bugün

sevgilimle ilişkiye girdikten sonraki gece inekle evet inek le aynı şeyleri yaptıpımı görmüştüm sonra ayrıldım tabi.
(bkz: acı ama gerçek)
bir kaç yıl önce (bkz: lucid dreaming) e sardığım yıllar. rüya kontrolünde olay rüyadaki saçmalığı farkedip rüyada olduğunu anlamak, ondan sonra rüya senin patronu olduğun bir dünyaya dönüşmekte. neyse ben de bu olay için çalışmlar yapıyorum, rüyadayım ve hakkaten saçma bir durumu farketmek üzereyim. tam 'rüyadayım lan böyle bi saçmalık olamaz' diyorum fakat o da ne arkadan ibrahim tatlıses çıkıyor( ne alakaysa) ve bana ne rüyası ulen saçmala otur oturduğun yerde diyor. ben de nedenini anlamadığım bir sebepten ötürü tamam abi deyip rüyaya devam ediyorum (ulan saçmalığın daniskası tezahür etmiş ayıksana durumu, nerdeee). sabah kalktığımda rüya kontrolünün kıyısından döndüğüm için çok sövdüm iboya bir o kadarda güldüm. hayır arkadaş rüyada da olsa nasıl dinlerim ben bu herifin sözünü ne alaka a.k., bi james hetfield, bi rob halford falan olsaydı bunları geçtim şebo hatta müslüm baba bile gelipte söylese eyvallahta neden ibrahim talıses neden?
Rambo ve ben helikopterdeyiz. Rambo co-pilot. Kumanda Putinde ben arkada olan biteni izliyorum. Nereye gidiyoruz Putinim civanım? diyorum. Teyzenlere diyo.. Alla alla ne işimiz var lan teyzemlerde? Hem niye helikopterle gidiyoruz? Rambonun ne işi var burda?? diyorum. Teyzenler kısır yapmış davet ettiler sen de görmüyosun uzun zamandır iyi olur hem. diyo. Ee Rambo nolcak diyorum? Onu çıkışta Afganistanda indircem diyo...

(bkz: Sen dur putinim çayları ben tazelerim)
kızım ama adriana limayla sevişiyordum. *
evin koridorunda galatasaray arsenal uefa finali oynayıyordu.ben hakemdim.*
dün gece gördüğüm rüyadır.
olaylar nasıl gelişti bilmiyorum.ama güzeldi. hani porno filmlerde adam 3-4 dk boşalır ya. hah onun gibi bişeydi.ben öyle bi boşalıyordum ki.görmeliydiniz.4-5 saat boşaldım.güzeldi.
hatırlayamadığım bir sebepten ötürü ipodumdaki tüm şarkıları silmişim ki uyanıkken asla ve asla böyle bir şey yapmam. tabi şarkıları yeniden yüklemem gerek ama laptopum ortalarda yok. kayıp! onun kaybolmasına üzülmem gerekirken olsun diyorum ben de ablamın bilgisayarından şarkı atarım. dalga geçiyor benle tabi.

-hahhahahahahah benim pcde avenged sevenfold yok ki!

sen öyle san diyorum ve nerden buluyorsam a7x in fena değil olarak nitelendirebilceğim bi şarkısı olan demons ı atıyorum ipoduma. neyse ipoduma tam dört adet şarkı atıyorum onun pcden. diyorum bunlar bana şidilik yeter ki alakası bile yok. asla ve asla rahat duramam içinde azıcık boş yer olsa. sonra dinlemeye başlıyorum demons ı atarken görüyorum en son ama iron maiden dan coverladıkları flash of the blade i son ses dinlerken lüzumsuz arkadaşım telefon ediyor da uyanıyorum.

sanırsam nightmare i saplantılı bir şekilde dinlemekten bu hale geldim. *
(bkz: rüyanız hayrolsun teyzeye danışma)
bir tepeden kalkacak olan bir otobüse bindikten sonra otobüs hareket etmeye başlar. yol ilk olarak aşağı yönde gitmekte sonra tekrar yukarı çıkmakta ve devam etmektedir. rüyayı gören kişi arka koltuklarda yanında 45 kiloluk bavuluyla oturmaktadır. otobüs çok hızlanmıştır ve bu hızla bir anda bir taşın üstünden geçmiştir.zıplamanın şiddetiyle rüya sahibi bavuluyla birlikte otobüsün havalandırma kapağından 40 50 metre uçtuktan sonra karşı tepeye hem de otobüsten önce yumuşak bir iniş yapmasıyla ve ardından otobüsün olay yerine ulaşmasıyla tamamlanma aşamasına gelmiş rüyadır. zira şöyle devam eder.

herşey çok normalmiş gibi rüya sahibinin tek derdi şudur. ulan parayı da vermiştim şimdi otobüse tekrar bineceğiz. beni tanımazlarsa yine para alırlar...
hatırladığım belirli bir hikaye yoktur ama bir ara sürekli rüyalarımda kendimi dört ayak üzerinde giderken görmekte olup, bu durum için psikolojik yardım almayı bile düşündüğüm, unutulası ve hiç hatırlanmaması gereken rüyalarım mevcuttur. bildiğin köpek gibi koşturuyorum (bkz: töbve bismillah). önceki hayatımda köpek miydim acaba soruları gelmekteydi uzun süre aklıma. (bkz: evlerden ırak)
Charlize Theron'un islam dini hakkında öğütler vermesi.

(bkz: ben bunu yaşadım)
Cır cır(ishal) oldugunuzu bilmeden uyuduğunuzda...
8 katlı bir bina ve binada bulunan 100'lerce tuvalet... 1. kattan 8. kata kadar bütün kapıları tıklayıp dolu cevabını almak.
8. kata geldiğinizde acı içinde sürünmeniz aha kaçtı kacacak korkusu..
ve uyanırsın...
karnın agrımaktadır ve en ufak ani harekette tahliye kapakları açılacaktır. Sürüne sürüne tuvalete gidersin ve gerçektende doludur...
sırasıyla tüm osmanlı padişahlarıyla bilmem kaç bin defa istanbulu fethini gerçekleştirmek.
bir kedinin kahkahalar atararak size yaklaştığını ve akabinde elinizi hart diye ısırıp kaçtığını gördüğünüz rüyalardandır. nankör hayvan kaçarken bile arkasına bakıp bakıp gülüyordu.
rüyanda "ekmek arası kuzu çevirme" sipariş ettirmektir. gelen kuryeye "ne kadar usta?" diye sorulduktan sonra, "250 lira kardeş." cevabı alınca önce bir şoka uğrarsınız. sonra uykuda gülme başlar. uyandığınızda annenizi başınızda "bu çocuk bu sefer kesin delirdi." düşünceleriyle bulursunuz.
metallica - 'aşk çok para yok' live @ sonisphere istanbul.*
james'in 'gece gündüz manyak gibi çalışırken..' dediğini duymuş insanım ben. saygı duy.
güne gülerek başlamayı sağlayan, geceleri süsleyen, kişinin doktora görünmesi gerektiğini düşündürten cinsten rüyalardır.

uzun uzun anlatmak istiyorum. okuyan sözlük yazarları da pişman olmayacaklardır diye tahmin ediyorum. benim için mükemmel bir deneyimdi.*
zamanda yolculuğa çıkıyorum sözlük. başladığım yer amerika ve sene 300. "ama amerika 1492'de keşfedildi!" mi diyorsun? biz o vakit gördük orayı, öncesinde de aynı yerindeydi amerika. yanlış mıyım? bence değilim. ehehe. ya sonuçta rüya mna koyim, siktirland diye yer görsem "bunu nasıl açıklayacağım..." mı diyeceğim? heh.

amerika'nın en batısındaydım diye tahmin ediyorum. çünkü deniz vardı. "doğusunda deniz yok mu dangalak?" mı diyorsun? avrupa'ya doğru ilerliyordum, o yüzden batıda olduğum kanaatine vardım. o değil de, şu rüyamı incelediğim kadar ders çalışsaydım profesördüm lan. her neyse hacı.

iki tarafında buğday tarlaları olan bir yolda ilerliyorum. altımda sadece baksır var. hava sıcak ama çok yakmıyor. solumda tarlalar, daha solumda deniz, tepemde güneş, sağımda uçsuz bucaksız tarlalar ve önümde asfalt bir yol. çölün buğdaylısını ve denizlisini düşünün, işte öyle. nereye gidebileceğimi, yolun nerede bittiğini ve önümde neyin olduğunu bilmiyorum.

elimde bir sopa var. başımın üzerinde tutuyorum. halterciler halteri kaldırıyorlar ya, o pozisyondayım. ama çömelmiyorum. ağır bir sopa değil çünkü, elektrikli süpürgenin demiri gibi. başımın üstünde tutuyorum onu. kendi kendime, belgesel sunuyormuşçasına konuşuyorum. "evet şu an x'teyiz ve y'ye doğru ilerliyoruz. solumda buğday tarlaları var." falan diyorum. tabi örnek bu. nereye gittiğimi bilmiyorum yoksa rüyada.

başımın üstündeki sopanın beni uçurduğunu fark ediyorum o an. demir sopa, zıpladığım zaman beni biraz ileri taşıyor. onu başımın üzerinde tuttuğum sırada, koşmaya başlıyor ve zıplıyorum. dümdüz tutmayı başarabilirsem, uzun süre havada kalmayı ve yoldan çıkmamayı başarıyorum. asfalt yol falan ama araba falan yok mna koyim. sene 300, amerika'da insan yok, araba mı olacak? insan olsa da olmaz gerçi.

bu olay çok hoşuma gidiyor. "evet gördüğünüz gibi sopama tutunarak daha az yoruluyorum, yürümeme gerek kalmıyor" falan diye mırıldanıyorum. yürümeye başladığımda, bu işi hiç sevmediğimi(yürümeyi) fark ediyorum. "eeh sikerler!" deyip manyak gibi koşuyor, zıplıyor ve yerden, beni korkutacak kadar yükseliyorum. alçalmak için sopaya yön vermeyi denediğim sırada bocalıyorum ve tarlaya güvenli bir iniş yapıyorum. sopamın yeterince etkili olmadığını ve beni yol boyunca sağa sola savuracağını, uğraştıracağını düşünüp, üzülerek yoluma devam ediyorum. sopa başımın üzerinde değil, koltukaltıma sıkıştırıp ilerliyorum.

o sırada karşıdan gelen bir kızılderili dikkatimi çekiyor. inanılmaz bir korku kaplıyor içimi. fakat elimdeki demir sopaya ve kızılderilinin elinde hiçbir şeyinin olmamasına ve yalnız gelmesine güveniyorum. bu, ilkokulda tanışılan çocuğa bakıp "hacı döverim ben bunu tek gelse" psikolojisinin yansıması olsa gerek...

beni görmediğini fark ediyorum. başını yere eğmiş gidiyor. hafif bir rüzgar esiyor. ben de "lan nolur nolmaz" deyip ses etmeden, yavaşça yanından süzülmeyi deniyorum. döverim falan ama yine de tırsmışım, hayatımda insan görmemişim ulan. yanımdan geçmesini bekliyorum ama bana doğru yaklaşıyor. hala başı yerde. olduğum yerde duruyorum. beni görmüyor, çarpacak. "ulan gerzek gölgemi de mi görmüyorsun?" diye düşünüp geri çekiliyorum. önümden geçiyor ve sağımdaki tarlaya doğru ilerliyor. başakların(başak mı deniyor lan ona?) diplerini karıştırıp siyah bir kâse buluyor.

korkmuyorum artık, olduğum yerde onu izliyorum. "selam yabancı" diyorum, aynı amerikan filmlerindeki gibi. başını yerden kaldırıp tebessüm ediyor sadece. o yüzü hatırlıyorum ama, sanki tanıdığım birinindi. bu karşılığın üzerine ben de gülümsüyorum ve az önce kullanmama kararı aldığım sopamı başımın üstünde tutarak yine uçmaya karar veriyorum.

yere yaklaştığım sırada anlamsız bir biçimde ayaklarımı çırpmaya başlıyor, bu çırpmanın beni havada tuttuğunu fark ediyorum. "vöeeey!" diye bağırıp(evet kesinlikle ömer üründül'ün sesiyle bağırıyordum, şimdi uydurulmuş bir kısım değil bu) ayaklarımı çırpmaya devam ediyor, 3-4 metre yükseklikte seyrediyorum. resmen yere yakın uçan bir uçağım. hem yürüyor hem uçuyorum gibi bir şey. o sırada arkama dönüp kızılderiliye bakıyorum. tabi sopa da döndüğü için, arkaya doğru ilerliyorum. bir an önce geri dönmem lazım. kızılderiliyi göremiyor ve "lan nereye kayboldu ki herif?" diyerek yoluma devam ediyorum.

hava kararmak üzere. tarlanın sonundayım, şimdi sadece çimen var sağımda ve solumda. bir de deniz. sanırım rüyanın başında alaska taraflarına gidiyordum. sonradan doğu'ya dönüp avrupa'ya ulaşmışım. hehe.

film burada kopuyor işte. bir ağaç bulup, altında oturmaya başlıyorum. affedersiniz, otuzbir çekicem. etrafı kolluyorum. kimse yok.

nah yok! o da ne?! ışık yüzüme vuruyor. üzerinde uçtuğum yolda nilüfer turizm'e ait bir mercedes travego görüyorum. selektör yapıyor. ağacın arkasına saklanıyor ve otobüsü inceliyorum. "bursa'ya gitmiyo mu lan bu?" dedikten sonra otobüsün uzaklaşmasını bekliyorum ama olmuyor. otobüs bana yakın bir noktada duruyor. içinden iskeletten hallice bir zenci çıkıyor. kemikleri birbirine yapışmış vaziyette. üzerinde hiçbir şey yok. cinsel organı ya da yüzü de yok. insan suretinde ama ne gözleri, ne kulakları, ne vajinası, ne pipisi var. ete bürünmüş bir kemik.

elinde kahverengi bir bavulla iniyor ve denize doğru ilerliyor. gözden kayboluyor. havanın kararıyor olmasının da verdiği ürpertiyle, "hacı kalk gidelim, otsbir çekecem diye ölücen burda" diyorum ve muhteşem bir sınavı başarıyla geçmiş sayıyorum kendimi. can derdi, pipiden üstün geliyor ve sopayla, hiçbir şey görünmeyene kadar uçuyorum.

hiçbir şeyi görmüyorum gece karanlığında. bir yıldız bile yok. ay da yok. iniş yaptığım yeri elimle yokluyorum. kumluk bir alan olduğunu fark ediyor, şöyle ayağımla bir temizledikten sonra uzanıyorum. uyandığımda kendimi çölde buluyorum. kaktüsler falan var. deniz de yok artık. "gece karanlığında saptık herhal" diye düşünüyor, bulunduğum yerden dümdüz sopa eşliğinde gitmeye devam ediyorum. avrupa tarafına gitmem, amerika'nın doğusuna yaklaşmam bu şekilde başlıyor sanırım.

günlerce durmadan, olay yaşamadan, kimseyi görmeden manyak gibi uçuyorum. su ve yemek ihtiyacımı nasıl karşılıyorum dersiniz? karşılamıyorum. rüyamda öyle bir durum yok. bize artist olarak gelmez o işler. her neyse. uçuyor, uçuyor ve sonunda denizi görüyorum. bildiğim yere gelmenin sevinci var içimde. bir yandan da "bu ne lan günlerce uçtuk aynı yere geldik mnı skiyim, bu kadar mı bizim yaşam alanımız?" diyorum.

ilk gördüğüm yer büyük okyanus tarafıydı, şu an gördüğüm yer atlas okyanusu. bu farkı o zaman anlamıyorum tabi. kıyıya yaklaştığımda bir liman ve işçiler görüyorum. ağlamaya başlıyorum ama sebebini rüyada bile anlamadım. bildiğin, bıyıklı, ayağında bot, kafasında şapka olan liman işçileri var. yanlarına gidiyorum. bu insanlardan korkum yok. boxer ve demir sopayla ilginç bir görüntü çizsem de beni aralarına kabul edeceklerinden hiç şüphem yok. (rüyanın ilerleyen kısımlarında bu işçilerin yüzlerinin görünmediğini yazmışım. aynı zenci gibi, bunların da ağızları burunları bilmem neleri yok. yüzünü görmemekten kastım o. bıyıkları var ama. mario gibi. ayrıca düzelteyim, elimdeki süpürge değil demir sopa. süpürge sopası diye kalmış aklımda, ondan öyle yazmışım.)

"merhaba yoldaşlar!" diye fantastik bir giriş yapıyorum. kafasında şapka değil de kask olan, iyi giyimli iki genci gözüme kestiriyorum. selamımın karşılığında kimseden bir şey duymadığım için, bu ikisiyle tanışmamın daha iyi olabileceğini düşünüyorum. yanlarına gidip kendimi tanıtıyorum. söylediğim tek şey, "günlerdir seyahat ediyorum, sonunda buraya geldim. sizin gibi birkaç canlı daha gördüm ama gözüme korkunç göründüler. siz öyle değilsiniz. benim gibisiniz" oldu. beyaz-siyah ayrımı yapmayan bir insanım, rüyamda neden kızılderiliyi ve zenciyi "korkunç, ayrı" olarak gördüğümü bilmiyorum. ama bu adamlar beyazdı, aynı benim gibiydiler.

rüyanın ilerleyen bölümlerinde, garip olanın kızılderili ya da zenci olmadığını anlamıştım. limandaki adamlar faroeliydiler. evet oradan olduklarını söylüyorlardı. bahsi geçen yerin neresi olduğunu bilmiyordum ama adını duymak bile beni sevindirmişti. oraya gideceklerini söylediklerinde, "ben de gelebilir miyim sizinle? burası çok küçük ve berbat bir yer" diyordum. "ulan gerizekalı, günlerce yolculuk ettin, hala küçük diyorsun. hem ilk gördüğün deniz büyük okyanus'tu. oradan buraya bi' haftada gelmişsin, hala konuşuyorsun. piç." demediler. belki onlar da bilmiyordu.

çok sevindiler bu isteğim üzerine. bir an "bu adamların sopası olmayabilir" diye düşündüm. ben denizi sopayla geçebilirdim ama bu adamlar benim sopama sığmazlardı. ve eğer onların sopaları yoksa, gidemezdik. onların da bu konuda bir fikri yoktu. yanıma direk gibi diktiğim ve dayandığım sopama bakıyorlardı.

ne işe yaradığını sorduklarında olayı açıkladım ve tekme tokat girişmelerini bekledim. fakat adamlar gayet sevinçliydiler. limandan buldukları sopayla benimkini kaynakladılar. evet evet.

toplasan 5-6 kişi var limanda. ve onların da suretleri belli değil. "insan" konumundaki 3 kişi ben ve bu adamlarız. liman dediğim yerde gemi ya da makina falan yok. dolanan 2-3 acayip tip(ki dediğim gibi, yüzleri falan görünmüyor) ve biz. ama kaynak falan yapıyoruz.
--
işim var hacı şimdi. hehehe. isterseniz, "yaz meister yaz!" derseniz gerisini de yazacağım. ya da neyse ya, bu kadar işte. sonra faroe adaları'na gidiyoruz, kertenkele araştırıyoruz, evler falan var, sopayla onları yıkıyoruz. son olarak esenler otogarı'nda simit yerken buluyoruz kendimizi. öyle.

faroe adaları'ndan istanbul'a gelene kadar 300 sene boyunca bir evden kurtulmaya çalışmıştık, onu da belirtmeden geçmeyeyim sözlük. bilirsiniz, zamanında rusya çamurlu, boklu yer olduğundan toprak uzun bina tutmazmış. binalar da yatay yapılırmış. yani 10 katlı apartman gibi değil de 2 katlı apartman gibi. ama gökyüzüne yükselmiyor, yerde uzanıyor.

kurtulmayı çalıştığımız ev de öyle bir yerdi. dinlenmek için girdik. kapılar ve pencereler duvara dönüştü. sihirli sopamızla 300 sene her dairesini kırarak kurtulabildik. tam da ortasına düşmüşüz, kestirmeden çıkışı da yok ki. bir duvar kırıyorsun başkası geliyor.
arkadaşımın o zamanlar içerisinde bulunduğumuz oks stresindenmidir nedendir artık(başka mantıklı bir psikolojik bozukluk nedeni bulamıyorum.)gördüğü ömrüm boyunca duyduğum en saçma rüya.
düdüklü tencerenin içinde pişen et birden fırlayıp balkondan kaçmaya başlıyor ve tüm aile etin peşinde seferber oluyor.
evet evet.
et...
çok fazla cnbc-e izlemenin sonucuna dayandırdığım bir rüyadır.
ted ve ben hızlı bir şekilde caddeden geçmeye çalışıyoruz. eğer saatte 30 km hız yapacak şekilde geçmezsek, kilisedeki büyük doğum günü pastasından yiyemeyeceğiz. bir yorganı ikimiz beraber tutmuşuz ve elimizde yorgan geçiyoruz. geçerken bir yandan da kendi aramızda konuşuyoruz. konuşurken de rüyamda önce sarı, sonra beyaz renk alt yazı geçiyor.***
rüyada inci sözlük ilköğretim okulu görmektir herhalde.*
bildiğin gandalf la fındık topluyordum. yanımızda bir de hobbit var, üç kişiyiz. biri dal eğiyor, ikisi topluyor falan. akabinde hava kötüleşiyor, sağanak başlıyor. gandalf kaldırıyor asasını gökyüzüne, iki okuyor bir üflüyor hop! yağmur felç.

rüyamda ise bu yağmur olayından sonra aklımdan geçirdiğim şu:
- iyi ya patos`a gerek yok gandalf varken.

bu ne lan.
rüyada dinazorların beni kovalaması.
rüyada yabancı aktör veya aktrislerle türkçe konuşmak buna bir örnek olsa gerek. öyle bir şey ki türklerle bırakın samimiyeti alakası olmayan insanları türkçe konuşturabilen bir bilinçaltım var.
(bkz: rüyada yabancı oyuncuların türkçe konuşması)
leonardo dicaprio doğum günü partime geliyor.onu eve götürürken bizim evin yolunu taksiciye o tarif ediyor,paris hilton bizim eve yatıya kalmaya geliyor ve evin muhabbet kuşuna sırılsıklam aşık oluyor...georgenin(bizim mb.)mürvetini görüyoruz...
cennet mahallesinde çağla şikelle sevgili olduğumu ve alişanın bana bakıp mırıldanarak küfür ettiğini görmüştüm.
güncel Önemli Başlıklar