bugün

entry'ler (592)

iz bırakan kitap cümleleri

Biz, kimsenin kimseye ön kabullerle yaklaşmadan her şeyin konuşulup, tartışılabileceği bir dünya hayali kuruyoruz. Bunu hayal etmek, olmayacağını bilmekten daha güzel. hiç sesler *

hayal kurmak olmayacağını bilmekten daha güzel

hiç sesler isimli kitapta rastladığım ilginç cümle.

--spoiler--
Biz, kimsenin kimseye ön kabullerle yaklaşmadan her şeyin konuşulup, tartışılabileceği bir dünya hayali kuruyoruz. Bunu hayal etmek, olmayacağını bilmekten daha güzel.
--spoiler--

dünyayı değiştirecek bir buluş yapma hayali olan benim gibi biri için yazılmış olabilir.
ya da bol keseden seçim vaadi uyduran politikacılar için.

1 mayıs

işçi bayramı mı, meydan savaşı mı sorusu her sene bugün beynimi kurcalar.

şanzelize caddesi

Şanzelize Caddesi veya Şanzelize Bulvarı (Fransızca: Avenue des Champs-Élysées; kısaca Şanzelize, Champs-Élysées), Fransa'nın başkenti Paris'in ünlü bir caddesir. Parisin en güzel caddesi olarak gösterilmektedir ve Fransızlar aralarında dünyanın en güzel bulvarı diye hitap ederler. Adını Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından almıştır.

parfüme 30 liradan fazla veren aptal

kasım ayında paris'te Şanzelize Caddesinde sevdiceğimin ısrarıyla parfüm almak için mağaza dolaşmaya başladım. ay şekerim türkiye'de bu parfümler 150 lira çok para orda ucuzmuş denilerek verilen gazla girdiğim bütün dükkanlarda en ucuz parfümün 75 euro civarında olduğunu gördüm ve bir adet 78 euroluk parfümden aldım. sonra tobacco shopa bir sigara almaya girdim 7 euroya da onu aldım. tam sigarayı yakmıştım ki aklım başıma geldi 7 euro türk parasıyla yaklaşık 21 lira, 78 euro türk parasıyla 225 tl ediyordu. aman tanrım bir paket sigaraya 21, bir küçük parfüm şişesine 225 tl vermiş olamazdım. uyanmak istediğim bir rüyaydı ama maalesef gerçeğin ta kendisiydi. kapitalizm beni süslü vitrinler ve şanzelize caddesi ışıklarıyla kandırmıştı. bütün suç kapitalizmindi.

bülent arınç melih gökçek kavgası

meclisteki 3 dönemi bitenlerin arkalarına (xa) * kişisini de arkalarına alarak recep tayyip erdoğansız bir ak parti oluşturmak için yaptıkları operasyonun adıdır.

türbe ayağına sınıra karakol inşaa etmek

Türkiye’nin en iyi dış politika hamlelerinden biridir. Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında konuşlanan ve başımıza bela olacak PYD (PKK Suriye kolu) kantonunun ortasına taşıyarak muhtemel kürt kantonunu kontrol etmek ve ülkemize olası saldırıların önünü kesmek amacı taşımaktadır. Bu hamle Türkiye’nin tampon bölge oluşturma fikrinin batı tarafından destek görmemesi nedeniyle sonradan alınmış ve geçici bir karar da olabilir. Fakat biliyoruz ki: çözüm sürecinin sekteye uğraması sonucu ortaya çıkacak güvenlik açıklarını kapama, PKK’nın Türkiye’yi pazarlık masasına çekme ve daha fazla taviz koparma amaçlarını engelleme, PYD tarafından Suriye’nin kuzeyinden ülkemize yapılacak saldırıları önleme amacı da taşımaktadır.
Şah Fırat Operasyonu ve istihbarat Savaşları!

22 şubat 2015 tsk nın süleymanşah operasyonu

Türkiye, Süleyman Şah hamlesiyle Suriye'nin kuzeyinde kurulması planlanan Kürt devlet kantonunun tam ortasına karakol dikmiştir. iyi hamledir. Toprak kaybı gibi sığ yorumlar sadece futboldan sıkıldığı için siyasete bulaşanların yapacağı yüzeysel düşüncelerdir.
(bkz: )Şah Fırat Operasyonu ve istihbarat Savaşları!

90 yıllık reklamdan sonra toprak kaybına başlamak

çok sığ yorumlardır bunlar.
türkiye çok stratejik bir hamle ile suriye'nin kuzeyinde kurulması planlanan kürt kantonunun ortasına karakol dikmiştir.
olan budur ve maalesef hiçbir şey düşünmeyen beyinler bunu toprak kaybı olarak yorumlar.

15 yaşına gelmiş ve ilişkiye girmemiş kız

reşit olmadan rüşt mü olunur?
pezeveng gibi başlık açma hastalıkları bunlar.

gelecekteki sevgiliye not

yakın gelecekte başka sevgim azalacak, buna şimdiden hazır olmalısın.

istanbul

insanı mutlu eden bir şehir değil, sadece kendi kaosuna çok alıştırdı hepsi bu!

gecenin şarkısı

Bu nasıl bir şarkıdır ki 15 reply yaptım hala durulmuş değilim.
http://www.youtube.com/watch?v=c93ApxeI28A

ben bu yazıyı kendime yazdım

—Sustun. Hayrola ne düşünüyorsun?
—Öylesine yasamaya o kadar alıştı(rıldı)m ki öylesine ölmekten çok korkuyorum.
—Sen de mi?

bir garibanı özetleyen en iyi üçlü

çeyrek ekmek patates, ketçap ve elvan gazoz
yıl 1994
yer istanbul
okul endüstri meslek lisesi

oldboy

şahane müzikleri ve senaryosu vardır. Kore sineması özel ilgi alanımdır. Değeri düşmesin diye sağda solda yazmamak ve konuşmamak üzere bir arkadaşımla ant içtim.
http://www.youtube.com/watch?v=1mbKjV5OChA
(bkz: her şeyin piç edilmesi)

medya sinema ve şiddet ilişkisi

Bu tanımın, özgecan aslan olayı üzerinden nerede hata yaptık diye sorgulama yapan medya kuruluşları için kaleme alındığını hatırlatarak başlayalım.

Özellikle dizilerin ve sinemanın son derece yüksek reyting aldığı ülkelerde (Türkiye TV izleme oranlarında dünyada ilk beştedir) medya gücünün toplumsal değişimde ve şiddetin azaltılmasında önemli roller üstleneceği göz ardı edilmemelidir. Sinema ya da dizi deyip geçmemek gerekiyor. Sinemada gördüklerimiz çoğu zaman bize ayna tutar. Çünkü filmler genelde gerçek yaşam öykülerinden çıkmaktadır. Bu nedenle şüphesiz her birimizin yaşamlarından izler taşıdığı için bize bir şeyler söyler. Onlardan etkileniriz. Sanat, sinema ya da medyayı sadece eğlendiren bir araç değil; aynı zamanda bizi üzen, öğreten, özendiren, düşündüren veya sorgulamamıza sebep olan birer ayna olarak da görmeliyiz. Şimdilerde sokaklarda çokça karşılaştığımız insan figürlerine baktığımızda bunu kendi hayatımızda maalesef olumsuz örneklerle hissetmekteyiz. Zira sokaklarımız dizi ve sinema sahnesinde şiddet ve şiddete özendirilmesi nedeniyle kendisini o filmin/dizinin karakteri sanarak rolü gerçek hayatta yaşamaya ve uygulamaya çalışan, maskelerle dolaşan gençlerle dolu.
Bu açıdan bile bakıldığında sektörün toplum üzerinde ne denli etkili olduğunu sanırım uzunca anlatmaya gerek kalmayacaktır. Oysa artık yaka silktiğimiz bu şiddet sarmalından çıkmak için dönüşümü sağlayabileceğine ve toplumu yönlendirme ve bilinçlendirmede etkin olacağını düşündüğümüz en temel sektörlerimizden birisi olan sinemada bile dehşet verici şiddet sahneleri ve bu şiddet sarmalını toplumda yayan bir senaryo anlayışı görmekteyiz.

Son zamanlarda toplumuzda çok tartışılan bir şiddet türü olarak “kadına yönelik şiddet” konusunda inceleme yapan Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi öğretim görevlisi Nilgün Abisel “Yeşilçam Filmlerinde Kadının Temsilinde Kadına Yönelik Şiddet” adlı makalesinde çarpıcı bulgulara yer vermektedir.
Buna göre, Abisel incelediği 103 filmin ancak yedisinde (%6,8) şiddet öğesine rastlamamış, buna karşın filmlerin %78,6’sında şiddetin yaşamın doğal bir parçası olarak sergilendiği gözlemlemiştir.
Şiddetin nedenleri olarak daha çok kötü bir yapıya sahip erkeğin kadına göz koyması ve “hainliği” (%43) ve daha sonra kadının kendi bildiği gibi davranması ve “uygunsuz” davranışları (%37) olarak senaryolaştırılmıştır. Şiddetin türü ise çoğunlukla tokatlama ve dayak (%30,4) cinsel taciz (%12,5), tecavüz (%9,7), iğfal (%8,2) ve tecavüz girişimi (%8,2)izlemektedir.

Daha geniş anlamda 1990 sonrası Türk sinemasında şiddetin kullanımına baktığımızda ise:
Gemide (1998, Serdar Akar) filminde gemideki erkeklerin fahişeye tecavüzü, Düş Gezginleri (1992, Atıf Yılmaz) filminde kadından kadına yönelik şiddet ya da Eşkıya (1996, Yavuz Turgul) filminde kıskançlık, ihanet nedeniyle kadını vuran erkeğin şiddeti gibi içeriklere rastlamaktayız.

Yine Karartma Geceler (1990, Yusuf Kurçenli), Tabutta Rövaşata (1996, Derviş Zaim), Masumiyete (1997, Zeki Demirkubuz), Dokuz (2001, Ümit Ünal), Babam ve Oğlum (2005, Çağan Irmak) filmlerinde kadınla ilgili olmayan, erkeğin maruz kaldığı işkence türünden şiddet örnekleri de bulunur.

Elbette konuya sosyal ve psikolojik açıdan birçok tanımlama getirip ‘kadın hakları, eğitim, erkeğin bilinçlendirilmesi, kadının ekonomik özgürlüğünü kazanması, iş hayatına daha fazla dâhil edilmesi, toplumda temsil yetkisin artırılması, kültürel etkileşim, modernleşme’ gibi birçok çözüm önerisi sunabiliriz. Lâkin toplumumuzun geleneğini ve kendine has dili olduğu gerçeğini göz ardı etmeden yeni yerli kalıplara ihtiyaç duyduğumuz da kesindir.

Mesela hiçbir sosyolog ya da psikoloğun tanımlayamayacağı, ülkemize has farklı dinamiklerimiz vardır.
Bunlardan en belirgin olanı toplum olarak başkasının aile hayatına burnumuzu sokmamak, ya da başka bir deyişle “Kendi çocuğudur, eşidir, döver de sever de.” yaklaşımıdır. Sadece Doğulu toplumlara has bir özellik olarak görülen bu olgunun sadece Türkiye de değil, Batıda da var olduğunu bir örnekle açıklayalım.

ABD’de aile içi kavgalara toplumun yaklaşımı konusunda yapılan ilginç bir sosyal deney şöyle:

Planın ilk aşaması 15 gencin bir evde toplanıp mahalle sakinlerini rahatsız edecek boyutta taşkınlık yapmak ve yüksek sesle müzik dinlemekten oluşuyor.
ilk testin sonuçları beklenilen gibi: Komşular en yakından başlayarak kapıya gelip rahatsız oldukları uyarısını yapar, taşkınlık devam edince son çare polise ihbar edilir ve evi polis basar. ikinci testin detayları çok daha ilginç: Bir kayıt stüdyosunda sadece karı ve kocanın kavga ettiği izlenimi veren bir kayıt doldurulur. O kayıt yine aynı yöntemle mahalledeki diğer komşuların duyacağı yükseklikte yayın yapılarak tepkilerin ne olacağı beklenir. Fakat bu sefer ne yakın komşulardan, ne polisten rahatsızlık bildiren herhangi bir uyarı gelmez.

Sosyolojik açıdan bu ve benzeri olaylara baktığımızda aile içi olaylar, hem Doğu hem Batı toplumlarında “kimsenin burnunu sokmaması gereken mahrem bir alan” olarak algılanmaktadır. Bu nedenle toplum bu tür olayları aile içinde halledilmesi gereken bir sorun olarak görmekte ve kenara çekilmektedir. Bu ve benzeri olaylarda karı koca arasındaki kavgada erkeğin daha agresif olmasını “Erkekler kadınlara göre daha saldırgan olabilir.” bilinçaltıyla desteklerken kadınların şiddet içeren davranışlar sergilemesi, beklenmeyen bir durum olarak algıladığı söylenebilir. Adli vakalarda bile toplum gibi adalet sisteminin de erkek saldırganlığını daha meşru gören bir algıya sahip olması sadece şiddetin değil, şiddet algımızın da boyutlarının ne kadar tehlikeli olduğunu göstermektedir. Öyle ki bu algı hayatı boyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı yüzde 35 olmasına rağmen, bu kadınların yüzde 49’unun bile bu durumu normal görmesine ve kimseye söz etmemesine kadar vahim bir istatistiği doğurmuştur.

Sonuçta toplumumuzda kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın; çocuğun cinsiyetinin erkek olması isteği, çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri, evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, kadını evdeki her işi yapma zorunluluğu olan köle gibi gören bir zihniyetten kaynaklandığı söylenebilir.
Fakat sorunun en acı sonucu, aile kurumunun bizzat şiddeti o ortamda yetişerek öğrenen çocuklar üzerinden kuşaktan kuşağa aktaran bulaşıcı bir hastalık haline getiriyor olmasıdır. Şiddet ortamında büyüyen bu çocukların %30’u yetişkinliğinde de şiddet kullanırken, aile içi şiddete maruz kalmadan yetişen çocuklarda bu risk sadece %2 civarındadır.

Umarım toplumsal bilinç; önce aile eğitimi, okul eğitimi, maneviyat, medya ve sanatla bu sorunun üstesinden gelebilecek kadar derin bir bilince sahip oluruz.

kaynak

özgecan için dans edeceğine fatiha oku

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Özgecan cinayetini dans ederek protesto eden ve aralarında CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın da bulunduğu kişileri de sert bir dille eleştirirken söylediği cümledir. (bkz: haklıdır)
kaynak

türkiye de kadın olmak

Toplumumuzda kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın; çocuğun cinsiyetinin erkek olması isteği; çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri; evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı; kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, kadını “evdeki her işi yapma zorunluluğu olan köle” gibi gören bir zihniyetten kaynaklandığı söylenebilir. Yine de dünya geneline baktığımızda kadına yönelik şiddetin en az yaşandığı ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini söylemek yanlış olmaz. Kadına yönelik suç oranlarına baktığımızda Macaristan, Fransa, israil ve komşumuz Yunanistan’da ülke genelindeki tüm suçların yüzde 15’i; ABD, Almanya, isveç, Portekiz gibi ülkelerde yüzde 20’sini kapsamaktadır. Uluslararası araştırmalar Türkiye nüfusunu oranladığında bu payın tüm suçlar içinde sadece yüzde 7 olduğunu ve şiddet konusunda birçok ülkenin gerisinde iyi bir imaja sahip olduğumuzu göstermektedir.
Kısaca Kadınlar:
Afrika’da köle, Batı’da işçi, Doğu’da çocuk yaşta anne!
Ortadoğu’da kimsenin umursamadığı, görmezden geldiği ‘değersiz’!
Kadınlar en çok bizim toplumumuzda Anne.

Kendimizi gazete manşetlerine, haber bültenlerine kaptırıp toplumsal dokumuzu zedeleyecek duygulara göre değerlendirmemeli; kadına verilen en şerefli “anne” olmak hediyesini elinden almamalıyız.
Özellikle kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması, Medya’nın garip bir propaganda yöntemiyle özgürlük temelli yürütülen tartışmalarla aile yapısını zedeleyecek ve sınırları belli olmayan bir özgürlük algısı yalanına inanılmaması gerekiyor.

Bildiğimiz en temel gerçek şu ki kadınlar; Kapitalizmin reklam objesi, Komünizmin seks kölesidir.
Bırakın da islam’ın “cennetin onların ayakları altında” olduğu ve toplumuzun onlara verdiği annelik değerini, mertebesini yaşayarak kadın olduklarını hissetsinler.

Ne reklamların pazarlama malzemesi olsunlar, ne meydan okuyacak kadar özgür olsunlar, ne de böyle bir özgürlük anlayışı olması gerekiyormuş palavrasına inansınlar.

Bir kadına verilecek en büyük değer, onun bir erkekten farkı olmadığı gibi saçma bir özgürlük modeline inandırmak değil; onun bir eş, bir anne ve kadın olarak değer açısından herhangi bir insandan zaten hiçbir farkı olmadığını hissettirme erdemidir.

Eski zamanlarda yaşamış kadın, anne olarak kadın ve gelecekteki kadın hep başımızın tacı olsun.
Çünkü mutlu günler hep kadınlarla mümkün.
Allah eksikliklerini göstermesin.

Türkiye'de kadın olmak

ben demiştim

fuat avni kim