bugün

https://m.youtube.com/watch?v=BkrKKU5BGEo

iyi geceler karanfil.
https://m.youtube.com/watch?v=QGetrE66bQ8

Böylesine çirkin bir günü ve geceyi böylesine güzel bir şiir dinleyerek bitirmek istedim.
"Aranız mı bozuk diyorlar
Aramız yok ki bozulsun

Göçebe bir takvimden alıyorum günlerimi
Sen pazar gibisin
Ben cumartesi
Sendeysem geride kaldım demektir
Bendeysem, yoksun."
"yüzün bir rüyâ mı göremediğim.." diyerek benim göğsümü ezen şâir.
Artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir anne gibi dururdu başucunda
artık dokunamıyor kakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda.
bir şehre uğradım gözleri kördü şiirinin sahibi
Ayın Güle serenadı adlı şiirini aşağıdaki linkte seslendirdiğim şair:

https://soundcloud.com/us...lah-gen-ay-n-g-le-serenad
"Azerbaycan ufkunda bir divanedir gönül 
böylesi tarümar olmadı belki de gül 
torprak, bir bakışınla kızıl renge büründü 
yıldızlar ülfet için gündüz vakti göründü 
gözlerin binlerce yıl ötesinden yadigar 
nerdesin, ey Bakü’den, Gence’den esen rüzgar"
Nurullah Genç - 'Gülnare' şiirinden.
"Yıkıldı yolunu bekleyen şehir,
Şimdi gelsende bir, gelmesende bir"

olsan da bir olmasan da şiirinin bu mısralarıyla gönlümde yer edinmiş bir türk şairidir.
çiçekli şiirler yazmış bir yazar.

Beyaz bir buluttan bir gün ansızın...
bir karanfil düştü parmaklarıma.
gözlerine kuşlar doldu bir kızın
elleri karıştı ırmaklarıma...
(bkz: rüveyda)
Biz iki ırmağız. Akarız rabbim.
ayrılığın yorgun topraklarından.
Aşk oturur gönlümüzün yurdunda
aramızda bir sahra ki sapsarı
ölüm mü var tepelerin ardında
yutuyor yolları ve kervanları
bizi bizden iyi bilirsin rabbim,
bir ırmağı bir ırmağın kalbinden
yalnız sen geçirebilirsin Rabbim.

Bir masalın iki kahramanıyız.
Binbir gece peşimizde uğrular
kâh ölümü alırız koynumuza
kâh dönülmez bir ülkeye gideriz.
Ya ufuklar dolanır boynumuza
ya da vuruluruz, kefen giyeriz.
Bizi bizden iyi bilirsin rabbim,
bir masalı bir gerçeğe ansızın
yalnız sen döndürebilirsin rabbim.

iki dağ parçasıyız göl kenarında
aramızda uçurumu sevdanın
rüzgar eser ahımızı getirir
ikimizde bu yerlerde yetimiz
kâh ben onu, Kâh o beni yitirir
yağmur yağar, çoğalır hasretimiz.
Bizi bizden iyi bilirsin rabbim,
bir dağı bir dağın eteklerine
yalnız sen götürebilirsin rabbim.

iki ankâyız ki seherde uçan
iki ayrı kâinattır yuvamız
kanatlarımızda hüznün başağı,
kâf dağına varamadık ne çare
ne bulut ne şimşek ne gök kuşağı
anlamaz, bedende can para pare
bizi bizden iyi bilirsin rabbim,
bir ankâ'yı bir ankâ'nın göğünde
ancak sen uçurabilirsin rabbim.

iki divâneyiz saman yolunda
O bir ay ışığı, ben ise karanlık
kâh ben O'na düşlerimi yollarım
kâh başımda duman duman izleri
Onda nur'a döner benim ellerim,
bende yıldız olur Onun gözleri
bizi bizden iyi bilirsin rabbim,
bir mehtabı karanlığın göğsüne
ancak sen indirebilirsin rabbim.
mütevazı bir kişiliğe sahiptir.
hiç tanımamasına rağmen, çıkarmayı düşündüğümüz edebiyat dergisi için yayınlanmamış bir şiirini yollamıştır.
kırmamıştır.
şiirleri de şahsiyeti de güzel insandır.
Şairdir. Muhafazakar hececi Şairlerin Necip Fazıl'ı hiçbir zaman aşamayacağının ispatıdır. Şiirleri -yağmur şiiri de dahil- derinlikten yoksundur. Şiirleri ahengini ise genellikle kafiyeden alır. Arada serbest nazım kullanmıştır ki kafiyesizliğin verdiği takırtırtılar kendisini hissettirmiştir.
Rüveyda`ya Ağıt

ben bir aziz değilim
hele gündüz değilim
attığı her adımda siyah bir iz bırakan
bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi
bir yanımda kederi özümleyen bir lale
merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim
bırakta böyle bitsin bu günahkar serüven
bırakta kurtarayım bu emanet sarayı
yeter intiharınla oyduğun yüreğimi
umutsuz şarkılarla avutulduğun yeter

göğsümde bir yanardağ kıvranıyor rüveyda
yaraları kapandıkça kanıyor rüveyda
duman çöktü güneşin sitem aynalarına
aralandı perdeler şimdi sensiz değilim
dertliyim, viraneyim, ben bir aziz değilim
azizler tohum eker sevgi tarlalarına

senin gözlerin dram, oysa ağlatan benim
ben dilenci, sen sultan sevgi dağıtan benim
sen ışık ben karanlık ve aydınlatan benim
ben ölümüm sen hayat cana can katan benim
sabah sende oluyor güneşi tutan benim
soran ben sorulan sen hüznü damıtan benim
öldüren ben ölen sen kabirde yatan benim
sen, sevda yüklü bulut, göklerimin sahibi
saklıyorum içimde seni bir tufan gibi

nerde uğruna ömür verdiğim bela, nerde
her hatıra bir demet zakkum meyhanelerde
düşlerim esrsrınla çoğalan pervanedir
götür benden ahzanı bana, ihsanı getir
yalanı reddederken düşüyorum yalana
ben bir aziz değilim rüveyda anlasana

bu ağıdı öldüğün için söylemiyorum
sen ölmedin rüveyda
at vuruldu ben öldüm
her hamlesi bir tabut şimdi bakışlarının
yıkayıp kefenledim mehtabına gömüldüm
duysun alem ateşin dağı erittiğini
bu illetin daşları bile çürüttüğünü

gün olurda ayrılık yumağı çözülürmü
bergüzarım ayaklar altında ezilirmi
rüveyda görürmüyüm yeşil ufuklarını
seninle bir sonsuzluk bulurmuyum rüveyda
yoksa hep bu kabirde kalır mıyım rüveyda
nurullah genç.
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin Alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
ihtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim
Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
istiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
ilkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara Kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve Ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
iniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
içimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
insanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Birini özlem de ancak bu kadar naif anlatılabilir.
Rüveyda
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana
koşup geldim;iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım,ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki,senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından

hangi yıldızdır bilmem,gözlerin
kayar da üzerime Rüveyda
önce bir tuhaf deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırap vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa Rüveyda
baştanbaşa benkevser akan,gül kokan bir kalbin filiziyim

kitaolara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı

sular köpürmemeliydi Rüveyda
kırılmamalıydı islak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım şerbete değil
rüyalar nefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
sen günboyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş
yargıamak için zeval kayıtlarını inkılab bekliyorum

hangi umut çiçeğidir bilmem,ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını en asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir ane gibi dururdu baş ucunda
artık dokunamıyorkakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda

hangi ressamı vurur bilmem ,endamın
sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

kırmızı bir kurdele bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşıakıtırken gülenler yok mu
beni kahrediyor geceler boyu

hangi çağın gelişidir bilmem gülüşün
soluk bir dünyanın mezarına gömerek gurbetlerimi
kapadı karanlığa yesrib kapılarını
meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru

yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde,haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
arkamda, kare kare ömrümü belırleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

söyle nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
kim giydirir başıma tacını nihayetin
kim takar bileğime hürriyet künyesini
karada balık gibi nasıl yaşarım , söyle

rüveyda ,seziyorum;tahmmülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı

at vuruldu , içim paramparça Rüveyda
gülgelerin ardına sakladım kusurumu
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
benburda damla damla eriyip akıyorum
yine de çiğneteme kimseye gururumu
istenmediğim yeri sessizce terkederim
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun bükrer
giderim

NURULLAH GENÇ

aşk ancak bu kadar naif ve temiz anlatılabilir sanırım...
Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş
Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını
Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş
Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını ..
"Oysa hep ışıl ışıl, hep rengarenk göründün bulutların ardında; anlayamadım. Yeşil sadece zehir dumanlı gözlerinde, özlem sadece tûfan." dizelerinin sahibi, "masum değiliz hiçbirimiz"i dizeleriyle beynime kazıyan, temmuz 2013 şairi, münzevî.
"Nazan'in nunlari"ndan, "ruya kizinin divanesi, cancagizi, can'i", rahmet sairi. ayrica butun siirlerini topladigi mahrem ve munzevi adli bir kitabi vardir, kendi cektigi fotograflarini da barindiran.
zamana sızdırılmış zehirdir ayrılığın... diyen çok büyük şair.
Seni şimdiye kadar tanımadığıma ne kadar yandığımı bilemezsin... Adını mıh gibi aklımda tutuyorum, her şiirini okudukça büyüdükçe büyüyor içimdeki sevgin...

Bir TV programında rastladığım kimmiş bu yaa nasıl bir şair bir şiir için bu kadar çile çeker, kendine dert eder kelimeleri sonrasında hasta düşer hastanelerde yatar... Bu nasıl bir şiir sevgisi bu şair ne yazar deyip araştırıp şiirlerini okudukça hayran olduğum insan... Kitaplarına ulaşabilmeyi nasıl bir şiddetle arzuluyorum anlatamam... Büyük kitapçılarda kitaplarını bulamamaksa ziyadesiyle üzmüştür beni (remzi kitap evi, D&R vb.)

imkan bulduğum en kısa zamanda üniversiteye gidip kendisiyle tanışmak, dersini dinlemek istediğim nadide insan.
Hangi şiirinden bahsetmeli bilmiyorum ancak babasının ardından yazdığı şiirindeki sözler... Bir babanın ardından ancak bu kadar güzel şiir yazılabilir heralde...

Gittin; dünya bir kafes, devâ mahpus, söz ketum
Gittin; çekildi suyu can nehrinin; kaldı kum
Doruklarda bahardın, derinde servi boylu
Muhabbet savaşçısı, yiğit, cihangir soylu
Göklere yönelirdin gece gündüz, susardın
Zamana defineler verip mekânı sardın
Bu gün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür
Bu gün kederden sabrın bile bezdiği gündür

Yetim kalmış çiçekler sana meftun bakardı
Yuvanda gülkurusu bakışların kokardı
Tenhada çoğaltırdın gözlerini kimsesiz
Gözlerin başkaları için ağlardı sessiz
Bereket dağıtırdın çocukların kalbine
Sonbaharına erip döndürüldün Rabbine
Bu gün ötenin bir dost eli sezdiği gündür
Bu gün samanyolunda aşkın gezdiği gündür

Kör bakmayı bilmezdin; özde ruhun yanardı
Rüzgâr, yağmur ve güneş seni meczup sanardı
Şimdi yansın kapılar, pencereler kırılsın
Vadiyi sel götürsün, dağ ikiye yarılsın
Öncü bir kıyametten geçtiğin ândı ölüm
Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm
Bu gün kardelenlere kanın sızdığı gündür
Zamanın ezberini yine bozduğu gündür

Ân gelir, seni nâçâr kılan dert nîran olur
Alıcı kuşlar gibi vurulup vîran olur
Yedi iklimden sorar düşlerini yârenler
Buhurdanlıkta taşır hâtıranı erenler
Kırlangıç yuva yapsın şimdi lâlezarına
Erguvan tohumları ekildi mezarına
Bu gün kovulmuşların katran süzdüğü gündür
Bu gün toprağın alevleri üzdüğü gündür

Bu mezar taşı kime ne söylüyor; bu yıldız
Bu gök, yaralı bulut, çâresizlik; bu ıssız
Ülkenin hangi dağı, ovası şimdi benim
Seninle sessizliğin koynuna girdi tenim
Âh kırılan ellerim, ah çürüyen kanlı göz
Bir cefâ girdabında dalgalanıp yandı öz
Bu gün fırçanın kalbe diken çizdiği gündür
Matemin bir şairi lif lif çözdüğü gündür

Her yüzde bir tebessüm oluyor filizlerin
Haramilerde bile ışıldıyor izlerin
Nâm yurdunda gölgeydin, merhamet burcunda dev
Sokak garip; münzevi bir rüyada şimdi ev
Hicrana varan yolun her köşesinde serap
Şehir şehir ürperiş, ülke ülke ıstırap
Bu gün bir kelebeği dağın ezdiği gündür
Bu gün kalemin “eyvah” diye yazdığı gündür
Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü.

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü.

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın.

insanlık bahçemize sensizlik hazan düştü..

yagmur siiri'nden..
Sevilen sair.
yağmur ve siyah gözlerine beni de götür şiirinin şairi olan güzide insan.