bugün

gözümü açtım, güneş yükselmiş berbat bir sıcak yayarak yaptığı hünermiş gibi tepemde dönüp duruyor. sıradan bir gün, odamdaki aynada yüzüme bakıyorum, dünkinin aynısı herşey bıraktığım yerde, gözlerim şiş yüzümde sivilceler, saçlarımsa bakımsız dağınık dedim ya herşey bıraktığım gibi. düşünüyorum fikrimde bugünü dünden farklı kılacak birşey arıyorum, bulamıyorum. beş duyum hep aynı şeylere tanık olurken farklı bir sabaha uyanmak imkansız zaten. gözlerimle ağzımın yerini değiştirmeyi istiyorum ama gördüğüm şeyler ağzımın yeterince kıt olan tadını daha da kaçıracak. yerde bir çift kirli çorap, camın kenarında ölü bir sinek, denizliğin üstü bir karış toz, midem bulanıyor. mutfaktan kaynayan çayın sesi geliyor, düşünüyorum da kaynayan çay sesi duymaksızın başladığım bir gün belki de farklı olurdu diğerlerinden. başımın iki yanında duran o iki yarımay çıkıntıya bakıyorum sonra saçlarımı aralayıp usulca çıkarıyorum onları o 20 yıldır hiç ayrılmadıkları yerden. üzerlerinde renkli taşlı dörder küpe bulunduran kulaklarım avcumda şaşkın "ne yaptın" der gibi bakıyorlar. "bugün" diyorum "size ihtiyacım olmayacak". farkediyorum kulaklarım ilk kez işitemememnin üzüntüsünde. onları yastığın altına yerleştirip giyiniyorum, olmayan kulaklarımı kapatmak için bir de şapka takıyorum. kapıyı açtığım an o alıştığım şehir gürültüsü dolmuyor evime. ilk kez karşı evin bahçesinde portakal ağacı olduğunu farkediyorum, aslında ben değil burnum farkeden. aylardan temmuz ve beni iliklerime dek terleten güneşse tam da portakal renginde. o berbat sesiyle köşedeki yerini almış simitçi o gün o kadar da çirkin görünmüyor gözüme hatta alnı ve burnu yunan tanrısı heykellerine benziyor bile denebilir. heykelle sanatla hele yunan tanrılarıyla hiç ilgim yoktur ama o sabit duruşu ve arada gülen yüzüyle benziyor işte basbaya. simitler mis gibi kokuyor bense evden aç çıkmışım. kendimin duyamadığı bir sesle simit alıyorum. caddede arabaların sesini duymadan yürümek, bir resmin içinde yürüyormuş duygusu veriyor. insanlar yanımdan ağızlarını açıp kapatarak geçiyorlar, tıpkı suda nefes almaya çalışan balıklar gibi. gülüyorum elimde olmadan, bu sesleri çıkmadığı halde sürekli ağızlarını açıp kapatan insanlara gülüyorum. onlar da bakıp bana gülüyorlar, deli sanıyorlar galiba. insanları gülümsetebilmek meğer ne kolaymış. yol arkamda uzayıp giderken yürümeye devam ediyorum...
(bkz: ses ses ses deneme bir ki)*
bazı sözlükçülerin deftere yazdığı için sözlükte paylaşamayacağı denemelerdir. olur da yayınevine götürürsek copy paste'in allahını da yaparız. * * *
yazarlarımızın bir konu üzerinde bir kaç cümleyi birleştirip, ortaya mantıklı bi'şey çıkartmasıdır.

--spoiler--

Ayrılık üzerine...
(Kalbime, kalbimdekine ithaf edilmiştir...)
Ayrılığı anlamak için aşkı anlamak gerekir. Nedir aşk? Aşk iki kişinin birbirini normalden daha fazla sevmesi midir? Hayır, değildir. Aşk bir kişinin başka bir kişiyi inanılmaz derecede sevmesidir. Öyle ki bu duyguya kapıldıktan sonra, ne yaptığını bilmemektir aşk, ne yapacağını bilmemektir. Sevdiğin kişiyle bi' an geçirmek için sayısız yalan söylemektir. Defa kez aynı şarkıyı dinlemektir, o şarkıya güzel sandığın sesinle bağırırcasına eşlik etmektir. Çevrendekilere adeta mutluluk aşılamaktır. Uğruna neler yapılmıştır aşk için. Efsaneleşmişleri bile vardır bu halin. işte bu halin bitiminde ayrılık başlar. O ana kadar mutluluktan ne yapayacağını bilmeyen sen, o andan sonra üzüntüden ne yapmaman gerektiğini bilmezsin, saçmalarsın hemde çok. Mutsuz olursun, çevrendekileri mutsuz edersin. Hatta öyle abartabilirsin ki saçmalamayı, sevdiğin kişiyi bile mutsuz etme ihtimalin vardır. işte bu evrede seni duygusal tarafın ele geçirir ve seninle resmen dalga geçer. Hiç olmadık anda sevdiğinle geçirdiğin bi' an gelir aklına. Mesela ilk "seni seviyorum" demen. O sıcacık öpüşü gelir aklına, o sıcacık sarılışı boynuna. işte o an tüm keyfini rafa kaldırırsın. O yaşadıkların boğazına düğüm, gözünde yaş olur. Gecenin bu saatinde(04.38) karaladığın birkaç cümle olur. Gecelerinde artık rüyaların yerine, o'na olan düşüncelerinle, o'nun olduğu hayallerle başbaşa kalırsın. Onlarla zamanını öldürürsün. Öldürürsün çünkü zaman, ayrılık evresinde senin düşmanındır. Çünkü o kavram yani zaman, seni ne ileri götürür ne de geri, seni sadece acılarınla başbaşa bırakır, adeta "Acılarınla olgunlaş dercesine" Ve sen bu duruma alışmaya çalışırsın, alışamazsın. Artık bir hiçsindir. Öyle ki varlığıyla bu kadar yeteneksiz birine neler ürettiren, şair yapan kişi. Yokluğuyla seni bir hiçe çevirir. Kül kedisinden farkın olmaz, sadece saatin farklı işler.

Peki yaşamın normal midir artık? Herşey eskisi kadar güzel midir? Eskisi kadar tat verir mi herşey? Ne bilim birlikte gittiğin bi' cafe de kahve içmek artık eski tadı verir mi sana? Veya bilerek yenildiğin tavla maçları? Bunlar eskisi kadar tat verir mi? Yenilmenin bile tat vediği bir kişi yoktur hayatında artık. O halde bunlara nasıl evet cevabı verilebilir ki. Evet artık ağzında tat değil, boğazında kördüğüm denilesi acılar vardır, sana kalan budur. Alışmak gerekir alışamazsın. Sanki bağırmanla herşey bitecekmişcesine bağırmak istersin. Bağırırsın, çığlıklar atarsın fakat kimse seni, sesini duymaz.

Bu ayrılık acısını farklı şeylerle dindirmeye çalışırsın, yeni bir sevgili mesela. Denersin, artık bir sevgilin vardır. Sevgilindir ama sevdiğin kişi o değildir. Deneyeyim dersin sevme ihtimali var sanarsın. Yoktur oysa ki. Bir gönül iki kişinin sevdasını ne zaman kaldırabilmiş ki? iki arada bir derede kalırsın tabir-i caizse. Öyle ki sen sevgilisi olduğun kişide sevdiğin kişiyi yaşamak istersin, ayrıldığın kişiyi. Sonra bir silkelenme gerçekleşir. "Ne yapıyorum ben?" gibi sorular sormaktadır şahsın şahsına. Ve ertesi buluşmada sevgiliden ayrılır. O'nu da üzmek istemez bu acı bataklığındaki bünye. Evet sevgilinden ayrılırsın fakat sevdiğinden ayrılamazsın, hala gecelerindedir o, düşlerinde. Ve sevgilinden ayrılman, sevdiğinden ayrılmanın acısına katkıda bulunur. O'nun acısını hatırlatır, o'nun yarasına tuz basar adeta.

Defa kez kendine "Neden ayrıldık ki?" sorusunu sorarsın ve hiçbir zaman tatmin edici bir cevap veremezsin kendine. Sorunu kendinde arasın bulamazsın, sevdiğinde ararsın bulamazsın. Bu kadar sorunsuzluk içinde "Neden ayrıldık?" sorusuna hala cevap bulamazsın, bulamayacaksında. Keşkelerin tükenmez ama faydasıda yoktur keşkelerin bilirsin. Bu dönemde bi'şeylere sarılırsın. Şarkılar misal. Nerede ayrılık üzerine şarkı varsa, onlara denk gelirsin, dugyularında onları dinlemek ister. Ve acına bir katkı daha, belki hiç sevmediğin bir adamın sesiyle kendini ağlarken yakalarsın. Sırf o dizelerdeki ayrılık kokusu yüzünden, sırf o şarkıda kendi acını gördüğün için. Ve defa kez dinlersin o şarkıları, bir mazoşist gibi. Acı çekersin ama dinlemek istersin. Belki de bu şekilde zamanın bizden istediğini yaptığımızı sanarız, olgunlaşmayı.

Son zamanlar da o'nu o'nsuz sevmeyi denersin. ilk zamanlar iyi hissedersin kendini, sanki sorununu çözmüş gibi. Herşey eskiye döner gibi olur. Ama bir müddet sonra olaya daha genel bakarsın ve "O'nu sevmeyi sevmek değildi seninkisi, o'nu sevmekti" bunu anlarsın. Gülüşünü sevmekti, sıcak bir bakışını sevmekti sendeki. Ve farkına varırsın o'nu o'nsuz sevmenin tadı yok!

işte bu ayrılıktır. Bizi acıtan, yoran bi'şeydir. Ama ayrılık sayesinde gerçek manada sevdiğinin farkına varırsın.

Ve sende söylenecek bir çift söz kalır, Seni Seviyorum.
buny -19 Ocak 2009-05:30

--spoiler-- * * *
kız kaldırma deneme 123423423523423432423.
si.. sesss.. se.. a.. hüff hüff...
sözlük yazarlarının yanılmalarını da beraberinde getirecek, yanlız * yalnız gelmeyecek olandır.
(bkz: uludag sozluk yazarlarinin rubai denemeleri)
(bkz: uludag sozluk yazarlarinin kaside denemeleri)
(bkz: uludag sozluk en uzun cumle denemeleri)
(bkz: deneme se a se bir ki)
--spoiler--
Beklemek

Sana gitmek düşmüştür, gitmişsindir. Ayrılmışsındır sevmek, aşık olmak nafile ayrıldın işte. Ne kadar bağırsan, çağırsan neye yarar ki? En çok sevdiğin kişi yok artık hayatında. Çevren ne kadar kalabalık, ne kadar çok tanıdığın olsada, teksindir. Yalnızlık denilen şey işte. Hayatını kendinle paylaşmak, daha doğrusu paylaşamamak. Kalbine başkasına sokamamak. Çok zor şeyler değil mi bunlar? Ama bunları yaşarsın sevdiğinde, yaşıyorum akabinde. Kurtulmaya çalışırsın. Ne kadar uğraşsanda kurtulamazsın sevdandan, o senin en önemli yerinde, yaşamana sebep veren yerde yaşar, kalbinde. Kurtulmanın tek yolu onun durmasıdır, belki o bile yetmeyebilir.

Belki yasak olmasa kendin durdurursun o kalbi, bitsin diye. Ölmekten korkmazsın ama yapamazsın işte. Boşluktasındır kısacası. Ne yaptığını, ne yapman gerektiğini ve ne yapmaman gerektiğini bilemezsin. Bu bilinmezlik yüzünden hep yanlış olanı yaparsın, istemesende. Belki üzersin karşındakini, sevdiğin kişiyi yani. Hep sabırsızlık yüzünden değil mi? Oysa ki birazcık sabrın olsa belki şu an hala o'na rahatlıkla ve mutlulukla "canım" diyebilecektin. Ama olmaz, yapamazsın artık. Artık aranızda mesafe vardır. Artık senin o'nu uzaktan sevmen gerekir. Ama olmaz başaramazsın. Uzaktan sevmek nedir ki? Bunu anlayamazsın, saçmalık olduğunu anlarsın. Çünkü benim sevgim o'nu mutlu etmiyorsa, ben o'na sevdiğimi hissettiremiyorsam ne manası vardır sevmenin, aşık olmanın. Zaten bu ayrılığın devamındaki sevdiğin kişiyi bekleme evresindeyken hiçbir şey mantıklı gelmez sana. Yaptıkların, yapmayı düşündüklerin hatta bazen o'nu sevmelerin bile saçma gelebilir. Düşünürsün ben "O'nu bu kadar severken o niye beni dinlemiyor?" gibi bir soru aklını çelmeye yeter bazen. Aslında bu şekilde ne kadar sadık olduğumuzu, ne kadar sevdiğimizi test edebiliriz. Bu şeytan kandırmacası basit bir soru, basit bir tuzakta pes ediyorsan ayrılmanın her iki kişi için de en iyisi olduğunu anlarsın. Ama ya o tuzağa düşmüyorsan, ya sen o'nu hala seviyorsan. Bunun sonucu beklemektir, beklemeye devam edeceksindir. Çünkü kalbine başka birini sokabilsen belki şimdi çoktan, kalbine giren kişiye "hayatımın en değerli varlığı" demiş olurdun, o kadar zaman geçmiştir ama hayatının en değerli varlığı aynı kişidir beklediğin, kimsenin kimseyi sevemediği kadar sevdiğin kişidir. Ama sen hala beklemektesindir. Beklemeye devam edeceksindir, çünkü o aklından çıkmaz. Çünkü o Dünya'daki en rahat yere yerleşmiş, kalbine. O bunun farkında olmasada.

Farkına varmasını istersin o'nun hala kalbinde olduğunun. Bir çaba içersindesindir, "beni anla" nidaları atarsın içten içe. Ama nafile, anlatamazsın kendini yada o anlamaz, anlamak istemez ne fark eder ki? Senin o kadar sevmen, senin o kadar o'na bağlı olman bi' şeyi değiştirmezler. Arada bir eser, sinirlenirsin ama o'na bi' şey diyemezsin ki, kırmak istemezsin, Dünya'nın en mutlu insanı o olsun istersin. Kendi kendini yersin, içten içe. "Ah beni birazcık anlasa" dersin, "Ah bana birazcık güvense" belki Dünya'nın en mutlu kişi sevdiğin olacak ve bundan dolayı Dünya'nın en mutlu kişisi sen olacaksındır. Ama ne dersen faydasız, yok olmuyor. Senin anlatacak kelimeler bulamaman, kelimelerin bu sevgiyi taşıyamama korkusu bile derdini anlatmana yardımcı olamaz.

ikinci bir şans, bunun için her şeyi yaparsın. Belki hayatında ilk defa birinden ikinci bir şans dilersin, belki hayatında ilk defa bu kadar seversin ve bundan dolayı her şeyi düzeltmek istersin ama sevdiğin kişiden duyduğun bir "hayır" herşeyi mahveder, üstelersin sanki üstelemekle o'na evet dedirtebileceksin gibi. Hatta bu üstelemenin senin aleyhine yani söylediği "hayır"'a katkı olduğunun farkındasındır ama genede üstelersin. Hiçbir şeyi önemsemezsin bu gibi durumlarda. Mesela yalvarman seni gurursuz gibi gösterir. Aslında gurursuz değilsindir, gerçi nasıl görüneceğin pekte umrunda değildir. Çünkü sen hiçbir şeye önem vermediğin kadar önem verdiğin biri için, hiç kimseyi sevmediğin kadar sevdiğin kişi için çabalıyorsundur. Yani o'nun, sevdiğin kişi için çabalıyosundur. Bundandır nasıl göründüğünün umrunda olması. Ama o birazcık umursasa seni değil mi? Ağzından çıkacak iki heceli bir kelimeyle yani bir "evet"'le seni evrenin en mutlu insanı yapabilir oysa ki. Ama her şeyi söyletsende bir "evet" çıkartamazsın ağzından. Sen ne kadar sevsende, sen ne kadar umursasanda o umursamaz işte.

Çok üzülürsün, belki o'nu da üzmüşsündür. Bu ihtimali düşünmek istemezsin o'nu üzmüş olduğunu düşünmek bile içine karabulut girmesine sebep oluyordur. "Ya sebep olupta üzdüysem" dersin içinden, "ya bir an bile üzdüysem o'nu." Üzdün elbet yoksa niye sen şu an bekleme evresinde olasın, yoksa sen şuan niye her şeyi düzeltme çabasında olasın ki. Özür dilersin defa kez, özrün hiçbir şeyi düzeltmeyeceğini bilerek.

Beklemek böyle bir şey işte. O'nun yanında değilsindir, ama o'nu inandıramayacağın kadar çok seversin ama yok nafiledir, boş. Sevmek belki ilk defa çaresiz kalmıştır senin için ve belki yılların bir kurşundan daha hızlı olmasını dilersin, yani ölmeyi. Sanki ölüm çare olacaktır yarana. Yalan! Farkıdasındır sende, bu sevda sonsuz, bitmiyor işte.

Buny - 09.03.2009 - 00:30
--spoiler--
daha iyi yazanlar da var.
(bkz: montaigne)

edit: entry başlıkla şahane derecede alakalıdır. bu kadar kolay entry silen şahıs için açıklama;

deneme edebiyatta; herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düz yazı türüdür. edebiyat tarihinde tartışmasız en iyi örneğini denemeler adlı eserinde montaigne vermiştir.

ben de ince bir nükteyle yazar arkadaşlarımıza takılmış bulunmuştum. umarım anladınız konuyla ilişkisini...
ben bir kere ikinci kattan kumun üzerine atlamayı denemiştim.
her yerim çizildi ,yara falan oldu bazı yerlerim.
(bkz: deneme tarzı entry girmek)
(bkz: ben bu yazıyı sana yazdım/#5020616)
(bkz: sozlukculerin denemeleri)
http://ekmekalerjisi.blog...t.com/2009/10/bir_30.html
http://ekmekalerjisi.blogspot.com/2009/10/iki.html
Öğle güneşinin altında,hiçbir şeyi umursamadan sadece plastik topun peşinden gidiyor,yorulmama rağmen topa vurdukça vuruyordum.Güneş’ten dik gelen ışınlar,göz bebeklerimin içine giriyor ve göz rengimde gözde görülen bir değişiklik yaratıyordu.Saçlarım patlamaya hazır bir volkan gibi sımsıcaktı.Üstümdeki koyu renkli tişört nedeniyle tüm ışınları kendi bedenimde topluyordum.Sık orman ağaçlarının arasından zikzak çizerek,büyük bir ustalıkla geçtim.Topa son vuruşumda iyice uzaklara gittiğini gördüğümde tıkanan nefesime hak vererek elime ağaca atıp destek alarak biraz olsun soluk alıp verdim.
Dalların arasından sincaplar hızlıca ilerliyorlardı.Siluetlerini göremesemde ayaklarından çıkan seslerimi duyabiliyordum.Orman bir anda korku filmlerinin atmosferine dönmüştü.Kara karga,çekilmeyen itici sesiyle ses çıkartarak oradan oraya konuyordu.
Dinlendikten sonra yoluma tekrar devam ettim.ilk heyecanımdan bu yana eser kalmamıştı.Adımlarım daha yavaş ve emindi.Ağaçlardan düşen kabuk parçalarına basa basa gidiyor,kabuklara bastığımda çıkan sesle aniden ürkülerek arkama dönüp paranoyaklaşıyordum.
Uzun boylu ağaçların arasında,belli belirsiz siyah bir dumanın çıktığını gördüm.ilk başlarda onu yangın zannetmiştim.Sonradan bunun yangın olmadığını fark edip,dumanın kaynağına doğru gidiyor ve adımlarımı sıklaştırıyordum.
Ormanın bitişinie geldiğimde karşıma derme çatma,ışıkları yanan ve bacasından taze dumanları çıkan bir ev gördüm.Ev,kasabadan uzaktı ve göründüğü üzerek pek komşuda yoktu.Acil bir durum olursa epey yürümek gerekirdi.
Topum,evin girişindeki çitlerin arasına kaçmıştı.Adımlarımı atarken tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum.içimden gelen bir ses,bunun iyi bir şey olmadığını ve geri dönmem gerektiğini hatırlatıyordu.Böbrek üstü bezlerimden salgılanan adrenalin tavan yapmıştı.Yorgunluğum yeni geçmesine rağmen,nefes nefese kalmıştım.Kendimi sağlama almak amacıyla neredeyse etrafımda 360 derece dönüp,çevrede olan bitene bakıyordum.Topumu,sanki koltuk altına alıp eve götüren bir çocukmuş gibi alan çitlerin yanına geldim.Çitlerde ev gibi bakımsız ve sim siyahtı.Topumu almak üzere eğildiğimde bir ses duydum.Bir yakarış,feryat gibiydi.Hemen kafamı kaldırıp önüme ve arkama baktım.Çitlerin arkasına saklandım.Çok korkuyordum.Topumu,kucağıma aldım ve tek çarem oymuşçasına kendimi topla garantiye almış gibi hissettim.
Hem korkuyor,hem de meraklanıyordum.Bir zamandan sonra korkum,merakımın önüne geçmişti.Kapısından ateşler çıkan ve aniden toprağın altında birisinin çıkıp beni götürebileceği tüyler ürperten evin yanına geldim.Ses çıkarmamaya çalışarak parmak ucunda yürüdüm.Ormanda da peşimde olan siyah karga birden çitlerin üstüne konduğunda itici sesini tekrar çıkartmaya başlamıştı.Casusluk oyunum bir anda felaketle sonuçlanmıştı.Ürkerek,toprağın üstündeki çalıya bastım ve bir anda derin sessizlik yerini çalının kırılma sesine vermişti.
Arkama dönüp koşarak kargıya gırtlaklamak gelmişti ama bunu sonradan yapabilirdim.Dışarıya,eski merdivenlerin çıkan ayak sesleri gelmekteydi.Sesler gittikçe artıyor ve sesle birlikte kalbim daha hızlı çarpıyordu.Ani karar vermek zorundaydım.insanlar hep bu durumlarda en iyisini değil de en aptalcasını seçtiklerinden evin arka tarafına koştum ve çığlık atmamak için kendimi tuttum.
Öğle saatlerine doğru her şey olağan yerindeyken,şimdi düştüğüm hal film sahnelerini aratmayacak düzeydeydi.Annemin beni evden çıkmadan şefkatli öpüşünü hatırladım.Belki de beni son kez öpüşüydü.

Kafamı dizlerimin arasına gömüp sessizce ağlarken eskimiş kapının gümbürdeyerek açıldığını duydum.O kadar şiddetli açılmıştı ki,etkisini ben bile hissetmiştim.Kapının açılmasından dolayı sıçradığım için odak noktasını kendime çekmiştim.Kafamı aradan uzattığımda,üstünde önlük olan ve elinde et kesmek için işe yarayan uzun bıçaklardan biri vardı.Saçları dağınık,sakalları kirli ve tuhaf bir kafatası şekli vardı.Birden yüzünü benim olduğum tarafa çevirdi ve iri gözleriyle taramaya başladı.Kafamı çekmekte geç kalmıştım.Ağır adımlarla benim bulunduğum tarafa geliyordu.
Şans benden yanaydı ki küçük bir tahtanın oluşturduğu boşluğa kendimi attım ve parmaklarımı dişlerimin arasına alıp,korkudan ısırmaya başlamıştım.Korkudan ne yapacağımı bilmediğim için sevdiğim topumu arkada unutmuştum.
Toprağın üzerinde gezinen pis botları iğrenç kokuyordu.Elindeki uzun bıçaktan taze kan akıyordu.Yere eğildi ve topumu aldı.Hırlamaya benzeyen sesler çıkarttı ve koca elinin arasında küçük kalan topumu bir defada patlatıverdi.

Topun patladığında çıkardığı sesten dolayı bir anda irkilip,yukarı doğru sıçramıştım.Toprağın üstündeki pis botları adım adım ilerliyor ve beni bulmak için yanıp tutuşuyordu.Küçük boşluğun altında emekleyerek yerimi değiştiriyordum.Kirli botlar ne tarafa giderse bende ters istikamete doğru yöneliyordum.Bir anda küçük boşluğun sonuna geldiğimi fark ettim.Ayığımın yarısı dışarı çıkmıştı.Ölecektim.Kirli botlar ağır adımlarla bulunduğum yere doğru geliyordu.Alnımda inci taneleri misali terler akıyordu.Tam adaleleri kasılıp eğilmek üzereydi ki,ormandan beri beni takip eden karga imdadıma yetişmişti.Bu kez çıkardığı ses bana ninni gibi gelmişti.Odak noktası ben olmaktan karga olmuştu.Hışımla arkasına döndü ve kargaya baktı.Sonra pis botlarıyla eskimiş merdivenden çıktı ve kapıyı hızlıca kapattı.

Küçük boşluktan sürünerek çıktım.Giysilerim çamur,kir vb şeyler olmasına rağmen umurumda değildi.Ölmediğim için şükrediyordum.Tak adımımı atıyordum ki bodrum katındaki pencere dikkatimi çekti.Ellerimi birleştirerek kafamı cama dayadım.Dakikalar önce peşimde olan adam masanın üzerindeki belli belirsiz bir şeyin yanına geldi ve elindeki uzun bıçağı havayı kaldırıp aniden indirdi.Çıkan sesle irkilip,tökezlemiştim.Çok ses çıkarttığım için apar topar ayağa kalktım.Cama tekrar baktığımda,adamın orada olmadığını gördüm.
Yüreğim küt küt atıyordu.Arkama bakmadan,ayaklarım yanıyormuşçasına koşmaya başladım.Koşarken eski kapının tekmeyle açılıp,menteşelerinin kırıldığının sesini duydum.Adam arkamdan anlaşılamayan sözcük tekrarları yapıyordu.Ormanın içine girdim ve gücüm bitene kadar koştum.-o gün ne kadar koştuğumu hatırlamıyorum-. Artık adamın beni takip etmediğini düşünerek ağaçtan destek alarak dinlenmeye başladım.Bir şıngırtı sesi duymuştum.Hemen ayağa kalktım ve önüme bakmadan kalkıyordum ki babamın yuvarlak ve büyük göbeğine çarpıp yere düştüm.
Yüzüne nefes nefese bakıyordum.
‘’Öğleden beri seni arıyorum.Annen endişelendi.Yemek yiyeceğiz.Geç kaldın.’’
‘’Ormana girdiğimde topum kayboldu.Onu ararken ormanın sonunda bir eski ev gördüm.Bacasından duman çıkıyordu.Orada bir adam yaşıyor.Her ne yapıyorsa iyiye alamet değil.Kötü bir şeyler var.’’
‘’Güneşin altında çok kalmış olmalısın.Hayal gücün çok geniş.Hem söylediğin yerde ev yok.Ben küçükken babamla buraya tavşan avlamak için gelirdik.Bu zamandan o zamana kadar buralarda kimse yaşamaz.Aç olmalısın.Hayal gördün herhalde.’’
‘’Ben doğru söylüyorum ! Uydurduğum da yok.Hala orada olmalı.Biliyorum.Bir ağacın arkasına saklanmış bizi izliyor.’’
‘’Saçmalıklarına katlanamam.Yürü.Gidiyoruz.Bu olanları eve gidince seninle uzun uzadıya konuşacağız.Uygun bir vakitte birlikte gideriz.Ama şimdi geç oldu.Gitmek vakti.’’

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra babamla birlikte ormanın bitimindeki eve gitmiştik.Şaşırtıcı bir şekilde ev ayaklanıp gitmiş gibiydi.Ne bir iz ne de ona benzer şeyler vardı.Yıllar sonra ormana tekrar geldim.Bu sefer teçhizatlıydım ve daha cesurdum.Bir umut evi bulma umudum vardı ama ev yerinde değildi.
çekingen bir adamdır aslında bildiği yolu bile değiştirmez. yanlış anlaşılır diye kafasını kaldırıp bakmaz kimseye, gittiği evlerde su istemez, tuvalete çıkmaz, gıkını çıkartmaz oturur önüne koyulanı ucundan tırtıklar durur. sohbetlere ortadan girer, bakar sonu onu açmayacak sessizce çekilir aradan. ne konuştuğu belli olur, ne sustuğu. saklar bildiklerini çünkü anlatsa anlayanın olmayacağından korkar. bilir ki insanlar anlamazsa bir şeyi, anlatanı aptal ilan eder kendisini ulema. küstah insanların arasında alçakgönüllü olduğu için safdır. özel zevkleri var diye farklı adledilir, söylediği herşey önce dinlenir sonra "ne dedi şimdi bu" diye düşünülür oluşan sessizlik süresince.

ufkun genişse, hayalperestsindir; onlardan daha derin düşünüyorsan delisindir, sır tutuyorsan ödleksindir, güveniyorsan aptalsındır; dikkatliysen tutucusundur. hakkını savunmak para üzerini aldıktan sonra "eksik vermişsiniz" diye uyarmak değil; bunu söyledikten sonra karşındakini rencide ediceğini düşünmekdir ona göre. bazen kendin zarar görsende, susmayı bilmelisin; ne zaman ki karşındakinin hakkını düşünürsün işte o zaman kaybetmezsin...

işte böylesine "öylesine" bir adamdı o, saçaklardan sarkan sarkıtlar bile ona ilginç gelirdi. telaffuzu zor bir duyguya sahipti o yüzden ne zaman sıkışsa hep dili teklerdi. bazen ezberlerdi söyleyeceklerini, kağıda not düşerdi çünkü tekleyince çok utanırdı. zaten onun en büyük artısı ses tonuyla insanları etkileleyebilmesiydi. sabahları kahvaltı edemezdi. her gün anca yarım ekmek yiyebilir, zeytinin acısını sevmez; peynirin, kaşarın her gün taze kesilmesini isterdi. çayı içemezdi acı geldiği için, içmek zorundaysa bol şeker atardı; çok şekerli içincede içi bayılırdı. küçükken tatlı sevmeyen babası ona garip gelirdi, fakat büyüdükçe o da kısmen babasına benzemişti. önceden kendisine söylenenlerin ileride doğru çıkmasından nefret ederdi. yıllar önce bir yaşlı amca ona "insanlar yaşlandıkça ebeveynleri gibi davranır, onların zevk aldığı şeylerden zevk almaya başlar" demişti. haklıydı aslında hayat başladığın yere geri dönmekti. doğduğun ortama bağlıydı özüne geri dönüş süresi. hayalleri küçük çaplı ve çabuk cayılacak cinstendi. insan büyük hayaller kurarsa her zaman havasını alır o bunu bilirdi. hayaller küçüldükçe mutluluk artar o kendi dünyasında mutlu biriydi.

2009 sonbahar
m.e
bu hikaye olmayan bir kentin hiç gelmeyecek bir zamanında geçiyor

ben varım bir de o

şu an dünyanın bir köşesinde benden habersiz ya da

hiçbir yerde yok.

yalnızlık çölünün sıcağında bir serap gibi

ümit verci ve de sahte.

güzel ama.gözleri geçmişin acılarını hafifletici.

gülümsemesinde farklı olan bir şeyler var.

alaycı değil

nezaketen mi?

alakası yok.

bir şeyler var arada

ait olmaktan korkmayacağım bir sığınak kalbi

saçları boynuna sarılsada boğmayacak kadar dürüst.

not: bu yazı yazarın önerisiyle aracilarcumhuriyet.blogspot.com adresinde "varım ben" ismiyle yayınlanmıştır.
kalbura samani sormuslar evvelde zamana aşik idi demiş…


günlerden bir gün, yani evvelin zamana kalburun samana küs olduğu günlerden bir gün; elinde kalbur, sırtında saman, kalbinde evvel, aklında zaman yürüyormuş yolda.
ismini şimdi hatırlamak güç. evvelle beraber kalpte kaldı herhalde. zamana uyarda akla gelirse ne ala…
neyse lafı uzatmayayım. yürürken işte her hikayede bomboş sanılan o malum yolda, yolun aslında boş olmadığını fark etmiş. iyi ki de fark etmiş, çünkü o yolu dolduran; güzeller güzeli, ismi cihana bedel, cismi sultanı yerle bir eder, gözleri gök mavisi, saçları samandan sarı, varlığı zamandan aşırı, koysan kalbura sanki dökülüverecek aşağı, öylesine ince belli; elleri var ki bir de sorma gitsin, evvelden beri görülmemiş dünyada eşi.

- amma yaptın ha böylesini görse insan anlatmaya fırsat bırakır mı hiç?

- sus! ses etme hele, bizimkisi zaten öyle bir şok olmuş ki heyecandan oracıkta teslim etmiş canını yaratana. saman devrilmiş kalbur üstüne, evvel kalp krizi kurbanı, zaman geçmez artık sadece akılda kaldı.

bu salağin adı da hatirlamaya değmez zaten.
sözlükçülerin denemeleri denemeler.
sözlükçülerin denememeleri denemeler.
bir öneri olarakta denemeleri.*
bir keresinde orta sahadan kaleyi denemiştim, o zaman tabi gencim liverpol fc'de oynuyorum..
Bir anda bir kediye baglaniveriyorsun iste. hic kimse senden memnun degilken ve bir ise yaramadigini dusunurken senin, aha diyorsun, bu karsiliksiz sevgi. ve sonra annen cinlatiyor kulaklarini. "karsiliksiz sevgi olmaz! sen ona yemek vermesen o sever mi seni? yada o senin yaninda durmasa, sana surtunmese, senle uyumasa sen sever misin onu?" icimden ben yine de severdim diyorum. ama sadece icimden. "haklisin" diyorum ona. her sey karsilikli. tum bunlar olurken tirnaklarim uzuyor, etrafimdaki herkes yaslaniyordu. yapmam gereken cok is, belki de yetecek kadar zamanim ama bir seylere baslamaya gucum yoktu. ust komsularimizdan nefret ediyordum. bencillerdi cunku. hala da oyleler. hicbir sey degismedi aslinda. ben hala bir kediyi karsiliksiz seviyorum. herkes kiyametten soz ediyor. aslinda tum insanlik icin ortak bir kiyamet yoktur bence. herkesin kendi icinde kiyameti vardir. aslolan budur. kimileri daha olmeden, kendi kiyametleri kopar onlar icin. ve bir kediye baglaniverirler.
Otobüste sigara içmek,alkol almak, kokain ve esrar çekmek yasaktır.Aksi takdirde seyahatiniz; yarı yolda otobüsten atılıp, kilometrelerce yürümek olarak şekillenebilir.Lise yıllarımın büyük sarı servise binmeden geçtiği gerçeği beni içten içe üzüyor.Oysa ki serviste ki genç boyların yaşadığım şehri Rock Başkenti sıfatı altında söylemesini ne çok isterdim.Farklı farklı şehirlerde ülkelerde, okuduğum kitabı soracak olan binlerce insan tanımak isterdim.

En az yarısı çıkmış ojelerim kadar bir bok bilmediği halde, yaşından dolayı tecrübe kazandığını düşünen adamların, gelip başımda beyin ütülemesinden tiksiniyorum.Neyse ki sevdiğim insanların olması hala benim bir ümidim olduğu anlamına geliyor.En azından teoride bu işler böyle işler diye düşünüyorum.

Bir gün çocuğum olursa -ki bir kızım olacağını düşünüyorum- ona derslerini iyi tutması için öğüt verirken (eminin derslerini iyi tutmasını istemeyeceğimi düşünüyordunuz) binlerce güzel ama aptal ve binlerce çalışkan ama çirkin kızlar olduğunu söyleyeceğim.Eminim farklı olmak için hem güzel hemde çalışkan olmayı tercih edecektir.Ancak ebeveyinlerin yanılgılarını göze alırsak çirkin ve aptal olma olasılığı daha da yüksek.
Ve o da benden boş boş konuştuğum için sıkılacaktır.Sırf yaşı var diye bana öğüt veremez diye düşünecektir.Yapar.

Yanlış zamanlama yapıp erken okuduğum kitaplar yüzünden her kitabın bir yaşı olduğunu düşünüyorum.Bu büyük bir sorun.Bana bu tezi ortaya attıran kitapsa Makyavel di.Prens.O kadar anlamıyordum ki kitabı 3 kez okumak zorunda kalmıştım.Her okula getirişimde sosyal bilgiler hocam bunu nerden buldun diyordu ve tüm arkadaşlarım hala bitiremedin mi? sorusunu soruyordu.Kimse içinden bir kaç bir şey okumaya yeltenmedi ki.O günden sonra bu bende sanki kuralmış gibi kaldı.Oysa ki 3 okuma sonunda bende izler bırakmıştı.Herkes okumalı ve gizli makyavelistler çıkmalı diye düşünüyordum.Daha sonra Makyaveli den nefret ettim.
Kızıma  Machiavelli den bahsetmeyi düşünmüyorum.

Yine de ilerleyen yıllarda Avagadro'nun küçük temsili resmi bana daima onu hatırlattı.Bazen olaylara duygusallıktan sıyrılıp baktığım da hakta veriyordum.Sonra diğer tarafını düşünüp üzülüyordum hak verdiğim için ancak mantık hep acımasızdan yanadır.

"Sahiplenme isteği şüphesiz olağandır ve insan doğasına özgüdür. Bu arzusunu tatmin etmeye kalkışan herhangi biri, bunu başarabilecek imkanlara sahipse, bunun için ayıplanmaktan ziyade övülür, ama bunu uygulamaya geçiremeden sadece bunun hayalini kurmak hata yapmak anlamına gelir ve ayıplanmalıdır." N.Machiavelli
Ardından hakkında yazılmış çirkin çevirili yazıları okudum.Aslında bu kadar anlatılacak bir yanı da yoktu.Hayran olmaktan çok hayatımda hep hatırlayacak olmaktan ürküyorum.Bu korkuya benzer şey sanırım onu hatırlatıyor.

Önceki geceler gibi bu gece de uyumamaya karar verdim.Uyumayıp kayıt için Yalovaya gitmeye.işin acı tarafı sırf vakit geçsin diye bunları yazıyorum.Sonra paylaşıyorum.Acıklı oluyor.Üst kat komşularım kavga etmiş benim bundan dahi haberim yok.Sağ elimin işaret parmağının tırnağında ki oje çıktı.Bundan tiksindiğimi söylemiş miydim.

Malesef otobüsümüzde tuvalet bulunmamakta zira bunun uzun yol otobüslerinde çok da hijyenik olmadığını söyleyenler var.Eğer çok sıkışırsanız şehrin dışına; otobana çıktığımızda bir ara şöförümüze de uygun gelen bir yerde durabiliriz,siz yine de götünüzü tutmaya çalışın.Resim yapmayı seviyorum.Malesef sadece seviyor olmak çok acıklı,yaparken şaheser çıkacak kadar güzel müzikler dinliyorum oysa.Yeni çalışmam Right vs Left Brain adında olacak.