bugün

entry'ler (192)

sonradan öğrenilen şeyler

insan söz konusu olduğunda yapmaz, yapamaz diye bir şeyin olmadığı. öyle güzel yapıyorlar ki hiç düşünmeden, acımadan. bırakıp gidiyor önce bi tanesi, bıraktığı harabenin içinde kendini bulmaya çalışırken öbürleri takip ediyor onu. kaçar gibi. öyle mutlular ki, gerçekten kaçmış oldukları düşüncesine saplanıp kalıyorsun böyle. sonra başka paranoyakça haller, aylarca sürüp giden. başka haller işte, hiçbi zaman eskiye dönemeyeceğinden emin olmanın verdiği buruk tatla nüks eden.
çıkışı olmayan bi tünelin ucunda görür gibi olduğun ışık huzmesi kadar yakın olan o günler-hani mutlu olduğun- gelmeyecekler. sen ömrünce elde edemeyeceğin bi mutluluğu kaybettiğini düşünürken, onların mutluluğu senden sonra yakaladıklarını görmek belki.
ve de pes etmeme hali içerisinde umut etmekten korkmak;öyle ki tamamlanamayan cümlelerinin sonuna bile o üç noktayı koyamamak.
sonra gecenin üçünde jet sesleri, bi yirmi sene sonra hatırlanacak belki.
sahi nasıl hatırlanırdı bi yılın tüm sevinci, kederi, özlemi yirmi sene sonra?

tek isteğim nefret edebilmek. neyi düşüneceğimi, ne için tasalanacağımı bile bilmediğim şu berbat gecede tek isteğim bu.

gecenin şarkısı

sade-still in love with you. acı çekmeyi seven bünye tarafından bilhassa bu tip kağıt kesiği tadında parçalar seçilir ki, yara kendini hatırlatsın.

ben bu yazıyı geceye yazdım

https://www.youtube.com/watch?v=bjkBtx6_U38

söylenecek şeyler söylenmiş.

russian circles

gecenin şu saatinde ayrı hoş olan post rock grubudur. karadeliğin içindesiniz gibi bi'şey; şöyle ki, bi ton atmosferi dolayısıyla bi ton duyguyu dakikalar içinde deneyimletiyor adamlar size her nasılsa. bu adamlar japon da olmadıklarına göre kesin uzaydan gelmişler.

ben bu yazıyı sana yazdım

senin için ağladığım kadar benim için ağlarsın umarım bi gün.. bugün kimin için ağladığını veya kime bi zamanlar çok samimi bulduğum gülüşünü gösterdiğini bilmiyorum. ama umarım bi gün benim için köpekler gibi ağlarsın da gördüğümde zerre vicdanım sızlamaz. umuyorum, çok yakında.. bu boktan tabiatını bile nası sevdim de aylardır unutamıyorum ben inan bilmiyorum.. umuyorum rüyalarına girerim de uyku uyuyamaz olursun, istersin de çoktan başkalarının olmuş olurum umarım. tiksiniyorum ulan senden ve o umursamaz, bencil, amsalak tabiatından.. çık git kafamdan, anılarımdan, bulaştığın her yerden git..

paolo conte

it's wonderful it's wonderful it's wonderful good luck my babe sözleriyle kendini hatırlatan italyan şarkıcı. swing yapamayan bünyelere bile müthiş dans ediyormuş hissi verir, saçmalatır, alt komşuyu yukarı çıkarır. (bkz: via con me)

alola

birini sevmek söz konusu olduğunda hayli benzediğimizi düşündüğüm yazardır. ayrıca seneye meslekdaşı olacağım yazardır da.
edit: hoşgelmiş, sefalar getirmiştir efenim.

bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti

hiç başıma gelmediğini düşündüğüm hadisedir. etkisinden uzun süre çıkamadığım kitap olmuştur ama hayatımı değiştirdi diyebileceğim kitap yok sanki.. ya da minik minik ve süreç içinde oyuna katılıyolar farkına varmıyorum. renksiz tsukuru tazakinin hac yıllarını okumuştum yaklaşık üç ay önce, kitaptakine benzer olaylar yaşadım 1 ay kadar önce. şu an işkillenmeye başladım, gerçi kitaptakinin aksine biraz benim isteğim üzerine gerçekleşmişti olaylar. ama düşündürücü, kahramanın geçirdiği sürece benzer bi süreç içindeyim ve atlatabilmiş sayılmam. sahi, olabilir mi?

oldeuboi

filmi tek kelimeyle özetlersem bünyemin kaldıramayacağı derecede ağır bir hikaye etrafında şekillenmiş olduğudur. abi o korkunçlukta bi hikayeyi, öyle sarsıcı sahneleri öyle güzel müzikler eşliğinde vermişler ki sinirleri bozuluyo insanın.

--spoiler--
lakin keşke sonunda kendini cidden o camdan ataydı da moralist biçimde biteydi, hafızamda iyi yer edeydi film. olmadı. yani epey sert bi film. her bünye kaldırmaz. ki kaldırmasın da zaten abi. "hayvandan aşağı da olsam yaşamayı haketmiyor muyum?" tarzında bir soru filmin hem başı hem sonunda geçiyor. evet abi haketmiyorsun diyor ve bu yaklaşımımla bakkal osman amcadan bi farkım olmadığı yönünde gelebilecek eleştirileri seve seve kabul ediyorum.
--spoiler--

müzeyyen senar

kendinize bile itiraf edemediklerinizi içinizden çıkaran, sonra tüm benliğinizi bu içinizden çıkan duygulara bulayan içtenlikte okuyan kadın. müthiş kadın. acıtırken iyi eden kadınsın sen, yalnız hissettirmeyensin.

sözlükçülerin favori film sahneleri

görsel
(bkz: banshun)

aşka inanmamak

tanımının farklı olduğuna inanmak şeklinde desteklenebilecek durumdur. farklı insanlarca tanımı ve yaşanışı farklı olan bi kavram, bu durum bi süre sonra kavramın doğruluğu hakkında sorgulamaya itebiliyor sizi. sonuçta teorikte var pratikte zordur dersiniz veya toptan inkar edersiniz size kalmış. ama muhakkak farklılıkların getirdiği bi sorgulama süreci yaşanır, yaşanmazsa olmaz.

dertleşecek insan veritabanı

gelin abi; siz anlatın rahatlayın, ben kendimi unutayım da rahatlayım.

island blues

yaz sonu o'nun sayesinde tanıştığım koop parçası..vokalin ane brun olduğuna inanamamıştım başta nedense.

eylül ortaları, akşam eve döndüğümde dinlediğim dün gibi aklımda. şarkıda anlatılanları yaşamaktan ölesiye korkmuştum. ama asıl korkmam gereken bu sözlerin sadece beni anlatabilecek olmasıymış; ben herkeste onu ararken, onun benim yokluğumun bile henüz farkına varamayışı yahut yokluğum diye bir kavramın onun için hiçbir zaman var olamayacağı ihtimali.

Sözün özü, müthiş özlem barındırır bu şarkı içinde.

yukio mişima

ilk olarak dalgaların sesi'yle tanıdığım, japonları sevme nedenleri başlığı altında oluşturulabilecek bir listeye ilk beşte girebilecek yazardır.

bahar karları'nın kiyoaki'siyle özdeşleştirdiğim adamla geçirdiğim güzel günlerin tanığı olmuştur.

"her geçen saniye mutluluğu yudumluyorum, oysa sen... sanki doymuş gibisin."

"Hayır, yalnızca seni çok fazla sevmeye başladım, ondandır. Mutluluksa çoktan geride bıraktığım bir şey."

cesar vallejo

ikinci kattan şarkılar filmiyle tanıştığım, derin mısraların sahibi şair, yazar, gazeteci.

agape isimli bi şiiri vardır ki, şu kısmı uzun bir müddet zihnimde tekrarlar bulacaktır kendine;

"bütün ikindilerinde hayatımın,
anlatamam ne kapılar kapandı yüzüme,
ve ruhum yabancı bir şeyle doldu.

kimse gelmedi bugün;
ve çok az öldüm bu ikindi. "

çocukken okunmuş unutulmaz kitaplar

söylenmemesi mümkün mü, söylenmiş;
(bkz: küçük kara balık)
(bkz: beyaz diş)

küçük prens ve martı'yı büyüyünce okudum tuhaftır.

sketchup

senelerdir yüzüne bakmadığım, revitte modellediğimde aynı işi görmeyecek bi arazi için ihtiyaç duyduğum, bu vesileyle de zibilyon tane eklentisi olduğunu keşfettiğim modelleme programıdır. öte yandan kaymak gibi bi arazi için;
weld eklentisine bulaşmaksızın, soften edges ayarı iş görüyormuş. bu da böyle bi anımdır.

dünya küfür kullanım oranı

japonya'nın olmadığı listedir. adamların dilinde küfür yok ki, en fazla baka(=aptal) diyolar.

gün geçtikçe azalan şeyler

ayrılık acısı. unutmak olmuyor, unutulmuyor ve unutulmayacak bunu biliyorum.
ama üç ay önce baktığımda beni ağlatan fotoğraflarımız, şimdi sadece boğazımda bir yumru olup kalıyor.
bundan tam bir ay önce, yüz yüze son konuşma.. ve geri dönüşü olmayacak bir ayrılık olsa bile silemeyeceğim o fotoğrafları sildiğini söylemesi üzerinden bir ay geçmiş tam. acı tazeyken ağlayamaz, olay yeniyken yazamaz anlatamaz duruma gelmişim içime ata ata..
onunlayken tepkilerimi kontrol altına almayı, alınmam gereken laflarına susmayı öğrendim. hep anlayış.. ama biraz olsun karşılıklı bir anlayış olmadı bu hiçbir zaman. şu an bunun bir yere yazma isteği içimdeki... "unut beni" dediği o gün, unutmamak adına yazmaya başladım onunla geçirdiğimiz tüm o zaman boyunca neler yaptığımızı, neler hissettiğimi.. beni ortada bıraktığı o gece, yanımda olduğu için ne kadar şükretsem az olduğunu söylediğim telefon konuşmasında benden kolayca ayrılabildiği o gece neler hissettiğimi.. mutlu olmasını isterim diyemiyorum, bunu diyemeyeceğim de sanırım.. benden başkasıyla mutlu olduğunu görmek veya bilmek, bir ay önce yaptığımız konuşmada kahve eşliğinde yuttuğum, ağzıma gelen tüm o lafları sarf etmediğim için büyük bir pişmanlık duymama sebep olur çünkü.. yaptığım hiçbir şeyden pişman olmak ya da onun bunlara değmeyecek biri olduğunu bilmek veya anlamak istemiyorum.
gözümü kulağımı kapatmama gerek olmadan sadece kabullenebilmek istiyorum; zaman içinde ve acı çekmeden. 4-5 ay önce her şeyi olarak betimlenirken, şuan sıfatımın hiçbir şey olması kadar dayanılmaz bir şey yok.
hep derdim ve hep savunacağımı söylerdim;asıl önemli olan daha iyisinin hayatımıza girebilecek olması değil, o insanın tek olması. belki daha iyisini yaşayabilme ihtimalimiz var ama bu hiçbir zaman onunla paylaştıklarımızın yerini dolduramaz. yeni yerler açar sadece kendine, o boşluklarsa varlığını korur. bu yüzden arkadaş veya kadın erkek ilişkilerinde kaybetmemek adına hep ilk adımı atan veya alttan alan taraf oldum. pişmanlığım olmadığını söylesem yalan olur ama buna değecek bir iki insanı geri kazanmak unutturuyor öteki pişmanlıkları diye düşündüm hep. bu düşüncemi sorgulamaya ise bir ay önce başladım sanırım. varmam gereken noktayı tanımlayan bir alıntı olarak ise:

--spoiler--
güneş bugün de yükseliyor ve gün başlıyor...
kökünden kopan bir çiçek, bu sabah açıyor.

güneş bugün de yükseliyor ve gün başlıyor...
çiçekler açarak her yeri kaplıyorlar.
dünkü çiçekler değil, ama çiçekler hala güzeller...
--spoiler--