bugün

neo arabesk bir tadı olsa da, bohem yaşamın getirdiği yalnızlık ve melankoli duyguları vardır background da.
Bugün benim de içinde olduğum kulüp. Geçecek ama bu da biliyorum.
iddaa da kaybettiğim için bende bu gruba dahilim.
"Kaybedenler Kulübü" filmini seyredince bir kere daha kafama dank etmişti;

"Kaybedenler Kulübü"nde, yönetmen Tolga Örnek'in büyük bir ustalıkla anlattığı "insan tipine" bakıyorum da... (Türk sineması göğüs kabartıcı bir yetkinlik düzeyine ulaşmış olduğunun kanıtı bir film... Anlatım, kurgu, siyah-beyaz ile renklinin yer değiştirmesine ve "parçalı ekran" estetiğine dayalı sinema dili, grafik tasarımı, sanat yönetimi hiçbir yabancı filmi aratmıyor. Al bu filmi, altına istediğin dilden altyazı koy, istediğin şenliğe sok, her ülkede oynat.)

Bu insan tipi istanbul'a özgü, yeni bir Türk.

Murat Şeker'in "Çakallarla Dans" güldürüsü, okumamış ve bir türlü büyüyememiş, çok sevimli ve bir o kadar da sopalık "istanbul lumpenini" anlatıyordu, Çağan Irmak'ın "Issız Adam"ı sorunlu ama asla boş gezenin boş kalfası değildi, burada Tolga Örnek "yarı-aydını" anlatıyordu.

Elbette "marjinal" bir yayınevi, elbette kıytırık bir FM, elbette Beyoğlu barları, elbette ingilizce var ama az buçuk (Seattle'ın yerini falan biliyor.) Enis Batur ve Bukowski falan okur bu insan türü (Tolga, keşke Cortazar'ı hiç karıştırmasaydın, o çok önemli bir yazardır.)

Ve de yalnızdır...

Nejat işler'in oynadığı, hem de çok iyi oynadığı Kaan'a karakterine bir kaç lafım var tabi;

Niçin yalnızsın evladım, iki ucu saate bağlı ömür törpüsü bir işe mahkûm değilsin, birlikte radyo programı yaptığınız ve sonuna kadar kafanıza göre takıldığınız bir can dostun var, evinize girip çıkan karı kız sayısının da haddi hesabı yok, niçin yalnızsın?

Çünkü "sınıfın" yok, ne işçisin ne işveren...

Karl Marx'la dalga geçmeyi biliyorsun ama tutunacak dalın yok.

Çünkü bir "mesleğin" yok.

Çünkü eğitimin belli değil. Kitap okuman da yarım yamalak ve abur cubur, hazmedilmemiş felsefe kırıntıları, ne dediği anlaşılmayan şiirler ve de "rock" müziği tabii, hepinizi serseriliğe yönelten o alt tabaka estetiği.

"Sisteme başkaldırdığını" sanıyorsun ama aslında hiçbir halta başkaldıracak büzüğün de yok. Yalnızca kendi kendini yiyip bitiriyorsun.

Öööyle takılıyoruz işte aaabi yaa...

ben sana git de Ziraat Bankası'na gir demiyorum.

Hayatını ziyan etme özgürlüğüne sahip olmanın bedelini anlatıyorum.

"Kaybeden" olmayı pek sevdiniz, size çekici geldi (çünkü ağlamayı sevdiniz, çünkü siz de, ne kadar yabancılaşmış görünseniz, bu toprağın çocuklarısınız), ama günün birinde anlarsın bunun gerçekte ne anlama geldiğini...
koşul ve mücadele bazında ele alınırsa liderliğine aday olmak isteyeceğim kulüp.
an itibarıyla tv de sansürlü yayınlanan film. oyuncusu olsam müsade etmezdim buna. sansür bu filmin felsefesine aykırı.
"Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?"
"Hiç aradığın şeyi bulduğunda, bulduğun şeyin aradığın şey olup olmadığına dönüp baktın mı?"

görsel
– Geçen cumaya gittim.
+ Ne zaman?
– Salı. Ben hep salıları giderim, daha sakin olur..

görsel
açık ara en sevdiğim türk filmi. her repliğini ezbere biliyorum artık. ha birde sex alkol küfür var diyen tayfa, sanki günlük konuşmalarına bunları lanse etmiyorlar. çok samimi bir yapım, sanat. ha unutmadan;

seattle için iftar vakti!
ya hiç sonuna kadar izlemeye sabredemedim ya da daha önce binlerce kez izlemeye niyetlenip, izlemedim. çünkü sonuna ve afişteki kadına dair hiç bir şey hatırlamıyorum.
6 kere izlediğim yakında 7. kere izlemeyi düşündüğüm harika film. geçenlerde bir yazarlık yarışmasına katıldım. kaybettim. bende gittim alkol aldım. ne güzel benzedim sizinle.
Eski kayıtları halen elimde. 2013 deki kayıtları demiyorum elbette.

ilk kaybedenler kulübü nün kayıtlarını.

"iyi geceler sayın dinleyen, sizinle daha önce sevişmişmiydik"
hayatımdaki yeri dolmayacak bi film farklı tarz farklı yorum sağlam kadro güzel senaryo ikincisini merakla bekliyoruuum.
"Bazen gidersin, sırf geri dönebilmek için."

görsel
gece mesaisindeyim, pek yoğunluk olmadığı için açıp 1-2 film izleyeyim dedim.

önce zeki demirkubuz'un yeraltı filmi.. güzel bir filmdi diyebilirim. özellikle engin günaydın'ın oyunculuğu fevkalade.

sonra bu, yıllardır orada burada (özellikle sözlük alemlerinde) bolca muhabbeti dönen filmi izleyeyim dedim.

sonuç; hiçbir konusu olmayan, iki tane bohem abimizin! uçanı kaçanı siktiği, izlerken insanın ruhunu bayan yaklaşık iki saatlik manasızlık. araya da kendilerince birkaç özlü söz sıkıştırmışlar, yıkık hayatlarına anlam katıyorlar güya.

durup dururken sevgilisini arayıp, hadi olymposa gidelim falan diyor küçük çılgın. ulan hayat böyle bir şey mi ki yahu?

eminim bunlara özenen de çok olmuştur, ergen ruhlu zıpçıktılar sizi!
" Gitme diyen birini değil, ben de geliyorum, yalnız gidemezsin diyen birini istiyorum. "
hayatımdan bilmem kaç saat bilmem kaç dakikamı almış saçma film.
(bkz: şişirilmiş balon)
filmi izledim.

Evet sevgili dostlar. Aradan 7 yıl geçmiş ama hakkında iki çift kelam etmeden geçemeyeceğim ne yazık ki. Evet ne yazık ki, çünkü emek verilerek yapılmış bir şeyleri yermekten hiç haz etmem. Üstelik parasını ödemeden elde ettiysem. Ama yasal yoldan izledim, Ekip Film kendi kanalından paylaşmış Youtube’da. Neyse. Emek verip Türk sinemasının kalite standartlarına göre “iyi” denebilecek bir teknik başarı koymuşlar ortaya ama hiç kusura bakmayın kardeşim, sizin o emeğinizi sikeyim!

“ilk sahnede filmin nasıl olduğuna dair gayet net bir diyalog koyduk zaten, filmi terk edebilirdin” diyeceksiniz şimdi. Ne münasebet? Asıl o sahneden sonra daha bir merakla izledim filmi. “hele bi dur bakalım ne halt etmiş bu uşaklar” dedim.

Radyoda telefon açan her kadına “sizinle yatmış mıydık” diyen iki sümsüğün hikâyesini anlatmışsınız. Canlı yayında kadınlara seks teklif eden, “yalnızım lan ben” diyen, sonra “yalnızım ağbiiğğ…” diyen, sonra “ama harbiden yağllnızığmm..” deyip viski içip geğiren, seks hikayeleri anlatan, evvelsi gece yattığı kadına on kişinin içinde pişkin pişkin “ya senin adın neydi?” gibi bir soru sorabilen iki adet yavşak ana karakter var elimizde. Gayet cool ve derin adamlar ama… Böyle atarlı ve giderliler, “hayat boktandır, aşk dediğin budur, yalnızlık dediğin şudur” edebiyatı yapıp ergen kitlesi tarafından aydın kimse olarak nitelendirilirler. Eğer birisi bunların yüzüne karşı “hayvansın” derse bunlar sadece bakıp sırıtırlar. Anlamıyoruzdur çünkü biz onları, bu hayatta hayvanlar gibi yaşamak aslında büyük marifettir, onların bilip de bizim bilmediğimiz bir takım şeyler vardır bu hayatta.

“herkesin aklından geçirip dışarı yansıtamadığı şeyleri” söylüyorlarmış, “ne varmış” ki bunda? Oldu o zaman, herkes yollarda birbirine aklından ne geçiyorsa söylesin, ana avrat küfür etsin, gitsin senin eşine bacına seks teklif etsin, aklındaki hayalindeki fantezileri anlatsın! Dünya daha eğlenceli mi olurdu o zaman?!

En sinir olduğum şey ise o sefil manipüle etme çabasıydı. Radyoda telefon eden bir kadına “sizinle yatmış mıydık?” deyince kadın “ne gereksiz bir soru bu böyle” diyor. Adam da diyor ki “peki bana gereksiz olmayan bir soru söyleyebilir misiniz sayın dinleyen?” Kadın “öyle bir soru yok ki” diyor haliyle, adam da gayet cool bir şekilde, “cevabı olmayan herhangi bir şeyin sorusu da olmaz zaten sayın dinleyen. sorular sadece cevabı duyma isteği ile var olurlar.” gibi okkalı bir cevap yapıştırıp çıkıyor işin içinden!

Peki manipüle neresinde bunun? Söyleyeyim: O kadının orada temsil ettiği kişi benim. Güya senarist öyle bir sahne koyarak benim o “çekilmez varlığıma” cevap vermek istemiş ve o kadına “ne kadar gereksiz bir soru bu” dedirtmiş. Ama yanlış soruyu sordurmuşsun koçum, çünkü orada benim tartışacağım konu “sizinle yatmış mıydık” sorusunun “gereksizliği” değil, o sorunun boktanlığı, haysiyetsizliği, utanmazlığı, arlanmazlığı! Şimdi sen zaten her sorunun gereksiz olduğunu söyleyip bana okkalı bir cevap verdiğini sanmışsın ama olmamış!

Bir de diyaloğun sonuna “ölümün olduğu bir yerde daha ciddi ne olabilir” klişesini yapıştırıp ultra cool olmuşsunuz ya… Yani diyecek sözüm bitti, sizin artizliğiniz bitmedi amk…

Her şeyi geçtim. Asıl anlayamadığım nokta; bu kaybedenler kulübündeki uşaklar neyi kaybediyor? Kafalarına göre geyik yapabildikleri bir radyo programı sunuyorlar, barlarda on numara bira-viski içiyorlar, her gece başka kadınlarla birlikte oluyorlar, her gün kafalarının etini yiyen bir patronları da yok, kafalarına göre özgürce yaşıyorlar işte, şimdi bu iki şımarık burjuvazi adam neyi kaybetmiş Allah aşkına? Bunlar kaybedense dolmuşçuya verdiği paraya bile acımak zorunda olan ben neyim amk? Hadi beni geçtim, bu zamanda asgari ücretle ailesini geçindirmeye çalışan insanlar ne? Hadi onları da geçtim, can güvenliği bile sağlanmayan işlerde; maden ocaklarında çalışıp hayatını kaybeden adamların aileleri ne? Peki çocuk işçiler ne? Peki iç savaş veren ülkelerdeki çocuklar ne? Buna fakir edebiyatı demeyin sakın! Bi gidin Allah aşkına!

Kadın olduğu halde bu filmi beğenen ablalarımı da ayrı tebrik ediyorum. Bu kadar aşağılandığınız halde; yani açık açık seks objesi olarak lanse edildiğiniz, “derin” ve “cool” erkeklerin yanında sadece onları arzulayan bir oyuncak gibi gösterildiğiniz ve aşık olabilecek karakterli biri olsanız bile asla öyle “derin” bir erkeğe sahip olamayacağınızın yüzünüze vurulduğu bu saçmalıklar silsilesini hala beğenebiliyorsanız, size diyecek sözüm yok. Harbiden yok.

Belli bir yaşın üzerinde olanların bu filmi beğeneceğini de sanmıyorum zaten. Siz bu filmle ergenlik çağında olup bir şeylere özentilik kasan çocukların nezdinde efsane olursunuz ancak. Bu filmi izleyen çocuklar buradaki adamlara özenip orada burada “ne yapalım işte pompaya devam” derler, 18 yaşını doldurmadığı halde içki alabilmek için tekel bayisindeki adamlara dil dökerler anca. Sonra tumblr da orada burada klişe laflar paylaşıp ortamın içine ederler.

Özetle. Açık sözlüsünüz ve bunu çok seviyorsunuz, yüceltiyorsunuz anladığım kadarıyla sayın yapımcı. Ben de gayet açık bir şekilde şunu söyleyeyim o zaman, yapımda emeği geçen herkesinyapacağı işi sikeyim.

Kusura bakmayın.
Teşekkürler.
Devam filmi 16 Mart 2018'de vizyona girecek olan, Türkiye şartları için ilginç bir film deneyimi sunan, başrolleri Nejat işler ile Yiğit Özşener'in paylaştığı film.
ilk filmini beğenerek izlediğim bence 18 yaş ve üstü için izlenmesi gereken güzel bir filmdir.
tam solcu loserların filmidir.
*~

Farkli bi film. Evet guzel hikaye guzel oyunculuklar guzel muzikler ki (bkz: melancholy man) efsane. Fakat radyoyu dinleyen kitle turkiyeyi yansitmamakta bence. O konuda fazla ucuk olmuslar. Mesela turkiyede hicbir taksi duraginin orta yasli gencli taksicileri boyle entelluektel tiplerin sexli mexli muhabbetlerinin basinda her hafta saatlerce duracagini sanmam. Ayriyetten kaybedenler demislerde her dakka bi kizi sikiyolar burda kim kaybeden lan.
Ha bir de o halinin onemi neydi kacirdim biri anlatsin.
çok boktan bir filmdi. bide ben bu filmi izlemiştim. bildiğin karşısında durup 1 saati aşkın ona bakmıştım. verin lan çaldığınız saatti!