bugün
- ak partiliyi çok fena döven chp belediye başkanı15
- 22 şubat 2024 sparta prag galatasaray maçı14
- birini donuzlayarak ceza vermek9
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı10
- arkadaşlar biri var18
- karınıza range rover alır mısınız25
- bik bik moderatör olsun14
- bir sözlük kızı ile yakınlaşmak13
- kent lokantası niye bedava değil demek22
- boşuna yaşıyorum hissi18
- anın görüntüsü15
- ülkeleri hükümetler değil kişiler kalkındırır8
- avrupanın yarrağı yemesi yakındır19
- evlilik17
- patiswiss15
- akp seçmeni15
- ali erbaş19
- manyak olmaya karar verdim silik olsun kampanyası13
- escort fiyatlarının güncellenmesi12
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi11
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi17
- icardi1905 silik olsun kampanyası27
- türkiyede çok abartılan arabalar9
- nervio'ya aşık olmak10
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı14
- futbolcu ismiyle nick almak14
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu37
- demet akalın'ın zeka seviyesi12
- gina carano9
- icardi19059
- türkiye işçi partisi10
- çin halk cumhuriyeti8
- ellerim bos gonlum hos9
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi17
- 31 mart 2024 cumhuriyet halk partisinin zaferi8
- sözlük kızlarının don renkleri14
- aynı dizileri tekrar tekrar izlemek8
- karımın çok mutlu olacağı gerçeği13
- kadınların boşanmış erkeğe bakışı9
- merfulu8
- sözlük kızlarının ayakkabıları18
- 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı8
- akrep burcu8
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler15
- türk kızlarının beğenmediği erkek tipi9
- eloande'ye koca buluyoruz kampanyası8
- her yaptığı yemeği paylaşan kızın amacı10
- murat kurum kurudu gitti8
- haçta iken sevgili ile sevişmek günah mıdır11
- yunanistan bizden çalsa rahatsız olmayacağınız şey11
Diyarbakır ismi bence çok tatlı. Amed ismine hiç ısınamadım.
Bildiğim kadarıyla Amed ismi ermeniceden geliyor.
Yok öyle bir yer. Oranın ismi diyarbakır.
Boş bi kavram. Diyarbakırda kimse amed demez sehrine. Yani gereksiz bi tanım.
kürdolara hatta zazalara göre diyarbakır'ın kürtçesidir ki böyle bir ismi yoktur. amed, diyarbakır'ın bizans dönemindeki adıdır. amid kökünden gelir. üzgünüm hevaller böyle bir şehir ismi yoktur.
dogunun parisi olarak geciyor. gidersek kendi gozumuzle gorucez ins.
Amed ne ya?
ROZA
Yoldular, soydular, kırıştılar
insanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem
Şair Bilal Yavuz
BEJNA
Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır
Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın
Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler
Şair Bilal Yavuz
SEVDE
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
imam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
“Karışsın köz yaşlarımız
Karışsın, yeşil…”
Şair Bilal Yavuz
Yoldular, soydular, kırıştılar
insanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem
Şair Bilal Yavuz
BEJNA
Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır
Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın
Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler
Şair Bilal Yavuz
SEVDE
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
imam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
“Karışsın köz yaşlarımız
Karışsın, yeşil…”
Şair Bilal Yavuz
medeniyetin beşiği olan yer. evet.
Aslen buralıyız.
Amedinize sokayım, diyarbakır'a birşey olmasın. Diyarbakır'ı hak saklasın çünkü sevdiklerim içindedir...
Annem buralı.
amk insanlar yaşadığı yere kendi ismini veremeyecek mi? orada bir referandum yapılsın sonuç ne çıkarsa o olsun bu ne tantana lan? isterse orasının adı lahmacun olsun size giren ne amina koyim yüzyıllardır orda yasayandan daha mı iyi bileceksiniz ismini?
gören de Diyarbakır in ismi Amed olunca Kürdistan kuruldu sanacak amk.
Cunda adasi var ya hani, oranın ismi alibey adası olarak değişti yıllar önce.. siz oraya Cunda diyince farklı bir yerin mi oluyor? ne amip insanlar var amk.
t: Diyarbakır'daki insanların kendi şehrine verdiği isim
gören de Diyarbakır in ismi Amed olunca Kürdistan kuruldu sanacak amk.
Cunda adasi var ya hani, oranın ismi alibey adası olarak değişti yıllar önce.. siz oraya Cunda diyince farklı bir yerin mi oluyor? ne amip insanlar var amk.
t: Diyarbakır'daki insanların kendi şehrine verdiği isim
AŞKIN ŞEHRENGiZi
ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
AMEDYA
ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı
derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf
şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına
hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı
sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati
Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi
ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
ellerin kelepçe
ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin
gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında
RÜMEYSAH
sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa
konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa
mürşid gamzelerin Fındık burcudur
aşığı, mürid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa
GÜVERCiNLER ÇARŞISI
şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından
obamız hayran
otağımız kurban
kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar
Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi, ebebulguru
saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli
yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin
Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında
Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
HIZIR KÖŞESi
göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini
VEDA TEPESi
Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı istanbul'un
Vedâ tepesinden uyanış doğar
DORU
poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul
bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir Yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların
gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı umular, yarınlarımız
ÜLKÜMÜZ DEVRiM
genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir
içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarladoğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim
mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri
akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar
orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor
öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar
kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi
kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında
ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim
ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan
pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor
durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
cam kırıklarıkarıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler
bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri
kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin
zarfında günbatımı fırtınası
taraçadan süzülen matruş papatya dansı
kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin
aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar
çakılır vidalarderisine şehvetin
gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir
kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler
BEHRAMPAŞA
muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri
sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki
kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik
eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler
gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli islam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri
minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri
satranç kufiyle yazılmışdört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri
kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
iznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar
mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki
saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik
metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında
sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi
diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye
geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde
kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami
RÜZGARIN KALBi
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri
ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir
AMEDYA
ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı
derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf
şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına
hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı
sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati
Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi
ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
ellerin kelepçe
ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin
gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında
RÜMEYSAH
sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa
konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa
mürşid gamzelerin Fındık burcudur
aşığı, mürid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa
GÜVERCiNLER ÇARŞISI
şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından
obamız hayran
otağımız kurban
kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar
Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi, ebebulguru
saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli
yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin
Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında
Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
HIZIR KÖŞESi
göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini
VEDA TEPESi
Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı istanbul'un
Vedâ tepesinden uyanış doğar
DORU
poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul
bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir Yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların
gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı umular, yarınlarımız
ÜLKÜMÜZ DEVRiM
genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir
içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarladoğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim
mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri
akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar
orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor
öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar
kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi
kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında
ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim
ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan
pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor
durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
cam kırıklarıkarıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler
bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri
kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin
zarfında günbatımı fırtınası
taraçadan süzülen matruş papatya dansı
kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin
aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar
çakılır vidalarderisine şehvetin
gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir
kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler
BEHRAMPAŞA
muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri
sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki
kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik
eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler
gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli islam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri
minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri
satranç kufiyle yazılmışdört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri
kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
iznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar
mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki
saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik
metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında
sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi
diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye
geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde
kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami
RÜZGARIN KALBi
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri
(bkz: malumırkistan)
Orası amed değil.
Diyarbakır.
Ülkemizi bölmeye çalışan orospu kürtlerin dilllerine pelesenk olmuş başkenttir.
Diyarbakır.
Ülkemizi bölmeye çalışan orospu kürtlerin dilllerine pelesenk olmuş başkenttir.
neresi olduğunu bilmediğim bir yer.
Diyarbakır'ın eski adı ise aşağıda belirtilmiştir.
(bkz: diyarbekir)
Diyarbakır'ın eski adı ise aşağıda belirtilmiştir.
(bkz: diyarbekir)
(bkz: tigranakert)
Sikik devletin sokuk başkenti.
rize nin bir köyüdür, pilihoz veya aron da denir
çok cins bir halkı vardır.
çok cins bir halkı vardır.
Bir sehrin ismini kurdçe sandiği kelime ile söyleyince orayi kürd topraği yaptiğini sanan çomarlarin adlandirmasi. Roma kaynaklarinda da adi benzer sekilde anildigindan kuvvetli ihtimal guneydogunun otokton halklarindan birinden gelme (yani kurdce degil). Neyse kurdler boyle mutlu oluyorsa olsunlar. Zaten bi ösexleri bir amedleri var gariplerimin.
diyarbekir'in gerçek adı.
tıpkı efrin gibi.
tıpkı efrin gibi.
osmanlı falan ilgilendirmez bizi. burası türkiye cumhuriyeti orası amed değil diyarbakır.
Diyarbakır'ın Osmanlı devleti zamanındaki ismidir. asıl ismi amid'dir.
niye şimdilerde amed denildiğinde kuduruyorsunuz anlamadım. o kadar cahilsiniz ki, amed'i sadece kürtlerle ve kürtçülerle bağdaştırıyorsunuz. bilhassa osmanlı torunları kudurmazsa sevinirim. açın da iki kitap okuyun.
niye şimdilerde amed denildiğinde kuduruyorsunuz anlamadım. o kadar cahilsiniz ki, amed'i sadece kürtlerle ve kürtçülerle bağdaştırıyorsunuz. bilhassa osmanlı torunları kudurmazsa sevinirim. açın da iki kitap okuyun.
doğduğum kenttir, kişiden kişiye değişir ismi, muhafazakar bir milliyetçi olan babam diyarbekir der ona, ben diyarbakır derim, amcalarım amed der, bazı eski yaşlı akrabalar amida derdi. isimler değişir ama sevgisi, özlemi, hasreti değişmez. o topraklarda doğan herkes için aynıdır. uzak kaldığınızda hiç unutamadığınız ilk sevgilidir o, ilk taşıdığınız silahınızdır, ilk arabanız, ilk evinizdir o, her daim kalbinizde taşır, aklınızdan çıkaramazsınız.
(bkz: diyarbakır sen kendine ve bana benzersin; umuda meyilli kedere mecbur)
(bkz: diyarbakır sen kendine ve bana benzersin; umuda meyilli kedere mecbur)
güncel Önemli Başlıklar