1-Turkce katıksız anlamına gelir.

2-Kaymaklı dondurmanın türkçedeki karşılığıdır.

3-sade;şade diye okunur,nijerya dogumlu puslu sese sahip cok guzel smooth jazz,soul parcaları olan(ingilizce) kış akşamlarında şömine onunde oturup (bkz: amerikan filmlerinden etkilenmek) sevgiliyle dinlenebilecek en iyi şarkıların vokalistidir.

ayrıca (bkz: sevgilisi olmamak)
(bkz: marquis de sade)
koray candemir şarkısı.

renkler, renkler sade, düşler, düşler sade
kutsal bir günde ben sade

dinlerin arasında, sıkışmış insanlarla
yalvarırken tanrı'ya, inancın kaldıysa

sesler, sesler sade, işler, işler sade
doğum günümde ben sade

hani nerde, hani nerde, hani nerde o eski günler, hani nerde o eski aşklar
Antalyalı gotik senfonik yarak kürek death faşist estetik metal grubu grup pislik yatağının ilk demosunun adı.
Grup pislik yataginin Veri gotik metal from the deepest of fucking hell albumunde bulunacak olan sarkidir.Davullari pek bi guzeldir
(bkz: king of sorrow)
sade bir erkeği baştan sona eritebilecek ve dinlerken mest edecek bir sese sahip şarkıcı., afrikalı bir baba ve ingiliz bir annenin '59 Nigeria doğumlu kızı. Londra'da büyümüş. Latin bir funk grubu ile söylemeye başlamış 80'lerde, daha sonra smooth operator ile ülkeler arası bir başarı yakalamış. sonra albümler ve başarı almış başını gitmiş. * şu an olduğu gibi, huzur verir bünyeye, ruhunu okşar insanın sesi.

albümleri ;

Diamond Life (1984)
Promise (1985)
Stronger Than Pride (1988)
Love Deluxe (1992)
The Best Of Sade (1994)
Lovers Rock (2000)
Lovers Live (2002) * *
(bkz: by your side)
(bkz: smooth operator)
(bkz: no ordinary love)
koray candemir in ilk solo abümünün en sade parçası.
kesinlikle basitle karıştırılmaması gereken.
yalın anlamı taşırken, bünyesinde saflık, temizlik te barındıran.
bir dondurma cesidi olarak bakarsak diger icin ; kakaoludur.
sıkıcı, basit ve değersiz olan. tek bir şey söyleyen, tek bir şey çağrıştıran, tek bir şeye işaret eden. kıt ve kısır olan. karışık ya da bulanık gibi kelimelerin yanında adı dahi anılmaya gerek olmayan.
(bkz: sek)
iki adlı grubun hoş tınılara sahip eseri. sözlerini de yazayım ;

kaçmadan, ayak altında
yürüyorduk tam ortasında
kelimeler etrafında
bitik bir aşkın komasında
hikayeler ne farkeder
hepsi hepsi renksiz şeyler
neresine kadar geldik
hiç bitmez mi mesafeler

sorulmadan söylenenler
ne kadar da basit sözler
kelimeler ayak altında
soğuk bir hüznün sabahında
kısa metraj öykümüzde
huzursuzluk mevsiminde
ne verdiysek onu aldık
hep umduk hiç bulamadık

grup hakkında bilgi edinmek ve şarkılarını dinlemek için

http://www.ikimusic.com
(bkz: koray candemir) in huzur dolu şarkısı.
3 yaşımdan beri dondurmacıyı görünce aklımda beliren tek kelime.
iki adlı albümsüz grubun albümsüz şarkısından tam albümlük esaslı bir hikaye. yolda yürürken düşürdüğünüz eşyanızı sonradan hatırlamak gibi telaşlandırıcı.

kısa metraj öykümüzde
huzursuzluk mevsiminde
ne verdiysek onu aldık
hep umduk hiç bulamadık
Sesine ve kendisine bayildigim $arkici bayan´dir. Son olarak 2006 senesinde "Unreleased Dance Mixes" albümü cikarmistir. Genelde slow olan $arkilari harika bir mix ile sunmu$tur, yerinde duramazsaniz, dans edersiniz dinlerken. *
sesine aşık olduğum, beni benden alan pudra sesli muhteşem sanatçı...

(bkz: sade adu)
smooth operator demiş, bizi bizden almış, 80'lere damgasını vurmuş, bir kuşağı bu şarkıyla yetiştirmiş, başka da birşey diyememiş hatundur.
king of sorrow
no ordinary love
lovers rock
cherish the day
gibi ruhu dinlendiren şarkıların sahibi büyülü ses
sıfırını ya da az hasarlısını bulmanın imkansız olduğu koray candemir albümü. görüldüğü yerde alınası.
dört duvar var. kare plan. duvarların renginde oynama yapmak istedim. biraz koyu olacak, biraz da kırmızı. oturma odası ölçeğinde duvarları koyu kırmızı, kare planlı bir odadayım. ışık almasını istiyorum odanın. bu yüzden pencere açıyorum karşı duvara. hacim ferahladı şimdi. bir tabure koydum ortaya. üstümde bir tişört, altımda bir pantolon. ayaklarım çıplak. yer soğuk değil. elime bir saksafon aldım. üflüyorum. yankı yapıyor. kontrolsüz bir yankı bu. ayarlamam lazım. mekanın boyutlarıyla oynuyorum. büyütüyorum biraz daha. duvarlar birbirine paralel olduğunda vurgusal yankı olabilir. bu sebeple paralelliği bozdum. şimdi mekan ileri doğru genişliyor. iki duvar hala paralel birbirine, iki tanesi de paralel değil. duvarların rengi görsel algılama için önemli, sese bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. çalana etkisi var tabi ancak teknik olarak bir etkinin söz konusu olmadığı kanaatindeyim. kare planı da bozdum. şimdi mekanım yamuk halini aldı. saksafona üflüyorum. daha güzel bir ses tınladı şimdi. bir kaç eksiği var hala mekanın. yansıtıcı yüzeyler koymak gerekiyor. duvarları gözenekli malzemelerle de kaplamak lazım. baslar, tizler belli bir ahenk ile salınmalı mekanda. şimdi yamuk planlı, koyu kırmızı gözenekli malzemeyle kaplanmış duvarlı, yansıtıcı yüzeyleri taşıyan tavanlı bir mekan içindeyim. karşı duvarda pencere var. ışık geliyor oradan. fonskiyonel bir çözüm ama sese olumsuz etkisi var. pencereyi kaldırdım. yapay olarak aydınlatılıyor mekan. bunun için armatür gerekli. estetik girmeye başladı işin içine. mekanla uyumlu olmasını istiyorum aydınlatma aygıtlarının. yer kaplaması da önemli. sesi emecek onlar. renkleri duvarların renkleri, tavanın rengi, aydınlatma elemanlarının rengi... saksafonun yanına davul gerek bir tane ya da bas gitar. tonlar önemli. midler, tizler, baslar... hepsini test etmek istiyorum. bir orkestra kurabilirim. hepsini kendim de teker teker deneyebilirim...

do...

re...

düm... tek... tek...

test ettim. karmaşık bir fonskiyon var mekanda. çok şey düşünülmeli. renkten, malzemeye kadar her şeyin icracı üzerine etkisi var. dinleyici üzerine de etkisi var. fonskiyonel mekan kurgulandı. müzik yapılabilir. müzik dinlenebilir.

müzisyen var. karar sesi la olan bir parçada ilerliyor. bas gitarist bu müzisyen. uzun süredir müzisyen. bir çok festivalde, albümde çalmış. dört telli bir foderası var. tonu muazzam. önemli tonmeisterler ile çalışmış. müziğe hakim. parmaklarını hala günde en az dört saat bu iş ile meşgul ediyor. dört dörtlük bir parça çalıyorlar. la vuruyor sürekli. tansiyona göre oktavında vuruyor. yalnız bir hali var, sadece la vuruyor. gamın içinde dolaşmıyor. ona sorulduğunda ''parça bunu istiyor, bu yeterlidir.'' dedi.

dört duvar var. duvarları boyamak niyetinde. etkilendiği ressamlar, akımlar var. kafasında binbir türlü plan... tablolar olacak duvarda. geri kalan boşluklar farklı renkler ile boyanacak. nedenini bilmiyor, ama o renkleri görmek istiyor. renk cümbüşü olmalı mekanda. kare planlı bir oda bu. ışık alması lazım. karşı duvara bir pencere açıyor. küçük bir pencere bu. 6 tane dikine 4 tane enine doğrama, arası cam... perde lazım, ışığı içeri almamak için. fırfırlı, dantelli, ince işçilikli bir perde getirdi. astı. güzel durduğuna kanaat getirdi. bir tabure koydu odanın ortasına. vazgeçti. kaldırdı tabureyi. bir koltuk koydu. rengini seçti. üzerine kirlenmesin diye örtü serdi. bir tane daha koltuk aldı karşısına koydu. özenle boyadığı duvarların bir kısımlarını kapattı koltuklar. ortaya bir tabure koydu tekrar. sonra kaldırdı, daha iyi işlenmiş bir mobilya getirdi. sehpa deniyor buna. üzerinde oymacılıktan mütevellit desenler olan bir sehpa bu. bacakları düz de gelmiyor. yılan gibi kıvrılarak iniyor. koltukların kolçakları, bacakları da öyle. halı var. el ile işlenmiş. binbir farklı renk, desen var üzerinde. pahalı bir şeye benziyor. altın varaklı saraylara layık bir ayna duruyor duvarda. duvarın bir kısmı daha kapandı böylelikle. victoria devrinden kalma iki köşe lambası koydu koltukların yanına. televizyon, televizyon kumandası, uydu reciever'ı, uydu reciever kumandası da var mekanın içinde. bas gitar var bir de. koltuklardan birine oturdu. üzerinde gömlek var, yakaları kalkık. ince kravat var. altında kaliteli kumaş bir pantolon. cilalı simsiyah ayakkabıları ile oturuyor mekanda. bas gitarı eline aldı. televizyonu açtı. bir kanalda müteşabih bir mekanda kaydedilmiş bir parça çalmaya başladı. yamuk planlı, koyu kırmızı gözenekli malzemeyle kaplanmış duvarlı, yansıtıcı yüzeyleri taşıyan tavanlı bir mekanda müzik yapılıyor. üzerinde tişört, altında pantolon, ayakları çıplak bir basçı var müziğin içinde. parçanın karar sesi la. belli bir metronomla la'ya basmaktan başka bir iş yapmayan bir basçı dinlerken buldu kendini. elindeki bas gitar ile la üzerinde türlü gamlar ilerledi. slapler yaptı, groovelaştırdı parçayı. parmakları çok hızlı akıyor klavye üzerinde. ayakları çıplak basçıdan çok daha hızlı parmakları var şu anda. çıplak ayaklıdan çok daha iyi basçı olduğuna inanıyor. yalnız odada çok eşya var. ses çok yutuluyor. camı açtı, dışarıdan ses geliyor şimdi. kapadı tekrar. televizyondaki mekanın duvarları gözüne takıldı. koyu kırmızı duvarlar... kendi duvarlarına baktı. tablolar... müzikal hissiyat uyandırmasa da seviyor onları. perdeleri de şık. gitar riffleri de... yalnız fazla eşya var. fazla motif var. fazla desen, fazla renk... o da fazla çalıyor zaten.

duvar yok. zifiri bir sessizlik var. nota var. üstüm başım çıplak şimdi. ses tellerim var. bas ve tizlerim. beyaz bir renk hakim bulunduğum yere. içinde her rengin olduğunun idrakindeyim, görmek istediğimi görebiliyorum. sessizliğin karar sesini algıladım. ses tellerimi titreştirmeye başladım şimdi. baslar, midler ve tizler sıra sıra, kimi zaman aynı anda çıkıyorlar gırtlağımdan. yankı var uzaklarda bir yerlerde. öyle bir yerde ki ama, teknik hesaplamalar ile başa çıkmak zorunda değilim onunla. gelmesi gerektiği için geliyor. çıplak vücudumdan çıkan çırılçıplak sesim ile başlattığım icrayı tamamlar nitelikte. bir kusur değil şimdi yankı müzik için. bilakis, yardımcı oluyor. çünkü ruh bunu istiyor. ses tellerimi, mekansızlığı ve de kulaklarımda yankılanan her ne ise onu.
doğal şeylere verilen isimdir. doğal sevgili olabilir, doğal ürün olabilir, herşey olabilir ki.
never as good as the first time gibi hala dinlenebilen bi parçaya sahip. siyah beyaz videoda, ata binerken çok seksi oldugunu düşünmekteyim.