bugün

entry'ler (19)

i m fucking ben affleck

i am fucking matt damon sonrasında gelen, televizyon tarihinin belki de en müthiş ayarı. gülmekten yorum bile yapamıyor insan. o derece! buyurunuz;

(bkz: http://www.youtube.com/watch?v=6lcmNaXmjvs)

mari boine

norveç diyarından çıkmış muhteşem bir ses. ne zaman dünyanın keşmekeşi beni boğacak gibi olsa bu büyülü sesin kollarına bırakırım kendimi. kendisini tarif etmek zor. iyisi mi tadımlık bir ikram da bulunayım. gerisi merak edene kalmış.

(bkz: http://www.youtube.com/wa...WlugY&feature=related)
(bkz: http://www.youtube.com/watch?v=aYevBLUtuLc)

sozluk yazarliginin insan hayatina etkisi

çok fenadır, nefesini keser insanın. geçen hafta tesadüfen fark ettiğim bir durum sonucunda bu ağırlık omuzlarımı ezmeye, ciğerlerime baskı yaparak oksijensiz kalmama, hatta inanır mısınız, 6 aydan beri ilk defa dişlerimi fırçalamama yol açtı!

yazacak olduğum entry'e kimlerin eksi oy vereceğine bakmak için sihirli küremi açtığımda, nasıl olduysa bir çeşit bug oluştu ve 2126 yılına ait görüntüler izlemeye başladım. bu kadar ileri gidebileceğimin farkında değildim. nihayetinde 2127'de kıyamet kopacak. neyse efendim, gördüğüm şeyler gerçekten yenilir yutulur değildi. insanlar yeni dinler oluşturmuş ve bu dinlere referans kaynağı olarak sözlükleri seçmişlerdi! şok oldum. inanılmaz bir karmaşa ve gürültü hali hakimdi halk üzerinde. ekşi, itü ve uludağ'ın başını çektiği üç büyük din arasında bitmek bilmez bir kavga olduğu gibi, bu üç dine mensup olanların arasında da sonu gelmez tartışmalar yaşanıyordu. mesela itü dinine mensup olanlar jennifer lopez in amından çıkan yarağı yalarım başlığının esasında bir ironi olup olmadığı konusunda bir türlü fikir birliğine varamıyor, gerçekten böyle bir yalama ritüeline ihtiyaçları olup olmadığı konusunda ciddi beyin fırtınaları gerçekleştirirken, uludağ mensupları da bir kızın sevgilisinin çorapları hususunda felsefi tartışmalar gerçekleştirip çorabın neyi sembolize ettiği üzerine uzlaşma arayışı içindeydiler.

başka bir dine mensup bir başka grup bizzat şahsım için hakaretamiz ifadeler kullanırken günümüzün de modası olan "düşünce özgürlüğü" kavramına sığınıyor, bir diğer grup ise buna şiddetle karşı çıkıp girdiğim entry'lerden örnekler göstererek insancıl yanımı ortaya koymaya çalışıyordu. daha fazla bakamadım. yazmakta olduğum sözlüğün ileriye dönük bu kadar derin etkileri olması beni buz gibi bir dehşetin kollarına bırakıverdi. demek öyle ota boka zıplamamak, her şeyi ben bilirim havalarından uzak durmak gerekiyormuş. ve bunu kendimizden önce insanlık adına, gelecek kuşaklar adına yapmalıymışız.

işte o an benim için, sıradan bir sözlük yazarlığından üzerinde bir vazife ve ağırlık olan sözlük yazarlığına geçişin miladı olmuştur. ve şu an itibariyle, tüm sözlük yazarlarını bu kutsal insanlık görevi adına birlik olmaya, kenetlenmeye çağırmayı namusum hakkı için bir borç bilirim. saygılarımla.

farklı olmak

çok ağlıyorum elinden ama bu da kapitalizmin elinde oyuncak olmuş bir başka olgudur. Ben ne yapayım kardeşim, her şey "madde" olmuş. Söylemeyelim mi?

Farklı olmak; en basit ifadesiyle kuralsız olmakken (kuralsızdan kastım çivi gibi çakılı prensiplere bağlı olmamaktır) baktığımız her şey bize "farklı olmanın kuralları"nı haykırmaya başlamış. Yok mor inekler yok ferrari'sini satan bilgeler, yok bilmem ne guruları. Bin tane kitap yazmışlar yayınlıyorlar. Alın okuyun, bir tane dişe dokunur laf edilir mi? Reklâmlar bas bas bağırır; "farkını göster eşek jeans giy!", "Sen farklısın olm, manyak parfüm çıkardık. bak taze ekmek esanslı buğdays!", "Dünyaya farkını göster, 2007 model zort otomobiller yetkili satıcılarda!", "Farkını göstermek isteyen kadınlar, gelin sachma ağda bantlarını deneyin!", "Lan deli misin sen? Annenin margarinini mi kullanacaksın? Farklı ol biraz sürtük! Bak biz genç ev hanımları için ürettik bunu, tanıtım fiyatı bla bla..."

Farklı olmayı ne hale getirdiler. Hâlbuki istisnasız her insan birbirinden farklıdır. Aynı yastığa baş koyan, aynı cephede çarpışan, aynı hakeme küfreden, aynı erkeğe âşık olan, aynı naneyi yiyen herkes birbirinden faklıdır. Her parmak izi, her ses tonu, her retina, her düşünce, her sevgi farklıdır zaten. Ama işte kendini kabul ettirme sorunumuz yok mu? illa şekilciliğe vuracağız. Pantolonumuz, gömleğimiz, parfümümüz, yemeğimiz, sigaramız, sevişmemiz, küfür etmemiz dışarıdan belli oluyor ya, "farklı" olacak. Mor olacak geçmişini sevdiğimin ineği; Siyah, beyaz ya da sarı olursa olmaz çünkü. Ulan iyi de tüm ineklerin mor olduğu bir yerde de beyaz olan farklı olmuyor mu? Yazsana bunu da kitabına artist? Hani her şey karşıtıyla var oluyor ya, duymadınız mı hiç? "Farklı ol" diye diye herkesi alçı kalıbından dökülmüş dandik biblolara çevirmeye çalışıyorlar. Sattınız tabii kitabınızı, çamaşırınızı, arabanızı vs. keyifler keka değil mi? biz burada kendimizi paralıyoruz kimin umurunda?

kevin carter

insanlık tarihinin en çarpıcı fotoğrafın- Pardon, "kaybolan insanlık tarihinin" en çarpıcı fotoğrafını çeken adam.

Bundan yaklaşık 13 yıl önce öyle bir fotoğraf çekti ki Carter, kanımız dondu adeta. Ömrümüzde görmediğimiz kadar büyük bir acının resmiydi çektiği; Yemek çadırına varabilmek için 'sürünen' küçük, kara bir kız çocuğu. Ve hemen yanı başında kızın öleceği anı bekleyen bir akbaba... sadece ikisi. Açlıktan ölmekte olan çocuk ve ölmekte olan çocuğu yemek için bekleyen akbaba... bir de deklanşöre bastıktan sonra uzaklaşan Carter!

Sonra ne oldu dersiniz? Tüm dünya sudan'da ki bu korkunç manzarayı sona erdirmek için kafa kafaya verip "ne yapabiliriz" diye düşünmeye mi başladı? Ellerindeki tüm imkanları bu kara çocuklar için seferber mi ettiler? Oturup geceler boyunca Allah'tan bağışlanma mı dilediler? Hayır! Ne yazık ki hayır... Tutup o fotoğrafı çeken ellere bir Pulitzer tutuşturdular. "aferin" dediler carter'a "büyük adam olacaksın sen".

Carter vicdan azabından intihar etti diyorlar. Artık doğru mudur değil midir bilemeyiz. Ama pek sanmıyorum. Bir vicdanı olsa oradan çekip gitmezdi gibime geliyor. Bir vicdanımız olsa "biz de" çekip gitmezdik oradan. Yıllarca evimizin/işyerimizin duvarına astık o acı resmi. Ama bir gün olsun ekmeğimizi paylaşmadık o insanlarla. Paylaşanlara da destek ol(a)madık. Cevabı belirsiz sorulara birini daha eklemiş olduk böylece; biz neyiz? insan mı yoksa akbaba mı?

eşkıya

Yavuz Turgul'un Türk sinemasına vermiş olduğu hayat öpücüğü. Öyle ki, Filmin tamamını geçtim, neredeyse her sahnesi ayrı bir klasiktir. Oyunculuklar, erkan oğur üstâdın müzikleri, sinematografi filan bir yana, bu filmin benim için en önemli yanı sorduğu sorular olmuştur. "aşk için dostluğunuzu satar mısınız?" ya da "kendi hayatınız karşılığında dostunuzun hayatını feda eder misiniz?" gibi cevaplanması gerçekten kolay olmayan bir dolu soru. Ayrıca berfo'nun baran'a ayar üstüne ayar verdiği sahnelerin sinemamızda eşi benzeri yoktur. berfo Her ne kadar filmin kötü denilebilecek karakteri olsa da (bu arada rahmetli Kamuran usluer muhteşem oynamıştır o rolü) söylediği her söz dibine kadar doğrudur. Hele ki "söylesene, hangimiz daha çok seviyor keje'yi?" diye başlayan bir tiradı var ki, senaristlerin ders diye okuması gerekir.

Unutulmaz sahne ve diyaloglardan bazıları için;

(Berfo, cumali'nin kurtulması için baran'a verdiği çeki ödemez. Çek karşılıksız çıkınca da demircan'ın adamları cumali'yi vururlar. Bunun üzerine baran dehşet salmaya başlar... ilk durağı berfo'dur.)

"çocuk öldü. Verdiğin şey sahte çıktı. Niye?"

"hatırlar mısın? Çocukken seninle 'kındik' oynardık. Hep ben seni yenerdim. Sen bir gün bile "neden hep ben yeniliyorum" diye sormadın. Ben hep aldattım."

"çocuğun öleceğini biliyordun. Niye yaptın?"

"çocuğun ölümünün ne önemi var? Keje"yi alıp gitseydin aşkın için bir şey yapacaktın. Ama sen keje'yi bir insan hayatına feda ettin. Sevdiğin kadını, kıytırık bir herifin hayatı için harcadın gitti! Halbuki o kadın seni bir ömür boyu bekledi. Hayatın sevda karşısında ne önemi var?"

(baran silahını çıkarır ve berfo'yu vurur) "doğru... hayatın ne önemi var sevda karşısında..."

*

(cumali vurulmuştur. Kaldıkları otelin çatısına kadar gitmeyi başarır. Ve ölüm anını beklemeye başlar. O esnada olayı haber alan baran koşarak gelir)

"ayaklarımda... ayaklarımda bi sıcaklık var. Yukarı doğru çıkıyor. Ne bu? Sen çok vuruldun, bilirsin eşkıya. Ben ölecek miyim?.. hiç yoktan üvey annem geldi aklıma. Kendini damdan aşağı attı. Beyaz elbiseleriyle... kuş gibi uçacak zannettim. Taş gibi yere çakıldı. Sonra... emel geldi aklıma. Onu vuracağımı hiç düşünmemişti. Ben de düşünmedim. Her şey birdenbire oldu. Ben şimdi cehenneme gideceğim di mi?"

"kimin nere gittiğini kim bilir?"

"hani senin memlekete gidecektik? Hani dağlara çıkacaktık? Çok korkuyorum eşkıya, beni bırakma! Çok korkuyorum... çok..."

"korkma... sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra, sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki... belki, o arı ben olacam..."

*

(finaldeki çatışma sahnesi. Genç bir polis silahını baran'ın göğsüne dayar ve tetiği çeker. Fakat silahta kurşun yoktur. o anda Hayatı baran'ın ellerindedir)

"bir gün, dağda bir kurtla burun buruna geldim. Tüfeğimi doğrulttum hemen. O da hırlamaya başladı. Dedim ki kendi kendime; birazdan ikimizden biri yok olup gidecek. Kimin gücü kime yeterse... haydi git! Sen daha çok gençsin. Yazıktır sana..."

karpuz kabuğundan gemiler yapmak

Yılmaz Erdoğan'ın anlam veremediğim biçimde çekememezlik ettiği sinema şaheseri. Ahmet uluçay bu filmiyle -gayet hakkı olan bir biçimde- ödülleri toplarken, yılmaz Erdoğan kendisi ve film hakkında sağda solda gereksiz yorumlarda bulunup kendi sanatçılığına gölge düşürmüştür.

Filme gelirsek... Bir film ancak bu kadar güzel çekilebilirdi. Nezihe rolündeki bayan haricinde neredeyse tüm oyuncular amatör. Belki de samimiyet buradan geliyor; rol yapmamalarından! Ve Nihal... aah Nihal ah. Hepimizin bir zamanlar yüreğimizi delmiş geçmiş, kafamızdaki kayışları koparmış olduğu platonik aşk değil misin sen? Zalim Nihal! Beyaz giymesen olmaz mıydı?

i just want you

"allah belanı versin" dediğim şarkıdır. ilk ve son kez 6 ya da 7 yıl evvel caravan rock barda dinlediğimde "abi bu da neyin nesi" demiş, o esnada beraber olduğum arkadaşlara kime ait olduğunu sormuştum. kimse bilmiyor. karizma çizilmesin diye başkasına da sormuyoruz. iyi de abi muhteşem bi şarkı bu yahu, öğrenmemiz lazım. yok anasını satayım, öğrenemedim. aradan geçen yıllar boyunca aklıma kazınmış olan melodisini belki biri çıkarır umuduyla "nananana naaa nanaa.. nananana naa nanaa!" diye mırıldanıp durdum ama yok. ozzy'de sağolsun sesini öyle bir gizlemiş ki... her neyse işte. rocker geçinen bünyenin en büyük eksikliğiydi bu şarkı. Geçen haftalarda hakkında girilen bir entry'i merak edip şarkıyı indirdiğimde şok oldum. "nihayet amına koyim, nihayet!" diye bağırdığımı ve ev ahalisinin "n'oluyo lan?" diyerek odaya doluşmasına vesile olduğumu söylesem hissettiğimi anlarsınız. herkesin yıllardır defalarca dinlediği eski bir klasiği ben yeniymişçesine dinledim bir süre. hayat bazen böyle salakça sürprizler yapabiliyor demek ki.

stewie griffin

Keskin ingiliz aksanı ile psikopatlığı iyice su yüzüne çıkan anti-kahraman çizgi film karakteri. Sapkın düşüncelerinden oluşan hayal dünyası inanılmaz derecede renklidir. Ölüm listesinin bir numarasında ise -ilginçtir- annesi yer alır! Nasıl bir halet-i ruhiye sahibi olduğunu şu diyalogdan rahatça anlayabiliriz;

(dedesinin getirdiği incil'i büyük bir dikkatle okumaktadır) "bu kesinlikle hayatımda okuduğum en güzel kitap. Sadece ölüm, işkence ve cehennemden bahsediyor!"

tol

murat uyurkulak'ın ilk ve taş gibi sert romanı. sosyalist devrim uğruna hayatlarının baharında solan yüzlerce genç için yakılmış, anlatım dili ağır fakat sürükleyici bir ağıt olan bu romanın hazmedilmesi gerçekten kolay değil. o yüzden, "vakit geçirmek" için okuyacaklara pek tavsiye etmem.

mircan kaya

'megrel' ırkına mensup Artvinli bir aileden gelen, büyüleyici bir ses ve müthiş bir kültürel birikime sahip Karadenizli sanatçı. "kül" isimli bir halk müziği albümü ile "sâlâ" isminde halk müziği tınılarını da barındıran muhteşem bir caz albümü olan sanatçı, aynı zamanda uluslar arası alanda tanınan bir mimardır. Böylesine göz kamaştırıcı bir birikime rağmen yine de fazla tanınmaz. Basında yer aldığı yegane dönem "bizim ninniler" albümünde vokal görevini üstlenmesi sayesinde olmuştur.

dave williams

14 ağustos 2002 tarihinde, bir çeşit kalp rahatsızlığı sebebiyle vefat etmiş olan tombul yanaklı drowning pool vokalisti. kendisi hayattayken grubu için büyük umutlar besleniyordu ama öldükten sonra pek bi numaralarını göremedik maalesef.

necmettin erbakan

"necmeddin bey;

islâm'da hak ihtar 3 ise size aziz gaye uğrunda en aşağı 300 kere baş vurmuş olan fikir babanız mevkiindeki bu adama, en son, adalet bakanı müftüoğlu'nun evindeki nihaî toplantıdan sonra takındığınız daimî ve cibillî "boş verme" tavrından, artık bu dâvayı kurtarmak değil, harcama yolunda olduğunuza inanıyor; ve dâvanın gerçek kurtuluşunu, onu yanlış ve kötü temsil edenlerden kurtulmakta buluyorum.

umumî efkâr karşısına çıkmadan bu kısa mektubumu, veda mahiyetinde size göndermeyi fikir namusu gereği bilir ve herşeyi hakkın takdirine havale ederim.

necip fazıl"

bells for her

tori amos namlı hatunun ciğer&yürek ikilisini kullanarak meydana getirdiği muhteşem eser. sırf tori amos'un sesi gölgelenmesin diye piyano bile ses çıkarmamak için yırtınır adeta. ki bu haliyle adeta parmak uçlarında yükselen bir balerin gibidir.

zdob si zdub

moldova semalarında boy göstermiş harika grup. çingene kültürünün bir numaralı etkisi olan "eğlendiricilik" unsurunu müziklerine bolca yedirmiş olan grup, tarz olarak kultur shock'a çok benzemekle beraber şahsen onlardan daha iyi olduklarını düşünüyorum. 2005 yılında ülkelerini eurovision şarkı yarışmasında temsil etmişler bir de adamlar. performansları tabii ki harika.

ayrıca gördüğüm en güzel internet sitelerinden birine sahipler, ki link vermezsem emek verenlere ayıp etmiş olurum. gerçekten çok iyi çünkü.

(bkz: http://www.zdob-si-zdub.com/)

har

Murat uyurkulak'ın ikinci romanı. ama ne roman! türlü garipliklere sahip sayısız karakter, birbirinin içine girmiş onlarca mizah dolu olay, ve bizzat tanrı ile meleklerin dahil olduğu büyük bir komplo! ne var ki tüm bu mizah ve hızlı kurguya rağmen son derece acı bir ağıt aynı zamanda. güneydoğu'da uzun yıllar önce yanan bir ateşin ardında bıraktığı külleri gözümüze gözümüze sokuyor uyurkulak. ayrıca ilk romanın aksine son derece rahat, hatta yer yer ihsan oktay anar'a benzer bir dil kullanılıyor bu romanda (yazar, i.o.a.'nın büyük bir hayranıdır). kısacası, muhteşem...

abdullah sidran

bosna halkının bilge kral aliya izzetbegoviç'ten sonra en sevdiği ve en çok saygı duyduğu isim. hem ülkesinin hem avrupa'nın en büyük aydınlarından biridir. sırp katliamı başladığı vakitlerde emir kusturica vatanını yüzüstü bırakıp giderken abdullah sidran, o yaşlı haline rağmen eline silah alıp cepheye koşmuştur. şahit olduğu yürek yakan dramların hiçbirini savaş sonrası anlatmamasına sebep olarak o günleri bir daha hiç hatırlamak istemiyor oluşunu gösteren yazar, halen daha savaştığı cephenin yakınlarında, savaştığı insanlarla iç içe yaşamaktadır.

nesrin sipahi

geniş bir ses aralığına sahip olması bir yana -ki tamamen teknik bir konudur- türk sanat müziği sanatçıları içerisinde yorumuna hayran kaldığım nadir insanlardan biridir. seslendirdiği hemen her şarkı klasik mertebesine ulaşmış olan bu büyülü sesin bugün 75 yaşında olmasına rağmen formundan hiçbir şey yitirmemiş olması 'şarkıcılar' için derstir. "ömrümce hep adım adım, her yerde seni aradım, ben kalbimden başka yerde, inan seni bulamadım" dizelerini kendisinden her dinlediğimde ayrı bir huzura eriyor olmam da cabası.

bilal inci

14 ekim 2005 tarihinde istanbul'da vefat etmiş sinema oyuncusu. şahsi görüşüme göre dünyanın en yetenekli kötü adamları bizim sinemamızdan çıkmıştır ve Bilal inci'de bu grubun başı çeken üyelerinden biridir. Haliyle filmlerde kan kusturduğu iyi adamlara benzer bir hayat yaşamış, diğer tüm "kötü adam"lar gibi pek bir varlık sahibi olamadan göçüp gitmiştir.