bugün

BENi ANLAMAYıŞıNA

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın
Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını
Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını
Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık
Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın

Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına
Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar
Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına
Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar
Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar
Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu
Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu
Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi
Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi
Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde
Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde
Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere
Her gece ışığını ruhumdan alacaksın
Aldanma gururunu okşayan çiçeklere
En güzel güllerini ruhumla alacaksın

Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden
Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi
inecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden
Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi

Sen hala anlamadın sevginin en hasını
Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını
O, coşkun bir denizin sularına yürürken
Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını
Gittiği her iklime sevdanı götürürken
Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını

Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk
Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık
Görmedin bir arslanın can çekişen resmini
Yalnızlık kitabında okumadın ismini
Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların
Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların
Karanlık köşelerde acı acı gülmedin
Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin
O Celali uykudan uyanmadın, uyanma
Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma

Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine
Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm
Feryadı kayaları parçalayan sesine
Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm
Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına
Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini
Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne
Dudağında kuruyup dağılan sözlerini
Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi
Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi
Karalar bağlamadın beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın
Yeni çıkan, ateş Semazenleri adlı kitabında, yangınıyla bizi yeniden aydınlatmış şair/yazar.

''Benim değil o eski ateş semazenleri
Şimdi viraneleri ağlatıyor tenleri
Dalgın ırmaklarını kuruttum acıların
Rengi değişti sevda ikliminin, suların
Geçmişini arayan o divane köprüler
Akşamın kollarında yıkıldı birer birer
Yağmuru anlamayan bulutlar benim değil
Gün batımına mahkûm umutlar benim değil.''
rüyveyda gibi müthiş bir şiiri benliğinden gün yüzüne çıkarabilmiş saygıdeğer şair.
"yollar dönüşe gider" isimli bir romanı var. olmayabilir de. ortaokulda okuduğumu hatırlıyorum.
(bkz: garip)
yağmur, şehrayin şarkıları(Seni yaşamadan ölmeyeceğim, siyah gözlerine beni de götür, ey mona lisa nın kıskandığı el) Rüveyda, beni yakışına, beni anlamyışına,hıçkırıklar vs gibi çok güzel, kalburüstü şiirleri olan, şiirlerinin içerisine yedirilmiş yoğun hüzün karşısında sizi teslim alan, kaleminin kuvveti karşısında şapka çıkarmanıza neden olan erzurumlu bir şairimizdir.

şehrayin şarkıları gibi bir aşk şiirini daha önce okumamıştınız.iddialıyım.hemen bulun ve okuyun.
süper bir şair.. yağmur ile zirve yapmıştır.tavsiyedir.okunasıdır.
yönetim ve organisasyon derslerine geldiğini söyleyen çok olmuş. * zarif bir insandır.
güzel şiirleriyle, yeni nesil şairler arasında yerini sağlamlaştırmış şair ve akademisyendir.
yalnızsın

bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü
bir akşam bulutların seyre döküldüğünü

görürsün hasretiyle sabah ezgilerinin
bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin

kuşlar öter, uçuşur yeşil dallara konar
umutlar yaprak yaprak alevlenir de yanar

son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan
insanlar gölge gibi çekilir sokaklardan

rüzgar okşamaktayken anne gibi tenini
gecenin kolları sessizce yakalar seni

anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını
anlarsın yalnızlığı ve yalnız kaldığını
"çiçeklerin yurdunda yalnız senin kokun var..." Nurullah Genç
1960 doğumlu horosanlı profesör doktor şairimiz.

bir şiirinden berceste tadında bir örnek:
antika bir çiçeğin zehriyle vurdun beni
kemiklerimden bile kan akıyor durmadan
"Yıkıldı yolunu bekleyen gönlümdeki şehir; Artık gelsende bir gelmesende bir."
"Siyah gozlerine beni de gotur" diyen kiymetli akademisyen sairimizdir.
bir demis pir demis, sevdal(li)ar gitmekte o siyah gozlere.
"Kırmızıyı sevdiğini bilseydim 
hayallerim kıpkırmızı olurdu" 

şeklinde başlayıp,


"...
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda 
büyür de kelebek olur bu sızı 
kırmızıyı sevdiğini söyledin 
bu yüzden mi günlerdir 
istanbul'da gül kokusu yayılan 
tepeler kırmızı, sular kırmızı"

"...
bir elimizde umut bir elimizde sevda
yürüyelim seninle istanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı 
çaresiz kalınca mızrap ve şiir 
ozan bir kenara bıraksın sazı 
ressam fırçasına neden mi kızgın 
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı 
kırmızıyı sevdiğini bilince 
çekilir mi artık güllerin nazı"

"...
biz gitsek de, istanbul'da yine de 
yıllar yılı gezinmeli bu sızı 
benden bir yaralı şiir kalmalı 
senden bir tebessüm, bir de kırmızı"

şeklinde devam eden mükemmel şiirin, mükemmel şairidir.

kalbi dert görmesin.
başka bir evrenin şairidir. birisine çok derin bir aşk besleyip kavuşamadığı aşikardır. kavuşsaydı canfezam gibi muhteşem bir şiiri hiç okuyamayabilirdik.
yağmur ve siyah gözlerine beni de götür şiirinin şairi olan güzide insan.
Sevilen sair.
Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü.

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü.

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın.

insanlık bahçemize sensizlik hazan düştü..

yagmur siiri'nden..
Seni şimdiye kadar tanımadığıma ne kadar yandığımı bilemezsin... Adını mıh gibi aklımda tutuyorum, her şiirini okudukça büyüdükçe büyüyor içimdeki sevgin...

Bir TV programında rastladığım kimmiş bu yaa nasıl bir şair bir şiir için bu kadar çile çeker, kendine dert eder kelimeleri sonrasında hasta düşer hastanelerde yatar... Bu nasıl bir şiir sevgisi bu şair ne yazar deyip araştırıp şiirlerini okudukça hayran olduğum insan... Kitaplarına ulaşabilmeyi nasıl bir şiddetle arzuluyorum anlatamam... Büyük kitapçılarda kitaplarını bulamamaksa ziyadesiyle üzmüştür beni (remzi kitap evi, D&R vb.)

imkan bulduğum en kısa zamanda üniversiteye gidip kendisiyle tanışmak, dersini dinlemek istediğim nadide insan.
Hangi şiirinden bahsetmeli bilmiyorum ancak babasının ardından yazdığı şiirindeki sözler... Bir babanın ardından ancak bu kadar güzel şiir yazılabilir heralde...

Gittin; dünya bir kafes, devâ mahpus, söz ketum
Gittin; çekildi suyu can nehrinin; kaldı kum
Doruklarda bahardın, derinde servi boylu
Muhabbet savaşçısı, yiğit, cihangir soylu
Göklere yönelirdin gece gündüz, susardın
Zamana defineler verip mekânı sardın
Bu gün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür
Bu gün kederden sabrın bile bezdiği gündür

Yetim kalmış çiçekler sana meftun bakardı
Yuvanda gülkurusu bakışların kokardı
Tenhada çoğaltırdın gözlerini kimsesiz
Gözlerin başkaları için ağlardı sessiz
Bereket dağıtırdın çocukların kalbine
Sonbaharına erip döndürüldün Rabbine
Bu gün ötenin bir dost eli sezdiği gündür
Bu gün samanyolunda aşkın gezdiği gündür

Kör bakmayı bilmezdin; özde ruhun yanardı
Rüzgâr, yağmur ve güneş seni meczup sanardı
Şimdi yansın kapılar, pencereler kırılsın
Vadiyi sel götürsün, dağ ikiye yarılsın
Öncü bir kıyametten geçtiğin ândı ölüm
Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm
Bu gün kardelenlere kanın sızdığı gündür
Zamanın ezberini yine bozduğu gündür

Ân gelir, seni nâçâr kılan dert nîran olur
Alıcı kuşlar gibi vurulup vîran olur
Yedi iklimden sorar düşlerini yârenler
Buhurdanlıkta taşır hâtıranı erenler
Kırlangıç yuva yapsın şimdi lâlezarına
Erguvan tohumları ekildi mezarına
Bu gün kovulmuşların katran süzdüğü gündür
Bu gün toprağın alevleri üzdüğü gündür

Bu mezar taşı kime ne söylüyor; bu yıldız
Bu gök, yaralı bulut, çâresizlik; bu ıssız
Ülkenin hangi dağı, ovası şimdi benim
Seninle sessizliğin koynuna girdi tenim
Âh kırılan ellerim, ah çürüyen kanlı göz
Bir cefâ girdabında dalgalanıp yandı öz
Bu gün fırçanın kalbe diken çizdiği gündür
Matemin bir şairi lif lif çözdüğü gündür

Her yüzde bir tebessüm oluyor filizlerin
Haramilerde bile ışıldıyor izlerin
Nâm yurdunda gölgeydin, merhamet burcunda dev
Sokak garip; münzevi bir rüyada şimdi ev
Hicrana varan yolun her köşesinde serap
Şehir şehir ürperiş, ülke ülke ıstırap
Bu gün bir kelebeği dağın ezdiği gündür
Bu gün kalemin “eyvah” diye yazdığı gündür
zamana sızdırılmış zehirdir ayrılığın... diyen çok büyük şair.
"Nazan'in nunlari"ndan, "ruya kizinin divanesi, cancagizi, can'i", rahmet sairi. ayrica butun siirlerini topladigi mahrem ve munzevi adli bir kitabi vardir, kendi cektigi fotograflarini da barindiran.
"Oysa hep ışıl ışıl, hep rengarenk göründün bulutların ardında; anlayamadım. Yeşil sadece zehir dumanlı gözlerinde, özlem sadece tûfan." dizelerinin sahibi, "masum değiliz hiçbirimiz"i dizeleriyle beynime kazıyan, temmuz 2013 şairi, münzevî.
Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş
Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını
Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş
Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını ..
Rüveyda
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana
koşup geldim;iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım,ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki,senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından

hangi yıldızdır bilmem,gözlerin
kayar da üzerime Rüveyda
önce bir tuhaf deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırap vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa Rüveyda
baştanbaşa benkevser akan,gül kokan bir kalbin filiziyim

kitaolara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı

sular köpürmemeliydi Rüveyda
kırılmamalıydı islak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım şerbete değil
rüyalar nefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
sen günboyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş
yargıamak için zeval kayıtlarını inkılab bekliyorum

hangi umut çiçeğidir bilmem,ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını en asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir ane gibi dururdu baş ucunda
artık dokunamıyorkakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda

hangi ressamı vurur bilmem ,endamın
sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

kırmızı bir kurdele bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşıakıtırken gülenler yok mu
beni kahrediyor geceler boyu

hangi çağın gelişidir bilmem gülüşün
soluk bir dünyanın mezarına gömerek gurbetlerimi
kapadı karanlığa yesrib kapılarını
meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde,haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
arkamda, kare kare ömrümü belırleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

söyle nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
kim giydirir başıma tacını nihayetin
kim takar bileğime hürriyet künyesini
karada balık gibi nasıl yaşarım , söyle

rüveyda ,seziyorum;tahmmülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı

at vuruldu , içim paramparça Rüveyda
gülgelerin ardına sakladım kusurumu
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
benburda damla damla eriyip akıyorum
yine de çiğneteme kimseye gururumu
istenmediğim yeri sessizce terkederim
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun bükrer
giderim

NURULLAH GENÇ

aşk ancak bu kadar naif ve temiz anlatılabilir sanırım...