bunalımda olan anormal (#8692618) gençliktir!
Sanırım bütün suç Teoman'ındı.

Sene 2000'di. Yeni Milenyum'a, televizyonda gördüğümüz çılgın eğlenceler eşliğinde girme hayallerimiz tabi ki çok uzaklardan bize el sallamakla yetindi. Ben henüz yeni yeni büyüyor, yeni yeni farkına varıyordum gözüme sokulmaya çalışılan "dünya"nın. Şansa bakın ki Cnbc-e de aynı sene girmişti hayatımıza ve ben televizyonda Dawson ve Joey'i izliyor *, kendi kafamda yavaş yavaş bir "gençlik" tanımı oluşturuyordum. Gelin görün ki bu yeni "gençlik" tanımı, benim yaşadığım gençliğin kilometrelerce uzağına düşüyordu ve ben kendimi bütün hayatım boyunca sürecek o eksiklik hissinin kollarına bırakıyordum.
Yeni keşfettiğim bu "gençlik" o bir saat boyunca bana umut ve heyecan veriyor, fakat kendi realiteme döndüğüm zaman bu heyecan kıskançlığın getirdiği korkunç bir öfkeye dönüşüyordu. Ben o zaman başladım sanırım kendimi yaşlı hissetmeye. Aslında yaşlı hissetmek de denemez buna belki, genç olmadığımı hissediyordum sadece. Ve çok istiyordum genç olmayı, karşı konulamaz biçimde istiyordum. Fakat günün sonunda içimdeki yontulmamış duygular ve öfkemle, kafam alabildiğine karışmış, gençliğimi bana yaşatmayan dünyaya öfkem dağlar kadar kabarmış, ellerim bomboş ve gözlerim yaşlı kalıyordum.
Aynı sene Teoman "On yedi" şarkısını çıkardı attı önümüze. Orda anlatılan bir gencin ölümüydü ama benim dikkatime takılan tek şey o rakamdı, ölü ya da diri, on yedi... Ben o zaman on dokuz yaşındaydım ve on yedi olmadığım için kendimden nefret etmeye başladım.
Zaman geçti. Bazılarına iyi, bazılarına kötü... Ben ve benim gibileriyse sadece es geçti.
gün geldi Yirmi iki yaşıma geldim. on dokuz yaşımdan beri beynimin içinde haldır haldır inşa edilen o başka dünya gençliği, artık kafamı her kaldırdığımda üstüme üstüme gelen koskocaman bir ütopya haline gelmişti. Yukarı baksam bu ütopik hayat altında eziliyor, aşağı baksam kendi hayatımdan tiksiniyordum. Kendimi geri dönülemez biçimde yaşlı, geri dönülemez biçimde geç kalmış hissediyordum. Sadece yirmi iki yaşındaydım, ve yaşlanıp ölmekten deli gibi korkuyordum.
Geçenlerde buldum o yazımı. "paula yirmi iki yaşında". Düşündüm, aradan altı koca sene geçmiş. Ve ben hala yaşlanıp ölmekten korkuyorum. Hala kendimi her şeye geç kalmış hissediyorum. O zaman anladım ki benim durumumun yaşla en ufak bir alakası yok. Bu başka bir şey. Bu, televizyonlardan, dergilerden, kitaplardan fışkırıp yüzümün tam ortasına tüküren o Ütopya'nın bana yaşattığı eziklik ve eksiklik hissi. On dokuz yaşında Dawson ve Joey izlemekle başlayıp, seninkinden farklı bir hayatın mümkün olduğunu farkettiğin andan itibaren büyüdükçe büyüyen bir kıskançlık hissi.

Amerikan Rüyası denen şeyi, sadece ekranların ardından izlemeye mahkum bir gençliğin, ömrü boyunca üstünde taşıdığı o eğretilik sanırım bundan. Çünkü kendimizi o dünyanın bir parçasıymış gibi sunmaya çalıştığımız her an, o televizyon camına tosluyor ve kendi gerçek hayatlarımıza geri dönüyoruz. Kaldığımız yerden, ütopik hayallerimizi kimbilir bir daha ne zamana kadar bastırıp, içimizde duyduğumuz o hiç kapanmayacak boşluk hissiyle yaşamaya devam ediyoruz. *
tek sevdiğim yönleri birbirlerine hitap şekilleri ve dünyanın am.nakoymuş gibi tavırlarıdır.
-kızım kayıp.
-yenisini yaparsın.
-seni....
hey hey sakin ol adamım vs.
şurada görülebilecek gençlik: http://www.youtube.com/watch?v=AMPP-FrAx0k
Çok eğlenceli, çok iyi gibi gözüksede aslında öyle olmayandır.
eğitim onlar için bizdeki gibi sıkıcı, bitse de gitsek halde değildir. Highland Trouveres lisesi öğrencilerinin hazırladığı video. aynısı demiyorum, şöyle basitinden ülkemizde de böyle şeylere izin verilse bakın gelecek nesil nasılda yükselir. sonuçta amerikanın geleceği şu videodaki gençlerin elindedir. ama bizde ne yazık ki böyle sosyal aktiviteler sınırlı hatta yok denecek kadar azdır.
neyse, bu videoyu izleyin. ben çok eğlendim. hatta içimden keşke orada olsaydım diye geçirdim.

http://www.youtube.com/watch?v=0brIXoLMvZ4