“Ben” kavramının ağırlığını artırıp bilginin içini boşalttıkça adı “modern iletişim” yöntemleri olan bu yeni alanlar hepimize yeni kimlik tanımları kazandırıyor. Sohbetlerimizin konusunu bile Twitter‘da yazdıklarımız,Facebook‘da paylaştıklarımız, Last.fm‘de dinlediğimiz müzikler oluşturuyor.
Sosyal medyada bıraktığımız her iz bir “ben“ olarak makineleşiyor ve adı sosyal denilen bu alan da sosyallikle bütün bağlarımızı kesen bir katile dönüşüyor.
Adı sosyal olan bu iletişim metodu hiç kitap okumamışların entelektüel mekânına dönüşüyor. Mesnevi okumamışların Mevlana-perest, sufi oldukları alanlara. Tutunamayanlar’ın anasını ağlatanların ben merkezine. ‘Masumiyet Müzesi’nde ‘Aşk’ isimli bir komedi oynayanların sahnesine dönüşüyor. Gözlerini sımsıkı kapatıp Orhan Veli’leri katledenlerin arenasına.
Hayatında bir kere olsun şiir kitabı almamış insanların kız tavlamak için Edip Cansever’den, Cemal Süreya’dan, Nazım Hikmet’ten mısralar arakladıkları cambazlığa dönüşüyor.
Her yazarın kendi cümlesi altında hırsızının adını görebileceği; herhangi bir yazarın cümleleriyle yazarlık taslayan yalancılar kütüphanesine dönüşüyor.

kitapsız entelektüellik