ve konuştu "bana bak. Ben iyi bir insan değilim. Yaptıklarımdan pişmanım ve cezamı çekiyorum. Elinde koz var bana ne istersen yapabilirsin. Ama kızımdan uzak dur. Yoksa yemin ediyorum. Yaşatmam seni".

Bu konuşmadan farklı bir şey öğrenmiştim. Mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktu. insanlar bazı insanlara kötülük yaparken diğerlerine karşı şefkatli ya da fedakar olabilirlerdi.

yine de hocaya olan hıncım geçmemişti. Hoca yine yerini bilmemişti. Ona bir ders gerekiyordu. Ömrü hayatınca unutamayacağı bir ders...

birkaç hafta sonrasıydı. Kızın bedenine uygun bir iç çamaşırı aldım. Tam da noktasına birkaç damla kan damlattım. Akşam tezsiz yüksek lisans dersinin bitmesine yakın bir zamanda (21:30 civarı) bir poşet içinde paket yaparak hocanın kapısına astım. Hoca dersten çıktığında bir alt katın merdiven boşluğundan onun odasını kesiyordum. Hoca hediyemi gördü alarak odasına geçti, kapıyı kapattı. Birkaç saniye sonra "hayııııırrrrrrrrrrr" şeklinde çığlığını duydum. Benim için operasyon tamamlanmıştı. Zevkten dört köşe bir şekilde okuldan dışarı çıktım. Fakülteden ana caddeye çıkana kadar yürümem gereken birkaç yüz metrelik yol vardı. Ağaçlarla çevrili ve bu saatte yer yer karanlık olan yolda hilal olan ayın ışığında keyifli bir şekilde yürüyordum. "seeeennnnn" diye bir haykırış duydum dönmemle soğuk metalin karnımdan içeri doğru süzüldüğünü hissetmem bir oldu.

Hiç bıçaklandınız mı bilmiyorum ama bıçak derinizi ilk kestiği anda bir acı hissedersiniz. Bu acıyla kasılırsınız bıçak vücudunuzdan içeri doğru ilerledikçe farklı bir acı hissetmezsiniz. Çünkü olan biteni algılayamamış anlamdıramamışsınızdır. Birkaç saniye sonra kesilen iç organlardaki kan dışarı çıktığında ve iç organlarınız doğrudan hava ile temas ettiğinde yanmayı duyarsınız. Bıçak sokulduğu yerden çıkarıldığında sanki etiniz tırnağınızdan ayrılıyordur.

işte bu kadar! birkaç dakikalık kan kaybım sırasında hayatıma dair gözümün önüne gelenler bunlar. Pek de matah bir hayatım olmamış. Kan kaybımı durdurmam lazım ama elimizi üzerime koydum. T-shirt ümü kesilen yere doğru tampon yapmaya çalıştım ama nafile.

Bugün yeni bir ders almıştım. kapana kısılan kediyi yeterince sıkıştırırsan seni tırmalardı. Tırmalamıştı pezevenk ama ne tırmalama delmişti beni orospu çocuğu. Hem de kantincinin ekmek bıçağı ile delmişti. "madem kediyi iyice sıkıştırdın arkanı niye dönüp gidersin be adam! bu da bana ders olsun" dedim kendi kendime. Sonra dediğimin saçmalığına bakarak güldüm. bu son gülüşüm müydü acaba?

Kan kaybım arttı. Ayaklarım uyuştu. Üşüyorum. parmak uçlarım soğumaya başladı. Ölüm ürperterek geliyormuş. Şimdi şehadet mi getirsem acaba? Hıh kimi kandırıyorum? Yıllardır alnım secdeye değmedi. Bulduğum her fırsatta her türlü piçliği yaptım. Allah'ım canımı al n'olur. al canımı. Yoksa sen de biliyorsun. Yaşarsam sikeceğim o kızı...

----------- son ---------

diğer hikayelerim (bkz: the barz/#18577774) kurgu hikaye kısmında
(#19213398) numaralı entry'sini işte budur üstat listeme almış bulunmaktayım.
bu yazar başka yazar.
kafasında filler sikişen yazar. (bkz: gemide)

-------------

bu sabah bok gibi kalktım. nasıl suratsız, nasıl bet... gözüme bakanlar gözünü kaçırıyor.
sadece bir rüya mıydı beni bu hale getiren? bir rüya... inanması zor ama evet.

aynı rüya nasıl
- unuttum denilen kişilerin unutulmaz olduğunu,
- takmıyorum dediğin şeylerin derin yaralar bıraktığını,
- gömdüm dediğin soru işaretlerinin beklenmedik bir anda hortlayabileceğini
ispatlayabilir?

peki ben nasıl bir gün melek iken bir gün şeytan oluyorum.
yok yok şeytan olmuyorum aslında. ölsem gitsem şeytanın bile beni ayakta karşılayıp tahtını bırakacağını düşünüyorum.
kötülük yapmaktan kaçınırken nasıl bir anda kötülük güneşine dönüşüyorum? rastgele ışınlarıma denk gelenler zehirleniyor.

bir gülümseme ne zamandan beri kötü birşey?
dertleri dinleme/paylaşma ne zamandan beri günahların en büyüğü?
nezaket ne zamandan beri cehennemin kapısı??
yoksunlukları gidermek ne zamandan beri günahların en affedilmez olanı?

----------
devlet görevlisi olmayan yazar.
birkaç defadır özel mesajdan yazılınca artık yazmam farz oldu.
gerçi böyle deyince de kendini gizlemeye çalışıyor derler. neyse ne.

arkadaşlar sadece açık istihbarattan (internet-gazete) faydalanarak çıkarımlar yapmaya uğraşıyorum.

burada paylaştığım haberlere bakıyorum.
(bkz: abdullah öcalan ın milletvekili olması/#18466768)
(bkz: kamuoyu oluşturma/#18467003) öcalan'a yönelik

bunların ardındaki gizli amacın ve yürütülen kampanyanın bu olduğu

(bkz: kamuoyu oluşturma/#18560147) - öcalan a yönelik.

sonucuna ulaşıyorum.

aşağıdaki haberleri okuyor / yorumlarda bulunuyor
(bkz: bağımsız kürt devleti/#18466008)
(bkz: bağımsız kürt devleti/#18668669)
(bkz: kürtler kürdistan a/#18453393)
(bkz: kurt devleti kurulursa olacaklar/#18577254)

(bkz: muhafazakarlar ve kürtlerin yakınlaşma nedenleri/#18713067)
(bkz: muhafazakarlar ve kürtlerin yakınlaşma nedenleri/#18715296)

bu sonuca ulaşıyorum
(bkz: türkiye nin kürdistan ı ilhak etmesi/#18560654)
(bkz: yeni türkiye haritası/#19463978)

ha bir de yapılan açıklamalarda seçilen kelimeleri dikkatle inceliyorum.
(bkz: 25 nisan 2013 kandil toplantısı/#19478147)

unutmadan, gündem değiştirme çalışmalarını yutmuyorum.
(bkz: gündem değiştirme sanatı/#18462053)
(bkz: başımız her sıkıştığında bulunan cevherler/#18590387)
(bkz: akp nin iyi polis kötü polis taktiği/#19135451)
(bkz: rte nin tartışma aşkı/#19158259)

başka bir numaram yok yani.
Bütün düşüncelerine katılmasam da, çoğumuz gibi çalakalem yazmayan yazar. (#19500314)