bugün

"Çıkamıyorum içimden"

Görüyorum... Belki anlatması zor, söylemesi imkansız, biliyorum... Geceden geçen dipsiz tünelin içinde sanki tutsaklığım... Özgürlüğüm yenik, umutlarım kırık, hayallerim donuk... Dualarla beslediğim dağların enkazında yüreğim... Düğüm düğüm dolandığım çaresizliklerimin dirhem dirhem kırıklarından sızıyorum bir bilinmeze... Oysa doğmalıydım yeniden... Oysa çıkmalıydım içimden... Çıkamıyorum içimden...

Kanırta kanırta hırpaladığım ruhumda, hoyrat fırtınaların fısıltıları korkutuyor beni... Gizinde sarmaşık olup perdelerime dolanmış bir sahipsizliğin yarattığı ürkeklikle üşüyen ufkumda, sızısını cellatların bile öngöremediği kadar misafirperverce ağırlayan bezmişliğimde; kimsesiz bir anahtar kadar yarınıma yabancı yaratılmışlığımın vahameti içindeyim... Ürkek göz kapaklarımın kıstırdığı ela ateşin boğulmuş kuytularında, aç kuyularına gömülme endişesi büyütüyor suskunluğu... Üşüyen uçlarım bana uzak... Çıkamıyorum içimden... Dağılmış, viran şehrimin ıssız sokaklarında kalmış sahipsizliğim... El değmemiş, ayak basılmamış tenha köşelerimde bile bir gün bulunma ihtimaline layık görülmemiş acziyetimin vahdetinde, sana birikiyorum.

Eksik kalan şeyler var. Yarım, tamamlanmamış, aciz, yoksun ve de sensiz... Kapıları kapalı yalnızlığımın. Açamadım daha. Bitiremedim hasretimi. Söyleyemedim derdimi. Süreksiz duraklamaların dizlerine dolanmış ağrılarım. Acıya kenetli "Sen" ağrısında umuda yabancı işkence çaresizliği bu. "Ben" yoksunu benliğimde "Sen"inle taşıyorum. Oysa biliyorum. Doğmalıyım yeniden, çıkmalıyım içimden... Çıkamıyorum içimden...

05.12.2008
01:35
------------------
13.03.2009
12:21

Uğur Yaman
--spoiler--
tanım: insanın içinde biriktirdiği kırıklarını yazarak sızısını görmesine yardımcı olan duvardır. herkesin bir tane vardır.
--spoiler--

"her şey kuruluydu"

Her şey kuruluydu. Düzen, kendi içinde yaşayan bir sistem oluşturmuştu. Sonra birileri başka birileriyle sevişmiş, bizi de bu düzende yaşayan parçalar haline getirmişti. Ne seçmiştik, ne de böyle bir şansımız vardı. Bundan sonra verdikçe alacak, aldıkça daha çok mu verecektik; yoksa sadece merkantalist bir çerçevede maddesel çokluğumuzu mu düşünecektik? Sonsuz olasılıklar cümbüşünde fırsat eşitsizlikleriyle harmanlandık. Bizi farklı bireyler yapan sebep en çok da buydu.

insan doğmuştuk. insan olmaktı belki de yapabileceğimiz en iyi şey. Hayatımızın ezeliyetinde doğuşumuzu unutarak nefes aldık ve ruhumuzun neyden koparak var olduğunun hiç farkına varamayacaklardan olmamalıydık. Bizi anlamlı kılan, şu kalabalık yalnızlığımızda ve görkemli tablonun yaratılmışlığında, kirlenmeden sade bir renk olarak kalabilmekti. Hayatımızın parametreleriyle tepiştirerek fırsatlarımızı, hengamenin ortasında, vetiremizi bir adım ileri gidecek şekilde olumlu kılmaya çalıştık. Acılarla tecrübeleri sentezleyerek temayüllerimizi sevgiye odakladık. Vurdumduymaz karanlıkların çaresizliğinde, umudun gözlerinde gözlerimizi gördük. Seviştik günler geceler süren hasretlerimizde. Bir insanın belki de hiç erişemeyeceği o vuslata hazırladık kendimizi, kalkanımızı sevgiyle güçlendirerek. Sevgiyle büyüttükçe hasretimizi, nefreti gömdük.
Sevgiyle küçültmeye çalıştıkça engelleri, zorluğu gördük.
Aşmaya çalıştıkça bentleri, insan olduğumuzun farkına vardık.
insanlığımıza yenilince de, acıyla yeniden doğuşlarımızın çığlıklarıyla ürperttik zayıflıkları.
Hayatımızın kesişim kümelerinden onlarca "Ben" yarattık yitik ruhlara. Yitirmeleri yitirmekti kavli kararımız. Yoksunlukları aşındırarak farkına vardık neye ulaşmanın zor olduğunu ve neyin bize tepedeki asaletiyle gülümsediğini. Bunca acıya şefkatli bir gülümsemeydi, bezginliğini üzerimizden atan.

Büyüdükçe büyüdü "Ben" imiz. Hayatın her rengini yaşatarak içinde, sade kalabilmişti. Kirlenmeden "Ben" olabilmişti. Can doğmanın anlamsızlığını, can taşımanın değerini ve "Ben" yaratabilmenin emeğini kavrayabilmişti. Dünyaya bakan şey artık bir çift gözden çok öteydi. Kalbinin atışlarıyla dünyayı görmeyi, damarlarında akıttığı sevgiyle nefes almayı ve verdiği emeğiyle hak ettiği kadarını alabilmeyi özümsemişti!

Parçalanmış vücutlar gördü kalp atışlarımız. Ruhlarına uzak, ruhlarına yabancı. Benliğinden ayrılıp parçalanarak un ufak oluşlarına şahitlik etti. Yaralarını, süsleriyle gizlemeye çalışmalarına acıdı. Şehvetle doğanların günahla yok oluşlarını izledi. Birer birer tükenişlerine şahitlik etti. insanlığını hatırlatmak için nefsiyle beraber saf tutan ihtirasların, arzuların hışmına uğradı. Parçalanmış vücutlar gördü kalp atışlarımız. Ruhlarına uzak, ruhlarına yabancı.

Doğuşu, birbirinden kopuşu olan ruhlarımızın hasretine son vermeye yaklaştıkça, yolumuz tenhalaştı. Issız korkular, tenha çarelerimizin peşine düşmüştü. Birer birer yok etmek için var gücüyle kovaladı adımlarımızı. Hızlanan adımlarımızın telaşında ürkek bakışlarımız es geçti ışıltılarımızı. Varlığımıza anlam kattıkça birbirine yaklaşan ruhlarımız, birbirine en yaklaştığı bir zamanda ıskalıyordu karanlık yalnızlıklardaki ışıltılarımızı. Ezeliyetinde vuslatına adanmış benlikler birbirinden çekinik, birbirine ürkekti. Aynasında kaybettiği ikizine bakmaya korkuyordu.

Bu hikayenin her harfinde hissettim seni ve tenha çarelerinde kaybettim. Ben aynada seni gördüğümde sen gözlerimdeki ışıltıyı ıskaladın. Ben tepede seni bulduğumda sen daha oraya varmamıştın!!! zaman acımasızdı ve sen gidemeyecek kadar burada değildin. Hep vardın ama hiç yoktun. Hep kalacaktın ama benim olmayacaktın. Hep isteyecektin ama neler verebileceğimi hiç bilmeyecektin. Hep tahmin edecektin ama cevabı görmene imkan verecek fırsatım hiç olmayacaktı. Ben sevecektim ama sen sevilecektin. Sen sevmeleri düşünürken ben damarımda nefes almak için sana sakladığım sevgiyle beslenemeyecek kadar üşüyecektim. Sana en yakın sıcaklıklarda en soğuk hasretlerimi çekecektim. Tepede seni bulmamla başladı fırtınam. Aynadaki "Ben"in gözlerinden sana akan ışıltımı ıskalamanla koptu depremim. Senin bilinmezlerindi benim tenha çaresizliklerim. Issız korkular kovaladı tenha sokaklarımda. Bir "Ben" yarattım senin için her yıkıntımın altından, acıyla doğan sağlam parçalarımı birleştirerek. O sensin! Aynamdaki. Ruhumun diğer yarısı. Doğuşu kopuşuydu ruhlarımızın. Umutlarımızın doğuracağı çocuğa, yeniden doğuşa, vuslata hazırlanırken ezeliyetimizde; kimsesiz çarelerin şefkat yoksunu hıncında yarınımız.

Bu gidişim ıskalamaktan değil aynadaki seni. Bu gidişimdeki kaçışın sebebi, erken varış vuslatıma! Daha bakmadın aynaya. Görmedin beni. Dokunma! Dokunma ruhuma! Yokluğuna dayanamadığım ezeliyetimin varlığına dayanamam şimdi! Dokunamam sana! Dayanamazsın ateşime! Bakmadın aynaya, görmedin beni, anlayamazsın şimdi!

26-12-2007

Çarşamba

03:40

uğur yaman
---------------spoiler---------------
yakarışlarımıza şahit duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"dön gel"

bak sevgili neleri eskittik. neleri kaybettik, yitiremeden içimizde kalanları. nelere eyvallah dedik en olmayası zamanlarda. kışlara niyetli baharlarımız ve gözyaşlarımızla sulandı dev yalnızlığımız.

kahve gözlerinde kaldı gözlerim. ipek saçlarında saklandı nefesim. yüreğimin emanetinde korkular sarsar benliğimi. ziyan ömürlere nazar varlığım bağlanır sana. encamına dayanarak ayrılıkların, temiz sayfalarını renklendirmek ister deli deli. istiskal etmeden yaratılmışlığımı, sana koşuyorum amansız. yayla rüzgarı şefkatiyle okşuyorum bıraktıklarını.

kahrolası bir zamandı seni benden alan. tenimin, kemiğimin acziyetiyle ruhuma bakan... acımasızca bizi ağlatan... saatlerimin rengi karanlık bu puslu gidişte... koşup koşup ulaşamadığım bir bekleyişte... bir "sen" olamadım... bir "ben" kalamadım... derin bir çizgiydi içimize oyulan. ötesini yok sayıp benliğimize kazılan... şimdi yaşama vaktiydi oysa. süreksiz bir duraklamada virgüllere müptela olmuşuz. acıyla yoğrulup, yanlışlarda ısrar etmişiz. şimdi ellerim boşlukta. karanlık yalnızlığımda seni bekliyor. dön gel! neredeysen gel!

10.10.2007
01:15

uğur yaman
---------------spoiler---------------
rüyalarımızı da kazıdığımız duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"pamuk tarlası rüyası"

ne kadar benciliz! bir dilencinin avuçlarında dindirilen vicdanımızla gelecek güzel günlere dualar ve sevaplar satın alırken, kendi güzelimize yatırım yaparken; o dilencinin yitik ezeliyetini düşünmeyiz bile. rahatlattığımız ve rahatlatmamız gereken bir şeylerimiz hep olmak zorunda değil mi? oysa ne hatırında kalacak bir iz, ne de beklediği bir umut hiç olamadık.

bu, masalın bir kesiti idi sadece. onlarca alakasız hikayenin ardı ardına sıralandığı ardışık kümenin bir kesiti. hikayenin bir bölümü de ardımda kalan bir şehirde geçiyor. parçalanmış hayatların dikimevidir belki de terminaller. bu düğümü orada çözüp, olması gerektiği gibi bağlamaya oradan başladım. yaptığım sadece anlamaktı, anlatmasına izin vermeden. belki de süslemeden anlatılmamışı anlamanın en doğru yoluydu seçtiğim. anlamak için anlattım, anlaması için yaşattım. sonra da hikayenin ortasında kendisine biçtiği role odaklandım. o, kendi oldukça, bana kalan sadece izlemekti. mekan değişti, zaman değişti, duygular değişti ama roller aynıydı. değişmesi için gerek var mıydı, belki de cevabı aranan sorulardan biri buydu.

dilenciyle aslında ikinci perdede, yani şimdi karşılaştık. karışıklığı severim. düzeltmeye çalıştıkça, konsantrasyonumu canlı tutarım. bunun için karıştırırım belki de. karıştırdıkça düzeltir, düzelttikçe yeniden bozarım. ama sanırım bu sefer, başkalarının bozduğu bir şeyi burada düzelttim. her şey olup biterken, kaçamak bakışlarla süzdüğüm gözlerinde, nefreti ararken şaşkınlığı buldum. iyiden de iyi, güzelden de güzeldi. sonrasında hikayenin geri kalanındaki tüm karakterleri, bu dikimevi masalı için yarattığımı fark ettim.

aslında hiç yoktular. olsalar bile bir şeyi değiştirmezdi. kesişim kümesinde paylaştığımız bir şey belki de hiç olmadı. onlarcasından ziyade, figürandan da figüran bir dilenciyi sahneden bu kadar göze sokuşumdaki isyan, nefret ve kurgudaki o ince ayar; aslında fark edilmişliklerin üzerlerindeki giysilerini çıkarıp, seksapelini göstermeden bir doktora soyunur gibi en sade haline kalışına bir hazırlıkmış.

sonrasında mekanlar değişti, mekanlar değişti. her şey akıp giderken, ruhuna giydirdiğin giysileri birer birer soyundun. gözlerindeki perdeleri kaldırırken, gözlerime de bir köprü kurdun. gün ışığıyla parlayan saçlarını gecenin mavisi karartamamıştı. ışıl ışıl ruhun taşıyordu gözlerinden. pamuk tarlasına düştüm sandım önce. alabildiğine beyazdı gördüğüm, mavisi ve hatta kahvesinden de sıyrılmış. renklerini süzüp yaratılmışlıklara akıtılmış. oysa yaratmadan olduğumuzmuş beyazı. tekrar hatırladım, tekrar anladım. pamuk tarlaları gördüm sandım önce; beyazı, diğer tüm renklerinden arınmış. oysa gördüğüm, aradığımmış. alabildiğine beyaz, alabildiğine beyaz... bizden öte, bizden ziyade...

06.10.2008
17:34

uğur yaman
----------spoiler----------
babaya hasret piçliğimizi karaladığımız duvarlardır.
----------spoiler----------

"baba ve piç"

hiç okşanmamış, hiç öpülmemiş saçları vardı. kucağına oturtulmamış ve "oğlum" diye sevilmemişti. oysa belki bir gün koklanır diye hep en güzel kokan şampuanlarla yıkanmıştı. hep öpülüp koklanmaya hazırdı. hep masumdu, hep temizdi, hep sevilesiydi. yıllarını biriktirdiği köşelerinde kırıklarının sivrilerini saçlarına yol olmuş gidişlerden hep sakınmıştı. tevekkülsüz bir duaya acınası bir son hak etmemek için hep masum ve korunasıydı. hep sevilesiydi.

öpülesi saçlarını öpesi dudaklar günahla kirlendiğinde, yılların özlemiyle yanıp tutuşan hasretini bir sandığa kilitleyecek kadar da asildi. okşanası saçlarına dokunacak eller günahla yıkandığında, ukdelerini onurlu bir yaza saklayacak kadar da sadıktı. özlediği hep babasıydı. kollarında küçülttüğü dağ gibi adam değildi babası, sardığında çocuk gibi gözleri ışıldayan ama dili lal olmuş adam değildi babası; kucağında küçülüp kollarında sıkılmayı beklediği adamdı...

sağanak yağan sevgilerinden bir buket de şahsına münhasır bulabilmek arzusuyla yanmaktı piçliği. hayatının günlerinin 100'de !'i kadar karşılıklı akşam yemeği yiyememekti belki de... belki de çocukluğunun, beklenenle apartman kapısında karşılaşarak sabahları, yitirilmesinden hasıl olan bir hadiseydi. bir yanı özlemek, bir yanı beklemekti piçliğin. ikisi de hiç geçmedi. ikisi de hiç bitmedi.

en çok, değiştirilmiş bir cekette bulunan 2 sinema bileti dağlamıştı yüreğini piçliğin. piçliği hiç bu kadar piççe hissetmek olmamıştı. hiç bu kadar zoruna gitmemişti özlemlerin. babayla omuz omuza o sinemada oğul olmalıydı oysa... ruhunu kiralayıp etini satan bir kahpe değil. o sinemada oğulun saçları okşanmalıydı, oğulun yanakları öpülmeliydi.

zaman, çocukluğu da tüketirken evlatlığı tüketememişti. beklemek aynı beklemek, özlem aynı özlemdi. şaşılası şey, yaşanmamış şeyi özlemekti. hayatın cilvesi acımasız bir oyun oynarken, yüzleşmelere hazır hissedilemeyen beklenen gerçek, piçliği katmerlemeye niyetli cellat gibi adım atıyor; oğul yine her zamanki gibi dua ediyordu. hastanenin soğuk merdivenleri; özlemlere, dualara ve gerçeğe köprü kuran sessiz bir şahitti. kahrolası sebeplerle çıkılan taneleri, sadece alışıldık piçliğe razı inişlere şahit olması dualarıyla kim bilir kaç kere yorulmuştu... o en çok kahredilen piçliğe razı oluş da buydu.

piç kere piç olmaktansa baba ve piçi kalabilmek evladın dileği. lütfet ya rab!

29.12.2008
23:56

uğur yaman
--spoiler--
bazı tarihleri yüreğimize oyduğumuz gibi oyduğumuz duvarlardır
--spoiler--

"2 temmuz"

bak sevgili, bugün 3. yılı. 3. yılı o kutsal mutluluğa merhaba deyişimizin. sen terk etsen de, ben sandık sandık biriktiriyorum özlemimi. bir anlamı olmayacak biliyorum senin için. sebep ve sonuçlar arasında gel-gitler yaşayıp kafa da patlatmıyorum artık. olanlar ile olması gerekenlere üzülmek her ne kadar elimde olmasa da, düşünmemeye çalışıyorum. ve ben hala seni unutamıyorum. enteresan ama benim için bile bir önemi var mı diye düşününce, içinden çıkamıyorum. ruhunla kutsanan ruhum, bana kayıtsız ruhuna eminim artık bir yabancı. ben sadece seni yaşıyorum. ne senden bir şey bekleyerek, ne de bir şey umut ederek. arzuladıklarım mucizevi bir şekilde sarılsa da bana, kabul edebileceğim bir şey değil artık. hep derdim ya, ben sadece onurlu kalabilmeye çalışıyorum.

bugün kepimi attım. sensiz. o da koydu. aynı güne gelmesi de enteresan. eksik olan sendin. ve tamamlayamayacak olan da. kirlendi bazı şeyler. çocuk gözlerle bakmayı özledim. ben küçükken babamın"her şey iyi olacak oğlum"demesini de. dağ gibi yüreği iki ayda öylesine yoruldu ki.

bugün 2 temmuz.

ne kadar da farklı hayal etmiştim oysa. boğazımda hala düğümünü çözemediğim ahlarım, eyvahlarım. ve ben boktan bir durumda bu güzel güne gözyaşlarımı katık ediyorum. erkeklik eğer söylendiği gibi ağlamamaksa, fahişelerden de beterim. ama dedim ya ben sadece onurlu kalabilmeye çalışıyorum. elimde kalmasına uğraşacağım yegane hazinem o. yitirmektense yok olmayı seçeceğim yegane hazinem o.

sağ ol, uzak ol, iyi ol. beni görmesin gözün, tutmasın elin. ama her şeye rağmen yaşanacak tek mutluluk varsa onu da benim yerime sen al. ben sadece onurlu kalabilmeyi istiyorum. gerisi tanrının lutfudur bana. affetsin beni. sızım kahretmelerime sebep olduğu için bağışlasın. bana onurumu eksik etmediği için ve 2 senemi seninle süslendirdiği için minnettarım o'na. acım bazen yükünü kaldırmakta zorlanacağım kadar ağır.

bugün 2 temmuz.

kaybettiğim tüm mutluluklar seninle olsun. canın sağ olsun.

2-3 temmuz 2008
??_03:35

uğur yaman
--spoiler--
canı acıtan şeylerin karalandığı duvardır.
--spoiler--

"ertelenmiş pişmanlığın"

"söylendiğinde pişmanlığının garantisiyle gönderilen her kelimeye bir cevap bulunurdu belki, kendine tercih ettiğin kör gidişinde bana da seçilebilir bir fırsat sunabilseydin.

Ama olmamalıydı. sen hep günahkar, bense hep itaatkar kalmalıydım. Bana biçtiğin rol bu idi kendince. Benim tercihlerim senin yanlışlarına takıldı. Doğrularım ise hiç umrunda olmadı "Ben" diye zihninde yer ettirdiğini iddia etsen de. Sen talihsiz adımlar çıkmazı idin, bense bir bilmece idim sana göre.

Oysa gizemi kaçmıştı değil mi? Köşe bucak sıkışmana neden olan tercihlerim, inkar bile edemeyeceğin kadar hırçınlaştırmıştı seni. Oysa niyetim sadece sana yardımcı olmaktı. "Ben" olamayıp yanında bir başkası olarak kalmaktansa, senin "Sen" kalabilip zarar görmemen için senden vazgeçmeyi göze alabilmiştim. Bir başkasına dönüşmeden ve her şey eskisini aratmadan.

Gitmek istemeyişimi anlamadın. Giden benken bile ardından bekleyebilenin olabilmiştim. Sen dolu-dizgin tüketirken umutlarımı, ben sana ağlayabilmiştim. Kahretmeden ve unutmadan. Uyuşturmadan. Yüzüme konuşma cesaretini gösteremeden ertelediğin pişmanlığın, umarım daha fazla acıtmaz canını. Umarım".

24.08.2008
06:05

uğur yaman
"ya rab"

Saçlarımı okşa ya Rab! Sevgilerden demet demet bahçelerimi yordu düşlerim. Renklerimi uzaklara saldığım karanlıklar ağırladı. Sözlerimi bir isyan faslında uyuşmuş ciğerler çoğalttı uykularında. Açamadım içimi yağmurlara. Geceler ağlattı. Geceler hırpaladı yüreğimi. Yüreğimi okşa ya Rab! Renklendir gecelerimi ve döndür sabaha. Biraz beyaz biraz da kırmızı kat. Günahlarımı affet ama affedebileceğin günahlar işlememe de izin ver. Hayat yenilerken kendini beni eksik bırakma. Beni Bensiz bırakma.

Heyecanlarım umrumda değil. Bağışladım hepsini. Hayat yenilerken kendini beni eksik bırakma. Beni sensiz bırakma. Sessiz uykularımda sokaklarımı doğan güneşle uyandır. Güneşimin doğmasına geç de olsa izin ver. Benden önce tanırken kendimi, senden sonra acılarımı kaldırabilme gücünü ver. Yalnızlığım gücüm. inleyişlerimi eksiltmeden dayanma kudreti ver. Senden sonra da Ben kalabilmeme izin ver. Ve beni bağışla tanrım. Gözyaşlarımı isyan sayma sakın. Ve içimde O'na daha fazla yer ver. Acısı umrumda değil, Sadece dayanma kudreti ver.

Geçmiş zamanlarıma sadakatim. Silmesine izin verme zamanın. Dalga geçseler de, kaçışlarıma yüzlerce sebep yaratsalar da her zamanki gibi pembe düşlerime umut ekmeme izin ver ya Rab! Zaman silmesin, silemesin. Varsın lekeleri olayım. Varsın suçlu, hatalı, yadırganası hataları ben olayım. Onur duymama izin ver ya Rab! Unutulmamaya değil ama unutmamaya izin ver.

Gözyaşlarım dinecekse sabah da olmasın. Sadece dayanma gücü ver. Çiçeklerim sevda yaşatmaya devam etsin cesetlerinden. Yaralı yüreğimi aşkın içinde canlı tut ya Rab! Yüreğimin beklemesinde bağılılığını sorgulatmadan ruhuna dokunmasına izin ver. Bırak inanayım. Bırak ben kalayım senle dolu olarak. Onlara da yer ver, onlara da can ver. Ruhumun taşan cümlelerinde virgüller saplansa da kalmalarına izin ver.

Akıp giderken cennetim, bahşettikleri cehennemlerinde sevmeme izin ver. Bırak günahlar bana, mutluluk onlara kalsın. Sonsuzluğumda içlerine uzayan dallarımı çiçeklerle donat. Bilmesinler. Beni acılara kat. Beni yalnızlığa kat ama onlara dokunma ya Rab! Günahlarımı yüreklerindeki aç kuyularına at. Ve bağışla insan olamadığım için. insan doğup insan kalamadığım için. Saçlarımı okşa ya Rab! Şefkati sende bulayım. Yaslandığımda korkmayıp, sevdiğimde ağır yüklerimi uzaklara götürmeyeyim. içimdesin.

Sevişirken yorulduğum yalnızlıklarımda beni bırak ya Rab! Peşlerinde kalayım. Sürünerek aşındırdığım izlerinde vaat ettikleri cennetlerinin hayalini kurayım yalan olduklarını bilsem de. Uzaktan bakarken hayallerime gülüşlerini duyayım. Sözlerim bırak yaralı kalsın ya Rab! Mutluluk bilmeyeyim. Yalnızlık aşktır artık. Gönlümün yatağında sabaha düşlerimle uyanayım. Tuzak yollarında çağırmaları yalan bilirim. Bırak tuzaklarına takılayım. Kanasın kapanda sıkışan ayaklarım. Çığlıklarımda bile yabancı ufuklara yolcu seslerini duyayım. Bulmak kolay olmasın kavuşma olasılığı olmasa da. Yalanlarına kanayım.

Onu anlatan aşklarımı masallarına mısra yaparken gözyaşlarımı sil ya Rab! Bittiği yerde yeniden başlasın masallarım. Zaman değişirken hüznümü düşlerine gam etme ya Rab! Gurbet limanlarımda yazımı mavi nazarlara yapıştır ya Rab! Kaybolan ben olayım çaresizliklerde. Bana dayanma gücü ver. Dünyasına açılan kapısında ellerimi tut ya Rab! Ağlatan aşklarımda yağmurum ol. Acılarımı içime yüklerken ruhumu okşa ya Rab! Çiçeklerle içine kanayayım. Demet demet sunayım. Beni aldatan şarkılarımda gecelerin bana gülmesine izin ver ya Rab! Elmas tanelerim düşerken hüznüme, saçlarımı okşayarak acılarımı gizlememe izin ver. Çiçeklerle kanayayım içine. Ve hep güçlü kalayım ölürken bile. Yeniden doğmama izin ver ya Rab! Acılarıma dokunma, içinde kalayım. Dayanma gücü ver.

Aykırı bakan inanışlarımda bana inanma gücü ver ruhumu sömürmeye niyetli yalanlara rağmen. Kahırlarımda aşklarımla doğmama izin ver. Anlatamadığım adımlarımda dışımı anlatan kırıklıklarımda anlayışlara yol verme. Yolu aldatma nöbetlerine kovalayıştı geceden beri. Aldanışlarıma izin ver. Aldatmalara değil. Gurbeti çürüt yeni acılar için vuslatı da uykulara bağışlayarak. Rüyalarımın korkularına izin ver ya Rab!

Zaman durduğunda hayretlerimde, ellerim tutulurken kilitlenerek heyecanımı doğur ya Rab! Sevgiyle elvedalara izin ver. Kapanan gözlerimde mavi geceleri özgür kılarak taçlandır pembe düşlerimi. Sevgiyle kanatlı acılarıma yol ver. Ardından koşsun ama yetişemesin. Vuslatı doluşudur zamanın. Bitişidir rüyanın. Düşlerimi öldürme ya Rab! Ahireti olmasın beklemeye müsebbip. Sabırsız bir sabırla insan kalmama izin ver zayıflığımı acılarıma sebep kılarak. Gidişi üşütürken, daha fazla hissetmek için yoksunluğunu, zamanı durdur ya Rab! Daha fazla onla dolayım bedenimle yaşamak zor gelirken. Ruhuma ışık ver. Acıma yol ver. Anlattıkça eskiyen yaşananları, yaşatarak canlı tut! Unutmama izin verme. Kendilerini severlerken, onları sevmeme engel olma ya Rab! Ben dünlerinde, onlar düşlerimde yaşasın. Bilmesinler. Bilmesinler ya Rab!

09.05.2008
05:12

uğur yaman
"kahvenin kahpesi yeşile mezar"

Sökülürken fazlasını yitireceğimi düşünmüştüm ama bu kadarını tahmin edememiştim. Kolay sandığım birçok şey nasıl da düşüm oldu pembesinden yoksun. Nasıl da kirlendi gölgesini gününe katarak.

Ela gözlü dualarla beslediğim iyi niyetim nasıl da sömürüldü. Nasıl da renklerini çaldılar gözlerimin. Nasıl da yabancılaştı her şey. Sızısı benliğimde solo atarken inleyişlerimi duymadı bu sefer kimse. Duyduğum her ses ise yabancı geldi. Belki korkumdan, belki de kalbimin kırıklarından. Aralarından yeni umutlar sızdıramayacak kadar körü körüne ne kadar da bağlıymışım. Nasıl da safmışım. Ne kadar ahmakmışım hep iyi niyetler üretecek kadar… Beddua etmemek için dua etmek gerekmediğini can kırıklarımda yalın ayak dolaştığımda anladım. Ve işte o zaman kayboldun asıl.

Hor kullandığın ruhumdan bir canavar yarattığını sandım önce. Sevgiyle bakan gözleri yaşarttığımda hüznüme ekledim acılarını. Hüznümün kinlenmesinden korktum. Kabuk bağlaması ve kinimi de kabuğun içinde boğarak öldürmeyi, bir sabah uyandığımda her şeyden kurtulacağımı düşünerek avuttum kendimi. Bebek ölü doğdu! Yitişini göremedim olumsuzluklarımın. Dil yaralarının iltihapları uzak mesafelerden arsız kuşlarca tırmaladı kulağımı. Kabul etmesi ne kadar zor olsa da asıl o zaman tükendin.

Severken bile itiraf etmekten korktum önce kendime. Yeni bir güne merhaba diyemeyişim de bundandı. iyi de olsa kötü de olsa yeni bir merhabaya ne kadar da susamıştım oysa. Tekerrürler ve ihtimaller denizinde gömdüğüm sadece umutlarım değilmiş. Sonsuza dek kaybettiğimde anladım. Acınası heybetimin devasa gölgesinde soğudu dünyam. Üşüdü ruhum. Bu sefer giden olmadan uzaklaştı beklediğim. Biz dururken dünya döndü ve aldı götürdü. Her şey bir zamanlamaymış. iyi de olsa kötü de olsa sadece zamanlama. Öğrenmenin başka yolu olmadığını doğru yolu kaybettiğimde anladım.

Zaman hep acımasız. iyi de olsa kötü de olsa yaklaştığı şey sadece sonlar iken bitmesine izin vermediği tek şey gözyaşlarımdı.

Hıçkıra hıçkıra hüzünlenirken gülüyorum bazen. Ölümümden dönerkenki duyarsızlığın geliyor aklıma. Oysa nasıl da sakınırdım seni kendimden bile. Şimdi hepsi anlamsız birer boşluk. ince bir sızı kaldı o günden hatıra. Birkaç satır da yazı gözyaşlarına bulanmış mürekkebiyle. Kazanmak çok zormuş. Sen beni yitirdin, ben de ne olduğunu iyi de olsa kötü de olsa asla öğrenemeyeceğim bir şeyi yitirdim&. Kazanacağım yenilgi de olsa başrolünde olmayı çok isterdim. Muhtemel sonları yazdım, oynadım, ezberledim. Ama yeşile boyanmadı bu sefer. Kahvenin kahpesi, yeşilin katili oldu. Toprakların kahverengi olmasına şaşmamalı.

Öylesine yoruldum ki. 500 yaşında hasta bir ihtiyar gibi ölüme açım.

26.09.2008
13:07

uğur yaman
"bir yanım hasret bir yanım uçurum"

süreksiz duraklamaların izinde yüreğim. düşlerini bir fanusun içinde yaşatıp izliyor gibi. olduramadığım olmazlarımın susturamadığım çığlıklarını duyuyorum. ne kulağımı tırmalayan telaşlarım, ne de adımlarımı kovalayan heyecanlarım var.

bazı şeyleri belki de hiç öğrenemeyeceğim. belki de bitimsiz özlemlerim bundandır. içimde hep eksik kalanlara büyüttüğüm hasretlerim var. hiç bilmediler, belki de hiç bilmeyecekler. belki de bu sebeple hep özlenenler... bir yanım hasret, bir yanım uçurum. kollarına atıldığım umutlarımda dahi içimi sızlatan detaylarım var. kül yangını rüzgarıyla savrulan hüznümde tebessümlere kıvılcım olacak parçalar arıyorum. buldukça biraz daha "ben" oluyorum ve biraz daha "ben" kalmaktan uzaklaşıyorum. verdikçe yitirdiğim kahkahalarımda düş sancısı çiçeklerimi kanatıyorum. yapraklarım solgun, yapraklarım bitkin. kolum kanadım kırık. bir yanım hasret ve bir yanım uçurum.

birilerine göre hiç olmadım, birilerine göre hep kendilerine giden yoldum. basamaklarımda yükselen adımlarıyla inledi "ben"im ve umutlarına açılan kapılarında çürüdü dünyam. verdikçe aldılar ve aldıkça unuttular. bir yanım hasret, bir yanım uçurum. ne yaş olup düşebildim, ne yutkunulup gidebildim. acısını çektiğim her şeyin boğazına dizildim. belki bir yerlerde yaşamak ağrıları vardı mutluluktan ziyade, onlara da geç kalmaya hep bahaneler bulabildim. tünte acısı gibi zonklayarak üşüdüm, katmer katmer tükendim.

düşlerime bulaşmadı parmaklarımın izi, tırnaklarıma takılmadı saklı kentin kiri ve adımlarımda eskimedi zirvelerin yolu. bir yanım hasret, bir yanım uçurum. pembe düşlerin kollarında güvenle gözlerini kapayamadı benliğim. tedirgin bekleyişlerim hep hayal kırıklıklarına gebe. ve bu gece "ben"im üşüyor sensizlikte. sen kanatlanırken uykularına; bir yanım hasret, bir yanım uçurum. karanlık gecemde dualardır duyduğum. kalp atışlarımda şarkın, hayallerimde resmin ve uzağımda cismin... bir yanım hasret, bir yanım uçurum...

05.08.2009
01:02
uğur yaman

-e.e.y-
http://albastropos.blogcu.com/KaraDuvar
"ben seni seyrediyorum"

Zaman geçiyor. insanlar birbirlerinin kanını akıtıyor. Karanlığın koynundan, uzaklardan, cılız çığlıklar geliyor kulağıma. Sen uyuyorsun. Bense tüm hayranlığımla seni seyrediyorum. Ara ara öpüyorum yanaklarından, üşümüş kollarını okşuyorum ısıtmak ve sevmek gelgitlerinde.

Zaman geçiyor, insanlar birbirlerini öldürüyor, sen uyuyorsun. Bense tüm hayranlığımla yatağımda boylu boyunca uzanmış Kadınım'ı izliyorum. Sarı-siyah saçları dağılmış yastığıma. Kapalı gözlerinin düşlerinde kim bilir hangi yarına yolcu... Ölesiye meraklarım kurcalıyor pembe düşlerini. Her olasılığa bir renk seçiyor umarsızca. Düşlerimin boynunda hala dudağının izi... Sen farkında olmadan aralıyorum düşlerinin kapısını. Bir gelecek zaman diliminde buluyorum kendimi. Bir oda, içerisi eşyalarla dolu. Tam senin zevkinle döşeli. Senin evin olduğu besbelli. Ben buradayım, ya sen neredesin? Anlamsızca bakıyorum duvarlara. Bir anda ne olarak bu odada olduğumu sorgularken, konsolun üzerinde mum ışığında bir yemekte çekilmiş fotoğraflarımız çarpıyor gözüme. içim rahatlarken utanıyorum kendimden. Sonra içeriden o her duyduğumda yüreğimi okşayan sesini duyuyorum. Bana sesleniyorsun. Yanına gitmek için kapıyı aralıyorum. Sesine doğru adımlarımı atarken ne ile karşılaşacağımın heyecanı sarıyor içimi. Altın saçlı bir bebekle oynuyorsun. Kollarının arasında kayboluşu, ufaklığından değil sanki. Beni de içinde kaybettiğin sevgi denizin gibi bir berraklık var. O korkusuz, o sevimli, o masum bebeği bana uzatırken gözlerinin kahve ışıltısı kamaştırıyor ruhumun tüm ayrıntılarını. O anda o küçük kalbin ikimizden bir parça olduğunu anlıyorum. Kalp atışlarımın tüm vücudumu inletişini duyuyorum. Sade bir düşün engin ufuklarında olmanın hazzını yaşıyorum. Altın saçlı bebeğin ışıltısıyla doğuyor sanki yeni bir gün.

O anda düşlerin buğusu kapatıyor araladığım kapıyı. Bir anda sen yatakta uzanmış dururken, ben yanında terli bir şekilde silkeleniyorum. Neydi o az önce gördüklerim? Neydi o bir anda korkularımı dümdüz eden gerçek? Gerçekten düşlerinde mi kanatlandım ansızın? Mucize neydi? Tüylerimi diken diken eden bir anlamlılığın tepesinde sana bakıyorum. Zaman geçiyor, insanlar birbirlerinin canını yakıyor, sen uyuyorsun. Bense mucizelerin yamacında seni seyrediyorum. Kollarımın arasındaki varlığın oluşturuyor hazinemi. Kimseyle paylaşamadığım bir cimrilikle yanaklarına bir öpücük konduruyorum. Verdiğin nefesi topluyorum odanın her köşesinden ciğerlerime. Sıcaklığı ısıtıyor bedenimi. Sarı-siyah saçlarının mis kokusunu da ekliyorum üstüne. Pembe dudaklarının taze kokusu beni kendine çekerken, seni uyandırma korkusuyla hakim oluyorum kendime. Sen farkında olmadan ellerin sarıyor beni. ince bir dokunuşla kendine çekiyor. Göğsüne yaslıyor içinde sen dolu düşüncelerle yüklü başımı. Yumuşak bir öpücük konduruyorum göğsüne. Yorganı gereksiz kılan alevin sarıyor her yanımı. Sımsıkı sarılıyorum sana. Sonra tüm yaşadıklarımı bir kağıda sığdırabileceğim ümidiyle kalkıyorum yataktan. Hislerime susturucu takan bu acımasız kelimeler çalarken ayrıntıları, zihnimin bir köşesine kazıyorum tüm yaşadığım bu anları. Kelimeler birer birer dökülürken dahi gözüm sende. Hala kokunu duyabilecek kadar yakınım sana. Gün geceyi kovalarken, zaman hızla akıp geçiyor. insanlar birbirlerinin katili olmaya devam ederken, ben seni seyrediyorum. Yalnız seni...

03/03/2007
Cumartesi 03:50
Uğur Yaman
"ay tenli melek"

ay tenli melek, hep masum ve korunası kalacaksın gözlerimde. gölgende kırılmışlığının izlerini arayacağım umarsızca. anne şefkatiyle kabuslarıma hıncımı büyütürken; hikayende masal, rüyalarında düş, yarınında yumuşak bir dokunuş olamamanın sızısını taşıyacağım istemeden. hayallerimin barajında gezinir talihsiz adımlar çıkmazı. her şeye inat, görkemli bir tablonun yaratılmışlığında lekelenmeden sade bir renk kalabilmekti hayat...

25.07.2007
17:56
uğur yaman.
"onun gelecekteki mutluluğu, ikimizin de üzüntüsü oldu şimdi"

iki şehir, iki insan, bir günah ve bir de sevap...

mutlu olmak değil belki ama, onurlu kalabilmek ne zormuş... bunun için onurumu incittiğimde anladım. mutlu olmak kolaydı belki ama; mutlu kalamayacağını, zamanı ileriye sardığımda anladım.

anladıkça daraldı yollar. birer birer tükendi. mısra mısra düşlediğim her şey, sayfa sayfa döküldü. heyecanla çıktığım er meydanında biletlerini tüm seyircilere birer birer iade etmek de bana düştü. yanakları düşmüş bir yüzün sağnak yağmurlarda ıslandığını gördüm önce. hiddeti de, nefreti de ortalara saçılmıştı. bozgun aşkların yelkenleri acılar denizine tam yol açıldı sonra. sızısını savurmak yerine ateşini yelledi rüzgar. dindiremediği hezeyanında giderek tükendi coşkusu. batırmadığı gemisinde sakladığı bir ümidi vardı hala. oysa acıyla büyüyen hasretlerde, işkenceyi uzatmamak için acımasız olmak, bana düşmüştü dünden. bu ikinci hüsrandı mutluluğu tükenmeden sonlandırılan ve acısı başlamadan hüznü baş köşeye koyulan. tahtlar mezarına ikinci gömülüşümdü bu. ikinci oyuşumdu kalbimi. ikinci sokuşumdu yerin dibine ve ikinci kıyışımdı atışlarına.

bitimsiz sonların bir durağı daha hüzünle yıkandı. merhabasını eksik etmedi bu sefer... doyamadığı mutluluğuna tesellisi buydu belki de. sonuç olarak : "onun gelecekteki mutluluğu, ikimizin de üzüntüsü oldu şimdi".

09.09.2009
03:31
uğur yaman

http://albastropos.blogcu...-oldu-simdi_41053211.html
"doğduğumu sanmışlığım"

kahpe denizlerde büyüdü kangren yapraklı düş çiçeklerim. ne açmayı bilir, ne de solmayı... hep bir hüzündür sağanağında erittiği.

düşler gerçekleri ararken, kalpler birer birer kırılırken ve insanlar birilerinin canını acıtırken; gördükleri veya göremedikleri değil, görmezden geldikleri acıttı canımı. kibirli bir ses "zayıflık" diye fısıldarken, içimde kanırtarak dalgalandırdığım benliğimde sahipsiz bir anahtar gibi kimsesiz ve de sessiz variyeti büyüttü yangınlarımı.

bana yıllar önce bugün doğduğumu söylediler. yıllar öncesinde kazıdılar beynime ve aldılar aklımı. öğretilmiş duyguları yüklediler içime. derin derip oyup beni, katmer katmer gömdüler... sonra da yitip gittiler. sandık sandık yeşerttikleri umutlarımı da umursamadan yitip gittiler.

ve bugün... babalar günü de aynı zamanda. ortaya atılmış variyetimi kutlarcasına ilan edilmiş bir gün. tıpkı dalga geçer gibi. tahtında silüetinden ötesini haklı gerekçelerle hissedemediğim çaresizliklerimde, ruhunu çoktan birileri çalmış ve götürmüştü. bir sıcak dokunuşun dahi yoksunluğunu öğrenmekten yoksundu varlığım. düşlerimle can buldu arzularım ve düşlerimde öğrendim kaybettiklerimi. öğretemedikleri yoksunluklarımın acısını bilmek de hayallerimle başladı. oysa hayal kurarak hayata başlayabileceğime o kadar inanmıştım ki... gerçeklere olan inancım bu sebeple kırık, merakım da bu sebeple tutkuluydu belki...

kıvranabileceğine bile inancını yitirmiş bezginliğim, kırık umutlarla araladı kapısını. en azından bir hırsız gibi de olsa içeri girmelerini umdu. ne buldu, ne de yuttu... sadece sustu. öğretilmiş ahlakın esaretinde dudaklarını bir elin tersinde buldu. kutladı ve vazifesini yaptı. sonra da hiç olmamış gibi görünmez dünyasına geri döndü. sanki hiç yoktu. hiç doğmamıştı... kaza kurbanı bir zevk düşkünlüğünden ibaret olduğunu bir kez daha hatırladı. acımasız engellerin hoşgörüsüne denk geldiğini bir kere daha anladı. kırık kalpler yaşattı, kırık kalpler büyüttü ve kimse enkazımın altında saçılmış yıkıntılarımdan bir "ben" daha yaratmaya niyetlenmedi. susturucuya takılı isyanlarımın çığlıklarında üşüdü dünyam. üşüdü ruhum. oysa ne kadar da meftundum.

sızısını ellere bağışlayamadığım çıkmazlarımın sokaklarında tükendi yıllarım. yirmi dördüncü kez inledi "ben"im... ne yirmi beşincisine, ne de ötesine dair haklı bir inancı olmadı. acılar denizimde gözyaşlarımın fırtınasında eridi umut yüklü gemilerim... birer birer tükendi. ebediyetimin güneş görmemiş gözlerini, ezeliyetimin umut vaat edilmemiş yarınlarına bağışladım. seçmeden ve inanmadan...

ve adıma sarhoş dediler! nedenini sormadan, sebebini bilmeden... ela gözlerimi yaşartarak yeşerttiler. kırmızıya boyadılar yeşilimi. küçüldükçe küçüldü avuçlarım. sevgi dilenen çırpınışlarımı sağır kulaklarla dinlediler. kör gözlerle izlediler can verişlerimi. sahipsiz piçliğime kimsesiz duvarlar ördüler. duvarlarında yazılı isyanlarım, yüreğimde kazılı feryatlarım... kuytu köşelerin vazgeçilmez sahibiydim. kader diye biçtiler, beğenmeyip sövdüler. sonra da görmezden gelip gittiler.

can kırıklarımdan sızıyor nefes alışlarım. o el değmemiş, o yüz sürülmemiş yüzümde, can parçalarını kavuşturamamanın hüznünü büyütüyorum. büyüdükçe büyüyor bedenim, kucak açtığım boşluğumun da büyüdüğünü hatırlatarak… doğdu benim, üşüdü dünyam ve büyüdü boşluğum. belki de bu yüzden yorgunum.

21.06.2009
22:25
uğur yaman
"sarı rengi düşlerim"

Her şeyin bir rengi olduğunu düşünürüm. Konuşmaların, konuşulan şeylerin, yürüme şekillerinin, tren istasyonlarının hüzünlü ruhunun, yoldan geçen dilencilerin, birilerini öldüren katil zihniyetlerin, eşini aldatan ihtirasların, kendine yabancı kıvranışların, iki yana düşen kolların, nefes alışların, sevişmelerin, aynada kendine baktığında düşünmelerin... Kısacası her şeyin bir rengi olduğunu düşünürüm. Her olayın farklı bir rengi olduğunu ve o rengin de o olaydaki ruhu yansıttığına inanırım.

Aynı renkteki farklı hadiseler birbirini karşılamayabilir. Denk düşmeyebilir. Olayların veya eylemlerin genel renklerinin ayrı şeyleri, bir olay veya eylemdeki belirlenen münferit bir rengin de o olaya has ruhu yansıttığını düşünürüm. Aşka kırmızı diyebilir, oysa münferit bir aşka siyahı yakıştırabiliriz. Belki çekilen acıyı, belki umutsuzluğu, belki de doğmayan sabahları ve özlemleri anlatır. Sadece yaşayan bilir. Sadece anlaması gereken anlayabilir.

Bana rengini sordu. Oysa o sormadan evvel "sarı" olduğunu düşünmüştüm. Öylesine canlı bir renkti ki... Öylesine yaşıyordu ki... Otogarların soğuk kaldırımları gibi yalnızdı. Anne şefkati gibi sıcak, turuncuya çalan sarıların kırmızı acıları anımsatan hüznü kadar da buruktu. Güneş batarken koyulaşan sarıların, kızıla dönen umutların ve gözyaşlarıyla yıkanan yanakların ağıtlarıydı bazen. Bazen de güneş ışıklarının gün doğarken koğuş pencerelerinden güne umut eken isyanları gibi esareti boğazlayan titreyişleriydi. Bazen de acıya gülümseyen efkarın kalp sızılarıyla kadehlerde yüzmesi ve bir aynada gözlerinin denizinde berduş kıvranışlarını bulduğu bir kanırtmaydı. Tüm sahtelikler kadar gerçek, insanı dümdüz eden yalanlar kadar sivri ve kanının son damlasına kadar tüyleri diken diken savaşan devrimciler kadar da asildi.

Hüznümde, yanağımda oluşunu hayal ettiğim elleri vardı. Yüzüne bakmadığım ve sıcağını ellerinde kapalı gözlerimle hissettiğim bir şefkatin koynunda kalabalık yalnızlıklar kadar "geliyorum" diyen, ayağımın altından yerküreyi kaydıran sevinçler kadar da sevilesi nefes alışların çınlayışı gibi heyecan vericiydi. Yorgunluğumu, bezginliğimi ve nefretimi kemiren; dingin bir cennetin kollarında ruhumu saldığım özgürlüğüme gülümsemek için gözlerimi açışımda ilk gördüğüm parlak sarısı bir halkanın aidiyeti gibi de ötesini yok sayan adımlarımdan, ruhunun hinterlandına akan sıcağım kadar da benliğimi eriten bir hoşnutluktu. Hükmünü severek verdiğimiz, yükünü severek çektiğimiz ve ateşini kalp atışlarımızın kıvılcımlarıyla yaktığımız mutlulukların yangınlarında, ezeliyetini birbirimize sunduğumuz, bağışladığımız ve tek kalpte yaşattığımız bir düşün can bulması kadar da yektik. Yeniden doğuşumuzda ufkumuzu çizen ve dünyamızı çevreleyen aydınlığın sarısı gibi de sınırları esaret saymayan hürriyetin koynunda tüm savaşlardan, tüm nefretlerden ve şiddetlerden uzak sıcak bir sarılış gibi güneş altında gözlerimizi kamaştıran mutluluk gibi sevinçliydik.

Bana rengini sordu. Sarıydı. Sarıdan da sarıydı bazen, ya da turuncudan daha kızıl bir sarıydı. Canlıydı, benimdi ya da hiç olmamıştı. Belki de bendim onun olan ya da bizdik birbirimize ait. Ne önemi vardı ki? Sarıydı ve aşk kırmızısı kanımızın trombositi gibi iliklerimize kadar her hücremizin de içindeydi. Ve sarıydı. Kahve rengin göz kırpışı gibi umuttu kahvesinde saklı, karanlık akşamların siyahı gibi de yolları aydınlatan ışıkların can çekiştirdiği adımlardı. Belki benimdi, belki ben onundum, belki biz birbirimizindik ya da hiç olmamıştık. Belki de hep vardık ama hiç bilmedik ya da yarın olacaktık, bugün görmedik...

19.07.2009
23:47
Uğur Yaman