bugün

çoğu zaman istenilen hal...
nereye gidersek gidelim hep döndüğümüz handır,
yalnız adam, her hikayenin sonunda yalnızdır...
ne bir taraftar , ne bir vatandaş. ne bir komşu, ne bir arkadaş. ne bir kul ne de bir oğul. ne bir eş, ne de kardeş. gömleksiz, sıfatsız, meskeni sokak, hayata protest, yorumlara dumur olmaktır.
(bkz: yanlizlik ömür boyu)
her ne kadar allah a mahsus bile olsa, hepimizin bir dönem yaşadağı ve de hala yaşaması muhtemel histir.

acıdır, kanatır ama sağlam çıkılabilrse bir daha su geçirmez olur insan.
--spoiler--
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin...
--spoiler--
*
sevilmiyorsun da üzülmüyorsun da. sadece sıkılıyorsun.budur işte. kimisi yapar hesabını kitabını ve seçer bunu. kader değildir. tercih meselesidir.
can yoldaşın olmazsa olmasın,
yalnızım diye hayıflanmayasın..
eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi
bir anne şefkatine musavi*..
üç adım ötede deniz
dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz.
bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara
ağaç yaprak verir, sır vermez rüzgara
ve kış yaz,
dalda kuş eksik olmaz
dağ başında duman..
yalnızlık nedir goreceksin,
öldüğün zaman.

cahit sıtkı tarancı
yatağının soğuk yanıyım ben. sabah kahvaltında masadaki boş sandalyede beni görebilirsin. yüzümü aynalarda görürsün sadece, aynalarda konuşurum seninle. sınava çalışırken merak ettiğin soru olurum soramazsın kimseye. yol arkadaşınım ben: sırtındaki okul çantası, ayağındaki ayakkabı. orhan veli mısralarıyım, yalnızlık temalıyım.
sevmediğin insanlara attığın sahte gülümsemenim. ev arkadaşınım: mavi, kareli pijamanım. düşündüğünde mutlu olduğun fakat asla gerçekleşmeyecek umudunum, yalanım. tutamadığın gözyaşınım ve asla karşına çıkmayacak olan sevgilinim, hayallerinim. geceleri kafanı kaldırıp yıldızlara baktığında, "kaç kişi benimle birlikte düşünüyordur acaba" diye geçirdiğinde aklından, ben aslında olmayan o kişilerim. kullanılmamaktan paslanan kapı zilinim. etrafındaki saydam kalabalığım ben. maçlarda zorla kaleye sokulduğunda sana gelmeyen topum. sana en iyi davranan kişiyim: bakkalınım. dışarı çıkmak istediğinde aradığın en iyi arkadaşının telefon numarasıyım, yokum. yediğin tek kişilik balığın yanındaki rakı, dinlediğin şarkıyım. aklında olan ama kimseye söyleyemediğin şeyim, anlatamadığın arkadaşın da benim. doğum gününü unutan annenim. ben senin ölüm korkunum. telefonuna gsm operatöründen gelen mesajım. tercihin değil mecburiyetinim.

yalnızlığınım.
Ayhan Bey:Faruk gerekli görüşmeleri yap,bana en geç iki gün içinde dön.
Finans Müdürü Faruk Bey:Anlaşıldı Ayhan Bey.
Sekreter:Ayhan Bey,iş Bankası’ndan aradılar.Yarın için bir randevu aldılar.
Ayhan Bey:Off ya.Ya kardeşim yarın bayramın ilk günü.iptal et.
Sekreter:Yalnız Ayhan Bey.
Ayhan Bey:iptal et dedim Nagihan.
Nagihan:Randevuyu dünkü kazanamadığımız ihale için aldılar.
Ayhan Bey:Hiyy.Sakın iptal etme o zaman.Yarın en erken saate görüşmeyi ayarla 9-10 gibi başlasın.Bütün gün sürebilir görüşmeler aman dikkatli olalım arkadaşlar yarın.

Galip amca bayram sabahı çalar saatin sesiyle yedide uyandı.iki kişilik yatakta tek başına uyanmanın verdiği hüzünle sağa sola hızla vuran demiri tek eliyle yakaladı ve durdurdu.Allah diyerek esnedi.Eşi Şahende Teyzeyi kaybedeli dört ay on gün olmuştu.Şahende Hanımın çekmeceliğin üzerinde duran gülümseyen fotografını titreyen avcunun içine aldı öptü ve şöyle dedi:’Sensiz ilk bayramım hanım’.Birazdan gideceği bayram namazı olmasa onu hiçbir güç kaldıramazdı bu soğuk ve yalnız yatağından.Çok uyuduğundan değil kesinlikle depresyondan.

Galip Amca yüzünü yıkarken kırık aynaya takıldı gözleri.Gözlerinin her iki yanındaki kırışıklıkların arasında sıkışan su damlacıkları yüzünden göz yaşı gibi aşağı damlıyordu.Şahende Hanım olsa çoktan kahvaltıyı hazırlamış ve bayramlık havlusu elinde kapı eşiğinde bekliyor olurdu.Kapının arkasında asılı beyaz kirli havluya güç bela uzandı Galip Bey.Ağır adımlarla mutfağa doğru ilerlemeye başladı.Mutfağın ışığını yakması gerekiyordu dışarda hava çok kötüydü bu yüzden de ev karanlıktı.ilk kez bir bayram sabahı sakal tıraşı olmamıştı.Sakal tıraşı olmayı unuttuğundan değil depresyondan.Bayat ekmeğin arasına sürdüğü zeytin ezmesinden bir ısırık alan Galip Amca, hıçkırarak ağlamaya başladı.Ekmek de ıslanmaya başladı.Şahende Teyze olsa ıslatırdı kuru ekmekleri çöpe gitmesin tekrar yenilsin diye.Onun bu tasarrufu hoşuna giderdi Galip Amcanın.Ekmeğini bitiren Galip Amca, Şahende Teyze’nin yıllar önce salı pazarından aldığı eski tip sürahiye güç bela uzandı.Tansiyon ilaçları bonibon gibiydi ama çocukların ulaşamayacağı yere koymasına gerek yoktu çünkü tek oğlu Ayhan Bey’di.Dün kapıcıya aldırdığı şekerleri açtı ve bakır tepsinin içine doldurdu.Namaza gidecek morali yoktu.O kalabalığın içine karıştıktan sonra eve dönüp bu yalnızlığa boğulmaya da dayanamazdı.Zaten Allah’a ne diye dua edecekti dört ay on gündür ölmeyi istiyordu.Koltuğunu camın önüne çekip Ayhan Bey’in geçen yıl getirdiği purolardan yaktı bir tane.Bir ay önce girdiği baypas ameliyatından sonra değil sigara içmek, sigara içenlerin yanında bile durmaması gerekiyordu.Perdeyi sonuna kadar açtı.Yağmur damlalarından ikisi camdan aşağı akarken kesişiyor ve birleşerek akmaya devam ediyordu.

Dışarıda bir günlük bir telaş vardı.Çocuklar elinde siyahlı beyazlı torbalarla gruplar halinde kapı kapı geziyorlardı.Galip Amca eski bir albüm aldı eline purosu bitince ve kapı çaldı.Galip Amca, Ayhan gelmiş olmalı diyerek dışarıyı seyretmeyi bıraktı ve olabildiğince hızlı bir şekilde sevinçle kapıya doğru yürüdü.Kapıyı açtığında biraz bozuldu.Yedi sekiz çocuk ‘bayramınız kutlu olsun amca’ dediler.Onlara bakır tepsiden şeker tutarak zoraki başlarını sevdi ve kapıyı kapattı.Çocuklar tam anlamıyla olmasa da ortamı biraz ısıttılar.Galip Amca az önceki koltuğuna oturdu ve albümün ilk kapağını açtıktan sonra bir puro daha yaktı.Albümün ilk sayfasındaki bir fotografta, üç yaşındaki Ayhan Bey’in yaptığı kumdan kalenin arkasında Şahende Hanım ve Galip Amca gülümsüyordu ve Ayhan Bey avuçlarıyla kalenin duvarını tamamlıyordu denizin kenarında.Fotografın hemen altındaki başka bir fotografta Galip Amca askerdeydi.Komutanının verdiği iki saatlik görüşme izniyle kışlanın bahçesinde kucağında Ayhan Bey’i tutuyordu.Bu fotografta Şahende Hanım yoktu çünkü fotografı çeken Şahende Hanım’dı.Kare bir anda canlanmaya başladı.Ayhan Bey Galip Bey’in kucağından yere atladı ve annesine doğru koştu.Babasının üstündeki elbiseleri yadırgayan Ayhan Bey, annesine sarılarak ağlamaya başladı.Fotografta şimdi Şahende Hanım da vardı.Zihnindeki bu kareleri tamamlamaya çalışan Galip Amca birden öksürmeye başladı.Bu keskin ve süregelen öksürük ölümün habercisiydi sanki.

Tüm umutların tükendiği ve artık yapacak hiçbir şeyin kalmadığı bir anda insanın yüzünden, peşini istemdışı hıçkırıklarla beraber ağlamaların alacağı küçük ve ıslak bir tebessüm düşer yere ve parçalanır.işte o an yaşama karşı güveninin kalmadığı bir kriz anıydı Galip Amca’nın.Kendine mukayet olmalıydı en azından ağlamamalıydı çünkü ağlamak sana sarılacak ve seni teselli edecek biri yoksa yanında, acı veren büyük bir sulu düşman haline geliyordu.Albümden üç dört sayfa bakmadan çevirdi.Dışarıdan torpil sesleri yankılandı.Galip Amca tam albümü kapatıp kenara koyacakken siyah beyaz bir fotograf ilgisini çekti.Fotografta Galip Amca halasının kucağındaydı.Ön sırada sandelyede oturan halası amcası babası; arka sırada annesi anneannesi abisi ve diğer amcası vardı.Galip Bey hariç fotograftaki herkesin ölmüş olması puroyu daha bir iştahla içmesine neden oldu.Aralıksız ve keyifsizce içilen, zevk vermeyen, mutsuzluktan kaynaklanan neşesizliği azaltan kalın bir ölüm bacasıydı elinde tuttuğu bu puro.Onu o fotografa adım adım yaklaştırdığını hissettiren çekişler ve peşine engellenemeyen ağlayışlar.Dışarıdan gelen bir patlama sesi daha.Ara sıra apartmandan gelen merdiven çıkan ayak sesleri Galip Amcanın evinin önünden hep transit geçiyordu.Birileri diğer evlere bayram ziyaretine geliyordu.Bunu değil bilmek düşünmek bile Galip Amca’ya acı veriyordu.

Evde sadece duvardaki büyük saatin ‘tik tak’ sesi vardı.Saat ona geliyordu ve Galip Amca yaklaşık iki saattir camın önündeydi ve birden kapı çaldı.Göz yaşlarını elinin tersiyle silerek sendeleye sendeleye kapıya doğru koştu.‘iyi bayramlar,çöpün var mı Galip Amca’ diye bir kapıcı sesi!Galip Amca’nın çöpü yoktu çünkü evde bir yaşam yoktu ama ağlayan kocaman bir yüreği vardı onun.Emekli öğretmendi kendisi.Anadoluyu köy köy bucak bucak gezmişti.Zaman zaman bunaldığı o çocuk gürültüsünden yıllar yıllar sonra, çok yalnızdı.
''yalnızlık paylaşılmaz
paylaşılsa yalnızlık olmaz...
özdemir asaf'':canan tan/en son yürekler ölür.(baş sayfa yazısıdır.)
beklenen geldiğinde kalabalık olmaktır yanlızlık.
bazen yanınızda sadece onun olmasını istediğiniz bir dost, bazen de göğüs göğüse çarpıştığınız bir düşman olur kendileri. öyle özlersiniz ki onu bazı zamanlar sadece onunla konuşmak, onunla bir şeyleri paylaşmak isteyip, ondan hariç her kişiyi gereksiz görebilirsiniz.. onun her daim size sadık kalacağını bildiğiniz için bazı zamanlar ise o yalnızlığı yalnız başına bırakıp atarsınız kendinizi sokağa, o ise beklemektedir sizi köhne odanızın bir köşesinde ağlamaklı.. ama haberdar değilsinizdir onun bu halinden, acı bir öfke duyarak kendisine, kendi başına bırakırsınız onu... ama gün bitip yine o karanlık odaya döndüğünüzde sizin nefretinize nazaran o yine bekler sizi kollarını açıp, sarılacaksınızdır ona başka çareniz olmadığından ve olamadığından.
zararın neresinden dönsem karşımda eski bir tanıdık, bazen sonsuz huzur, bazen lanet olası bu yalnızlık.
bir de, kalabalık bir çevren varken yanlız kalmaktır. en kötüsüdür ve ürkütücü olanı. evde yanlızken duyulan çıtırtı patırtıdan bile daha ürkütücü. somut tedirginlerden daha aşılmaz.
çok lüks bir şey olsa gerek. hayatımın hiçbir döneminde elde edemediğim şey. bugüne kadar yalnız olmayı istememiştim sanırım. ama artık istiyorum. yalnızlık, düşüncelerim ve ben. sadece ben. saçma sapan konuşmalarıyla kafamı şişiren kimse değil. en yakınım olanlar değil. ben ya. ben. belki bi de o. evet evet bi de o olsun. o ve ben. onlar olmasın ama. o olsun. yalnız sayılmam belki o zaman. ama bilmiyorum işte. o ve ben olalım. yalnızlığın öylesi güzel.
tanım: güzel şeydir.
evrende aslında yalnızlık yoktur , insan yalnızlığını kendi yaratır.
cekenin bilecegi pis his.
'yalnızlığa elbet alışır bedenim yalnızlıkla belkide başa çıkabilirim sensizlik benim canımı acıtan' diye devam candan erçetinin o muhteşem şarkısını aklıma getiren kelimedir yalnızlık...
uzun süreli olursa keder, kısa süreli olursa keyif veren bir başınalık.
bir sivas kangal köpeğinin o devasa cüssesine hiç yakışmayacak bir kaniş yavşamasıyla yalanarak ve sürünerek yaklaşması, başını dizlerinize koyarak hüzünlü gözlerini gözlerinize dikmesi hadisesidir.
huznunu tasa topraga, sevincini goklere anlatmaktir. kendinden sikilirsin.
her insanın bir zamn ihtiyaç duyduğu, ama fazla uzatılmaması gereken durumdur.
Aralık ayının sonlarına doğru... Kuru bir soğuk dudaklarımı çatlatırken baygın ama kuvvetli adımlarla ilerliyorum kaldırımda. Yer yer bıçak gibi keskin rüzgar beni tokatlıyor ve ardından bir de kahkaha çarpıyor suratıma. Ne büyük bir utanç kaynağı. Saçlarımın oradan oraya uçuşması rahatsız etmiyor ama bu keskin soğuk gene göz bebeklerimi yakıyor, deliyor ve geçiyor acımasızca. Atkımı ne kadar sıkı dolasam da olmuyor, üşüyorum tanrım. Ellerim öylesine buz kesti ki sıkmaktan tırnaklarım da kalbim gibi parça parça oldu artık, titriyorum. O kadar çok titriyorum ki içimdeki bu kırık parçalardan bir takım sesler geliyor kulağıma. Bir ağlayış, bir yardım çağrısı gibi çaresiz ve uzaktan geliyor. içimdeki en uzak kıyıda uğultulu rüzgarlar esiyor tekrar. Durdur şunu tanrım.
Her dükkan farklı bir yüz oysaki. Kastım vitrindekiler. Oradan bana gözünü diken eşyalar, bazense kapıdan dışarıyı süzerken beni farketmiş ve gözünü üzerime ucu sivri bir mızrak gibi dikmiş, saplamakta ısrarcı dükkan sahipleri. Kafalarındaki ''Kim bu ucube?'' düşüncesini görmezden gelmek kolay olsa da, yüzlerinden okunanları yok saymak o kadar da kolay değil benim için. Onlar bana bakınca göz kaçırmam gerektiği hissine kapılmak ve bu his ile savaşmak inan hiç kolay değil. Dükkan sahiplerinin tek sorun olduğunu söyleyen kim ki? Ve ya şu kenarda usul usul ney üfleyen kör ihtiyarın? Asıl bu sokakların sahibi o olmuş, her şeyi bilen ve insanlar tarafından kucaklanan o olmuş. Asıl kör ben olmuşum. Gözleri ne kadar iyi görse de önüne kalın bir perde çekilen kör. Kırılmış kalbiyle önüne ışık tutmaya çalışan garip, yorgun, yalnız kör ben olmuşum. Bu kaldırımdaki tek arkadaşı rüzgar olan ben. Belki de bu şehirdeki tek arkadaşı rüzgar olan ben, kör olmuşum.
Akşam saatleri kafaya vurunca ellerimden daha soğuk bir banka oturmamı fırsat bilen karanlık üç beş kara dostuyla beraber tepeme çökmüştü. Sigara yakmıştım az önce, kafamı kaldırdınca gördüğüm, o lanet ile bir bütün olmuş gökyüzünün bana kaşlarını çatıyor, gürlüyor olmasıydı. Umursamadım ve bir nefes daha aldım. O ise devam etti. Şiddetini git gide arttırarak bağırıyordu. '' Susmak erdemdir.'' derler ya, mühürledim dudaklarımı. Kocaman göz bebeklerimi onun derin, koyu maviliğine diktim ve sokak sessiz bir gürültüye gömüldü.
Pek uzun sürmedi kasvet, üç ya da dört sigara kadar olacak. Kara öfke çekip giderken ardında yıldızları ve akşamın huzurunu bırakmıştı. Bu kadar çabuk mu vazgeçmişti benden? Bundan on dakika sonra yanılmadığımı farketmiştim. Uzun zamandır oturuyordum ama zaman sanki suydu, ve bu su öylesine sıcaktı ki kalkmak istemiyordum. Geri dönen kara öfkeye kaldırdım başımı tekrar. O kadar öfkeli olmayacak ki gürlemedi bu sefer. Biraz mahçubiyet sezmiştim onda. Elimdekini söndürdüm ve bilinmezliğe ilk adımımı attım nereye gideceğimi düşünmeden.
Birisi yakandan düşmüyorsa aklına gelecek bir takım şeyler olacaktır illa ki. intikam, çıkar gibi şeyler mesela. Bunlar olumsuz emellerin sembolüdür gözümde. Ama şuan peşimden gelenlerin derdi bu ikisinden biri değil, hissediyorum. Bu bulutların derdi başka. Bana ulaşmak istiyorlar. Gönüllerinde bir iyi niyet, bir mahçubiyet saklı, tıpkı demin sözünü ettiğim gibi. Bu kadar kör olan ben, belki de bunu görebilen tek kişi olan ben, bu kaldırımda tekrar yalnızım. Demek ki görmek yetmiyor tanrım, sadece bilmek yetmiyor. Hatta bilen tek kişi olmak bile yetmiyor...
Rıhtım'a inmiştim. Kadıköy'ün akşam saatlerine ne derece hasta olduğumu en iyi kaldırımlar bilirdi. Neredeyse tüm halk oturmuş rakı içiyor, balık yiyor,hayatlarını zevklerinin peşinde koşarak sürdürüyor. Ben de huzurun peşindeyim ya, bulutlar da benim peşimdeler hala. Peki ya benim zevklerim? Onlar yok. En azından artık yok. Eskiden de olduğu pek söylenemezdi. Şanssız doğan her insan gibi ben de hayatım boyunca zorluklarla boğuşmuş, hırpalanmıştım. Rüzgar yüzümü kesip atmış, göz yaşlarımı dondurmuştu.
Denize bir metre vardı. istesem kendimi bir kaşık suda boğardım. Ama ''intihar kolaya kaçmaktır, bunu herkes yapar.'' lafını kullanarak yıllardır zor olandan kaçtığımı asla kabul ettiremezdim kendime. Kayaların üstündeki yosunlar kötülüğün rengindeydi, yeşil. Az ilerisinde, hemen önümde sonsuz bir ayna vardı, kusursuz. Ama baktım mı beni değil, anamı babamı, yahut içimden taşıp gökyüzüne doluşan o sonsuz umutsuzluğu yansıtan ayna. Baktım mı kendimi görmeyi dilediğim, ama göremeyince de suçu kör olmama attığım o yüca ayna.
Kötülüğü ayaklarımın altına alıp aynanın karşısında en büyük düşmanlarımı parmaklarımın arasındaki tek bir noktada toplarken düşünüyorum. Şimdi onlara hesap soracağım tanrım. Yalancı şahitleri süzüyorum bir yandan da. En yukarıdan izliyorlar bizi, hatalara nasıl hesap sorduğumu, suçluların can çekişlerini ve ölüşlerini. Tüm suçlular yanıp kül olduğu zaman cesetlerini denize atıyorum yüzümde bir zafer ifadesi ile. Gökler onların utançlarının dibini bulmasını izlerken gözyaşlarını tutamıyorlar. Tüm günahları tek tek aynanın üzerine çarpıyor. Son kez rüzgar esiyor suratıma doğru, bu sefer gözlerimi kapatıyorum derin düşüncelere.
Her günah bir göz yaşı getirir. Bu sefer yaşı akıtan acı çeken değil, çektiren. Bu sefer denizin dibini bulan benim yaşayan ruhumun cesedi değil, katili. Bu gece Rıhtım çok farklı. Çünkü bu kez ellerini günaha bulayan ben herkesin kör sandığı mahluğun ta kendisiyim.
dışarıda cıvıl cıvıl kuşlar öterken evde tek başına oturmaktır. yapacak birşey bile bulamamaktır.