bugün
- bir sözlük yazarını kaşır mısınız10
- hamas bir terör örgütüdür18
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi19
- icardi1905 silik olsun kampanyası21
- şehirler arası aşk yaşamak10
- true'nin porno arşivi kaç gb9
- icardi190527
- suriyeliler suriye'ye dönsün12
- vatandaşlık farkı alan otel24
- bir kadının yemek ısmarlaması15
- erkeğe ne hediye alınır34
- futbolcu ismiyle nick almak11
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız19
- anın görüntüsü12
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler10
- aleyna tilki10
- sözlük kızından gelin olmaz21
- herkes güncel fiyatını yazabilir mi9
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim22
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın14
- sözlük yazarlarının tatlıları8
- alınan en güzel iltifat14
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- cumaya gidenlerin çok azalması10
- bik bik'in balona binmesi34
- en yaşlı özelliğiniz9
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim23
- sabah aç karnına içilen bira13
- ideal duş alma sıklığı14
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız9
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım9
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı23
entry'ler (50)
buna inananlar buna da inandı:
(bkz: camide içki içtiler)
(bkz: camide grup seks bile yapmış olabilirler)
(bkz: camide içki içtiler)
(bkz: camide grup seks bile yapmış olabilirler)
göt kılıdırlar.
ben demiyorum valla kendileri söylüyor.
ben demiyorum valla kendileri söylüyor.
birlik ve bütünlüğün gücünü öğrendim, yerinde gördüm, bizzat hissettim.
gezi parkı süreci, umutsuz olan bir kesimin umutlarını yeşertti.
gezi parkı süreci, umutsuz olan bir kesimin umutlarını yeşertti.
3 tip insandan meydana gelir:
1. eğitimsizler. dinden başka inanacağı hiçbirşey olmadığı için hayata sadece din perspektifinden bakabilenler. bunları ''camiye ayakkabı ile girdileeeerr'' diyerek diğer gruba karşı nefretle doldurmak ve '' biz bu meydana cami de yapacaaaazz' diyerek oylarını almak çocuk oyuncağıdır.
2. cemaat okullarında dershanelerinde okumuş dar gelirli ailelerin çocukları. bunlar oldukça başarılı ve gelecek vaadeden ve mutlaka iyi yürekli insanlardır. cemaatler akbaba gibi peşlerinde koşar, yedirir, içirir, okutur, iyi birer meslek edinmelerini sağlarlar. özünde çok iyi insanlar oldukları için kendilerine güya iyilik yapmış olan bu insanlara hayatları boyunca destek olmak zorunda hissederler. akp seçmeninin eğitimli olan kısmını bunlar oluşturur. birileri senin peşinden bu kadar koşuyorsa, illa gel bizim yurdumuzda kal, maklube ye, toplantımıza gel vs diyorsa orda bir durup düşüneceksin, düşünmediler işte, hala düşünemiyorlar.
3. 'yetmez ama evet' çiler. akp den başka oy verecek alternatif bulamayanlardır. çiçek, böcek, kaldırım, tünel faaaliyetlerine bakarak oy verir. gezi parkı olaylarında meydana dökülenlerin bir kısmını bunlar oluşturur. herkesin yaşam şekline saygı gösterileceği vaadinin, düzmece olduğunu anlamışlardır.
bu üç gruptan sonuncusu artık akp seçmeni değil.
ikinci grup gerçekten vidanının sesini dinlerse ösym yök kpps skandallarını, şifre, torpil adam kayırma faaliyetlerini, dayak yiyen doktorları, polisin birer maşa gibi kullanılarak mini tayyipler olarak halka zorbalıkla müdahele ettiğini, tahrip edilen doğayı vs vs. görerek uyanmaları mümkün görünüyor.
birinci grubu ise allah'a havale etmekten başka çare yok. allah yardım etsin de gözleri açılsın diye dua edeceğiz sadece.
1. eğitimsizler. dinden başka inanacağı hiçbirşey olmadığı için hayata sadece din perspektifinden bakabilenler. bunları ''camiye ayakkabı ile girdileeeerr'' diyerek diğer gruba karşı nefretle doldurmak ve '' biz bu meydana cami de yapacaaaazz' diyerek oylarını almak çocuk oyuncağıdır.
2. cemaat okullarında dershanelerinde okumuş dar gelirli ailelerin çocukları. bunlar oldukça başarılı ve gelecek vaadeden ve mutlaka iyi yürekli insanlardır. cemaatler akbaba gibi peşlerinde koşar, yedirir, içirir, okutur, iyi birer meslek edinmelerini sağlarlar. özünde çok iyi insanlar oldukları için kendilerine güya iyilik yapmış olan bu insanlara hayatları boyunca destek olmak zorunda hissederler. akp seçmeninin eğitimli olan kısmını bunlar oluşturur. birileri senin peşinden bu kadar koşuyorsa, illa gel bizim yurdumuzda kal, maklube ye, toplantımıza gel vs diyorsa orda bir durup düşüneceksin, düşünmediler işte, hala düşünemiyorlar.
3. 'yetmez ama evet' çiler. akp den başka oy verecek alternatif bulamayanlardır. çiçek, böcek, kaldırım, tünel faaaliyetlerine bakarak oy verir. gezi parkı olaylarında meydana dökülenlerin bir kısmını bunlar oluşturur. herkesin yaşam şekline saygı gösterileceği vaadinin, düzmece olduğunu anlamışlardır.
bu üç gruptan sonuncusu artık akp seçmeni değil.
ikinci grup gerçekten vidanının sesini dinlerse ösym yök kpps skandallarını, şifre, torpil adam kayırma faaliyetlerini, dayak yiyen doktorları, polisin birer maşa gibi kullanılarak mini tayyipler olarak halka zorbalıkla müdahele ettiğini, tahrip edilen doğayı vs vs. görerek uyanmaları mümkün görünüyor.
birinci grubu ise allah'a havale etmekten başka çare yok. allah yardım etsin de gözleri açılsın diye dua edeceğiz sadece.
bölücünün önde gideninden çıkmış söz.
dindar dinsiz diye ayırıyorsun ya bu milleti, bunun hesabını bu millete değil ama allah'a mutlaka vereceksin.
dindar dinsiz diye ayırıyorsun ya bu milleti, bunun hesabını bu millete değil ama allah'a mutlaka vereceksin.
seçtikleri başbakandan bellidir.
uzun güzel bacaklara sahipseniz mutlaka giyin. renk olarak siyahı tercih edin, uzun (dize kadar değil, dizin dört parmak kadar altında bitsin) sade siyah bir çizme ile kombinleyin. üzerine istediğiniz renk bir tunik veya minik bir elbise giyebilirsiniz.
tayt iyidir, sevimli bir kız da yapabilir seni, vamp bir kadın da.
tayt iyidir, sevimli bir kız da yapabilir seni, vamp bir kadın da.
'polisim dün gece çok çeviktin'
yarım yarım yardıran duvar yazılarından biridir.
yarım yarım yardıran duvar yazılarından biridir.
- biiiz, ingilizlere ingilizce öğretmesini de iyi biliriiizz !
gidip yanında durmak istediğim adamdır.
helal olsun sana, alnından öpüyorum.
helal olsun sana, alnından öpüyorum.
teroristlere insan muamelesi yapilan hatta korkudan tum istekleri teker teker yerine getirilen bir ulkede direnisciler icin sorun olmayacak bir uygulamanin duyurusudur. yalniz biz ozerkligin degil, vatanin tamamina sahip cikmanin derdindeyiz. olmadi baris sureci falan filan dedirtir, hallederiz panpa.
bir saat kadar once geziden zorbalikla uzaklastirilan insanlar tekrar akinlar halinde taksim'e dogru ilerliyor. kardeslerim o kadar guzeller ki, beyoglunda gece kendi basima giremedigim sokaklarda yanimda onlar varken oyle guvende hissettim ki. birlikten dogan kardeslik duygusunu tam anlamiyla gordum orda. bana elindeki maskesini uzatan, sigindigi apartman bosluguna kapip beni de alan, gozleri biber gazindan kipkirmizi kesilen ve panikle bana biseyler soran guzel kardeslerim... ya siz ne kadar guzelsiniz oyle.
harbiye halaskargazi caddesinde mudaheleye maruz kalanlar cadde uzerindeki istanbul box otele siginmak icin bana ulasabilir.
beni de hedef almis olan mudaheledir. gezide baslayan mudaheleden sonra 1saatlik yer yer kacis yer yer direnisin ardindan harbiyedeki otelime ulastim. bu gece guzel olacak.
aşk değiştirir. çünkü biraz da aşık olduğun kadının/adamın zevkine göre dış görünüşünü şekillendirmeye başlarsın.
bir gün bana yürüyüşümü hiç beğenmediğini söyledi. serseri gibi, yaylana yaylana yürüyormuşum. böyle söylediğinde deli gibi sinirlendim, sen kimsin ki beni eleştiriyorsun, nasıl yürüyeceğimi sana mı sorcam vs vs. tabi ona bu öfkenin belki %10 unu ancak yansıttım, çünkü onu kaybetmek istemiyordum, ilk sevgili, toyuz daha.
bir gün saçlarımı beğenmediğini söyledi, hiç yakışmıyormuş, boynumu açıkta bırakan kısa ve kıvırcık bir modeli deneyebileceğimi söyledi. ama bu kadar nazik değildi. 'bu saçların hiç güzel değil ya, kestirsene biraz, öfff çok köylü görünüyor, kısa olsun, kıvır kıvır olsun'' diyordu. boynuma da bir fular çok iyi gidermiş. yine kızdım tabi, içten içe de üzüldüm, beni beğenmiyordu. hayır, ben böyle beğeniyorum kendimi dedim. ve bir gün eski sevgilisinin nette fotoğraflarını gördüm, boynunda fular var, her fotoğrafta boynunda fular var kadının. içimde kıyamet koptu. evet, onu unutamamıştı ve beni ona benzetmeye çalışıyordu. çocukluk işte. baya baya kahrolmuştum.
gülüşümü beğenmezdi. çok enteresan gülerdim eskiden, böyle burnumdan hava vererek tıslayarak, öyle saçma sapan bir şekilde. 'kahkaha at raison, öyle tıs tıs gülme,bırak şunu, kahkaha atışını seviyorum.''
sonuç olarak onun istediği tüm değişimleri kendime uyguladım. saçlarımı kısa kestirdim, baya hoş oldu. çevremdeki herkes bunun benim için geç kalınmış bir değişim olduğunu, ne kadar güzel olduğumu şimdi farkettiklerini söyledi. hayatımın en yoğun iltifatlarını o saçlar değişince aldım. hatta 5 yıl önce saçlarımın kesildiği gün çektiği siyah beyaz fotoğraflardan biri efsane olmuştur, bugüne kadar daha iyi göründüğüm bir fotoğrafım henüz yok. ve hala hayatımı benzer bir model saç ile devam ettiriyorum.
fular kullanma adetim hiç yoktu. bana aldığı fularları da tepki olarak hiç takmamıştım. yıllar sonra bir gün bir şekilde soğuktan korunmak amaçlı bir fular taktım, aynaya baktım, çok güzeldi, bir fransız entelektüeli gibiydim ve o günden sonra fular sık kullandığım aksesuarlarımdan biri oldu.
yürüyüşümü de değiştirdim, gülüşümü de. bir kadına yakışır şekilde yürüyorum, abartsız ama çekici bir gülüşüm oldu. yani en azından bana öyle geliyor diyeyim.*
beni değiştirmek için vargücüyle çalışan ve bunu oldukça kaba ve sert bir üslupla yapan adama karşı o zamanlar sadece sinirleniyordum. ''beni olduğum gibi sevmeli'' şeklinde bir takıntım vardı, ama aşk öyle birşey ki istemediğin şeyleri bile yaparken buluyorsun kendini. ve ben bu değişimleri gerçekleştirmek istemesinde aslında çok haklı olduğunu çok sonra anladım, ve çok uzaklardan aradan yıllar da geçmiş olsa sessizce içimden teşekkür ettim. bana bunca iyilik yaptığının farkında bile değil, bilse egosu tavan yapar, başkalarını da değiştirmek ister. anlaşılmaz derecede büyük bir özgüveni vardı, daha fazlasına ihtiyacı yok.
diyeceğim o ki, aşk değiştirir. farkında bile olmadan bambaşka görünüme sahip bir insan olup çıkabilirsin. aşkın gücüdür bu, olacak o kadar.
bir gün bana yürüyüşümü hiç beğenmediğini söyledi. serseri gibi, yaylana yaylana yürüyormuşum. böyle söylediğinde deli gibi sinirlendim, sen kimsin ki beni eleştiriyorsun, nasıl yürüyeceğimi sana mı sorcam vs vs. tabi ona bu öfkenin belki %10 unu ancak yansıttım, çünkü onu kaybetmek istemiyordum, ilk sevgili, toyuz daha.
bir gün saçlarımı beğenmediğini söyledi, hiç yakışmıyormuş, boynumu açıkta bırakan kısa ve kıvırcık bir modeli deneyebileceğimi söyledi. ama bu kadar nazik değildi. 'bu saçların hiç güzel değil ya, kestirsene biraz, öfff çok köylü görünüyor, kısa olsun, kıvır kıvır olsun'' diyordu. boynuma da bir fular çok iyi gidermiş. yine kızdım tabi, içten içe de üzüldüm, beni beğenmiyordu. hayır, ben böyle beğeniyorum kendimi dedim. ve bir gün eski sevgilisinin nette fotoğraflarını gördüm, boynunda fular var, her fotoğrafta boynunda fular var kadının. içimde kıyamet koptu. evet, onu unutamamıştı ve beni ona benzetmeye çalışıyordu. çocukluk işte. baya baya kahrolmuştum.
gülüşümü beğenmezdi. çok enteresan gülerdim eskiden, böyle burnumdan hava vererek tıslayarak, öyle saçma sapan bir şekilde. 'kahkaha at raison, öyle tıs tıs gülme,bırak şunu, kahkaha atışını seviyorum.''
sonuç olarak onun istediği tüm değişimleri kendime uyguladım. saçlarımı kısa kestirdim, baya hoş oldu. çevremdeki herkes bunun benim için geç kalınmış bir değişim olduğunu, ne kadar güzel olduğumu şimdi farkettiklerini söyledi. hayatımın en yoğun iltifatlarını o saçlar değişince aldım. hatta 5 yıl önce saçlarımın kesildiği gün çektiği siyah beyaz fotoğraflardan biri efsane olmuştur, bugüne kadar daha iyi göründüğüm bir fotoğrafım henüz yok. ve hala hayatımı benzer bir model saç ile devam ettiriyorum.
fular kullanma adetim hiç yoktu. bana aldığı fularları da tepki olarak hiç takmamıştım. yıllar sonra bir gün bir şekilde soğuktan korunmak amaçlı bir fular taktım, aynaya baktım, çok güzeldi, bir fransız entelektüeli gibiydim ve o günden sonra fular sık kullandığım aksesuarlarımdan biri oldu.
yürüyüşümü de değiştirdim, gülüşümü de. bir kadına yakışır şekilde yürüyorum, abartsız ama çekici bir gülüşüm oldu. yani en azından bana öyle geliyor diyeyim.*
beni değiştirmek için vargücüyle çalışan ve bunu oldukça kaba ve sert bir üslupla yapan adama karşı o zamanlar sadece sinirleniyordum. ''beni olduğum gibi sevmeli'' şeklinde bir takıntım vardı, ama aşk öyle birşey ki istemediğin şeyleri bile yaparken buluyorsun kendini. ve ben bu değişimleri gerçekleştirmek istemesinde aslında çok haklı olduğunu çok sonra anladım, ve çok uzaklardan aradan yıllar da geçmiş olsa sessizce içimden teşekkür ettim. bana bunca iyilik yaptığının farkında bile değil, bilse egosu tavan yapar, başkalarını da değiştirmek ister. anlaşılmaz derecede büyük bir özgüveni vardı, daha fazlasına ihtiyacı yok.
diyeceğim o ki, aşk değiştirir. farkında bile olmadan bambaşka görünüme sahip bir insan olup çıkabilirsin. aşkın gücüdür bu, olacak o kadar.
bugün başıma gelmiş detaydır, hatta detaylar silsilesidir, detaylar kafilesidir.
bir değil, iki değil, tam üç detay yakaladım bugün.
ilk detay içimi, ellerimi kollarımı heryerimi burktu. talihizlikler silsilesi sabah uyanır uynamaz başladı. akşam erken denebilecek bir saatte, uyku ilacı marifeti ile uykuya dalmış olan bendenizin sabahın 5 inde uyanmasına rağmen yataktan çıkabilmesi 8:00 ı buldu. işe gitmek için neredeyse geç kalacağımı anladıktan sonra güç bela yatağımdan çıkıp gözümü daha açmadan küvete doğru yöneldim, duşu açtım ki, anam, o da ne ?! su akmıyor ! yıl olmuş 2013, saat sabahın 8:00 i ve su kesik. çıktım vanaya baktım, lan borcum var da kestiler mi ne ettiler diye ama değil, su kesik. duş almadan evden çıkamayan insanım. kettle da ısıtılmış su ile güç bela duşumu aldıktan sonra işe gittim, akşam oldu, eve geldim. yarın şehir dışına çıkacağım. çamaşır yıkamam lazım. en sevdiğim pantolonu hazırlamam lazım. 2 saat umutla bekledikten sonra pes ettim ve kot pantolonumu elimde yıkadım. bildiğin leğene su koydum ve pantene şampuan ile yıkadım keratayı. yıkamak sorun değil de, durulamak ve suyunu sıkmak çok zor be ağa. ama hallettim işte bi şekilde.
bir iç burkan detay daha şu şekilde. soruyorum, bir pantolonu elde yıkamak bir insanı ağlatabilir mi sence hacı ? ağlatır, hem de nasıl ağlatır, için için ağlarsın işte. çünkü o pantolonun üzerinde o'nun elleri vardır, kokusu vardır, onunla beraber yürüdüğünüz yolda paçasına sıçramış çamur vardır ve bunları kendi ellerinle silmek, çamaşır makinesine atmaktan daha farklı bir his veriyor. bir de bana duygusuz derler, hiç ağlamaz mısın sen derler. bu da üçüncü iç burkan detay.
bir değil, iki değil, tam üç detay yakaladım bugün.
ilk detay içimi, ellerimi kollarımı heryerimi burktu. talihizlikler silsilesi sabah uyanır uynamaz başladı. akşam erken denebilecek bir saatte, uyku ilacı marifeti ile uykuya dalmış olan bendenizin sabahın 5 inde uyanmasına rağmen yataktan çıkabilmesi 8:00 ı buldu. işe gitmek için neredeyse geç kalacağımı anladıktan sonra güç bela yatağımdan çıkıp gözümü daha açmadan küvete doğru yöneldim, duşu açtım ki, anam, o da ne ?! su akmıyor ! yıl olmuş 2013, saat sabahın 8:00 i ve su kesik. çıktım vanaya baktım, lan borcum var da kestiler mi ne ettiler diye ama değil, su kesik. duş almadan evden çıkamayan insanım. kettle da ısıtılmış su ile güç bela duşumu aldıktan sonra işe gittim, akşam oldu, eve geldim. yarın şehir dışına çıkacağım. çamaşır yıkamam lazım. en sevdiğim pantolonu hazırlamam lazım. 2 saat umutla bekledikten sonra pes ettim ve kot pantolonumu elimde yıkadım. bildiğin leğene su koydum ve pantene şampuan ile yıkadım keratayı. yıkamak sorun değil de, durulamak ve suyunu sıkmak çok zor be ağa. ama hallettim işte bi şekilde.
bir iç burkan detay daha şu şekilde. soruyorum, bir pantolonu elde yıkamak bir insanı ağlatabilir mi sence hacı ? ağlatır, hem de nasıl ağlatır, için için ağlarsın işte. çünkü o pantolonun üzerinde o'nun elleri vardır, kokusu vardır, onunla beraber yürüdüğünüz yolda paçasına sıçramış çamur vardır ve bunları kendi ellerinle silmek, çamaşır makinesine atmaktan daha farklı bir his veriyor. bir de bana duygusuz derler, hiç ağlamaz mısın sen derler. bu da üçüncü iç burkan detay.
her istanbullunun ya da istanbul'a yolu düşenlerin mutlaka bir kaç anısına mekan olmuş güzel park.
2 haftadır alnından öpülesi güzel insanları bir araya getirmiştir ve ta uzaklardan destek olduğum direnişin kalbidir.
bu parkın sonsuza kadar orda kalmasını istiyorum. tam 5 yıl önce ilk sevgilimin elini ilk kez tutarken oturduğum bank hala orada duruyor ve henüz 5 gün önce yaşam boyu karşıma çıkan en güzel sürprizle birlikte gezi parkında bulutların üzerindeydim. en ritimsiz en şaşkın en mutlu kalp çarpıntılarımı o ağaçların duyduğunu ben biliyorum. o ağaçlar, merdivenler, adımladığım toprak... hiçbirşeye dokunmasınlar. lütfen. lütfen. lütfen.
2 haftadır alnından öpülesi güzel insanları bir araya getirmiştir ve ta uzaklardan destek olduğum direnişin kalbidir.
bu parkın sonsuza kadar orda kalmasını istiyorum. tam 5 yıl önce ilk sevgilimin elini ilk kez tutarken oturduğum bank hala orada duruyor ve henüz 5 gün önce yaşam boyu karşıma çıkan en güzel sürprizle birlikte gezi parkında bulutların üzerindeydim. en ritimsiz en şaşkın en mutlu kalp çarpıntılarımı o ağaçların duyduğunu ben biliyorum. o ağaçlar, merdivenler, adımladığım toprak... hiçbirşeye dokunmasınlar. lütfen. lütfen. lütfen.
seninle ilgili bir derdim var. yaşamıma hakim olman hoşuma gitmiyor ama bana yaşama gücü verdiğini inkar edemem.
apar topar senden kaçarken bile seni seviyordum, istediklerimi vermediğin için sana küstüm.
beni kovdun ama uzağında oldukça seni özlemeyi öğrendim, özledikçe küslüğüm geçti, barıştık. bana yeni şeyler vaadettin, tekrar gelirsem çok mutlu olacaktım.
ve yine bana yalan söyledin, inandım, inanabilmekle mutlu oldum. elime ne verdiysen çekip geri alma huyunu hiç bırakmayacaksın değil mi ? inatçısın. ama doğduğumdan beri senin havanı solumak, suyunu içmek bana öyle bir inat vermiş ki, seninle başedecek gücü hala kendimde bulabiliyorum.
istanbul. seni yenmeden yok olmayacağım.
apar topar senden kaçarken bile seni seviyordum, istediklerimi vermediğin için sana küstüm.
beni kovdun ama uzağında oldukça seni özlemeyi öğrendim, özledikçe küslüğüm geçti, barıştık. bana yeni şeyler vaadettin, tekrar gelirsem çok mutlu olacaktım.
ve yine bana yalan söyledin, inandım, inanabilmekle mutlu oldum. elime ne verdiysen çekip geri alma huyunu hiç bırakmayacaksın değil mi ? inatçısın. ama doğduğumdan beri senin havanı solumak, suyunu içmek bana öyle bir inat vermiş ki, seninle başedecek gücü hala kendimde bulabiliyorum.
istanbul. seni yenmeden yok olmayacağım.
kişinin, değil dünya gezegeninde, evren kapsamında kendini yalnız hissetmesidir.
peki bu nasıl oluyor ? şöyle ki; senden başka hiçkimsenin senin için birşey yapmadığını gördüğünde böyle kendini evrende yalnız hissedersin arkadaşım.
ama moralini bozmana gerek yok, çünkü yalnız olmak seni güçlü yapar. tek başına ayakta kalmayı öğrenirsin, korkmamayı, risk almayı. eğilirsin, hatta yıkılırsın. elinden tutup birileri seni kaldırmayacağına göre, kendin ayağa kalkar ve yola devam edersin. sonra kendini öyle güçlü hissedersin ki. etrafında melekleri ve koruyucu kollayıcıları ile dolaşanlara acırsın, destekçileri bir an yanlarından ayrılsa hepsini tek darbede yere indirebilceğini bilirsin çünkü.
lakin sert bir karaktere bürünürsün. herşey ve herkes potansiyel tehlikedir, gardını alarak yaşamaya alıştığın için kimse seni anlayamaz. hayata güzel bak derler, hayatın güzelliğini görmemiş insan nasıl hayata güzel baksın.
hayat, öleceğin güne kadar bir şekilde ona dünya üzerinde tutunabilme savaşının adıdır. senin için kelebek mi, çiçek mi, aşk mıdır yoksa ? güldürme beni.
peki bu nasıl oluyor ? şöyle ki; senden başka hiçkimsenin senin için birşey yapmadığını gördüğünde böyle kendini evrende yalnız hissedersin arkadaşım.
ama moralini bozmana gerek yok, çünkü yalnız olmak seni güçlü yapar. tek başına ayakta kalmayı öğrenirsin, korkmamayı, risk almayı. eğilirsin, hatta yıkılırsın. elinden tutup birileri seni kaldırmayacağına göre, kendin ayağa kalkar ve yola devam edersin. sonra kendini öyle güçlü hissedersin ki. etrafında melekleri ve koruyucu kollayıcıları ile dolaşanlara acırsın, destekçileri bir an yanlarından ayrılsa hepsini tek darbede yere indirebilceğini bilirsin çünkü.
lakin sert bir karaktere bürünürsün. herşey ve herkes potansiyel tehlikedir, gardını alarak yaşamaya alıştığın için kimse seni anlayamaz. hayata güzel bak derler, hayatın güzelliğini görmemiş insan nasıl hayata güzel baksın.
hayat, öleceğin güne kadar bir şekilde ona dünya üzerinde tutunabilme savaşının adıdır. senin için kelebek mi, çiçek mi, aşk mıdır yoksa ? güldürme beni.
bir an önce birileri tarafında öldürülmek istedi, nasıl olduğu hiç önemli değil, silahla bıçakla, işkence ile.. hangisi hiçbir işe yaramayacağını bile bile ilaçların peşinden gitmekten daha kötü olabilirdi ki ?
o gece, doktor ziyareti sonrası, eskiden girmeye korktuğu sokaklara girdi, kaldırımda sıralanmış fahişelerin yüzlerine baktı, anlamak istedi. anlayamadığı ne çok şey vardı..
hem sonra onu bile anlayabilirdi, hatta herkesi affedebilirdi. binlerce kez özür dileyebilirdi. önemsenmeyeceğini biliyordu ama yaptı, sonuç beklediği gibi oldu. şimdilik dikkate almamış olsa bile, o da ne zaman öleceğini öğrenceği bir gün gelirse kesin affederdi nasıl olsa. olmazsa da canı sağ olsun, canı sağ olsun yeterdi.
o gecenin sonunda hala yaşıyordu, en sevdiği şehirde, en sevdiği semt, taksim'de, o otelde. üşüdü, ağladı, ağladı ve ilaçlar tesir edince uykuya daldı.
tam olarak aydınlanmamış bir sabaha uyandı. yağmur, soğuk... Bu şehrin her halini sevdiği halde, istanbul artık mezar gibiydi, bütün anıları toprağın altına gömmüştü, oysa başbaşa daha ne şarkılar dinleyceklerdi, eski güzel birkaç günü hatırlayıp mutlu olacaklardı. buraya kadar mıymış ? sen de mi istanbul ?
öyleymiş. hayata bu kadar öfkeli olmasa mıydı, çok fazla şey istemeseydi de barışsaydı, bugün herşey daha farklı olabilir miydi acaba ? hayat... küsmüş, gidiyordu. dur diyemezdi, çünkü hayat ona gidenlerin asla geri dönmediğini çok güzel öğretmişti.
o gece, doktor ziyareti sonrası, eskiden girmeye korktuğu sokaklara girdi, kaldırımda sıralanmış fahişelerin yüzlerine baktı, anlamak istedi. anlayamadığı ne çok şey vardı..
hem sonra onu bile anlayabilirdi, hatta herkesi affedebilirdi. binlerce kez özür dileyebilirdi. önemsenmeyeceğini biliyordu ama yaptı, sonuç beklediği gibi oldu. şimdilik dikkate almamış olsa bile, o da ne zaman öleceğini öğrenceği bir gün gelirse kesin affederdi nasıl olsa. olmazsa da canı sağ olsun, canı sağ olsun yeterdi.
o gecenin sonunda hala yaşıyordu, en sevdiği şehirde, en sevdiği semt, taksim'de, o otelde. üşüdü, ağladı, ağladı ve ilaçlar tesir edince uykuya daldı.
tam olarak aydınlanmamış bir sabaha uyandı. yağmur, soğuk... Bu şehrin her halini sevdiği halde, istanbul artık mezar gibiydi, bütün anıları toprağın altına gömmüştü, oysa başbaşa daha ne şarkılar dinleyceklerdi, eski güzel birkaç günü hatırlayıp mutlu olacaklardı. buraya kadar mıymış ? sen de mi istanbul ?
öyleymiş. hayata bu kadar öfkeli olmasa mıydı, çok fazla şey istemeseydi de barışsaydı, bugün herşey daha farklı olabilir miydi acaba ? hayat... küsmüş, gidiyordu. dur diyemezdi, çünkü hayat ona gidenlerin asla geri dönmediğini çok güzel öğretmişti.