bugün

iran'da değil, herhangi bir ülkede yaşasaydı ve/veya 30'lu yaşlarında ölmese bence ünlü olmazdı... trafik kazası vesaire, biraz bence bunun da payı var..

başka bir iranlı'dan bahsedeyim, ubeyd-i zakani dahil, böyle.. kasidelerinde abdülmelik muizzi'den etkilenmiş, şiraz'ın işgalini görmüş vesaire..

ben, gülşehri'nin mantıku't tayr'ını bile feridüddin attar versiyonuna göre daha zayıf olduğunu düşünüyorum, zakani'ymiş, ferruhzad'mış falan; hayat hikayesiyle edebi metin sempatisi beslemem..

şahsi görüşüm tabii, kimseye neden beğendin demem..
"Yaralarım aşktandır" diyor füruğ.
Yüzümüzdeki yorgunluk, neşeli anlarımızda gözlerimizdeki ıslaklık, bundan mı?
Yıllar yıllar evvel bir forumda okuyan yazan çizen bir sanal arkadaşım tanıştırdı beni kendisiyle. Sen bu kadını oku çok seversin " dedi.

Yıllardır karar veremedim, ismi mi daha güzel, kendi mi yoksa şiirleri mi?
iran'da doğmuş, iran sınırları içerisindeki yönetim anlayışına, kadının yerine ve yurduna yönelik hicivleriyle tanınan acı dolu kadın şair. ölümü ise bir trafik kazasıyla genç yaşında oluvermiş ve bu kısa ömrüne birbirinden değerli şiirleri ve yaşamını sığdırmıştır.
abbas kiyarüstemi izlerken hatırıma düşen, Kadın kelimesinin karşılığı olacak bir biçimde tüm estetik ve duygusal incelikleri ruhunda barındıran şair.

"Tüm varlığım karanlık bir ayettir benim
seni
kendinde tekrarlayarak
yeşermenin ve çiçeklenmenin
sonsuz gündoğumuna götürecek

ben bu âyette senin için ah çektim, ah !
ben bu âyetle
ağaçla ve suyla ve ateşle bütünleştirdim seni

hayat belki
bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir
hayat belki
bir adamın kendini dala astığı iptir
hayat belki
okuldan dönen bir çocuktur
hayat belki
iki sevişme arası rehavetinde
yakılan bir sigaradır
ya da
yoldan geçen bir başkasına
şapkasını kaldırarak anlamsız bir gülümseyişle
'günaydın' diyen adamın
şaşkınca karşıya geçişidir

hayat, bakışlarımın
senin gözbebeklerinde
kendini paramparça ettiği
o tutuklu andır belki
ve bakışım kendisini,
aydınlığın ve karanlığın idrakiyle
karıştıracağım duygusu içindedir

yalnızlık boyutlarındaki bir odada
tek aşklık kalbim,
kendi mutluluğunun yalın bahanelerine
saksıdaki çiçeklerin güzelce soluşuna
eviınizin bahçesine senin diktiğin fidana
ve bir tek pencere için öten kanaryaların şarkısına
bakıyor.

ah !
bana düşen budur
bana düşen budur
bana düşen
bir perdenin asılışının benden aldığı gökyüzüdür
bana düşen terk edilmiş bir merdivenden inmek
ve yalnızlık içinde çürümekte olan bir şeye ulaşmaktır
bana düşen hatıralar bahçesinde hüzünle dolaşmaktır
ve "ellerini seviyorum"
diyen sesin kederinde ölmektir

ellerimi bahçeye dikiyoruın
yeşereceğim biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın
arasına yumurtlayacaklar

küpeler takacağım kulaklarıma
kıpkırınızı kirazlardan
ve tırnaklarıma yıldızçiçeği yaprakları yapıştıracağım
çocukları bir zamanlar bana aşık
bir sokak var orada
aynı dağınık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
o çocuklar,
bir gece rüzgarın alıp götürdüğü
o küçük kızın masum tebessümünü
düşünüyorlar hâlâ

bir sokak var
kalbimin
çocukluğumun mahallelerinden çaldığı

zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak
zamanın kuru çizgisini
bir aynaya misafir gidip dönen
bilinçli imgenin oylumuyla

ve işte böyledir
biri ölür
ve geride kalır biri
hiçbir avcı
çukura dökülen sığ derede
inci avlayamaz

hüzünlü, küçük bir peri tanıyorum ben
okyanusta yaşayan
ve yüreğini ahşap neyinde
usul usul çalan
hüzünlü, küçük bir peri
geceleri bir buseyle ölen
gün ağarırken bir buseyle
yeniden doğacak olan. "
Böyle güzel isim mi olur.
küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.
Şu güzel sözlerin yazarı.
görsel

Resmen beni anlatmış. ışıklar içinde uyu duygudaşım.
Füruğ Ferruhzad 5 Ocak 1935 13 Şubat 1967 tarihleri arasında yaşamış iranlı şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam. 20. yüzyılda iran'da yetişmiş en önemli şairlerindendir.

''Bedava bağışladığım gönül hariç,
Ona verdiğim her şeyi helal ettim.''
O kadar çabalamıştırki şair ünvanını almak için ama ne yazik yaşadığı zaman alamadığı bu ünvanı öldükten sonra almıştır.

"Benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir"..hüznü bile güzel olan cesur kadın!
iran ajanı gibi isme sahiptir. Diğeri için

(bkz: Jehan barbur)
Şiirleri muhteşem olan iran'lı kadın şair.

Edit: bir tane de şiirini paylaşayım. (Kimsenin bilemsini istemiyorum sadece ben bileyim istiyorum ama neyse...)

öpüş

gözlerinde günah gülüyordu
yüzüne ay ışığı gülüyordu
o suskun dudakların geçişinde
sığınmasız bir yalaz gülüyordu

utangaç ve silik bir istekle dolu
bakışları sarhoşluk renginde olmalı
gözlerine baktım ve söyledi:
aşktan bir ürün almalı

gölge gölge üstüne eğildi
ve gecenin gizlisine saklandı
bir soluk kaydı bir yüze
dudaklar arasından öpüş alazlandı
Tuhaf dergi ekim sayısı kapağı olan şair.

Bak nasıl içinde gözlerimin
Eriyor damla damla keder
Karanlık ve isyancı gölgem nasıl
Tutsağı oluyor güneşin
Bak
Yokoluyor tüm varlığım ve beni
içine alıyor bir kıvılcım
Fırlatıyor taa doruklara
Bak nasıl
Sayısız yıldızla
Doluyor gökyüzüm benim
Uzaklardan geldin sen ve uzaklardan
Ve kokular ve ışıklar ülkesinden
Şimdi bir teknedeyim seninle birlikte
Fildişi, bulut ve kristal
Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum
Götür şiirlerin ve coşkuların kentine (...)
kuş, ne koku, ne güneş ah, dedi
bahar gelmiş
ve eşimi bulmaya gideceğim ben

kuş sofanın kenarından
uçtu, bir haber gibi uçtu ve gitti
kuş küçücüktü
kuş düşünmüyordu
kuş gazete okumuyordu
kuşun borcu yoktu
kuş insanları tanımıyordu

kuş havada
tehlike ışıklarının üstünde
bihaberliğin irtifasında uçuyordu
ve mavi anları
çılgınca deniyordu

kuş, ah, sadece bir kuştu.
Götür beni ey yüreğimi okşayan umudum
Götür şiirlerin ve coşkuların kentine.

Güneş doğuyor şiirinden bi mısra.. Zamanima ve icinde bulundugum duruma bakinca ne kadar da manidar. Sanki çevremdeki her şey bana işaret veriyo umutlarımla dolu tercihim için.. ya da belki de sadece algıda seçiciliktir. bilmem.
Gazel

benim sesimi taşlarca dinliyorsun
taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun

ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu
dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun

okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun

şaraptan daha sapkınsın ve gözü
yalazlara oturtuyor döndürüyorsun

ey kanımın bataklığının altın balığı
hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun

sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü
göğsüne bastırıyor söndürüyorsun

gölgelerde, oturdu senin Furuğ’un ve uçuklaştı
gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun?
görsel
Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.
Efkarın, çaresizliğin ve hüznün bir bedende buluştuğu iranlı şair. Öyle ki ömrü boyunca öz oğlunu görememiştir. Oğlunun yokluğunu ise cüzzamlı bir ailenin Hüseyin adındaki çocuklarını evlat edinerek gidermeye çalışmıştır. Şu an kendi yetiştirdiği çocuk Almanya'da refah içinde yaşarken, bütün ömrünü onu görememenin acısıyla geçirdiği oğlu ise iran sokaklarında gitar çalarak yaşamaya çalışmaktadır. Sanılanın aksine bunca aşk şiirinin ilhamı fırtınalı aşkları değil, kendi çelişkilerinden, bunalımından ve iç çatışmasından kaynaklanıyordu. Füruğ hayatı boyunca zamansız ölmek korkusuyla yaşamış ve otuz iki yaşında bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybetmiştir. Çok sevdiği oğluna ise şu şiiri ithaf etmiştir;

"en küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün kilit
söylencedir
ve yürek yaşamaya değer

tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın diye
tüm sözcüklerin melodisi yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve
herzamanlığına geldiğin
ve sevecenlik
ve güzellik beraber olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim
belki bile
olmadığım günü"
(bkz: kuş ölür sen uçuşu hatırla)
Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.
"kuş ölür sen uçuşu hatırla" dizesiyle akla kazınan.
ismiyle ne zaman karşılaşsam aklıma murat menteş i getiren kişi. Ismi Murat menteş in romanlarındaki karakterlerin nevi şahsına münhasır isimlerini hatırlatıyor. *
"varmak nedir bilmiyorum, ama kuşkusuz tüm varlığımın ona doğru aktığı bir maksat vardır."
"O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti
Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.
Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar
Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.
Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.
Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
insanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler
Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi
Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.
Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
iri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.
Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
insanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.
Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.
Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
inanmayı su sesinin doğruluğuna
Ola ki…
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
inanç olduğunu…
Ah tutsağın sesi…
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi…"
“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.”