bugün

son yazısı aşağıda olan yazar.

------------dayak yemenin dayanılmaz hafifliği----------

Erkekler genelde dayak yemezler. Ben de yemedim. Ondan "bir arkadaşın" anısını anlatacağım size ama izninizle birinci ağızdan anlatacağım.

-------------

"Çıkışta bekle" dedi. Davete icabet etmemenin ayıp olduğu zamanlardı. Misafirperver arkadaşlar bölünerek çoğalmış. Biri önde dördü arkasında olmak üzere beş kişi olmuşlar. Kadroyu sağlam görünce her mantıklı insanın yapacağını yaptım.

Ateşe körükle gittim. "Ben de seni delikanlı bilmiştim lan"

Birine lafı koydum. Beşi bir yerde bozuldu.

Cep telefonunun lise öğrencisinin elinde olmadığı zamanlardı ama "Word of mouth" çok güçlüydü. Hatırı sayılı bir kalabalık oradaydı.

Dayak yiyeceksen bile adabıyla yiyeceksin ağa! Slow motion'da ceketi çıkarttım. Kalabalığa bir göz atıp en güzel kıza verdim ceketi. Üzerine kravatı. Çantayı onun ayaklarının dibine bıraktım. Aheste aheste kollarımı çemredim.

Mantıklı bir adam olsam "kimsin lan sen kimsin" ile süreye oynardım. Ayıracak birilerini beklerdim. Ama tam saha pres ile başladım maça. iyi ki de öyle yapmışım...

Elemana kafayı bir geçirdim ki benim kafam acıdı ama onun da burnu kanamıştı. ilki dağıldı. Bir an hepsini dövebilir miyim diye düşündüm. Ama sadece bir an...

sonra beni öyle bir dövdüler. Öyle bir dövdüler ki elimde tek kalan o "an" oldu. ikisi tuttu kolumdan biri karnıma öyle bir geçirdi ki nefesim kesildi. Birkaç saniyeliğine nefes alamıyorum sandım. iki büklüm oldum. O haldeyken gökyüzünü görebileceğimi düşünmezdim ama bir "diz" nelere kadirmiş...

Çocukların hakkını yemeyeyim. işlerinin ehlilerdi. itinayla dövdüler. Acele etmeden. Hazmettire hazmettire. Aslında o ana kadar iyi idare ediyordum. Ama burnunu kanattığım çocuk gelip burnumun ortasına öyle bir yumruk attı ki gözüm karardı. Böyle bir yumruk yediyseniz bilirsiniz yüzünüz uyuşur sanki. Yumruğa dair hatırladığım içten bir sızı gibi gelen "kıtırt" benzeri bir sesti. Sonrasında burnun kırıldığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

iki seksen yerde yatıyordum. Dudağıma doğru süzülen ılık sıvı muhtemelen kan olmalıydı. Acı tahammül edilir hale gelip de gözlerimi aralayabildiğimde gökyüzü olmaması gerektiği kadar güzel geldi.

Kalabalık da elemanlar da hoşnuttu olan bitenden. Hesap kesilmişti. aslında Kalkmasam olurdu ya zorlana zorlana kalktım. Ceketimi verirken gururu okşanan ve etkilenen kız bile küçümseyerek bakıyordu bana. Kalktığımı görünce biri geldi. yumruğunu salladığını görüyordum ama kaçabilecek atiklikte değildim. Yumruğu kaşıma doğru geldi. Bunda çocuğun suçu yok. ben pek dik duramamıştım.

Yine yerdeyim. Evet. Çok güzel. Burnum yetmemişti şimdi bir de kaşım kanıyordu. Çocuklar tatmin olmuş. Dönüp ceketlerine gidiyorlardı ki kalabalıktan birileri beni gösterdi. Yine ayağa kalkmıştım. Durabildiğim kadar dik durmaya çalışıyordum. Birkaç saniye sonra tekrar yerdeydim. Ne güzel! artık kaburgam da sızlıyordu. Yerde yatma ve doğrulma sürem uzamıştı. Kaşımın kanadığı yerde şişlik olmuştu. Göz kapaklarım kan topluyordu. Sol gözümü açık tutmak için bile büyük bir çaba göstermem gerekiyordu. Bunun yerine sol gözümün kapalı olması daha kolaydı. zaten dayak yemek için iki göze ihtiyacım yoktu.

Yine kalktığımda kalabalığın algısı değişmişti. insanların daha ne kadar ayağa kalkabileceğimi, ne inatçı olduğumu düşündüklerini tek gözümle bile görebiliyordum. Yeniden yere yapışmam birkaç saniye bile sürmemişti.

Tekrar doğrulmaya çalışırken ceketimi tutan kız bağırdı "aptal mısın? kalkma!" Bana aptallıktan bile daha çok zarar verecek olan şeydi inadım. Ama ben haklıydım. Tek kişi Beni kavgaya çağırırken de haklıydım beş kişiden dayak yerken de. Benim haklı olduğumu da kalkamayacak hale gelene kadar dayak yemekte ısrarcı olacağımı da beni kavgaya çağıran çocuk biliyordu.

Yavaşça yanıma geldi. Önümde dikildi. Ben ayağa kalkana kadar bekledi. Elleri iki yana düşmüştü. Ben doğrulmak için epey bir uğraştım. Elimin tersiyle kaşımdan ve burnumdan akan kanları sildim. Sonra gözlerinin içine baktım. Sonra geriye kalan tüm gücümü toplayarak bir tokat attım. O yıkılırken ben de yıkıldım...

Önce çocuk kalktı. Başı önünde, sessiz sedasız arkadaşlarının yanına gitti. çantalarını ceketlerini alıp uzaklaştılar. Biraz önce bana acıyarak bakan kalabalık saygı ile kaldırdı beni yerden, koluma girip çeşmeye götürdü birileri. Kan tadından sonra ağzımı çalkalamak iyi geldi. sağlam Dayak yemek susatıyormuş adamı. O gün öğrendim ben de. Kana kana içtim sudan. Sonrasında derin bir huzur hissettim...

Niye yumruk atmadım da tokat attım diye düşünürüm hala. Madem son noktayı ben koyacaktım ses gelsin istedim herhalde. Umduğumdan fazla ses getirdi...

O ses önce dalga dalga kulaklara ulaştı. Sonra fısıltı oldu dudaklardan döküldü. Uğultular öyle çok arttı ki okulda duymayan kalmadı. Benim dakikalarca yediğim dayak efsane ise sonunda attığım tokat onu taçlandırandı.

Hah ne diyordum.

Dayak yiyeceksen bile adabıyla yiyeceksin ağa!
öngörüleri, planlar / pazarlıklar üzerine olan görüşleri doğrulanan yazar.

bundan bir ay önce yazdığım yazıda uyarmıştım.

------ bir ay önceki yazım ------
başlık: (bkz: yeni türkiye haritası)

entry: bu tasavvur gerçek olsa bile türkiye ipleri elinden bırakmamalıdır.
sscb döneminde bile rusların orta asyadaki petrolü işleyecek tesisleri rus topraklarına kurduklarını duymuştum.
bu örnekte olduğu gibi olur da bu suni birliktelik kurulursa muayyen bi tarihte dağılabileceği hesaba katılıp stratejik tesislerin vatan topraklarında kalması sağlanmalıdır. söz gelimi petro kimya tesislerinin musul ve kerkük te kurulması yerine iskenderunda kurulması elzemdir.

ve olası kürt özerk bölgesi sınırının akdeniz e ulaşmasına izin verilmemelidir. söz gelimi latakia özerk kürt yönetimi elinde olur buraya petrol boru hatları ile petrol taşınırsa çok önemli bir liman kenti haline gelebilir. bu da kendi elimizle kendimize rakip yaratmak olur.

(bkz: yeni türkiye haritası/#19470303)

ayrıca
(bkz: kürdistan ın kurulacağına inanan insan/#19695399)
(bkz: türkiye nin kürdistan ı ilhak etmesi/#18560654)

------ bir ay önceki yazım ------

yazımda belirttiğim latakia (lazkiye) konusu bugün selahattin demirtaş tarafından dillendirilmiştir. (karga ağzındaki peyniri düşürdü!)
"suriye'deki kürt oluşumu lazkiye'yi de içine alırsa büyük bir sorun ortadan kalkar." (yani diyor ki kürtler denize açılmış olur!)
http://www.haberturk.com/...i-bitti-artik-geri-gelmez

planları türk - kürt konfederasyonu üzerine yapıyorsunuz bu gerçekleşse bile ipleri elinizde tutun!

- petro kimya tesisleri adana / ceyhan'a kurulsun.

- kürtlerin sahip olduğu petrol ve doğalgaz hatay / iskenderun limanından dünyaya açılsın.

- hatay'ın hemen altında olan lazkiye'yi kürtlere bırakmayın! orası suriye nusayri devleti'nin olsun! böylece hem kürtler akdeniz'e ulaşmamış hem de suriye'de yeni kurulacak nusayri devleti ile doğrudan bağlantı sağlanmış olur.

kürtler daha ileri bir gelecekte konfederasyondan ayrılır ve bağımsız olurlarsa orta asya türk devletlerinin ekonomik olarak rusya'ya bağlı olduğu gibi kürtler de ekonomik olarak türkiye'ye bağlı olsun!

uzun vadeli planları kötü ihtimalleri de düşünerek yapın!

"sonra esad 3 ay da düşer" örneğinde olduğu gibi öngörünüz gerçekleşmezse başkalarının götünü yalamak zorunda
kalmayın!

aylar sonra edit:
--- alıntı ----
Ama "Barzanistan"ın ABD'ye sağlayacağı fayda bir yere kadardır. Her şeyden önce denize kapısı olmayan "Barzanistan", yaşamak açısından Bölge devletlerine "mâhkum"dur.

ABD daha en başından bu gerçeği saptamış ve planlamasını buna göre yapmıştır. 1992 yılında hazırlanan bir CIA raporunda bu gerçek olanca açıklığı ile belirtiliyor:

"Irak'ın kuzeyinde bir özerk Kürt Devleti, muhtemelen Türkiye, iran ve Suriye topraklarını kapsayacak bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturabilir. Ancak böyle bir yapı, ayakta kalmayacak, gelip geçici olacaktır. Çünkü geniş bir dağlık alanla çevrili ve en önemlisi denizle kıyısı olmayan bir Kürt devleti, ticaret güzergâhlarına, ticaret ortaklarına ve güvenli sınırlara erişim anlamında komşularına bağımlı olacaktır ve daha sofistike silahlar olmaksızın ve sınırlarına dair uluslar arası güvence olmaksızın savunulması ve yaşaması çok zor olacaktır." (Ömer Özkaya, Amerikan istihbarat Belgeleriyle Kürtler, Pegasus Yayıncılık, 1.b. istanbul, Mayıs 2013, s. 258)

Demek ki ABD açısından tayin edici olan Irak'ın kuzeyindeki oluşum değil, bu oluşumu denize ulaştıracak bir koridorun olup olmamasıdır.

'Aksi takdirde Barzanistan gelip geçici olmaya mahkumdur.' Olaya böyle bakıldığı için ilk BOP haritalarında, düşünülen "Free Kurdistan"a, neden Artvin üzerinden Karadeniz'e açılan bir "koridor" ihsan edildiği daha iyi anlaşılır.

Ama daha sonra devreye Suriye girdi. "Yeni Osmanlı" rüyaları gören AKP hükümeti, "koridoru", Suriye veya Türkiye üzerinden Akdeniz'e doğru açmanın önündeki engelleri temizlemek için gönüllü olarak öne atıldı.
--- alıntı ----
http://www.ulusalkanal.co...litikasi-makale,1822.html
mantıklı tespitlerin insanı.
(bkz: akp çarkları)

bazıları rahatsız olabilir. ancak gerçekler acıdır.
harika yazılara imza atan bilinçli bir yazardır kendileri. takip edilmeli fikirlerinden yararlanmalıdır.
AKP nin ikiyüzlülüğü diyemeyeceğim, çokyüzlülüğü konusunda ve Suriye meselesinde konuya giderek daha da hakim olduğu

görülen, 3-4 gün yazmayıp biraz araştırma değerlendirme sonrasında bombardımana başlıyan yazar. (#18641280)
(#20037312) tespitlerine sonuna kadar katıldığım, ortalık toz duman haldeyken dahi durumun net fotoğraflarını çekebilen takip edilesi yazar.
gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı son hikayesi aşağıda olan yazar.

---- şen dullar ----

Apartman konseyi ada'larda toplanmıştı bu sefer. Kadro tamdı. Gülşen, Naciye, Makbule, ennur gelmişti. Kısır yapılmıştı. Marul, Nar ekşisi, ayran gibi kısırın olmazsa olmazları masanın üzerindeydi. Her zamanki gibi gülşen sazı eline almıştı.

içlerinde en büyükleriydi Gülşen, kırklı yaşların sonundaydı, tanınmış bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş, görmüş geçirmiş, zamanında varyatlığı tatmış, fabrikatör kocasının iflası ve ölümü sonrası orta halli yaşamaya adapte olmuş bir kadındı. Yaşına göre iyi durumda olan albenisi, uçuk kaçık halleri, maceraperest yapısı ve fırtınalı aşkları, küfürbaz ama tatlı sohbeti ile birleştiğinden muhabbetine doyum olmazdı. Hiç biri ne evine gelen ne de çarşıda pazarda dolaşan bir erkek görmemişti gülşen'in yanında buna karşın ara ara şüphelenseler de inanırlardı anlattığı çapkınlık hikayelerine. Misafir gelenler kendi deyimleri ile "şen dullar"dı. Aslında dul olan sadece Gülşen'di ama Naciye, makbule ve ennur bu tanımlamayı kendileri için uygun bulurdu.

Naciye kırklı yaşlarının başındaydı çok konuşurdu, saf bir kadındı içinde kötülük yoktu, aklındaki düşünce kolayca ağzından dökülürdü, sır tutamazdı, naciye'nin kocası kasaptı. Son birkaç yıldır kocası ile yatakları ayırmışlardı. Seks hayatı rüyalarından ibaretti. Rüyaları için en iyi malzeme de gülşen'in anlattıklarıydı. Gülşen ara ara takılır "kız benim genç oğlanlardan birinin arkadaşı var onu sana yapayım bi tadına bak" derdi Naciye oturduğu koltukta dikleşir, önce bir kızarır "bilmem ki, olmaz ki" derdi. Ama merak/heves ettiği her halinden belli olurdu. Sonra gülşen "kız orospu, benim adım çıkmış ama sen benden çok yanıyorsun, git ateşini söndür kız benim başımı belaya sokma, sonra senin kasap ikimizi de doğramasın" derdi. Naciye'nin hevesi kursağında kaldığında suratı mahzunlaşırdı. Sürekli ama farklı erkeklerle tekrarlanan bu diyalog hep aynı şekilde sonlanırdı. Enteresan olanı gülşen kuafördeki adamı ya da bakkalın genç çırağını anlatsa Naciye onu rüyasında görür sonraki toplantıda bir de saf saf bunu anlatır gülşen'in kendisine takılması için fırsat yaratırdı.

Makbule grubun başörtülü üyesiydi. O da 40 lı yaşlarının başındaydı. Gülşen'in anlattıkları aykırı gelse de dinlemeden duramazdı. Aralarında sır kalmadığından o da yatak odasını anlatmıştı. Hem Allah'ın bildiğini kuldan saklamanın manası yoktu. Erken yaşta sevmediği bir adamla evlendirmişlerdi makbule'yi. Bir türlü sevmemişti kocasını ama sadakatle bağlı kalmıştı. Seks hayatları da her zaman sönük olmuştu makbule için. Hiç orgazm olup olmadığını bile hatırlamıyordu. Eskiden haftada birkaç kez olan cinsel birliktelikleri son yıllarda 10 günde bire düşmüştü. Ama kocasının birkaç dakika süren git-geller sonucu üzerine yığılması ve orgazm olacağını her düşündüğünde kocasının erken boşalması yüzünden hayal kırıklığı olan sevişmelerinin seyrekleşmesinden memnundu. en azından gecenin bir vakti duş alma derdinden kurtulmuş oluyordu. Ondan gülşen'in bir gecede 3 kez orgazm olduğu ya da farklı erkeklerle yattığı şeklindeki hikayeleri onu da cezbederdi. Ama utanır soramazdı. Hem nasıl olsa çenesi düşük Naciye sorardı makbule'ye gerek kalmazdı kendinin sormasına. Gülşen'in organı 18 cm olan bir adamla yattığını anlatmasından sonra içine kurt düşmüş 20 küsür yıllık evlilik hayatında yapmadığını yapmış sevişme esnasında eşinin erkekliğini el yordamıyla ölçmüş sonra ertesi gün cetvelden bakmıştı. 12 cm'lik ölçü müydü acaba yataktaki mutsuzluğunun sebebi? Acaba büyük organlı erkek nasıl olur diye düşündü bi an? sonra tövbe estağfurullah diye geçirdi içinden. Şu gülşen de şeytan gibi kadındı. günaha sevk ediyordu kendisini.

Ennur grubun Karadenizli üyesiydi, kırklı yaşlarının başındaydı. burnu büyükçe olduğundan gülşen dalga geçerdi onla. Yıllardır memleketinden uzak olmasına rağmen ara ara karadeniz şivesi (ağzı) ile konuşur, o zamanlarda kendine gülenlere lafı sokardı. Çabuk asabileşirdi ennur ama kin tutmazdı. Lafını söyler geçer kalp kırdıysa sonra karalahana sarması ile gönül alırdı. Ennur'un karalahana sarması bir çeşit özürdü ve bunu gruptaki tüm kadınlar bilirdi. Taksiciydi ennur'un kocası. "Rüzgarın oğlu" derlerdi ona ama bu lakap mesleğinden çok zamparalığı için verilmişti. Ennur da bıkmıştı kocasının zamparalıklarından ya laf söylemekten başka elinden bi şey gelmezdi. "kör olasıca madem başkalarına yetiştirecek çeşmen var neden bir kez olsun beni kana kana içirtmedin" derdi.

Gülşen'in kendi hayatını yaşaması hepsi için arzularını tatmin yöntemiydi. Gülşen de bunun farkındaydı ara ara takılır "kahpeler giren çıkan bana ama ben sizin kadar zevk almıyorum" derdi.

Gülşen oltasını attı yine.
- Gülşen: Kız ennur geçen magazin izliyordum bir baktım ki gece kulubünün önünden mankenler taksiye biniyor. Aa bi de ne göreyim taksici "rüzgarın oğlu" kız kaymasın seninki mankene, bak sonra tüm yevmiyeyi bırakır aç kalırsınız!
- ennur dertli dertli başladı: kayar ya kör olasıca fırsatını bulursa uçan kuşa bile hallenir. Annesi süt yerine vayagra mı içirmiş buna bilmem ki.
- Gülşen: kız ilahi viagra o viagra.
- Ennur: aman neyse ne. Benim derdime dermen olmadıktan sonra adını bilsem ne bilmesem ne? Azgın köpeği eve bağlamak için neler yapmadım ki ben ama yaranamadım.
- Gülşen: kız ennur ne diyorum. Acaba burnuna bir estetik yaptırsan seninki bağlanır mı eve?
- Ennur: ne varmış burnumda! Estetik yaptırsam burnuma mı sokacak sanki. Kız sen de beni kızdırmak için konuşuyorsun ha. Kötü kötü söyleteceksin şimdi beni!
Grupça gülüşmelerden sonra Gülşen bu sefer ada'ya takılıyordu. Saat 7'ye geliyor kız sen hazırlanmıyor musun beyaz atlı prens için?

Ada grubun en küçüğü idi 30 lu yaşlarının başında olmasına rağmen olgun bir tavrı vardı. Diğer 3 kadına göre daha şanslıydı çünkü aktif bir cinsel hayatı vardı. Kocası ile mutluydu. Ama ara ara düşünürdü acaba 10 sene sonra kendisi de mi "şen dullar"dan biri olacaktı. "Sonra yok ya olmaz öyle" der kendini teselli ederdi.
Ben bir 10 dakika müsaadenizi isteyim diyerek kalktı ada. Kadınlar bıyık altından güldüler. Bilirlerdi ada nın huyunu. Tüm gün temizlik yapsa, yorgunluktan ölse, hasta olmuş olsa, tüm gün en paspal kıyafetleriyle oturuyor olsa bile kocasının işten gelmesine yakın güzel kıyafetlerini giyinir, makyajını yapardı ada. Kocası kapıdan girdiğinde hep aşkla baksın isterdi kendine.

Birazdan geldi ada. Onu kapıdan gören gülşen "kız fallik sen işini biliyorsun. Böyle tutuyorsun değil mi kocayı evde. Bakın kızlar bakın da örnek alın" dedi.
Sonra her zamanki gibi devam etti gülşen. "ah kadir gelse de erkek görsek!"

Bu şakayı sık sık yapardı. Hatta kadir de ona eşlik ederdi. "Gülşen abla ada'yı boşayıp seni alcam yeter ki he de" derdi.
Memnun olan gülşen "sen bana yetmezsin tatlı çocuk. iliğini kuruturum ben senin bir haftada pert olursun. ondan sen bu çiroz kızın kıymetini bil" derdi. Kendine göre zayıf ve uzun olan ada'ya çiroz diye takılırdı gülşen.

bu atışmalar eksik olmazdı, Hep beraber gülüşürlerdi.

Saat 7.30'u geçmişti. Geç kalmıştı kadir. genelde Geç kalmazdı, geç kaldığında ise mutlaka haber verirdi. içinde bir huzursuzluk vardı ada'nın. oturduğu sandalyede rahatsızca kıvanınca gülşen "ne o kız kurtlandın. gelir birazdan seninki Merak etme stajyer kızlarla kırıştırmıyordur!"dedi.

Ada "yok be abla ondan değil ama geç kaldı. Geç kaldığında haber verirdi. Ayrıca birkaç gündür bir haller var. sabah her zamankinden erken işe gitmeye başladı. Tuhaf bir hali var. her zamankinden daha neşeli. Kuş gibi hafiflemiş sanki" diye cevap verdi.

Makbule: "merak etme kız bu sefer sana getirecek farklı bir çiçek arıyordur beyaz atlı prens. Hem delinin zoruna bak bırak adam neşeli olsun, benimki gibi mendebur olsa daha mı iyi" dedi.

Huzursuz ortamı dağıtmak yine gülşen'e kalmıştı "naciye seninki sana en son ne zaman çiçek aldı?"

naciye başladı saydırmaya: kör olasıca, 10 yıl önce elinde bir saksı ile gelmişti. Ben de sevindim çiçek aldı diye. Meğersem müşterinin biri dükkanda unutmuş. Sonra baktım değişik bir çiçek böyle mor gibi. Ne bu dedim. Güldü. tam da sana layık bir çiçek dedi. Sevincimden uyuyamadım gece. Ertesi gün oldu elimde çiçekle mahalledeki çiçekçiye gittim sordum bunun adı nedir diye. "deve dikeni" demez mi? başımdan kaynar sular döküldü . nemrudun oğlu 40 yılda bir iyi bir şey yapacaktı onun da içine sıçtı. Ondan beri de çiçek görmedim. Allah'ın kasabı bir gün olsun kestiği havanların götüne koyduğu karanfillerden bir tane fazla alıp da bana getirmedi!

Tekrar kahkahalar sardı salonu. Bu hikayeyi kaçıncı kezdir dinliyorlardı ama naciye'nin hırsla anlatması, anlatırken kocasına saydırması yine de komik geliyordu. gülenlerin gözlerinden yaş geliyordu. ada da çok güldü ama bir yandan da içini kemiren bir şey vardı.

Ada yine saatine bakınca gülşen konuya girdi "kız arasana bu kadar merak ediyorsan. birazdan gelmezse ararım abla diye cevap verdi ada.
Söyle bakim Naciye kadir gelip de kısırı görünce ne diyecek ada'ya?" gülşen yine konuyu dağıtmaya çalışıyordu.

Oradakilerin hepsi kadir'in vereceği cevabı bildiği kadar naciye'nin yine tongaya düşeceğini ve bu cevabı bilemeyeceğini biliyordu. Gülşen oltasını atıyordu yine Naciye bilemeyince güleceklerdi. Tahmin ettikleri gibi oldu.
Naciye saf saf: "eline sağlık der zaar" dedi.

Tahmin ettikleri gibi oldu. Gülüşmeler sardı ortalığı. Kadir sevdiği bir yemek oldu mu hem beğendiğini göstermek hem de ada'ya takılmak için "adamsın ada adamsın. Adamın dibisin" der karısını öperdi. Onların bu sıcak aile tablosu şen dullar'ı ısıtırdı.

Saat 8 olup da gelmeyince gülşen dayanamadı. Ara kız artık dedi. Aramazsan ben arayacağım. Ada tedirgin bir şekilde aradı kadir'i. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açıldı. Sonra birkaç saniye içinde kapandı. Ada'nın rengi attı. Odadaki kadınlar kadir'in ne deyip de ada'nın şeytan görmüş gibi olduğuna meraklandı. "seyir terasında olduğunu söyledi Ama sesi çok kötüydü, ağlıyor gibiydi, içki de içiyor olabilir" dedi panikle ada.

Odadakiler ada'dan duyduklarına şaşırdı, ada'nın telaşı onlara da geçti sanki. kadir'in ilk akşamdan içmesi, ağlaması, seyir terasında oluyor olması herkes için alışılmadık haberdi. Zira herkes bilirdi kadir'i...

Ada'nın Kocası kadir avukattı. Mahallede herkes severdi onu. Mahallelinin derdine koşardı. Mahalleli de yasal bir sorun oldu mu kadir'i bulurdu. Evine sadıktı kadir akşam mesaisi bittiği gibi evine, karısına, biricik kızına giderdi. Ellerinde çiçekle eve gelmesi, eşine / çocuğuna hediyeler alması ile mahallelinin "beyaz atlı prensiydi", komşu erkekler "bizim hanım senden görüyor o da çiçek istiyor" şeklinde takılırdı kadir'e.

içki ile fazla arası yoktu kadir'in ama senede bir gün müthiş içerdi. Her senenin 3 şubatında zil zurna sarhoş dönerdi eve. Mahalledeki Agora meyhanesine giderdi. meyhaneci Sabri baba da alışmıştı artık. 3 şubat oldu mu müzik çalmazdı meyhanede. O gün meyhane halkının matem günü olurdu. içip içip ağlardı kadir. Ama erkek gibi ağlardı. için için ağlardı. Göz yaşları düşerdi yanaklarına. Onu görenler de kahrolurdu ya kimse teselli etmeye gitmezdi. Çünkü yaraya derman olunamayacaksa boş lakırdının kimseye faydası yoktu. gece 3 dedi mi meyhanenin müdavimlerini bile kovup dükkanı kapatan sabri baba 3 şubat oldu mu dükkanı kapanmaya yeltenmezdi. O gün kadir ne zaman çıkarsa o zaman kapanırdı dükkan. Mahalleli de bilirdi o gün yolda görseler de kimse ağzını açmazdı. Evine geldiğinde sallana sallana yatağına geçerdi o gelene kadar gözünü kırpmamış olan ada da bir şey sormazdı.

Yetimhanede büyümüştü kadir. Annesi ve babası ölünce onunla kız kardeşi naime'yi yetimhaneye vermişlerdi. 3 şubat naime'nin doğum günüydü. Naime daha küçük olduğundan onu zengin bir aileye evlatlık vermişlerdi . kadir kardeşinin hayatının kurtulması için buna razı gelmiş. Kardeşini bulacağına dair söz vermişti. O gün bugündür kızkardeşini aramasına rağmen Yıllardır izine rastlayamamıştı kadir. Kız kardeşini bulamadığı her yılın 3 şubatında sözünü tutamadığı için kahrından içerdi kadir. insan gibi içmezdi ama sanki aşırı alkol alırsa bu acı hafızasından silinecek gibi içerdi. anılarını beyninden kazımak için içerdi. Acı çekerek içerdi...

Kadir'i herkes güleç yüzlü ve mutlu görmeye alışmıştı. O acısını içine atanlardandı. içinde biriktirdiği acılarına taşıyamaz duruma gelince "seyir terasına" giderdi. Seyir terası şehrin yüksek bir tepesindeki parktı öğrenciliğinden beri ne zaman ağlayacak olsa ve ağlayamasa oraya atardı kendini. Ada da bunu bilirdi. Bazen beraber gidip konuşmadan saatlerce otururlardı. sonrasında kocası tüm dertlerini orada bırakır, neşeli haline dönerdi. Arınırdı sanki orada kadir.

Ada'nın paniğinin arttığını gören makbule "hadi kızlar biraz bana geçelim" dedi. Gözleri ile ada'yı işaret edince Naciye hariç hepsi anladı ama Naciye: "ne güzel oturuyoruz kız işte. niye kalkıyoruz hem ben biraz daha kısır yiyeceğim" dedi.

Ennur: yiye yiye tosun oldun allah'ın cezası. Tabağını da al gel makbule'de devam edersin dedi.

Naciye: çok mu kilo almışım kız? diye sordu.

Gülşen araya girdi "bırak kız şimdi kiloyu. Gel bak geçen bir tezgahtar ile tanıştım sana onu anlatacağım. Biz makbule'ye geçelim ada'da bi kocasına baksın" dedi.

Naciye'yi ada'nın paniğinden çok gülşen'in yeni hikaye anlatacak olması susturmuştu. Tıpış tıpış takip etti grubu. Onların çıkmasıyla ada'nın kendini sokağa atması bir oldu.

Seyir terasının bir kısmına kadar araç çıkar, Kalan kısmı yürüyerek geçmek gerekirdi. Ada koşar adım yoluna devam edince nefes nefese kalmıştı. Kadir'in her zaman oturduğu banka doğru uzaktan baktığında kocasını gördüğü için bir an rahatladı ama kocasına doğru adım attıkça büyük bir sorun olduğunu anladı. Zira kocası büyük bir şişe votkayı sek içiyordu ve şişenin yarısını geçmişti. Arka çaprazdan yaklaştı kocasına, elini omzuna koydu ve "kadirim" dedi. Sesi kısık ve çatallı çıkmıştı. Sanki kendine yabancıydı o ses. Kadir'e de yabancı gelmiş olacak ki yavaşça başını çevirdi. Karısına bakıyordu ama görmüyordu. Ama ada onu gördü. ağlamaktan kanlanmış gözlerinden yaşlar akıyordu. Bakışları donuktu ama. Sanki ağlayan bir put gibiydi. Ada dayanamadı bir yandan banka otururken diğer yandan elleriyle göz yaşını sildi. Kadir'in başını aldı göğsüne yasladı. Sardı kocasını. kadir bu sefer her zamankinden farklı olarak hıçkıra hıçkıra sarsılarak ağlıyordu. Ada ne yapacağını bilmiyordu. Sadece sımsıkı sarıyordu kocasını. Yeterince sıkı sararsa hüznü yok olacakmış gibi sarıyordu. Bir yandan da kocasının 3 şubat haricinde ağlayıp ağlamadığını düşündü. Hiç şahit olmamıştı. Güçlü bir adamdı kadir. Haziran ayında idiler. Nedendi bu ağıt? işte mi bir sorun olmuştu acaba? Aklında türlü sorular olduğu halde sustu ada, sadece kocasını sardı ve sustu.

Kadir bir süre ağladı. Sonra ağıtın şiddeti azaldı, hıçkırıklar kesildi ama yine de gözünde yaşların akmasına engel olamıyordu. Biraz doğrulduğunda ada'nın çok korkmuş olduğunu gördü. Anlatmaya başladı.

3 şubatta agora meyhanesinde içerken durumunu bir bankacı görmüş, sabri babadan hikayeyi öğrenmiş, daha sonra da kadir ile arkadaş olmuşlar. Hatta adamın bir miras davasına kadir bakmış, (ada bu ayrıntıları dinlerken konunun nereye varacağını merek ediyordu. Hala anlamlı bir çıkarıma varamamıştı.)

Sonrasında kadir senin sorununu biliyorum, kız kardeşini arıyorsun, ama soyadı değişmiş ise bulman zor, yetimhanede evlatlık verdiği çocuk hakkında bilgi vermez, hele ki bu zengin bir kişiyse dosyası bile kaybolmuş olabilir, benim elimden pek bir şey gelmez ama şöyle bir yardımım olabilir sana, benim çalıştığım banka ülkenin büyük bankalarından birisi, kız kardeşinin doğum tarihini hatırlıyor isen oradan sorgulatırız, belirttiğin tarihte doğan kayıtlı müşterileri ve fotoğraflarını bir dosyaya yükler sana ulaştırırım, aradan uzun yıllar geçti ama fotoğraflardan seçebilirsen bir faydası olur, ama ne olur bunu kimseye söyleme yoksa meslek hayatım biter demiş.

Hazırlaması birkaç haftayı bulsa da Bankacı söz verdiği gibi dosyayı teslim etmiş. O tarihte doğan ve ismi naime olan müşterilerden başlamış. Belki de ismini değiştirmemişlerdir diye, bin küsür tane fotoğrafa bakmış ama hiçbirini benzetememiş. Tam umudunu kaybetmek üzereymiş ki bir fotoğrafı çok benzetmiş. Dudağının üzerindeki beni ve gamzesi ile bu kesin naime'dir diye düşünmüş. Bankacıyı aramış, "naime koçbey"in adresi / telefonu neyi varsa istemiş, adamdan aldığı adrese gitmiş. Güvenlikli bir sitenin önünde beklemeye başlamış, ilk gün bir şey çıkmamış. ikinci gün daha erken gitmiş oraya, eşofmanla sabah sporuna çıkan birini benzetmiş, parka kadar takip etmiş, parkta arkasından naime diye seslenmiş. Önce tanımamış kadın, yaklaşmış biraz, güneş gözlüğünü çıkarmış, tanışıyor muyuz? Demiş. "beni tanımadın mı naime?" diye cevap vermiş kadir. Kadın biraz daha dikkatli bakmış "abi" diye çığlık atmış, boynuna sarılmış, bir kafeye geçmişler. ikisi de hayatını anlatmış. Naime'yi zengin bir aileye evlatlık vermişler, onlar da kendi kızları gibi sevmişler onu, okutup meslek sahibi yapmışlar, sonrasında naime kendileri gibi zengin bir çevreden bir çocukla evlenmiş, kocası ile mutluymuş, bir de erkek çocukları varmış, ona "kadir" adını vermiş. Akşama kadar söyleşmişler. Özlem gidermişler.

Kadir "yeğenimi ne zaman görebilirim?" deyince naime'nin yüzü düşmüş. "abi bulunduğum çevre ve kocamın evlatlık olduğumdan haberleri yok. Senden haberleri olursa beni de kabullenmeyebilirler, mutlu yuvam dağılır, hem beni evlatlık alan insanlar da yıllarca kendi kızları diye tanıttılar, onları da yalancı konumuna düşüremem, sosyete çalkalanır, seni gördüğüme çok sevindim ama bir daha seninle görüşemem" demiş. Kadir'in boğazı düğümlenmiş, yıllar süren aramalarından sonra aldığı cevapla kahrolmuş, ama sırf küçük kardeşi üzülmesin, mutlu dünyası yıkılmasın diye bir şey dememiş. Kartını vermiş bir sorunun olursa ara demiş ve ayrılmışlar. Sonrasında kadir kendini seyir terasına atmış.

Ara ara hıçkırıklarla, ağlamalarla kesilse de kadir tüm hikayeyi anlattı. Sonrasında konuşmadan şehri izlediler. Bu sefer ada'nın başı kadir'in omuzlarındaydı. Dakikalar ilerledikçe kadir duruldu, sıkıntılarını emmişti sanki seyir terası. Kendini iyice topladığında kadir "olsun onu bir kez gördüm, iyi olduğunu bildim ya içim rahat artık" dedi. Son bir kez uzun uzun baktı şehre. Sonra ada'ya dönüp "yuvamıza gidelim" dedi.

Mahalleye döndüklerinde balkonda mesken tutmuş meraktan çıldıran gülşen koşarak aşağıya yanlarına geldi. Kadir'e dönerek "ne o çıtır, aşkımdan mecnun mu oldun?" dedi. Kadir o akşam ilk kez tebessüm etti.

Kardeşini bulmasıyla içinde bir yara kapanmıştı kadir'in, ama kardeşi yüreğini ezmişti. Yine de sonraki günlerde daha iyiydi kadir. Birkaç güne kadar da normale döndü. Bir daha da 3 şubat'ta ağzına içki koymadı!
------
Kendi actığı baslığa ard arda entry girme rekorunu deneyen yazar*.
Açtığı kaliteli başlıkların kaybolmasından rahatsızlık duyan yazar. Yazıya, yazara değer verilmediği sürece böyle gider bu.
(#20429658)
şaka mı bu kardeşim, kafayı yemiş bu adam ya.
Polise taş atan o şerefsiz eylemciler aynı zamanda çevreye de zarar vermedi mi?
Kanım dondu resmen, adam ne kadar rahat söylemiş.
sozlukteki en eglenceli ve renkli yazarlardandir.
link kaynak karsilastirma.. hepsi var herifte.soylemek istedigini cok iyi anlatiyor tek kufrune de rastlamadim daha.
takipteyim ustad. arastirmaci ruhundan bize de ufle.
artık aldığım haberlere şaşırmıyorum diyen yazar(dı).

meğer büyük lokma yemeli büyük konuşmamalıymış.

yine bir cumartesi. yine doktorun karşısındayız. artık bebeğimizi kucağımıza almak için son birkaç haftayı sayıyoruz.

doktor klasik ölçümleri yaptı. "bugün hastanede misafirsiniz 1 gün kalacaksınız. perinatoloji doktoruna da bir görüneceksiniz. birkaç test de yapacağız. (eşime) 4 saatte bir nst cihazına bağlanacaksın. gerek görürsek bebeği sezeryanla alacağız" dedi.

adam birkaç cümle söyledi belamı sikti resmen. ciğerimi parçaladı, dünya durdu.

yukarıda odaya çıktık. hemşireler geldi. eşimin tansiyonu ölçtü, testler için kan aldı, serum bağladı. nst cihasızını bağlanmadan eşim tuvalete geçti. o zamana kadar çok sağlam durduğumu, eşime destek olduğumu düşünen ben nasıl zavallı durumda olduğumu hemşirenin form doldururkenki sorusu ile anladım. "eşinizin doğum tarihi ne?"

birkaç saniye içinde aklımdan onlarca alakasız tarih geçti. sonra boş boş hemşireye baktım "bilmiyorum" dedim. suratıma baktığında rengimin atmış olduğunu gördüğünden olsa gerek tekrar sormadı. tuvaletten çıkınca eşim soruya cevap verdi.

yarım saatlik nst'den sonra tuvalete diye odadan ayrıldım. aynanın karşısında kendime baktım. "allah'ım n'olur evladımla sınama beni. n'olur!" diye içimden geçirdiğimde boğazım düğümlendi. gözlerim doldu. birkaç damlasını taşıyamadım gözyaşlarımın, engel olamadım, aktı.

gözyaşlarını sildim, elimi yüzümü yıkadım, olumsuz olasılıkları kafamdan atıp, "güçlü insan gömleğimi" giydim. eşime desteğe, onun paniğini yatıştırmaya devam ediyorum.

testler iyi, perinatoloji doktorunun ölçümleri göreceli olarak iyi. bebeğimiz olması gereken kilonun aşağısında ama sağlıklı (minyon olacakmış biraz. kilosu düşük doğması bekleniyor.) şimdiye kadarki nst ler de iyi. sancı yok. bebek hareketli. velet daha dünyaya gelmeden bizi parmağında oynatıyor. son 2 haftadır nst de uyuyan bebek. biz gece hastane köşelerinde sürünürken zıpır zıpır. neyse şükürler olsun.

13.07.2013
(#20530695) best oflarından biri. takip edilmesi gereken yazar. hatta dandik sözlük yazarı olarak değil kitabı çıksa alınır.
okumaya bayıldığım yazarlar arasında. takipteyim. *
ülkesini seven herkesin türk kürt farketmez takip etmesi gereken yazar. yazdıkları yazıları hep bir kaynağa dayalı.
sebep sonuç ilişkilerinin doğru kurulmasını arkadaşlarına tavsiye eden yazar.

serpilem:
(bkz: the barz/#20619679)

the barz:
(bkz: kamuoyu oluşturma/#20620553)
(#18573741)

şu sözlükte okuduğum en iyi yazıyı yazmış, aynı düşüncelere sahibiz ama ufkumu daha da genişletti. Teşekkürler.
iyi bir yazar. en azından düşünen bir adam diyelim, çünkü herkes fikirlerine pattadanak onay vermeyebilir.
bu yazı da "cuks" olmuş, oturturken lapss diye ses getirmiştir, anlayana tabi.
(#20903962)
kaynağı oda tv olan barz o!

(#20930839)

öyle olsaydı çoktan asılmıştı.. ingiliz taraftarları sizi!
gündem ile alakalı öngörülerini kaleme aldıktan sonra, girilerini nick altında toplayıp, önümüze eşsiz bir arşiv sunan düzenli yazar.

milli gazete, radikal, milliyet, mynet, oda tv yahut haber sol org tr'den okuduğum gündelik olayları, "ulan bi de the barz'ın nick altından okuyayım" diye kendi kendime bir kuram geliştirmiş olmam, kendisinin ne kadar tertibli, çalışkan, yenilikçi bir insan olduğunu da göstergesidir.

her zaman demişimdir: sağlam yazarlar uludağ sözlük'ün teminatıdır.
kendisini bu özverili tavrından ötürü tebrik ediyor, selamlarımı iletiyorum.

(bkz: ilgileniyorum/@ilgilenmiyorum)
uludağ sözlük yansa ilk kurtarılması gerekenler arasında 1 adet eşsiz (bkz: the barz/#18577774) girisi bulunan über yazar.
elimde su kovalarıyla nick altına koşacağım yazardır ayrıca.

(bkz: yaz keke yaz)
yılmaz özdil olmasından şüphelenilen yazar.
(bkz: 03 10 2013 yılmaz özdil in verdiği ibretlik ayar)
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24837792.asp

(bkz: akp çarkları)
Özel mesajlarına bir türlü geri dönemediğim değerli yazar. Bir satırla geçiştirmek istemiyorum, derken birikiyor. Her fikrin çok değerli dostum.
sataşma olunca (#21836427) cevap hakkı doğan yazar.

öncelikle konu ile ilgili girdiğim entry

---
ekşisözlük'te açılan bir başlık.
https://eksisozluk.com/ki...genislikte-olmak--4101663

ahlaksızlık bumerang gibidir atarsın geri döner!

---
(bkz: kızını amerika ya gönderecek genişlikte olmak/#21836266)

ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla!

başlığın ekşi sözlük'te açıldığını linkini vererek belirtmişim.

konuya ilişkin rte nin yaptığı açıklamaların "yani kendi dünya görüşü üzerinden başkalarının davranışlarına yakıştırmalarda bulunmanın" ahlaksızca olduğunu ifade etmişim.

sonrasında imam osurursa cemaat sıçar misali
kendisi böyle bir tutum içinde olursa zamane gençliğinin de aynı ahlaksızlığı gösterebileceğini belirtmişim.
nihai olarak her iki tavrı da ahlaksızlık olarak nitelemişim.

bunun üzerine hele hele atatürk'ün manevi kızlarını karıştırarak entry girmek işgüzarlıktır.

beni bilen bilir kardeşim. ben doğru bildiğimi; cinsiyet, dil, din, mezhep, ırk, parti farkı gözetmeksizin ifade ederim.
"ben demiştim" demek çok ukalacadır ama bir o kadar da insanın gururunu okşar.
geleceğe dair tahminin (hele hele toplumun büyük bir kesimi aksini savunuyorken), sizin dile getirdiğiniz düşüncenin gerçekleşmesi övünç kaynağıdır.

bende ne yazık ki artık öyle olmuyor!

daha önce dediklerim çok kısa aralıkla dillendirilmişti.
(bkz: the barz/#19801659)

şimdide ise uygulanıyor.
(bkz: kamuoyu oluşturma/#22150370)

geleceğe yönelik öngörülerim ise daha da olumsuz.
- eskiden pkk sorunumuz vardı. bundan böyle kürt sorunumuz olacak.
- güneydoğumuzu özerkleşme ve bağımsızlaşma süreci bekliyor.
- sağcı solcu, türk - kürt, muhafazakar - laik bölünmelerinin son halkası alevi - sunni olacak. alevileri hedef gösterip ötekileştirdikçe onlar da savunmaya geçecekler.
- ufukta ekonomik kriz var. (bakalım taşıma suyla değirmen ne kadar dönecek?)

sizin hiç "düşündükçe canınızı sıkan", "umarım yanılıyorumdur" dediğiniz öngörüleriniz oldu mu?
ben artık öyle diyorum.
bir gemiye bakıyorum, bir rotaya "varacağımız yer iyi olmayacak" diyorum.
"kuruntu yapıyorsun" diyorlar.
dediğim gibi "inşallah yanılıyorumdur"
aksi halde ülkeyi hiç de hayırlı zamanlar beklemiyor!

akp'yi abd güdümünde diye eleştiriyordum.
iktidar adayı olan chp'nin yaptığı ilk iş abd'den icazet almak oldu.
her biri ardı ardına başkasına uşaklık ederken kime güveneceğiz!
Tek kurtuluşumuz.
(bkz: milli partinin kurulması gerekliliği)