bugün

entry'ler (80)

benvenuto cellini

16. yüzyılın ünlü italyan heykeltıraşı, ressamı, müzisyeni ve yazarı. sanat yaşamı boyunca oldukça verimli çalışması ve aralarında ünlü otobiyografisi olmak üzere pek çok eser yaratmasının yanısıra, politik yaşamda bir o kadar adrenalin yaşamış, zindanlarda sürünüp çıkarılmalarla dolu 71 yıllık bir ömür sürmüştür. herşeye rağmen, ronesans sanatının önemli temsilcilerindendir.

bu ünlü sanatçının hayatını büyük fransız besteci hector berlioz "benvenuto cellini" adında bir opera yazarak anlatmıştır. günümüzde bu opera, berlioz'un "faust'un lanetlenişi" operası kadar ünlü değildir, sıklıkla sahnelenmez. ancak, operanın uvertürü dünyada "benim" diyen bir çok orkestranın sıklıkla çaldığı meşhur ve sevilen bir müziktir. bu uvertür, benvenuto cellini'nin çalkantılı ve heyecanlı hayatı hakkında yeterli fikri verecek kadar renkli, rapsodik ve ustalık dolu bir müziktir. özellikle charles munch'ün yaptığı kayıttan dinlenmesi şiddetle önerilir.

dubrovnik

duyduğum kadarı ile belki de dünyanın en romantik şehri ve henüz insanoğlunun zarar vermediği bir yerin adı.

1812 uvertürü

büyük rus bestecisi piyotr ilyic caykovski'nin en ünlü eserlerinden biri olmakla kalmayıp, tüm müzik tarihinde yer alan en ünlü müzik savaş tasvirlerinden de biridir. bilindiği gibi napolyon yönetimindeki fransız ordusu ile rusların 1812 kışında kar fırtınaları eşliğinde yaptıkları savaşın galibi ruslardır, fransızların çoğu donmuştur! bu savaşın müzikli anlatımında besteci, esere çeşitli efektler katmaktan geri kalmamıştır: zafer havasını tamamlayan kilise çanları ve fransızların yenildiğini bildiren savaş topu! dolayısıyla bu eser, konser salonlarında çalınamaz, açıkhava gereklidir. ama diyebilirim ki, bu kadar gaza getiren müzik azdır! eserin son beş dakikasında gaza gelip önüne gelene dalmak bile gelir insanın içinden, orgazmik enerji patlaması yaşanır. hele ki antal dorati'nin yönettiği ünlü kaydı dinliyorsanız, bu iş bitmiştir.

prague carnival

romantik dönemin büyük çek bestecisi bedrich smetana'nın yazdığı son eserdir. orkestra için yazılan bu eser, 1883 yılında, bestecinin akıl hastanesindeki ölümünden bir yıl önce tamamlanmıştır.

müzik tarihinde sağır yaşamış tek bestecinin ludwig van beethoven olduğu sanılır, halbuki bu kötü kaderi smetana da paylaşmıştır, üstelik vltava senfonik şiirini yazdığında bile duymayan bir adam olarak. ama beethoven'dan farkı, sağırlığın yaşamının son yıllarında bestecinin psikolojisini bozmuş olması ve delirmesine, mental sağlığını kaybetmesine neden olmasıdır. herşeye rağmen müzik yaratmaktan inatla vazgeçmeyen zavallı dahi, doktorunun çalışmaması üzerine şiddetli uyarılarını da dinlememiş, bu eseri yazmış ve sonunda bir yıl sonra yaşama gözlerini yummuştur.

bu eser 5 dakika sürer ve müziğin formal yapısı o kadar karmaşık ve parçapinçiktir ki, bestecinin akli dengesinin yerinde olmadığını farketmemek mümkün değil. kulağa uyumsuz gelen armoniler ve notalar, dinleyenin içini burkar. aslında eser son derece neşeli ve şenlik havasında geçecekken, yine içinde gizli bir acının var olduğunu hissederiz. 5 dakikanın sonunda dinleyende garip bir izlenim bırakır.

bruno walter

tüm zamanların en romantik tavırlı orkestra şeflerindendir. ikinci dünya savaşından ucuz kurtulmuş, beverly hills'e taşınmış ve yaşamını huzurlu tamamlamıştır. cbs (şimdi sony) plak şirketine 1950'ler ve 60'larda yaptığı kayıtlar çok değerlidir. özellikle johannes brahms ve gustav mahler senfonilerinde eşsiz güzellikler yaratmıştır. nitekim, mahler'in öğrencisi ve dostu olarak, onun müziğini otto klemperer (ki o da bestecinin öğrencisi ve dostuydu) ile beraber en iyi bilen şeftir ve müziğinin ününü dünyaya yayma çabasını göstermiştir. mahler'in 9. senfoni'sinin ve das lied von der erde'nin ilk çalınışlarını yöneten şeftir.

yönettiği orkestralar ile yaptığı provalarda, diktatör tavrının tam tersini sergilemiş, oldukça kibar, cana yakın, herşeyi yalnızca rica ederek isteyen biri olarak müzisyenlerin sevgisini kazanmıştır. öyle ki, onun bu karakterinin tam tersine sahip olan otto klemperer (sert tavırlı, kibarlıktan uzak, otoriter), bruno walter hakkında şunlari söylemiştir:

- o çok romantik bir karaktere sahip, fazla terbiyeli. ben böyle değilim, böyle de olmam, kesinlikle!

sergei rachmaninov

(bkz: sergey vasileviç rahmaninov)

ölüler adası

arnold böcklin'in en meşhur tablosunun adıdır. 1880 yılında tamamlanan ilk versiyondan sonra, üstüne dört versiyonda çeşitlemeler yapmış, genel renk paletini açmış, resmedilen adaya kimi ayrıntılar eklenmiştir. ama, orijinal basel versiyonunun en sevdiğim versiyonu olduğunu söylemem gerek, o da aralarındaki en koyu renkli ve mistik olandır.
isviçreli sembolist ressam böcklin'in bu tablosunda, kayıkta üç kişiyi görürüz: biri kürek çekmekte, diğeri ise ayakta adayı karşılamakta, üçüncü kişi ise beyaz örtüyle kaplı tabutunda son yolculuğuna çıkmıştır. belli ki adanın yeni misafiri o'dur... adada ise heybetli ve ürkütücü ağaçlar, nereye gittiği konusunda gören kişiye ucu açık yorum sunan oda girişleri görmekteyiz. gökyüzü, fırtına bulutları ile kaplıdır.

post-romantik dönemin büyük rus bestecisi sergei rachmaninov ise, bu tablodan esinlenerek, büyük kadrolu orkestra için yaklaşık 23 dakikalık bir senfonik şiir yazmıştır, ki kanımca, onun en başarılı orkestra eseridir. tablonun yarattığı koyu atmosfer, rachmaninov'un müziğindeki pesimist melodiler aracılığıyla, ustalıkla tasvir edilmiştir. kaldı ki eserin ana teması, katolik litürjisinde gazap - tanrı önünde hesap verme gününü anlatan, dies irae ilahisinden türetilmiştir.

george szell

macar asıll amerikalı çok önemli bir orkestra şefi. cleveland orchestra'yı dünya standartlarında başarılı hale getiren yegane adamdır. özellikle ludwig van beethoven, johannes brahms, gustav mahler senfonilerine getirdiği orijinal, sıradanlıktan uzak ve ritmik bakımdan son derece disiplinli olması ile, yüzyılın büyük şefleri arasında yerini almıştır.

bu büyük şef hakkında bir anekdot aktarmak da fena olmaz: ingilizcede, müzikal "sus", yani "es"'lere, "rest" denir, dinlenme, ara verme anlamında kullanılan kelimenin aynısı olarak. halbuki, müzikte "es"in bile anlamı vardır, o da devam etmekte olan müziğin bir parçasıdır.
bir gün, cleveland provalarının birinde, viyolonselcilerin "es" sırasında aralarında kahve-geyik muhabbeti yaptıklarını farkeder ve patlar:

"How many times I will say that, ladies and gentleman?! The rest is not for rest!"

yaran yanlış okumalar

yazılan: Gül Bayan Kuaför
okunan: Gulyabani Kuaför.

viyana filarmoni orkestrası

iki yıl önce salzburg'a gittiğimde seyretme şansını yakaladığım, kanımca dünyanın en iyi orkestrasıdır. 150 yılı aşkın süredir var olan bu orkestrayı, anton bruckner, gustav mahler, richard strauss'dan tutun, herbert von karajan, rafael kubelik, otto klemperer gibi efsanevi şeflere kadar, tarihe damgasını vurmuş bir çok şefin yönettiği orkestradır. repertuarlarında artık çalmadıkları tek bir müzik bile yoktur zannederim. bir de, dört yıl öncesine kadar bu orkestranın bir başka ünlü yanı da, tek bir kadin müzisyen aralarına kabul etmemeleriydi. muhafazakarlıklarını dört yıl önce riccardo muti yönettiğinde sona erdirmişlerdir.

hans knappertsbusch

20. yüzyılın ilk yarısında ünlenmeye başlamış alman orkestra şefi. özellikle alman romantiklerinin müziğini yorumlamada, richard wagner operalarında kayda değer ustalık ve derinlikli bir anlayışa sahiptir. elinde olmayan nedenlerle (hayatta kalabilmek için) nazilerin yönetimini ele geçirdiği berliner philharmoniker konserlerini de, onlara hizmet etmek şartıyla yönetmiş, savaş sona erdikten sonra daha huzurlu bir hayat için viyana'ya taşınmış, wiener philharmoniker ile çok sayıda kayıt yapmıştır. yönetiş stilinde kesinlikle abartılı dışavuruma rastlanmaz, hatta bundan nefret de eder: küçük ama anlaşılır hareketler ve vücut dili ile yönetmeyi tercih etmiş, ama etkili sonuçlar da elde etmiştir. herbert von karajan ile bu konuda birbirlerinden asla hoşlanmamışlardır!

bach yasasaydi kesin metalci olurdu

johann sebastian bach, şu an yaşasaydı bence metalci olmazdı, müthiş bir jazz üstadı olurdu. asıl beethoven yaşasaydı metalci olurdu!

decca

özellikle 1950'li yıllarda stereo sistemli kayıtları etrafa yaymak için çok girişimde bulunmuş, zamanın en ünlü müzisyenlerinin kayıtlarını kendi amblemleriye basmış, şimdi ise universal music şirketinin altında halen varlığını sürdüren, yaklaşık 70 yıllık ingiliz plak şirketidir.

ernest ansermet

ünlü isviçreli orkestra şefi. gençliğinde hem sıkı müzik eğitimi almış, hem de matematik öğrenmiş istisnai bir adamdır. matematikçi olması, müzikal yorumlarının doğrucu ve akademik yönlerinin ağır basmasından rahatlıkla anlaşılabilir. bu demek olmuyor ki ruhsuz bir müzisyen, tam tersi, ele aldığı her müzikte yenilikler arayan, fakat bestecinin yazdığı notaya sadık kalan (çok uçuk arayışlara girip de bestecinin isteğiyle alakası olmayan işler çevirmeyen) bir müzisyendir.

bir başka önemli özelliği de, 1954 yılında daha çok yeni denenmeye başlamış olan stereo kayıt türünün ilk örneklerini vermiş, ingiliz decca plak şirketi için 100'den fazla plak kayıt gerçekleştirmiş, müzik dünyasını bu şekilde harekete geçirmiş olmasıdır.

unutmadan, igor stravinsky'nin çok yakın dostu olduğunu ve onun eserlerini en iyi bilen şeflerden biri olduğunu da hatırlatayım. zaten bu stravinsky kayıtları, cd olarak piyasada rahatlıkla bulunabilir.

yaran yanlış okumalar

yazılan: tamirhane.
okunan: tımarhane.

yazılan: katılım ücretsizdir.
okunan: katliam ücretsizdir.

rafael kubelik

20. yüzyılın en büyük çek orkestra şefidir. wiener philharmoniker, berliner philharmoniker, bavyera radyo senfoni dahil, dünyanın tüm birinci sınıf orkestralarını yönetmiş bir şeftir. özellikle orta avrupalı bestecilerin bedrich smetana (vltava onun yorumundan muhakkak dinlenmelidir!), antonin dvorak, gustav mahler'in müziklerini büyük bir ustalıkla yorumlamıştır. provalarındaki hümanist, diktatörlükten uzak tutumu ile yönettiği tüm orkestraların sevgisini kazanmıştır.

karizmatik hastalık isimleri

stockholm sendromu

türk isimlerin yabancı dil eşdeğerleri

yasemin - jasmine.
ferit - fritz.
kamil - camille.
erol - harold.

hunların savaşı

i. Ö. 451 yılında Katalonya topraklarında, atilla'nın komutanlığını üstlediği hunlar ile romalı ve vizigotlardan oluşan bir ordunun arasında geçen büyük savaştır. wilhelm von kaulbach'ın bu savaşı tasvir eden ünlü tablosunda ressam, olayı iki katmanlı anlatmıştır: tablonun alt kısmında yerde hunharca savaşanları ve ölenleri görürüz. resmin ikinci ve üst kısmında ise şunu farkederiz: savaş öyle vurucu bir seviyededir ki, ölenlerin ruhu bedenden koptuktan sonra gökyüzünde de savaşmaya devam etmektedirler.

franz liszt de, bu tablodan etkilenerek etkileyici bir senfonik şiir yazmıştır.

evleniyoruz

yazılıp insanın gözüne sokar gibi ilan edilmesi son derece gereksiz bir show türü: evlendiğiniz zaten halinizden, kıyafetinizden, otuz iki dişinizin de görünüşünden belli, yazmadan anlayamayacak mıyız yani? kısacası, bu kelimeye vereceğim yanıt: "iyi, bana ne?!"