bugün

kadronun sağlamlığına bakıp gidilirse hüsrana uğranacak filmdir. ayrıca sadece kate winslet'la leonardo bir araya gelmemiş, deli elemanın annesi rolündeki Kathy Bates de onlara katılmıştır bu bir araya gelme olayında.

--spoiler--

ayrıca filmin sonunda leonardo'nun mirkelam'ı hatırlatan koşu performansı hanım koş'a rakip olma niteliği taşımaktadır.

--spoiler--
pek bir numarası olmayan ortalama bir film. hatta biraz sıkıcı.
kate winslet'in resmen döktürdüğü film.
başrolde olmamasına rağmen Michael Shannon'ın oyunculuyla izleyeni etkilediği sürükleyici film.
birbirinden bıkmanın nefrete dönüşmesini konu alan film. tek eksisi leonardo'nun bir türlü silinmeyen bebe imajıdır.
(bkz: dev-yol)
Bir roman ancak bu kadar muhteşem anlatılabilirdi. Kate Winslett iyiydi ama Leonardo DiCaprio ondan da iyiydi.
Şehir toplumu olma yolundaki ülkelerin bireylerinde sıkça rastlanan problemleri konu almış Mendes. Şehir toplumunun en belirgin özelliği olan "birey olma" bilincine erişilmesiyle aile-birey arasındaki dengenin bozulması ve kendini gerçekleştirme yolunda atılan adımların, geleneksel özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran toplum üyeleri ile ters düşmeyi ve "anormal" "sorunlu" olarak algılanmayı beraberinde getirme sürecini çok içten bir dille yansıtmış.

Bu geçiş sürcindeki toplumun bir bireyi olan April'ın kendinden ve hayatından beklentilerinin çok yüksek olmasından kaynaklanan huzursuzluk ve mutsuzluklarını, hayatının ona yetmeyip farklı bir yerde farklı ve "mutlu" olacağı(nı zannnetttiği) bir yaşama başlamak istemesini, bunun için elinden geleni yapması ve tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışmasını, bu uğurda eşiyle verdiği mücadeleyi ve eşiyle bu süreçteki ilişkilerini, başaramayınca da "içindeki umutsuz boşluğu" deneme-yanılma yoluyla doldurmaya çalışmasını çok etkileyici bir şekilde tasvir etmiş yönetmen ve tabii ki performansıyla da Kate Winslet.

devamı için http://www.sinemabuyusu.com/?p=298
en beğenilen filmlerde kendisine haklı olarak her zaman yer bulan american beauty filminin yönetmeni sam mendes'in, 50lerin amerikan rüyasına bir çiftin penceresinden bakarak anlattığı yeni filmi.

--spoiler--
filmde tartışmalar, günlük konuşmalar çok güzel senaryolaştırılmış ve oynanmış. yönetmenin farklı çekim teknikleri, kurgusu felan pek yok. hemen hemen tüm film wheeler çiftinin etrafında dönüyor. o kadar ki, klasik 50lerin amerikan ailesi sahnelerinde bile çocuklar bi-iki kere ya gözüküyor ya gözükmüyor.
filmde mesajlar sözlü değil daha çok sahne sahne verilmiş. dikkat çekici sahneler: çiftin evi ilk gördüklerinde kadının (bkz: kate winslet) sadece dış görünüşüne bakarak eve hemen bayılması, aynı şekilde kocasını da bu şekilde seçmişti; amerikan hayatındaki yozlaşmaların, özellikle çiftlerin birbirini aldatmalarının başlangıçları; kadının gerçek hayatta en çok istediği iş olan artist olmayı başaramayışı ama aile hayatında sık sık rol yapma yeteneğini konuşturmak zorunda kalması (özellikle son kahvaltı sahnesinde); kadının işler kötüye giderken konuşmaya değil, sessizliğe ihtiyacı oluşu ama erkeklerin tam tersini yapması; sıradan olmak istemeyen kadının çırpınışı ama bir türlü sıradanlıktan kurtulamaması, kendisini gayet sıradan bir hale çeviren annelikten içten içe nefret etmesi; kadının paris'e gitmek isteyişini kocası ve çocukları için değil kendisi için istemesi ama bunu sanki kocasının hayali imiş gibi satması, adamın (bkz: leonardo dicaprio) ise eşinin hamileliğini rahatlıkla gitmemek için kullanabilecekken bunu (birazda boş boğazlığı nedeni ile) yapmaması; paris'e gitme fikrinin çiftin etrafındaki herkeste tam bir şok etkisi yaratması ve amerikan rüyasına örnek gösterilen çiftin hazin sonu...
öte taraftan adamlar zaman filmini çok iyi çekiyorlar, harika bir 50ler filmi olmuş görsellik olarak. hele ofiste, trende, restoranda kısacası heryerde, herkesin sigara içmesi ve kadının hamile olduğu halde toplum içinde gayet normal karşılanarak içki ve sigara içmesi çok vurucu. amerikan rüyasının ilerliyen yıllarda en iyi tarafı sigara ile savaş olmuş dedirtiyor bu sahneler.
son olarak film sizi içine alıyor, derdini anlatabiliyor, daha çok american beautynin de izleyici kitlesi olan 30lu yaşlara hitap ediyor ama asla bir american beauty olamıyor. yine de amerikan rüyasına sağlı-sollu güzel vuruyor, bazı gerçekleri seyircinin kafasına çaka çaka gösteriyor. ayrıca biz üçüncü dünyadaki orta sınıf için 2000lerde bile rüya olan o muhteşem bahçeli, devasa-müstakil evlerin dahi bir illüzyon, aldatmaca olduğunu; kaldı ki 20-30 katlı, havuzlu, sözde sosyal tesisli kıç kadar evlerin ve vadettiği hayat tarzının huzur ve mutluluğu getirebilecek olmasının çok da olası olmadığını da gayet çıplak bir şekilde gösteriyor.
--spoiler--
bana hayallerin peşinden asla ayrılmamak gerektiğini düşündüren film türkçe çevirisi de zaten hayallerin peşinde olarak yapılmış.
leonardo di caprio,kate winslet ve kathy bates'i titanic'ten sonra tekrar biraraya getiren american dream üzerinden kadın-erkek ilişkilerini anlatan sam mendes filmi.

--spoiler--
adam daha fazla para kazanabileceği,saygınlığı olan,potansiyeli olan yani emekli olduğunda anlatırken övünebileceği bir iş istiyor.aslında babası gibi olmak istemiyor.kadınsa macera arıyor.çocuksu hayallerin peşinde koşmak,sıradışı olmak istiyor.filmin başında adam işinden memnun olmadığı için karısından gelen paris'e gitme fikrine katılıyor ama karısının hamile kalması ve işyerinden gelen cazip teklifle birlikte paris'e gitme fikrinden vazgeçiyor.ancak karısı bu durumu içine sindiremiyor kendini kafese kısılmış hissediyor.kafese kısılmasının sebebinide hamile olmasına bağlıyor.kürtaj yaparak bundan kurtulabileceğini düşünürken komplikasyon sonucu ölüyor.kocasıda vicdan azabı içerisinde yaşamına devam etmeye çalışıyor.
--spoiler--
sıkıcı film. konu fena değil, oyunculuklar iyi. özellikle kate winslet. tabi bütün bunlar uyumanıza engel olmuyor.
Filmde hep hayalleri peşinde koşmuş ve evlendikten sonra toplumun kendisine biçtiği rolü kabullenerek sorumluluklarına sıkıca sarılmış bir erkek vardır. Bekar olduğu zamanlardaki gibi değildir artık. Karısı ise bu kalıpları reddederek eşinin hayallerinin peşinden gitmesini ister, her şeyin eskisi gibi olmasını ister. Oysa evlilik bir tuzaktır, hayalleri öldüren, kavgaların eksik olmadığı iki kişilik bir yalnızlıktır. Kadının bu gerçeği reddetmesini dramatik bir tarzda anlatır film. Bu reddediş yıkımla son bulur.
kate winslet in mükemmel oynadığı film. evliliğin zamanla yalnızlık yarattığını ispat ediyor bununla kalmıyor psikolojik yıkımı da anlatıyor.
oldukça güzel bir film. vakit geçsin diye izlemeye başladım. ancak daha sonra sonuna kadar izleyesim geldi. ikilinin hayallerini anlayan tek kişinin, daha sonra gerçekleri yüzlerine vurması güzeldi.

bir de filmin ismiyle ilgili entryler yazılmış. aslında filmin adını türkçeye çevirmek gereksiz. en fazla revolutionary yolu olabilir. çünkü filmdeki çift revolutionary road'da oturuyor. oturdukları sokağın ismi yani. küçükbakkalköy nasıl little grocery village olarak çevilmemeliyse bu filmin isminin de çevrilmesi gereksizdir. hatta hatalıdır.
film bittiğinde insanın kendini toparlaması biraz uzun sürüyor sanırım. hayallerin böyle sona erdiğini görmek çok üzücü.
--spoiler--
acaba kadın bebeği düşürürken öleceğini biliyor muydu, ya da ölmek istemiş miydi? peki ya paris'e gitselerdi her şey gerçekten de çok mu güzel olacaktı?
--spoiler--
ardında böyle bir sürü soru bırakmış filmdir işte.
dışarıdan mükemmel gözüken bir evliliğin, aslında o kadar da masum olmadığını, hayallerin yanısıra hatalarla da dolu olduğunu anlatan filmdir.

--spoiler--
ancak çiftin iki çocuğunun olduğu genelde gözden kaçıyor. çocukların sağır olduğundan şüphelendim bir ara.
--spoiler--
çarpıcı bir konusu var ama, oyunculuklara zaten söz yok. 8/10
bi kadın var paris'e gitmek istiyor.
bunalıma sokup evlilik ve uzun süreli ilişkilerden bir kere daha korkutan gri film. iletişim sorununun, doğru zamanda doğru kelimelerin duyulmadığında bir ilişkinin sonunun nerelere gidebileceğini işliyor. bol kavga, yanlış anlama ve bencillik dolu ev ortamı ve küçük şehir rutini. bu filmi kısa bir sürenin ardından hemen the readerden sonra seyredince kate winslet'ın bu bunalımlı, kendini arayan, içinde sıkışmış karakterleri, sistem ile hayalleri arasında bunalan kadını müthiş oynadığını bir kez daha gördüm. bu kadın bu rollerin uzmanı olma yolunda ya da ukalalık etmeyeyim çoktan olmuş durumda.
--spoiler--
Kimse gerçekleri unutmaz. Sadece yalan söylemekte ustalaşırlar.
--spoiler--
efenim, anafikir olarak "hayallerinin peşinden git, yoksa fena oluyor" diyebileceğimiz sam mendes filmi. evlilikten soğutma, çocuk yapmaktan korkutma, sevişmekten çekindirme gibi unsurlar filmin içinde barınmamaktadır. birde "umutsuz boşluk" gibi bir olgu filmde geçiyor ki insanı birden silkeleyip, yoksa bende umutsuz bir boşluktamıyım diye kendine sormasını sağlıyor. kate' i izleyin, iyi gelir.
Ne zaman izlesem boğulduğum bir film. Karanlık bir havası var bir o kadar da gerçek.

Evlilik, çocuklar, aile, hayat ve hayaller. Aşık oluyoruz. Hayaller kuruyoruz. Her şey çok güzel olacak, mutlu olacağız. Ama yok öyle bir şey. Film bunu o kadar açık ve net bir biçimde gösteriyor ki çok korkutucu.

Leonardo Dicaprio ve Kate Winslet öyle iyi oynamış ki kavga ettikleri güldükleri baktıkları durdukları her sahne sanki gerçek.
kate winslet ve leonardo dicaprio yu titanic den sonra yeniden biraraya getiren filmdir. yönetmen kate winslet ın eski eşi sam mendestir. basroldeki oyuncuların her ikisi de bu filmle bir cok ödüle aday gösterilmiştir. oscarı bu filmle olmasa da altın kureyi bu filmle kazanmıştır kate. bir ailenin mutsuzlugunu iyi anlatır bu film ve beklenmedik bir sonla biter.
filmin adının türkçesi "devrim yoludur" ve sacma bir sekilde "hayallerinin peşinde" diye türkceye cevrilmiştir.

(bkz: izleyin)
acayip film bir anda evleniyorlar kadın kariyerinden daha doğrusu hayalinden vazgeçiyor. çocukları oluyor yeni eve taşınıyorlar ve aslında yaşamadıklarını görüyorlar, avrupaya taşınmaya karar veriyorlar. Gerçeklik olarak dostoyevskiye biraz yaklaşmış bir film, açıkçası kadına bayağı acıdım. filmi izlerken realitynin ta amk diyebilirsin. dikkatimi çeken tek şey ise çocukların, komşuların, arkadaşların sanki dekormuş gibi kullanılması, sanki aslında yoklar da ihtiyaç anında konmuşlar gibi.

Bir de "devrim yolu, devrimci yol" geyiği nedir abi, sokak, cadde, şehir isimlerini ne zamandır türkçeye çeviriyoruz ki revolution'un köküne hiç girmeyecem. Hepsini geçtim biz forrest gump'i orman kampı zanneden bir nesliz. bence mantıklı bir isim bulmuşlar yine de. Hayır entryleri okuyup filmi izleyen de che'nin hayatını falan anlatan bir film zannedecek.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar