bugün

Brentano'nun kendisinden sonra felsefede büyük bir kırılmaya sebep olacak fikridir. Kendisinden sonra, çünkü talebesi husserl bu fikri alıp üzerinde çalışıp bundan hareketle fenomenolojiyi ortaya atmıştır.

Yönelimsellik aslında oldukça basit bir şekilde anlaşılabilir: bilincin her zaman bir şeye yönelimi olduğubu temel alarak, yönelimselliğin bilincin bir kipi olduğunu ve bir bilincin her zaman bir şeye yönelmiş bilinç olduğunu, yani bilincin her zaman (bir şey)in, (bir şey)e bilinç olduğunu; başka bir ifade ile bilincin var olduğu her an yönelimin de var olduğunu ifade eder.

Aslında psikoloji alanında da oldukça etkili olacak olan bu fikir, pozitivist ve natüralist yarı-kör akımların boy gösterdiği dünyada o kadar fazla yer edememiştir. Lakin daha sonra gerek husserl ve gerekse -daha fazla- heidegger ile beklenenden daha büyük yankı uyandırmıştır -dolaylı olarak.
Bir aynaya sarı bir ayva görüntüsünün düştüğünü varsayalım. sarı ayvayı görüp de "ayva sarıdır" diyen bir insanın karşısında duran şey-durumunu ortaya koyması ile, aynanın bu durumu yüzeyinde yansıtması bir ve aynı şey midir? bilinci kendi içine kapalı bir temsil mekanizması olarak gören; bir diğer deyişle, şeylerin algılanmalarını zihinsel resimler, imgeler, vs. üzerinden açıklayan teoriler, önermenin şey-durumu ile uyuşumunu ayna yüzeyindeki yansıma ile yansıtılan şey arasındaki tekabüliyetten ayıramayacaklardır. yansımanın yansıtılan ile uyuşup uyuşmadığına ilişkin kanıt ya da doğrulama, yansıma olayına dışsal bir meseledir ve yansıtmayı yapan haricinde üçüncü bir gözün ilave eylemine ihtiyaç duyar. temsil sistemine dayalı öğreti şunu savunur: karşına bakar ve "ayva sarıdır" dersin. "sonra" bu önermenin içeriği ile karşındaki şey-durumunu karşılaştırır, arada bir uyuşum olduğu sonucuna varırsan dile getirdiğin önermenin doğru olduğunu söylersin.

şimdi sorulacak soru şudur: ben zaten "ayva sarıdır" derken bu tekabüliyeti kastediyor değil miydim? "sonra kıyaslarsın" denildiğinde, bana zaten yapmış olduğum bir şeyi tekrarlamam yönünde bir komut verilmiş olmuyor mu? aynadan farkım, bendeki yansıma ile şeyin kendisi arasındaki uyuşumu kastederek bu yansıtmayı yapıyor oluşum değil mi? bir başka deyişle "ayva sarıdır" derken, "ayva gerçekten* sarıdır" demiş olmuyor muyum? durum böyleyse ayna sadece yansıtıyor, ben ise yöneliyorum; yani yansıttığım şeyin doğruluğunu kastediyorum. ayna üzerindeki yansımanın aslına uygun olup olmadığına ilişkin karar, yansıtma olayına eklenecek ilave bir edimin devreye girmesini gerektiriyor. insan algısının en temel düzeyde bu tip bir mekanizma üzerinde iş gördüğünü iddia eden teoriler, doğruluk önermenin bir özelliğidir derken, önermenin ancak ve ancak tematize edilmesi, nesne haline getirilmesi durumunda doğru ya da yanlış değerini alabileceğini iddia etmiş oluyorlar. doğrulama, önermenin kendisini şeyin kendisi ile tekabüliyeti bakımından tematize eden ilave bir içebakış edimi* neticesinde sözkonusu olabiliyor.

yukarıda anlatılanın tersine bilincin yönelimselliği öğretisi, önermenin, içebakışsal ilave edim devreye girmeden önce de doğru olabileceğini iddia ediyor. önermenin henüz bir önerme olarak farkına varmamış olduğumuz, onu doğruluğu veya yanlışlığı bakımından odağa alıp tematize etmemiş olduğumuz ilk durumda bile kendi doğruluğu önerme tarafından zaten kastediliyor. tematize edilen önermeye karşıt olarak buna yaşanan önerme dersek, yaşanan önerme doğruluk iddiası taşıyabilmek için ilave bir karşılaştırma edimine ihtiyaç bırakmıyor demiş oluyoruz.

bu noktada şöyle bir itiraz gelebiliyor: ilave içebakışsal edimle doğru ya da yanlış olduğu tespit edilen önerme ile sizin yaşanan önerme dediğiniz önerme zaten farklı önermeler değil. ikisinin de içeriği anlam* ve bu anlam bilinç edimlerinden bağımsız olarak geçerli veya geçersiz. ama bu karşı çıkış da boş, zira doğruluktan bahsedebilmek için ilave edimi zorunlu* kılan temsile dayalı bilinç öğretisinin kendisi. sonra gelen edimin zorunluluğu bu anlamda doğruluğun* kavramına zorla iliştirilmiş oluyor. bu durumda da önermenin doğruluğunun zamansallıkla alakası olmadığını söylemenin bir anlamı kalmıyor. ama tanım sorunlu olmaya devam ediyor; çünkü doğruluğu tespit eden ilave edimle algıyı dolayımsız olarak dile getiren, tematize edilen edimi (yaşanan önermeyi) birbirinden ayırmak hususunda kifayetsiz. doğruluğu önerme ve şey-durumu arasındaki tekabüliyet olarak tanımlıyor. "bu tekabüliyet ne zaman sağlanır?" diye sorulduğunda ise "önerme doğru olduğunda" diye yanıtlıyor.

aynanın üzerindeki görüntü mevcut*. temsil teorisine göre bilincin içinde yer alan imge de mevcut. bilincin yönelimsel olduğunu iddia eden fenomenolojik yaklaşıma göre ise temsil ne bilincin içinde, ne de mevcut. bunun yerine şu söyleniyor: bilinç dünyaya-doğru; bilincin kendisi bir atılım. atılımın da mevcudiyet terimleri ile anlaşılacak bir tarafı yok.
güncel Önemli Başlıklar