bugün

entry'ler (739)

hoşlanılan kızın 200 tl borç istemesi

ayda 100 tl'den 2 taksitte ödenmek üzere senet yaparsınız, mack sennett.

yeteneksiz çocuk resmi olarak dolaptan adam çizmek

dolap'tan değilde dolop'tan çizerseniz daha yetenekli görünürsünüz.

dünyanın boş olduğunun görsel ispatı

beni güldüren ispattır, çay tanrısı rizeturistçayı da onu güldürsün.

maymuna sen neden insan olamadın dede diyen ateist

maymun yorganın altından cevap verir, "seni daha iyi görebilmek için, kırmızı başlıklı insanevladı", ve ekler, "türünüzün hastasıyım".

moğollar ve türkler akrabadır

o zaman evlenemezler.

avrupa hun devleti vs osmanlı devleti

ikisini toplasan efendilikte hititlerin eline su dökemezler. onlar ki tarihteki ilk yazılı barış anlaşmasına taraf olmuşlardır ve bronz çağında olmalarına rağmen taş, tahta, plastik ve mika kullanmaya devam etmişlerdir.

noktalı peki

yaklaşık 786 kişinin yıldızlı pekiyi'ye tekme tokat girişmesi sonucu geriye kalandır.

poşet çayın şişmesi

her ne kadar poşetin içinde olsa da, bahsettiğimiz şey çay. kaşıkla yaptığı müdahelenin niteliği, o insanın saygı mevhumuna ne kadar vakıf olduğunu biz sevenleriyle paylaşacaktır.

baktınız ki çay poşete uzay üssü alfa muamelesi yapıyor ve biraz daha yörüngede kalmaya çalışıyor, iki saniye izin verin. sonra kaşıkla, ama abanmadan, poşeti hafifçe aşağı doğru itekleyin. çaya "suya gir ve çözül hayvanevladı!" dercesine değil, çayı suya davet edercesine.

bu konudaki hassasiyetim sadece çay benim kutsalım olduğu için değil. kutsalıma istediğinizi söyleyin. sadece o'nun insanlar üzerinde kendiliğinden saygı uyandırmamasına bazen şaşırıyorum, ama kendimize fazla yüklenmeyelim, çünkü bazen herkesler şaşırır.

antonin dvorak

16 parçadan oluşan slav dansları'nın neredeyse hepsi akla sirayet ettiğinde iz bırakacak melodiler barındırır. herkes aralarından sevdiklerini ayıklayabilir ama tavsiye ederken hepsini birden önermek kişinin karşısındakinin zevkine olan saygısını gösterir. hem zaten "dvorak'la kul arasına girilmez".

aynı nedenle, sadece slav dansları(*), yeni dünya senfonisi (**), ve humoresque değil, bestecinin kendisi önerilir müzik enerjisiyle çalışan bedenlere ilaç niyetine.

(*) slavonic dances
(**) new world symphony

bilim kurgu

mary shelley (1797-1851) 1818 yılında yazdığı frankenstein adlı kitabıyla bilim kurgu'nun anası sayılırsa, jules verne (1828-1905) ve h g wells (1866-1946) de babaları sayılabilir.

bu iki yazarın ilk göze çarpan farkları, jules verne "ay'a seyahat", "denizler altında 20000 fersah", ve "seksen günde devri alem" romanlarında olduğu gibi gerçekleşmesi teknolojideki gelişmelere bakan hayaller (veya hedefler) kurarken, h. g. wells'in "görünmez adam", "zaman makinesi", ve "dünyalar savaşı"nda olduğu gibi yepyeni ihtimaller üzerinde durması olmuş.

verne bu türün "bilim" kısmı üzerinde dururken, welles "kurgu"da harikalar yaratmış. verne'in ayakları dünya'ya ve görünürdeki ay'a sağlam basarken ve hatta daha derinlerine inmeyi hayal ederken, wells zaman ve mekan frenlerini boşa almış.

ama ikisi de en az birer kez diğerinin tarzını denemiş.

jules verne'in "dünya'nın merkezine seyahat"(*) hayalinin mümkün olmadığı bugün biliniyor. aşağı indikçe sıcaklık ve basınç artıyor. insanevladı kabuğu geçebilse bile gezegenin merkezi güneş kadar sıcak, oraya gidene kadar arada mağma tabakası var. zor bile değil yani.

h. g. wells'in bilimi yakaladığı, veya bilimin wells'i yakaladığı nokta ise "doktor moreau'nun adası"nı mümkün kılacak genetik bilgi. insan+hayvan birlikteliği denenmiş midir bilmiyorum, fakat en azından farklı hayvanların göz dna'larının birbirleri üzerinde denendiğini belgesellerden duyduğumu hatırlıyorum. mümkün yani.

ama belki de bilimde gelinen nokta yüzünden artık wells'in imkansız kurguları her fırsatta pek yakında sinemalarda.

(*) arzın merkezine seyahat

not: gizli bakınızların birinde bilinçaltı (subliminal) mesajı verdim. işte bilim işte kurgu!

cazibe

yazarını neyin bilmem, fekat kendisi harika bir kelimedir. kullanıyor muyum? maalesef, hayır.

örneğin, "cazibeli" yerine "albenili" kelimesini kullanıyorum. niye yapıyorum ben de pek bilmiyorum. "albenili" kadar kaynak yeri belli olan bileşik kelime de tanımıyorum, ona rağmen oralı olmuyorum. aslında "a"sını biraz uzatırsan "cazibe" müthiş bi kelimedir.

düzeltme: şaka lan şaka, "albenili" kelimesini kullanmıyorum. kim kullanır zaten. "cazibe"den daha yavan kelimeler kullanıyorum; "çekicilik", "süper olmak", "hastasıyım", gibi.

eşyanın tabiatı

eşyasına göre değişir. örneğin ayakkabı her daim canayakındır, ayağınıza olmasa bile.

plastik çizme öyle değildir mesela, siz orda değilmişsiniz gibi davranır.

tanrı nerede lan gösterin onu bana

- usta, tipin biri geldi seni soruyo!
+ bi parça üstübü ver bakıyim, ellerimi siliyim...burnunu da karıştırma, çarparım.

sevgililer gününde sevgililere hediye almak

sevgililer gününde herkesin arasında para denkleştirip sevgililere hediye alması dürümü.

dünyanın ikinci derecede en kerizce davranışı.

tam doymak için biber turşusuna saldıran insan

çok özel bir durum. harika bir durum anlamında değilde, farklı elementlerin bir araya gelmesi anlamında özel.

yemek dışarda yenecek, ama oturarak.
yemeğe turşu tabağı eşlik edecek kadar kebapsal veya sulu yemeksel bir ortamda,
beleş turşunun esirgenmediği çok kebap bir yemek yenecek.
doyulmayacak.
açlıkla doluluk arasındaki fark yarım tabak biber turşusu ebatlarında olacak.
masaya gelen turşu tabağı, yarısıyla bile bu farkı kapatacak kadar büyük olacak.
yine de o mekanda satılan porsiyonlar bir kişiyi doyurmayacak.
demek ki biber turşusu iştah açacak ve bir porsiyon daha söyletecek azime sahip olacak.

insanın başına binde bir gelir. o yüzden bu başlık 5 entriden fazlasını kaldırmaz.

dinleyin ulan develer

vasmalom - járd ki lábam
vasmalom - gergelem
fort knox five - dodge city rockers
fort knox five - donde estabas tu
yamasuki - okawa
yamasuki - yokomo

zaman makinesinin saatini 10 dakika ileri almak

çok gerekli olmasa da bir tedbirdir. gittiğiniz zamandan kendi zamanınıza geri döndüğünüzde 10 dakika erken gelmiş olursunuz. bi işiniz, randevunuz varsa geç kalmazsınız.

dışarısı soğuksa o 10 dakkayı makinenin içinde oturarak geçirebilirsiniz.

ütü yaparken dikkat edilecek hususlar

tek bir şey. ütü masasından mümkün olduğunca uzak durmak.

bu sayede dünyanın en gereksiz ve tam anlamıyla en "yüzeysel" işiyle vakit kaybetmemiş olursunuz.

"elbisen dümdüz, demek ki süper bir insansın, dur ben gidip bi çay koyayım"

böyle bir saçmalık olabilir mi?

burçlara inanma yavşaklığı

17. yüzyılda gökbilimde (astronomi) edinilen yeni bilgi sayesinde inandırıcılığını, bu nedenle dinsel ve bilimsel rolünü kaybene kadar neredeyse 3000 sene hüküm süren bir inancın izlerinin kalması şaşırtıcı değil.

bu bize insanın istediği zaman, bilinçli bir kararla, saftirik olabildiğinin kanıtıdır. insan o anda, sahibinin atacağı topa tanrı muamelesi yapan bir köpek gibidir. köpek de bilir onun top olduğunu ve karın doyurmadığını.

bazı yeni bilgiler insana level atlatır ve eski dönemin hakim bilgisi yavşaklık fikri uyandırır bazı yeni nesillerde. onlar "yılbaşı" denen zaman bayramını kutlamaktadırlar artık. zaten burç/astroloji zamazingosu da insanların zamanı ve ilerleyişini anlama, kontrolüne alma çılgınlığının bir sonucudur.

ille de yavşaklık demek isteniyorsa, o zaman onun zararsız olanı.

türk kızlarının aşırı kültürsüz olmaları

üniversitelerde kültürel çalışmalar adlı bir araştırma dalı olmasının başlıca sorumlularından raymond williams'a göre kültür, "yaşama biçimi"nin bütün öğelerini kapsar.

williams, "yüksek kültür" denen kavramı sorgularken, "belirli şeyleri kültür olarak adlandırıp daha sonra onları sıradan insanlardan ve sıradan işlerden, araya bir bahçe duvarı çekercesine, ayırmanın sıradışı bir karar"(*) oluşunu vurgular.

uzun lafın kısası, aramızda ve aranızda kültürsüz yok. bakkaldan alınan içki şişesinin gazete kağıdına sarılması bile kültürün bir parçası.

farklı kültürel davranış ve ürünlere önem vermenin diğerleri tarafından kültürsüzlük olarak adlandırılması ise insan aleminde her 15 dakkada bir gerçekleşir.

"türk kızları" adlı genelleme ise başka bir tartışmanın konusudur, belki de değildir.

(*)'high culture' - "this extraordinary decision to call certain things culture and then separate them, as with a park wall, from ordinary people and ordinary work"