bugün

bir tarihte bir yazarın bir söyleşisine gitmiştim. daha doğrusu o bizim okulumuza gelmişti. söyleşiden sonra çıkışta yakaladım kendisini ve ona kendimi tanıttıktan sonra aynı konularda çalıştığımızı ve ilgilendiğim bir konuda onun yakın tanıklığı olduğunu ve bu açılardan sürekli iletişim halinde bulunmak istediğimi söyledim. Kendisi memnuniyetle kabul etti. Sonra da telefon numarasını söyledi. "Beni çaldır, kaydedeyim," dedi yazar kişi. Ve o an... telefon numarasını yazdım ve arama butonuna bastım. Şöyle bir ses, "arama yapmak için lütfen kontor yükleyiniz." o sesi yazar da duymuş olmalı. Epey duyuldu çünkü. neyse, o ara hocanın etrafını başkaları da doldurdular. Onlar gidince hoca bana döndü "aramadın mı" dedi. "Hocam", dedim. "Çekmiyor galiba. Siz arasanız ben kaydetsem..." Ve numaramı söyledim. bu kez hoca aradı ve ben kaydettim numarasını.

çok fakirlikler gördük. zor zamanlardı.
kırılmaktan korkan bir korkağım.
Bugün sevgi ihtiyacımın bana zarar verdiğini fark ettim.
90'li yıllar da lcw'nin maymunlu giysilerini giydiğim de arkadaşlarım beni zengin bireylerin evladı olarak görürler idi.

Bilmezlerdi ki, ev halkından bir kişi lcw'de çalışıyor..
6 ay sonra atanıyorum umarım. atandığım yerde helal süt emmiş güzel bir kız bulup evlenmek istiyorum. düzenli hayat istiyorum.
içimde yine kendimden bir kaç kişiyi öldürdüm.
Kimseye bir şey hissedemiyorum. Bana karşı bir şey hissedenlere karşı hiçbir şey hissedemiyorum. Birilerine güvenip şans vermeye asla yeltenemiyorum. Ve asla ilk seçilen insan olmuyorum, çoğunlukla 2. Plan.
bu mavi gezegende, şarkılar benim için bir zaman makinesi.

insanların evine kapandığı şu süreçte doğa kendini yeniliyor, papatyalar daha sarı/beyaz, deniz bir başka mavi. ' içimde uçan dalgacı bir kuş var. '

biraz hava almak adına camı açtım, kuş cıvıltıları eşliğinde kitap okumak pek hoşmuş fark ettim. antalya'yı özledim.

kendi kendine yetemeyen, bireyselliğini yeterince kazanmamış, yalan söyleyip hiç böyle bir davranışta bulunmamış gibi yaşayan, yalan söylemekten kategorik olarak farklı olmayan davranışlar sonucunda yıkılan tuğlaların tekrar düzeleceği bir temel bırakmayan, dürüstlük mefhumuna yabancı kalan, ilmek ilmek ördüğü hikayeyi tutarlı kılmaya çalışan, ilk kez söylemediği için bir ihtimal, ilk yalanının etkisi ve gücüyle bir kuvvet geldiğine inanan, fütursuzca devam eden ve bir zaman sonra kendine de yalan söyleyen bireylere üzülüyorum. aslında ben her şeyin farkındayım dememek için ciddi çaba sarf ediyorum.

bu insan tipolojisinin karşısına geçtiğimde kafamın üzerinde bir konuşma balonu olsa, içimden geçenler orada sürekli bir şekilde yazıya dökülse, konuşmasam artık diyorum. yahut artık hiç karşılaşmasak...

oysa insanın yüzüne baktığın an etik anlamı edinebilir ve otantik etik eylemde bulunabilir kişi.

Kelimelerin kökenine inmeyen ve özü anlamaya çalışmayan kişi hiçbir şeyi doğru çözümleyemez.

saygınların yanında olmak kolaydır. itibarlıdır, korunaklıdır, konforludur. hiçbir şey değilse dahi en azından tehlikesizdir.

sahi, Eski Yunan metinlerindeki bilgeliği mi önemser bir isveçli mesela?

dreams came true imiş bazen hayatta. hem bakınız, kulakta bıraktığı tını da pek tatlı.

tabiatı ile bugüne pek güzel uyandım ulu.

sevgiler.

https://www.youtube.com/watch?v=Vhr4FcFD6ko
çişim geldi hem de çok. üşeniyorum.ewed
fm'de milli takım yönettiğim zaman gerçekten izlemem gereken maçlar yerine beni eğlendirecek maçları izlemeye gidiyorum.
bugün aklıma biri geldi arada bir hep aklıma gelir içim burkulur. benim uzun soluklu ilişkimin olduğu zamanlar hem uzaktan bir tanıdık hemde takıldımız ortamlarda lise zamanlarında hoşlandığım ama sevgilim olduğu için asla ona belli etmediğim çok tatlı bir çocuk vardı. sevgilimde kıskanırdı o çocuğu konuşayım görüşeyim istemezdi faceden falan o engellerdi ben eklerdim arada bir yazışır gırgır yapardık farklı face hesaplarından konuşurduk araya bir yıl iki yıl girerdi yine iletişime geçerdik sonra çocuk trafik kazası geçirip öldü ölümünün arkasından iki yıl geçti asla o bana demedi seni beğeniyorum ama sevgilin var senden hoşlanıyorum diye bende ona demedim öldükten sonra eski facabook yazışmalarımızı buldum 2011-2013-2015- ensonda ölmeden 4-5 ay öncesi aslında alttan alttan sana hayranım izmir'e yanına geleyim mi yanıma gel hala o çocukları berabersin büyük aşkın falan filan öldükten sonra anladım ki oda benle olmak istiyodu bende onla olmak istedim ama ne ben sevgilimi terk edip ona gittim ne o sevgilim varken bana yanaştı öldü gitti ama beni şaşırtan hala arada aklıma geliyo olması en son konuştumuzda bana iş bul yanına geleyim demiş orda yaşayayım beni kanatlarının altına al. belki benim cesaretim olsaydı şuan hayattaydı kim bilir ki ben kolay kolay birini beğenip hoşlanmam da bu durum bana bencil olman gerektiğini hatırlatıyo eğer bana deseydi ki senden hoşlanıyorum ama sevgilin var büyük ihtimal başkalarının ne düşündüğünü umursamaz onla olurdum yada oda reddedilmekten açık olmaktan korktu ölmeden önce o kadar aklıma gelmezdi genelde de hep bana yazan o olmuş şimdi fark ediyorum ki bende onun aklındaydım oda benim aklımdaydı ama kimse kimseye yanaşmadığı net olmadığı için olmadı birşeyler bazen başkalarına haksızlık olsada yanlış olsada bencil olmak lazım çünkü çok geç olabilir.
Herkes kilo aldin diyor. Kürekle vuracam hepsine bunu istiyorlar sanirim :/.
Bazen kendimi ifade edemiyorum. Mesela çok güzel muhabbet kurduğum arkadaşlarımın yanına böyle itici, ukala, çıkarcı birileri gelince hiç konuşasım gelmiyor ve sessizliğe bürünüyorum.
Anlık kararlar almakta üstüme yok. Bazen o kadar saçmalıyorum ki!
Formula 1 e zerre kadar ilgim yok. Ama çevremdeki bir çok insan sanki çok büyük bir eksiklikmiş gibi görüyor bunu. Sevmiyorum aga ben formula 1, araba muhabbeti nesi garip bunun...
ben niye bu başlığı sözlük yazarlarının iftarları diye okudum acaba. açlık çok kötü.
Hayatımı özledim diye çıkıp haykırmak istiyorum!
hegel'in efendi-köle diyalektiğini uzun yıllar nietzsche'nin zannetmiştim. bu mesele ile ilgili sınava girmişliğim bile var. siyasi düşünve tarihi dersiydi. ama nasıl olmuşsa kafama nietzsche diye kodlanmış. aslını çok sonra öğrendim. bu durumdan ötürü üzgünüm.fakat entelektüellikten istifa etmiyorum. bu gibi durumlarda hemen istifa mekanizmasını işletmek doğru değil.
devlet memuru 28 yaşında bir gencim, memur olalı 1 yıl oldu, evde 2 kız kardeşim var ikisi de anne babama karşı saygısız, bana karşı edepsiz hareketler de bulunuyorlar, evlenmek istediğim insan hakkında bile terbiyesizce konuştukları oldu, ben çıldırıyorum tabi, karşı geldiğim zaman, bizim bir beyanımız yeter seni işten atmaya sen kimsin, diyorlar..
anlamadım bunlar bu gücü nereden bulabiliyor, bir abi olarak yeri geldiğin de kız kardeşimi uyarmak hakkim değil midir, onlar bana küfür etme terbiyesizlik yapma hakkına nereden sahip oluyorlar, kaç defa durup dururken karakola gidip hakkımda yalan yanlış şikayette bulundular, Allahtan karakoldaki polisler halden anlayan insanlardı, durumu izah ettiğim zaman seni anlıyoruz diyordular, bizde yaşadık kendi ailemizde böyle şeyler diyordular, sözü çok uzattım kardeşlerim vallahi ben bu hayattan bıktım usandım, artık ne olcaksa olsun diyorum aklıma bazen kötü düşünceler geliyor, sonra lanet şeytana diyorum..

hem kendi hayatını hem ailemi bozmayayım diyorum, bir ekmek kazandık diye kendi ailemiz düşman oldu bize, hepsinde bir çekememezlik, sürekli bir ayak kaydırma isteği var insan bunu hisseder..

Hissediyorum..

Şimdi ben ne yapayım bir yol gösterin..
Bu gece farkına vardığım şeyler hayatımı şekillendirecek. Öylece kitap okurken, Durup dururken. Insan bazen gözünün önünü göremiyor.
Yaradana itiraf ettim o yeter.
bu başlığa gelip sanki itirafmış gibi ne hissettiğimi yazmayı özlemişim. itiraf ediyorum özlemişim.
kimsem yok kimsenin kimsesi değilim, bu da göründüğü kadar katlanılmaz değil. bazen mutluyum bile. sanki içimde şarkı bitti ama zaten kafam şişmişti.
Hastalanmaktan değil, hasta olup eşimi ve ailemi üzmekten korkuyorum. Hastalanmaktan değil bulaştırmaktan korkuyorum. Ailem zaten yanımda olmadığından çalışma arkadaşlarım ve COViD dışı sebeplerle baktığım hastalarıma bulaştırmak korkutuyor en çok. Her gün kaç pozitif vaka gördüğümü saymıyorum artık. Bazen yakınlarının bile kendilerine temas etmekten korktuğu COViD'li hastaları muayene ediyorum. istemeyerek yüzüme öksüren hapşıran da oldu, inadına maskesini çıkaran da. Polislere tüküren hastalardan bahsedilmişti bazı haberlerde, inanasım gelmemişti. O polisler de geldi muayeneye, inanmak istemesem de gerçekmiş, şaşkınlıkla dinledim ilk ağızdan. insanların nasıl bu denli acımasız ve bencil olabildiğini aklıma sigdirmaya çalışıyorum. Yine de vazgeçemiyorum hastalarıma bulaştırma korkumdan.

Çok hasta bakıyorum. Aralıksız hasta bakıyorum. Çok konuşmak zorunda kalıyorum. Ama su içmeye ortam, yoğunluk ve üzerimizdeki ekipmanlar bazen müsaade etmediginden dilim damağım kuruyor. Nöbetimin 21.saatindeyim. Öğlen yemeği ve akşam yemeğimi 20 dk sürecek şekilde yedim. Gün boyu yarım litre civarı su içebildim. Akşam eşimle telefonla konuşmak istedim, 2 dk 48.saniyede hasta için arandığımdan kapatıp tekrar hastaların yanına döndüm.
Yarına oruç tutmak için sahur yapmak istedim, hasta bakmaktan ona da uygun fırsat olmadı, yine su içemedim.

Her ne kadar önlem alsak da birer birer hastalanıyoruz. iyileşip görevine dönemlerimiz bile var. Bir gün ben de hastalanıcam, biliyorum.
Bu arada şikayetlerim başladı birkaç gündür, sadece çalışma arkadaşlarıma ve eşime söyledim. Test sonucum negatif olduğu için maskeli şekilde çalışmaya devam ediyorum. Kimseye temas etmemeye çalışıyorum. 14 gün boyunca arayıp şikayetimi soracaklar, iyiyim diyeceğim umarım.

Sadece yoruldum. Eşimi özledim. Ailemi özledim. Bu psikoloji beni alt üst ediyor.
Başka sözüm yok.
Geceleri ağlayarak cengiz kurtoğlu dinliyorum.
Az önce 2048 oynadım.
Sözlüğe girdim ve artık ne zaman sol çerçeveyi hızlıca yukarı kaydırsam başlıklar birbirine çarpıp birleşecekmiş gibi geliyor.