bugün

bu filme entry girmemiş olduğuma inanamadım. sadece isim olarak ortalarda dolanıp imdb de derece yapmadığı günlerde müzikle ilgisinden merak edip izlemiştim. o günden bu yana da, hadi şu sahnesine bakayım ama bi başından göz atayım diye izlemeye başlayıp en sonuna kadar kaç kere izledim hatırlamıyorum bile.

filmde karakterlere fazla derin girilmemiş olması aslında bir eksiklik gibi çok yorumlanmış. benim bakış açıma göre, film basit bir denklem üzerine kurulu ve kendi denklemi dışında detay işlemediği için yoruma açık bırakıyor. bu hali de filmi daha evrensel yapıyor; bu kadar farklı insanın kendinden birşeyler bularak bu kadar beğenmesi veya o denklemi özümsemeyen veya hayatı boyunca benzer deneyim-çabaya girmeyenlerin de kötülemesi diye yorumlamam doğru olur bence. karışık anlattım biraz daha netleştireyim.

temel denklem dediğim şu: bir işle ilgili ustalaşmanın yolu çok ama çok çalışmaktır. karşına çıkan engelleri, bu engel kendi eğitmenin de olsa aşmanın yolu çok çalışmak ve kararlı olmaktır.

sanıyorum bir işle ilgili ustalaşmak istediği sırada karşısına onu fazlasıyla zorlayan otoriter bir eğitmen, öğretmen, yönetici çıkanlar bu filmden kendilerine birşeyler bulacaklardır. böyle bir çabaya kendi sınırları haricinde girmemiş, hayatında bir uğraşı olmayanlar filmden sıkılacak, kendisinin zorba olduğunun farkında olmayanlar fletcher ı karikatür bulacaklardır. bundan sonrasında yer yer filmden parçalara atıflarım var, ama büyük ipuçları ve sürprizleri açık etmeden yazacağım.

diğer detayların da eksik işlenmesi aslında neyman la özdeşleşmeyi kolaylaştırıyor. fletcher zorba ve tutarsız birisi. fark ettiyseniz, yanlışa yönlendirmesi sık olan bir karakter. şu saatte gel dedikten 3 saat sonra provanın başlaması, ölen eski öğrencisinin ölüm sebebindeki tutarsızlıklar, akordu bozuk enstrümanı bilmesine rağmen bunu farklı bir amaç için kullanması.. dolayısıyla fletcher ı gerçek ve yer yer haklı bulanlar fletcher ile özdeşleşenler değil, uğraşıyla ilgili otoriterlik ve zorbalığa maruz kalanlar olacaktır.

oysa neyman daha belirgin bir karakter. annesinin erken yaşta onu bırakmış olması, babasının anne rolünü ve kendini beğendirme ve model olarak dışarıdan bir figürü görmesini mantıklı hale getiriyor. müziği benimsemiş, yetenekli olduğunu biliyor ve bu haliyle kendini ortalama insandan.. aslında karşılaştığı hemen herkesten üstün görüyor. egosunun paçavraya döndüğü anlarda deliriyor çünkü o kendini beğenmişliğin günlük hayatta hiçbir karşılığı olmadığı, hayatının tamamını ipotek ettiği uğraşın tek bir insanın takdirine ulaşmaktan ibaret olduğunu göremiyor bile. ki bunu fletcher ona itiraf ediyor, benim hiç bir charlie parker ım olmadı diyor. ama işte bir kere kendini ispata girişip ne olursa olsun o insanın takdirini kazanabileceği potansiyeli olduğunu düşünüp bunu bir meydan okuma haline getirdiğinde insanın gözü hiçbirşey görmüyor. ki filmin sonu böyle bir yere bağlanıyor.

benim ayrıca bu insanların sınırlarını zorlama işiyle ilgili itirazım var. aslında bugünlerde bu konsept ile ciddi sorunlarım var çünkü takdir ve övgü bizi mutlu bir insan yapacakken takdir ve övgü alan insanların çok az kısmı kendini çok zorlayıp aşma çabasında. o yüzden o çabaya baştan girmek istemiyor insan. belki de o yüzden büyük efsane müzisyenler yetişmiyorlar çünkü birisini gelmiş geçmiş en ilan etme gücü elinde olanların işaret etmesi yeterli bu kişileri. peki hayatta kalmak için maddiyatın olmazsa olmaz olduğu ve sesini duyurma imkanı çok sınırlı olduğu yerde nasıl yeşerecek yetenekler? işte bu sorunun yanıtı tartışmalı, yani ne olursa olsun azimle çalışmak lazım diyen de haklı, bu kadar kendi paralamaya gerek yok diyen de haklı. yeter ki bunu diyenlerin kendi ispatını yapacak hikayeleri var olsun. çünkü çok çalışmak lazım diye salık verip birilerinin işini kolaylaştırmasıyla yol almış insanlar yanlış yönlendirme yapıyorlar.
işini kolaylaştıracak çevresi olmayan, iyi kötü varsa da üzerine gitmeyi doğru bulmayan, hayatla ilgili tek bildiği ilerleme yolu elindeki işe sarılıp çabalamak olan, fark edilmek için ekstra çaba sarf etmeyen ne çok insan, bu yanlış yönlendirmelere maruz kalıp hayalkırıklıklarına uğruyorlar. belli yere rahat gelmişler için hayat mücadelesini adil ilan etmek kolay tabii. ama arkalarında bıraktıkları enkazlar ne olacak? hayata küsmüş, hayalkırıklıkları olan, kendini tek uğraşa yoğunlaştırmış, ekonomik sistemin içerisinde kaybolan veya ezilenler? onlara tek mesaj: daha çok çalış, zirvede değilsen az çalışmışsındır. Buna itirazım var. işe yaramadığı için değil, tek yol olmadığı gizlendiği ve kolay mesafe alanların varlığı inkar edildiği için.

ama şunu beğendim, evet hayatımızda fletcher gibi bir tiple karşılaşıp onu yenmemiz gerekebilir. bunun için onun mücadelesinden galip gelmek gerekiyor olabilir ve bu durumu etrafımızdaki tek bir kişi bile anlamamış olabilir. burada mücadeleden galip gelmenin ustalaşmayla harmanlanmış kendine güven olduğunu söylüyor, bu kısmı doğru. Doğru olmasına doğru da, insan sonrasını merak etmiyor da değil hani. Bak burası tam spoiler:

--spoiler--
ya sonra? konser bitiminde ne olacak? newman bateri çalmaya devam edecek mi? fletcher bu kadar şeyin üzerine hadi oğlum koçum benim diyebilir mi? demiş olsa birlikte yola devam ederler mi? newman bu durumdan ne çıkartır?

--spoiler--

dolayısıyla filmin sonu güzel ama bir adım geri atıp baktığın zaman çok da iyi bir son değil. beğeni anlamında değil, karakterlerin akıbeti anlamında. kaldı ki benim bir komplo teorim var ve son bölümün bir kısmının gerçekte yaşanmadığının da ihtimali olduğunu düşünüyorum. buraya yazmayacağım.

son olarak, gelenek bozulmasın şu fikir belirtme konusu üzerine ben de birşeyler yazayım. (bkz: kendi zevki dışındakini beğenmeme sorunsalı)
basit bir hikaye nasıl özgün ve akıcı bir senaryo olur sorusunun cevabı. jk simmons ve miles teller muazzam oyunculuklarıyla hikayeyi götürüyor. muhtemelen miles teller'in ismini ilerde daha sık duyacağız.

bunun yanısıra film bir başyapıt kesinlikle değil fakat sonuna kadar sizi sürükleyen, zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağınız bir müzik şöleni. izleyin ve cazın tadını çıkarın!

"if you don't have ability you wind up playing in a rock band!"
o sondaki gözgöze gelme ve gülüş sen oldun bakışı.

gerçekten bir filmden bu kadar etkilenmedim "the fall" dan sonra.

bateri çalan biri olarak belki ama filmin bateri ile ilgisi yok.
" aferin evlat - tan daha zarar verici bir cümle yoktur" repliği ile zihnime kazınan film.

Çocuğun anasını avradını şey etti ruh hastası. Böyle manyaklara denk gelmeyeniniz var mı?
Filmin en sevdiğim tarafı, vermek istediği mesajları güzel bir şekilde "zip" leyip bize sunması ve oyunculuklar tabi. Herşey kararında filmde.
müzikal ağırlıklı drama, hatta bence müzik sadece bir araç, bu film bildiğin drama.

o yüzden müzikal sevmeyenler de gayet haz alarak izleyebiliyor.

jonathan simmons'u yine bir oç rolünde izlemek ise ayrı bir keyif elbette.

(bkz: Vern Schillinger)
ben bu filmde canlandırılan tipteki eğitmenleri motive edici buluyorum. herkese uymaz. ancak kılı kırk yaran manyaklar insanın kendisini aşmasına yardımcı olur.
konservatuarda aynen böyle asla begenmeyen bir hocam vardı. sonra hoca değişti. yeni gelen bir baktım her şeye çok güzel. aferin. falan diyor. dalga mı geçiyon ben bile begenmiyorum diye sinir oldum. hicbir seyden anlamıyor bu yeni gelen bana ne yararı olacak ki diye konservatuarı bıraktım.
Müzikal filmleri pek tercih etmememe rağmen filmi gerçekten beğenmiştim. Farklı psikolojiler içine sokuyor insanı. Soğur musun sever misin arafta bırakıyor. Gerçek manada bir enstrüman çalmanın ne kadar büyük bir azim gerektirdiğini inanılmaz bir şekilde gösteriyor.

Fakat yukarıda bir yazarın söylediğine katılıyorum, evet motive edici bir film değil motivasyon alınamaz. Ha zamanıma yazık olur mu derseniz vakit kaybı bir film olarak da görmüyorum kesinlikle.
Jazz müziği iliklerine kadar işleyen film.

Filmi izlerken sürekli “lan olum şu davula harcadığın zamanı kimyaya biyolojiye harcasan ne avuçların kanayacak ne de hoca sana kafayı takacak” diyip durdum. Film bittikten sonra internetten yorumlara baktım. Herkes hayaller demiş hırs demiş biraz utandım yorumları okuyunca.
(bkz: not quite my tempo)
Bir davulcu, davul mezunu biri olarak söyleyebilirim ki, Film hollywood abartmasından hallice. Tüm öğrencilerim hocam whiplash, whiplash diye çırpındı bir dönem ancak mantıklı açıklamalarla onları daha mantıklı metotlara yönelttik.

Mesela kanama sahnesi tam bir fiyasko. Baget sizin elinizde en fazla su toplamanıza vesile olur. Patlar ve nasırlaşır.

Bu derece psikopat bir müzik eğitmeni öğrencinin üzerinde başarılı olamaz, kaldı ki bir şef bunları tüm enstrümansitlerine yapacak? Böyle bir dünya yok.

Ha davulda öğrenci sayısı arttı mı? Arttı. Bir yeteneksizsiniz baha ile whiplash in ekmeğini çok yedik.
Hayallerin peşinden koşulması gerektiğinin film örneğidir.

"Never give up"
Sadece J k simmons için bile izlenebilecek oldukça başarılı bir film.
Çok bir beklentiyle izlenmemesi gereken film ama geçer.
izlediğime pişman olduğum film. Tam bir vakit kaybı.
izlemeye ancak fırsatım oldu. epey iyi bir motivasyon filmi, müziğe ilgim olsaydı daha çok şey alabilirdim şüphesiz ancak bu haliyle dahi izlediğine pişman etmiyor. film bitince kendimi spotify’da whiplash parçasını ararken buldum.

(bkz: social network) filmindekine benzer bir ilişki barındıran film.
Filmdeki orkestra şefi bana basketbol hocamı hatırlattı. ıslak havluyu topuz yapar döverdi bizi.

Limitlerimizi zorlamamızı isterdi. Dışarıdan bakan bir insan normalde çık o kulüpten der ama öyle olmuyor.

Bu filmde bunu anlatıyor. O hocadan çok şey öğrendim.
metallica kill'em all albümünden gaz bir şarkı. cliff burton ve james hetfield ikilisine headbang yapmamak için kendinizi zor tutarsınız.
" 34 yaşında sarhoş ve beş parasız şekilde ölüp insanların yemek masasında benden bahsetmesini 90 yaşında zengin ve ayık şekilde ölüp kimse tarafından hatırlanmamaya tercih ederim. "

görsel
Çok sağlam bir filmdi. Fletcher'ın "ben ne yaparsam yapayım Charlie Parker gibi biri asla kırılmaz, pes etmez" lafı filmin sonunu geç de olsa Fletcher'ın planladığını anlamamı sağladı, şarkıyı değiştirdiğini, çocuğun pes edip etmeyeceğini öğrenmeyi amaçladığını anlasam da çok güzeldi filmin sonu. Çok uğraştı ama çocuk pes etmedi, resmen yeni Charlie Parker, Andrew Neiman. Film bitsin istemiyordum izlerken o kadar güzeldi.

O kadar tatlı bir kızdan nasıl ayrıldın ulan pezevenk? Kız bir de kendini aşağılıyor, çocuğu göklere çıkarıyordu, ulan bi silkelen bi kendine bak!!!
Sevemedim. Bu muymuş dedim.

Sonrası spoiler:

Yönetmen, hayallerinize kavuşmak için çok çalışmanız gerek, ne olursa olsun yılmamanız gerek temasını işleyeyim derken bu narsist hocanın psikolojik şiddetini meşrulaştırmış. Klişe bir konuyu klişe olmayan bir şekilde anlatayım demiş ama ı ıh olmamış. Hoca ruh hastasının teki olduğu halde yıllarca o okulda nasıl kalabiliyor? Koca adamları dövüyor onlar da ağlıyor falan.. gerçekçi değil. Sonra andrew karakterinin kaza yapıp hala provaya koşması fazla abartılı geldi. Sanki nolmuş, ameliyata yetişmeye çalışan doktor bile bu kadar gaza gelmiyor. Yani ben vay be çocuğa bak demedim salağa bak, bu kadar mallık anca filmlerde olur dedim.. o başı sonu belli olmayan flört hikayesi de çok gereksizdi, filme hiçbir şey katmadığı gibi çocuğu daha da antipatikleştirdi.

Ellerini parçalamak pahasına böyle bir şiddete boyun eğen çocuğu sonunda başarabildiği için, ruh hastası bir adamı da bir öğrenciden müzisyen yaratabildiği için alkışlayamayacağım ben. Hayatta tek ölçüt başarılı olmak mı? Sonunda başarılı olacağız diye bunca zorbalığa tahammül etmeye gerek var mı?

Ayrıca j. k. Simons’ın oyunculuğuna şapka çıkarılır, buna lafım yok.
görsel
yönetmeni akabinde de la la land gibi hoş bir müzikale imza atmış olan başarılı film.
Küfürlerde kahkahayı "kamçı"layan film.

Ayrıca bateride istanbul yazmasıyla da milliyetçilere göz kırpmakta.
overrated film