görsel
Telefonda sesi titrek bir anne “Hocam, çaresizim. Allah rızası için yardım edin.” diye feryat etmişti. “Sorun nedir, ben size nasıl yardımcı olabilirim?” dediğimde, “8. sınıfa giden oğlum garip garip konuşmaya başladı, korkuyoruz.” Dedi. içim ürperdi. “Buyurun gelin” diyerek görüşmeye davet ettim.
Dünyalar tatlısı bir genç, henüz 13-14 yaşında, ablası ile geldi. Üniversite öğrencisi ablası, “Kardeşime bir şey oldu, korkuyorum” dedi ve ağladı. “Ağlama, ben size yardımcı olmaya çalışacağım.” dedim.
Genç kız odadan çıktı, kardeşi girdi.
Tam karşımdaki sandalyeye oturdu.
içimde bir garip ürperti hissettim. Bu bakışları tanıyordum. Ama yine de sordum: “Merhaba, benim adım Adem Güneş, tanışabilir miyim seninle?”
Çocuk gözüme anlamsız anlamsız baktı ve “Beni neden suluyorsunuz?” dedi.
Korktum! Hem de çok…
“Adını öğrenebilir miyim canım? Nedir adın?” diye tekrar sordum.
Cevap vermedi.
Çocuğun ablasını çağırdım. “istersen kardeşini dışarıya alabilirsin. Biraz seninle konuşmak istiyorum.” Dedim.
Çocuk dışarı çıktı.
Genç kıza “Kardeşin ‘Beni neden suluyorsunuz?’ diye sordu. Bu ne demek?” dedim.
Genç kız elini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. “Kardeşim bir haftadır kendinin öldüğünü zannediyor. Mezarda çiçek sanıyor kendisini. Herkese böyle söylüyor.”
Kanım dondu. Çok tatlıydı yüzü. Ne diyeceğimi bilemedim.
“Peki, son zamanlarda neler yaşadı kardeşin?” diye sorduğumda içim cız etti…
“Kardeşim SBS denemelerinde bölge birincisi idi. Gece gündüz sınava hazırlanıyordu. Bir gece yanıma geldi, ‘abla korkuyorum’ dedi. Ben anlam veremedim önce. Sonra gözlerindeki korkuyu gördüm. Anneme haber verdim. Annem ‘Ne oldu oğlum?’ deyince ‘Beni neden suluyorsunuz?’ deyiverdi. Annem, ‘Oğlum ne diyorsun sen, ne sulaması!’ dese de anneme dönük ama boşluğa bakarak ‘Beni neden mezara koydunuz?’ deyince babam da uyandı, evin içinde bir garip korku oluştu. Annem hem ağlıyor hem dua ediyordu. Cin mi çarptı acaba diye düşündü annem önce, sonra korkuları iyice arttı. Babam belki uykusuzluk ve sınav kaygısından dolayı halüsinasyon gördüğünü düşündü, ‘Hadi yatalım, sabah ola hayır ola.’ dedi ama ben yatamadım… Korku ile birkaç kez yanına gittim durdum. Sabaha karşı uyumuşum. Allah’ım bir rüya olsun gördüklerim diye sabahın ilk saatinde uyandırdım kardeşimi. Uyandığında yine o boş gözlerle baktı bana. Anlamsız bir-iki söz söyledi, benim sinirlerim iyice gerildiği için omuzundan tutup salladım, ‘Kendine gel ya, yapma, korkuyorum’ dedim ama sanki uyurgezer gibi idi, hiç etkilenmedi bile. Annemler yanımıza geldiler, annem ağlamaya başladı, babam şaşkındı.”
“Doktora götürdünüz mü?” diye sordum. “Bir haftadır hastanelere gidiyoruz, psikiyatra gittik, ilaç aldık ama hiçbir şey değişmedi.” dedi.
içim çok yandı. Ne diyeceğimi şaşırdım. “Ben size yardımcı olamam ki…” diyebildim. Genç kız sordu: “Kendiliğinden geçer mi hocam, ne yapalım? Annem diyor, ‘Taşınalım istanbul’dan. Memleketimize dönelim. Ben oğlumu okutmak falan istemiyorum. Kendim bakar büyütürüm.’ Önümüzdeki hafta da sınavı var, dershaneden öğretmenleri arıyor, onlara da bir şey diyemedik. Ne yapalım? Bize bir akıl verin n’olur!”
Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. “Kardeşinizin akıl zembereği boşalmış galiba” diyemedim. “Annenizi dinleyin. Alın kardeşinizi gidin buralardan.” diyebildim.
Vedalaştık…
O çıktı, ben kaldım sandalyede tek başıma…
Durdum biraz… Gözlerimi tavana çevirdim… Düşündüm… Sonra kendime hâkim olamadım… Ellerimi yüzüme kapattım ve hıçkırıklarla ağlamaya başladım…
Bu olayın üzerinden 2 yıl geçti. Bu genç delikanlı ne hâlde bilemiyorum. Aile Konya’ya gidecekti, gitti mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Ülkemizdeki sınavlara yüklenen anlam, çocukların ruh sağlığını bozuyor. Yetkililer ne yapar bilemiyorum, ama sınav tarihi yaklaşırken koca koca çocukların altlarını ıslattıklarına, panik atak olduklarına, geceleri kâbus gördüklerine, kekelemeye başladıklarına şahit oldukça benim de psikolojim bozuluyor.
Sözüm tesir eder mi size bilemiyorum ama bunaltmayın çocuğunuzu. Bırakın şu son bir hafta dinlensin, kendine gelsin. Sınav her şey demek değil. Zira bazı kayıplar, sınavı kaybetmekten daha acı verir insana…
ADEM GÜNEŞ
http://www.ademgunes.com/...idir#sthash.2AimIBER.dpuf
Hani bir Umut bu sefer oldu dersin olmaz, hah işte o his tüm detayları ezer geçer.
Yemekhanede sıradasındır. Abla yemek koyar, gözünün içine bakarsın biraz daha koyması için ama koymaz...
annenizin ve babanizin yaslandigini farketmek. ruhsal olarak yansitilmasa bile vücutta farkedilen kırısıklıklar, saclara düsen beyazlar.
Hayatimin yaklasik 3 yilini beraber gecirdigim ugruna dunyalari verecegim insani omrumun geri kalaninda birdaha goremeyecegim.

Icim o kadar buruk ki boyle severken ayri kalmak geberiyorum,ama o farkinda degil.
Bilgisayarım bozuluyor...
bugün arabamı yıkattım.
tertemiz arabama bindiğimde arka koltuktaki şu yeşil beyaz formayı görür görmez dondum kaldım...
görsel

malum geçen hafta bursaspor son anda kümede kalmayı başarmış, ligden düşmemişti.
ben de o gün maç atmosferindeyken birisine "sana bursaspor forması alayım mı?" demiştim.
o da "al tabi" demişti.
ona almıştım bu formayı.

üstelik akşamüstü oynanan maçta da bursaspor galip gelmişti.
çok sevinmiştim.

aradan bir hafta geçti.

o formayı aldığım kişi yok şimdi malesef.
forma da elimde kaldı.
veremedim.
o fırsatı bulamadım.

"keşke o forma ile bir kez görebilseydim" diye geçirdim içimden.

sonra arka koltuğa baka kaldım işte böyle.
birkaç dakika öylece durdum.
içim cız etti.

sizin hiç içiniz cız etti mi?
Kilo almaktır.
iç burkan en önemli detay sevdiğin bir kişiyi kaybetmektir. Özellikle bu kaybın geri dönüşü olmayacağını bilmek hayatın en acı gerçeğidir. Ne yazık ki hayata dair aslında önemsemediğimiz ama yaşanınca değerini anlayabildiğimiz önemli detaylar mevcuttur.
51 in asal sayı olmaması gidipte 2 nin olması.
Henüz kilo veremedim. Kimi görsem aaa kilo mu aldın lafını duymaktan bıktım.
Her gun onunla el ele yurudugum yolu bugun tek yurudum.
2 saat sonra uyuyup 8'de kalkacagım.
Arkadaşlarınızla güle eğlene geçtiğiniz sokağın bir köşesinde, mendil satan bir çocuk görmek. Olanaklarınızın ve mutluluğunuzun kıymetini bilmeniz gerektiğini acı bir şekilde hatırlatır. Herkes sizin kadar şanslı doğmamıştır.
Ülkemin hali.
kocaman kalabalıkların içinde yapayalnız kaldım. hayatım için büyük bir kararın eşiğindeyim. yaşadığım ikilemleri aşamıyorum. ne derdimi dinleyen var ne de yol gösteren.
Canımdan çok sevdiğim bir insanın, 3 yıllık birlikteliğimizin saçma sapan noktalanmasından sonra 9 ay içinde evlenmesi. Pişmanlığım şu ki ayrıldıktan sonra hiç adım atmadım. fazla gurur döner arkadan vurur misali. Mutsuz muyum evet. Nefretim var mı? Hayır. Hayallerim başkasının hayatı oldu ya ben ona yanarım. inşallah mutlu olmuştur.
içeri gidip kendime ıhlamur doldurmaya üşeniyorum.
Sevişmek için çalışmaya ve birilerinin egolarini tatmin etmeye yaşıyoruz. Ölsekte kurtulsak.
Artık Uludağ sözlüğe birşeyler karalamak gelmiyor içimden.

Bundan daha fazla hiçbirşey içimi burkamazdı.

Şu hale bak bilmece soruyor başlıkta itoğlunun teki. Ne yazayım ben buraya?
Bu hikayeye yürek dayanmaz! 7 yaşındaki çocuk ailesi yüzünden öldü!
Ivan isimli 7 yaşındaki bir çocuğun ailesinden gördüğü şiddet ve arkadaşları tarafından dışlanmasının ona yansıttığı acının hikayesi... Minik Ivan bir gün yine ailesinden şiddet gördü ve tek başına hastaneye gitti. Bundan sonrasına yürek dayanmaz...
7 yaşında bir çocuk ne annesi ne babası ne de arkadaşlarından sevgi gördü... işte yaşadıklarını kimseye anlatamayan altın kalpli bir minik çocuğun hikayesi;
Adım Ivan ve 7 yaşındayım. Annemi ve babamı çok sevsem de onlardan korkuyorum. Beni hep dövüyorlar. Nedenini ise bilmiyorum.

Bu sabah uyanıp okula gittim. iyi bir öğrenciyim ve öğretmenlerim beni seviyor.


Sınıf arkadaşlarımı da seviyorum ama hiç arkadaşım yok. Bu yüzden teneffüslerde hep sınıfta kalıyorum. Kimse benimle oynamak istemiyor. Arkadaş edinmeye çalıştım ama benim pis olduğumu söyleyip arkadaş olmak istemediler.

Her gün aynı yırtık pırtık pantolonu, tişörtü ve ayakkabıları giydiğim için bana gülüyorlar.


Bir gün okul çıkışı uzun süredir orada duran ceketi çaldım. Kimsenin değil gibiydi. Kar yağarken eve gittim. Rüzgâr da esiyordu. Hem kar yağıp hem de rüzgâr eserken yürümek çok zor oluyor. Birden yere düştüm. Biri üzerime atladı ve ‘Seni kimse sevmiyor aptal çocuk!’ dedi.

Önce sırtıma sonra da karnıma tekme attı. Sonra beni orada bırakarak kaçtı.

Ağladım. Üşüdüğümden veya canım acıdığından değil. Tek bir arkadaşım bile olmadığı için ağladım.

Eve gelir gelmez annem saçımdan çekti.

“Neredesin sen? Üstün niye kirli? Sana yemek falan yok. Odana gir ve ben diyene kadar çıkma” dedi.

Annemin dediği gibi yaptım ve odama gittim. Ertesi gün de odamdan çıkmadım. Hem çok acıktım hem de çok üşüdüm.

Notlarım giderek düştü. Babama her haber verdiklerinde beni dövdü. Bir kere öyle dövdü ki işaret parmağımı hareket ettirememeye başladım. Ondan sonra işaret parmağımı hiç hareket ettiremedim ve benimle daha da dalga geçtiler.

Aradan uzun süre geçtikten sonra göğsümde ağrı hissetmeye başladım.

Annem ve babam canımın acımasını umursamıyorlardı. Akşamları yatağımda uzanırken tek bir şey diliyordum. Canımın yanmamasını istiyordum. Yoksa annem ve babam daha çok kızıyorlardı. Onları gerçekten çok seviyordum.

Okulda ertesi gün öğretmenimiz hayalimize ait bir resim çizmemizi istedi. Diğer çocuklar arabalar, roketler ve oyuncaklar çizdiler. Ben bunları çizmedim.


Bunların sevmediğimden değil. Çünkü en çok istediğim şey beni seven bir anne ve babaydı. Ben de bir aile resmi çizdim. Bir anne, bir baba ve bir çocuk. Hep beraber oyun oynuyorlardı ve çok mutluydular. Çizerken bir yandan da sessizce ağladım. Keşke beni çok seven bir annem ve babam olsaydı.

Resim gösterme sırası bana geldiğinde herkes güldü.

Bana gülenlere şöyle dedim:

“En büyük hayalim bir ailem olması.”

Kahkahalar daha da arttı. Bense ağlamaya başladım ve şunları söyledim:

“Lütfen bana gülmeyin. Bu benim en büyük hayalim. Bana vurabilirsiniz, benden nefret edebilirsiniz ama yalvarıyorum gülmeyin.”

“Tıpkı sizinkiler gibi bir aile istiyorum. Sarılan, gülen, okuldan alan ve beni görünce sevinen… Zayıf ve çirkin göründüğümü biliyorum. iskelet gibi parmaklarım var. Ama bana gülmeyin.”

Öğretmenim gözyaşlarımı silmeye çalıştı. Bazı arkadaşlarım beni anlasa da gülmeye devam ettiler.

Bir gün sınav sonuçlarımız açıklandığında düşük aldığımı gördüm. Annemin kızacağını biliyordum.

Eve gitmekten korkuyorum. Ama başka nereye gidebilirdim ki? Yavaşça eve doğru yürüsem de varmak istemedim. Annem öfkelendi.

Kolumdan tuttu ve yere fırlattı. O sırada bacağımı sandalyeye çarptım.

Sonra kafama iki kere vurdu. Yerden kalkamadım. Annem beni orada bıraktı.

Geri döndüğünde etrafı toplamamı aksi halde babam eve gelince çok kızacağını söyledi.

Anneme, hiçbir şey söylememesi için yalvardım. Ama babam çoktan gelmişti.


Annem baba düşük nottan bahsedince önce beni hırpaladı sonra da suratıma vurdu.

Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Hastanede uyandım. Ellerimi hareket ettiremiyordum. Pencereden dışarıya bakıp ağladım.

Dışarıda aileler çocuklarıyla beraber oynuyorlar ve gülüyorlardı.

Neden ağladığımı biliyor musunuz?

Annemin bana sarıldığını bile hatırlamıyorum. Annem de babam da beni dövüyor. Ama yine de onları seviyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Okulda da çabaladım. Ama beni bir türlü sevemediler.


Bir gün yere çay döktüm beni yine dövdüler.

Göğsümde ağrı hissettim. Anneme söyledim ama önemsemedi. Sonra tek başıma hastaneye gittim. Beni görmeye gelmediler.

Doktor, annemin ve babamın yakında geleceğini söylese de onlar hiç gelmedi. Bekledim ve bekledim… Ama kimse gelmedi. Yine de onları çok seviyorum.

Ivan, iki gün sonra hayatını kaybetti. Doktor ise elindeki küçük kâğıtta şunların yazılı olduğunu gördü:

“Canım annem, canım babam

Çirkinim, pisim ve aptalım. Beni sevemediğiniz için çok üzgünüm.

Sizi hiç kızdırmak istemedim. Anne senden tek istediğim içten bir kucaklamaydı. Baba seninle ise dışarıya çıkmak, elinden tutmak ve bana şarkı söylemeni istedim.

Benden utandığınızı biliyorum. Asla istediğiniz gibi bir çocuk olamayacağım.”

Ivan’ın kalbi aniden durdu...

Newsner
şimdi kendimi övmek gibi olmasın ama, çalıştığım sektörde supervisor tecrübeliğim var. efendim bizim sektörü bilenler bilirler. bizim kendi çalışmalarımızı ve tecrübelerimizi paylaştığımız facebook platformları bulunur. bir gün bu portallardan bir çocuk beni ekledi. allahım nasıl istekli ve hevesli. nasıl soru yağmuruna tutuyor. kerata güzel işler de yapmıyor değil. lakin günde 50 tane soru soruyor. ben ise bazı günler keyifsiz olduğumda mesajlarına görüldü yapıp bırakıyordum, belki anlar da daha az sorar diye. ama gel gör ki bana mısın demiyor, öğrenmek istedikçe öğrenmek istiyordu. ben de ısrar ile kısa cevaplar veriyordum. e sonuçta ben bunları kendi kendime öğrenmiştim ve emeğimi nasıl senle paylaşabilirdim ki ? bu sabah, her zaman ki gibi uyanır uyanmaz facebook hesabımı kontrol ettim kim ne saçmalamış diye. işte o an beynimden vurulmuşa döndüm. sayfamı açar açmaz, çocuğun değiştirdiği profil fotoğrafı karşıma çıktı. bacaklarında protez, kollarından ikisi de yok. yaklaşık on beş dakika bakakaldım neredeyse. onca senelik ömrümde ben ilk kez bugün aynada kendimle göz göze gelemedim sözlük. şimdi keratanın her sorusuna açıklayıcı ve uzun cevaplar veriyorum. kerata halinden memnun, benim ise vicdanım kalbime batıyor.
9.45 kuralı nedeniyle bir dakikayla bir yılı heba olan gençleri görmektir.
aldatildigini ogrendigin halde kufredememek.