bugün

entry'ler (230)

modern hayatın insan profili

herşeye verecek cevabı olan, bu sefer kesin haksız şimdi ne yapacak bakalım dediğinizde bile kendini en iyi şekilde savunan. gerekli gereksiz sürekli konuşan, ne yediğinden ne aldığına her şeyi açıklıkla anlatmayı seven, arabasından, kocası'nın ona aldığı hediyeden ballandıra ballandırma bahseden, kurumsal şirketlerin bünyelerinde fazlaca bulunan tiplerdir. bir değil bin tanelerdir. alışana hiç de komazlar ama boşturlar.

bir aksesuar olarak maydanoz

maydonoz aksesuar olarak iyidir, hoştur ama varoştur. ama türk kahvesi telvesi diş üzerinde daha bir ciks durur. elit kokar. tavsiyemdir.

kopamam senden

insanın severek dinlediği her şarkının mutlaka farklı bir anısı vardır. o şarkıyı duyunca birşeyler çağrışır mutlaka. bu şarkıda şu dizeleri okurken güllü bacım, kendimi kaybedesim geliyor her seferinde.
o nasıl bir ses, bu nasıl bir söz;
unut demek çok kolay,
gel de bana sor bir de.
sanki sevdan kanımda,
yazılmış yüreğimde..

duyduğum an abimle oturup iki paket sigara eşliğinde, sahilde kendimizden geçe geçe söylediğim geceyi anımsıyorum. illa dert tasa olması gerekmiyor dinlemek için, dertsiz insanı dert sahibi yapar "kopamam senden".

türk gençlerinin kürt gençlerini kıskanması

başlığın doğruluk payını kanıtlamayacak çok şey var illa ki.
uzatmadan tek başına şunu söylemek bile yeterli aslında; dağlara çıkan da, otobüs yakıp polis taşlayan da söz konusu "kürt gençleri'nin" oluşturduğu topluluklardan ibaret olduğuna göre, burada kıskanılan taraf kim diye bir kere daha düşünmekte fayda var kırmızı başlıkçı arkadaş.

edit: kırmızı başlıkçı değil, eksici başlıkçı arkadaş.

blackberry

e posta konusunda bahsedilenin aksine hiç bir sorun yaşanmayan, yalnız iphone kadar eğlenceli olmayan cep bilgisayarı.

uzun süreli ilişki yürütemeyen insan

--- spoiler --
-siz birliktelik icin dogmuşsunuz. ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız.
allahın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız.
ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın;
bırakin ki, cennetin rüzgarları aranızda dansedebilsin...
birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin..
bırakin aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun...
birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin;
ekmeginizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın...
birlikte şarkı söyleyin;lakin birbirinizi yalnız bırakmayi da bilin.
sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde ayni melodiyi seslendirir...
birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil!
sadece hayatın eli o kalbi saklar!
birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitisik değildir!
ve unutmayın;
meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...
-- spoiler ---

günü en iyi anlatan şarkı

gripin-durma yağmur.

insanı delice mutlu eden şeyler

uzun zamandır kafamda kurduğum ve hiç bir yerde bulamadığım o muhteşem nesnenin(elbise,ayakkabı,eşya vs.) bir mağazada karşıma çıktığı an...
sevdiceğimin her yanına giderken içime dolan sevinç...
cuma günü ofiste saatin 16.00 olduğunu görmek vs...

iki medeni insan

soner sarıkabadayı'nın söylediği kısımlarda sesi daha bir açasım geliyor. hala kulaklarımda;

"o zamann en hayırlısı olsun hakkımızda...
burada durma..ama lütfennn kapıyı vurma..."
off off süper amann yandan oh.

soner sarıkabadayı

şu sıralar beğenerek dinlediğim bütün şarkıların söz müziği'nin kendisine ait olması tesadüf müdür? değildir yahu ne tesadüfü. adam süper şarkılar yapıyor, helal olsun.

türk televizyonlarında unutulmayan anlar

Levis, 501 modelini Türkiye'ye yeni getirmiştir. Türkücü Burhan Çaçan da modaya uymak ister. Pantolon almak için mağazaya giden Çaçan, 501 modeli alır ve kabine girerek şöyle seslenir: "Kardeş bu dar geldi. Bunun 502'sini verir misin?"
bunu canlı olarak izlememiş olsak da çaçan'ın anlatımı da güzeldi, bir de;

Ece Erken: Bir sabah programına şarkıcı Kader'i konuk etmişti. Ve şarkıcıyı Sezen Aksu'nun şarkısındaki şu sözlerle anons etti: "Kader, kahpe kader ağlarını ördün müüüü?" Bu olaya şarkıcı da stüdyodaki seyirciler de çok şaşırmıştı.

aşk ı memnu

uzun zamandır aşk ı memnu ile ilgili yorum yapamıyordum. çünkü her bölümde ednan'ın her şeyi öğrenir gibi olduğunu sonra da yok yok öğrenmedi öğrenmedi şeklinde bedavadan bölüm yapıldığını saptayınca artık yazacak bir şey olmadığına karar verdim. hatta artık insanların bir çoğunun diziyi, modayı takip etmek için izlediğini düşünüyorum.

bihterin diz üstü çizmeleri moda oldu misal, güzel de allah için yakıştırıyorum. hatta bir tane de ben aldım ama kadın evin içinde, her yerde, her bölümde hep bunları giyiyor, baydı artık. bir de kolyesi çıkmış bihterin, ne taksa giyse moda! dün kırmızımsı bir ruj sürdü, yarından itibaren herkesin ağzında o ruju görmezsek şerefsizim. hatta bir moda evim, kuyumcum ya da ne bileyim kozmetik alanda faaliyet gösteren bir firmam olsaydı. kimseye sponsor olmama, tv de reklam oynatmama gerek kalmazdı. firdevs hanımla bihtercim sağolsun.

özetle; dizi sıçıyor. ama sırf saydığım nedenlerden ötürü bile izlenebiliyor. helal olsun.

şems i tebrizinin 40 kuralı

Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

ikinci Kural: Hak Yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

Üçüncü Kural: Kuran dört seviyede okunabilir. ilk seviye zahiri manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü Kural: Kainattaki her zerrede Allahın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allahı görüp yaşayan olmadığı gibi, Onu görüp ölen de yoktur. Kim Onu bulursa, sonsuza dek Onda kalır.

Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği : Bırak kendini, ko gitsin. Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilir.

Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

On ikinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On Dördüncü Kural: Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On Beşinci Kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, Onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradandan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On Sekizinci Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradanı tanır.

On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakkın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi ikinci Kural: Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde...

Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşrefi-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allahın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. insan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. ikisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi Altıncı Kural: Kainat yekvücut, tek varlıktır. Herkes ve her şey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.

Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ne yapalım kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki, başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez. Kusur örter.

Otuz Birinci Kural: Hakka yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz ikinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrıya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HiÇ ol. Menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Otuz Dördüncü Kural: Hakka teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. insan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. Onun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz Yedinci Kural: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

Otuz Sekizinci Kural: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde.. . Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.

Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞKın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

özdemir asaf

"bana öyle bir yalan söyle ki ömrüm boyunca inandığım tek doğrum o olsun..."

"geliyorum bekle dedi, ben beklemedim o da gelmedi
ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi."

iz bırakan kitap cümleleri

"hayat seni öyle bir noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursun. üzülürsün, pişman olursun. sonra biraz zaman geçer ve tersinin bu dünyada işlemediğini anlarsın."

(bkz: hakan günday-piç)

helvacı helva

metin helva isimli markanın "helvacı helva metin helva" diye bir sloganı vardı.

boğulmak

allah kimseye vermesindir. kötüdür boğulmak. hele ki denizde boğulmak ya da boğulma tehlikesi geçirmek diyelim.

siz kendi çapınızda yüzmektesinizdir. daha da yeni yeni öğrendiğiniz için bir heves, kendinizi hep suyun boyunuzu geçtiği yerlerine sürüklersiniz. süpersinizdir. egolar tavandadır. biraz daha açığa biraz daha açığa diye kendi kendinizi motive de edersiniz. 8 yaş için büyük bir başarıdır. taa ki çok güzel yüzdüğünü iddia eden ve sizinle yarış yapmak isteyen koca kafalı kuzeniniz devreye girene kadar.

yarış başlar, biraz geçtikten sonra kuzen sizin yamacınıza doğru gelmeye başlar. ulan bu niye dibime giriyor ayakları sırtıma çarpıyor diye sinirlenirken size tutunduğunu fark edersiniz. ne oluyo şişşt filan demenize bile zaman kalmadan omuzlarınıza can havliyle bütün gücüyle tutunmuştur. artık siz suyun dibinde kendinizi üste çıkarabilme savaşı vermektesinizdir. omuzlarınızdaki ağır koca kafalı kuzeninizi tepiklemek de fayda etmemektedir. saniyeler geçtikçe ciğerlerinize dolan su miktarı arttıkça çabanız da azalmaktadır. şuur ise çoktan kaybolmaya başlamıştır. kimse görmüyor mu diye de içinizden geçmektedir.

oysa ki hiç bir şey sizin sandığınız gibi değildir. allahtan ki kafası büyük aklı küçük kuzeniniz size tutunurken bir yandan da imdat diye bağırmayı başarabilmektedir. bu nedenle sahilden size yardıma koşan insan sayısı da sahildeki şezlong sayısına eşittir.

yaşamak güzel.

şarkının sesini kıs diyen dıbık

gençlik yıllarımızda bir gün sene 2000, aylardan ekim filan sonbahar işte. hacı ahmet mahallesinde bahçe içerisinde küçük bir gecekonduda oturan okul arkadaşıma 10-15 kişilik arkadaş grubuyla beraber party maksadı ile gittik. evin dışı tırt, içi saray yavrusu. zamanın en kral ses sistemleri, müzik setleri filan biz mest olduk tabi. o zamanlar da kim kay'ın lilali şarkısı çok meşhur. açtık son ses evde koltukların üstünde zıpır zıpır zıplıyoruz. böyle eğlence yok. şimdilerde müziğin sesinin biraz yükselmesiyle başına ağrılar giren ben, daha yüksek daha yüksek diye gazlıyorum müzik setinin başında görevli arkadaşımızı.

bu durum 1 saate yakın sürdü. arada bir başka parçalar da çalıyoruz ama dönüp dolaşıp bir lilali patlatıyoruz.

ilk şikayet yakın çevre komşulardan gelmeye başladı, çok da iplemedik. hatta bizden 2 3 yaş büyük komşu çocuğuyla bizim bir arkadaş arasında ufak çaplı bir sürtüşme de yaşandı ama çocuğa nanik yapıp yolladık.

aradan biraz daha geçti tekrar kapı çaldı. "kısın lan şunun sesini" dedi kapkara cılız pörtlek gözlü, yine bizden 2 3 yaş büyük bir çocuk. "kısmıyoruz lan kara çıyan pis çingene" vs. türlü hakaretler yağdırmamızın akabinde hacı üsref mahallesinin contileri akın akın evin etrafını sarmaya başladılar. tabi artistlik devam ediyor bizde, karizma çizilmesin diye bizim arkadaşların dikleşmeleri bitmiyor. contilerin ele başısı "kızlar içeri girsin, erkekler gelsin dışarı" diye düelloya davet etti bizimkileri. neyse ki biz yırttık.

sonrasında olanlar çok da möhim değil, her ergen ilk ergenlik yıllarında, dayak yemiştir. benim arkadaşlarımın anısı da o gün orada hafızalarına kazındı. yüksek sesle müzik dinlemenin ve çevreyi rahatsız etmekle uyarılmaya rağmen bunu sürdürmenin ağır bedelleri de olabileceğini, o yaşlarda öğrenmiş bulunduk.

çocukluk aşkıyla evlenmek

insan 20 yaşına kadar kesinlikle çocuktur. 20 yaşından sonra ölene kadar da içinde mutlaka bir çocuk barındırır fakat 20 yaşına kadar nerden bakarsanız bakın çocuktur.

o zaman 18 yaşında aşık olduğumuz biriyle evleniyorsak, bu durumda çocukluk aşkımızla evlenmiş sayılmazmıyız? niye 18 yaşında çok mu büyüktük?

ben çocukluk aşkımla evleniyorum. çocuk olmaktan da vazgeçmiyorum.

akut

çabuk başlayan ve çabuk iyileşmeyen hemen hemen her hastalığın başına akut kelimesi eklenir.