bugün

bugüne kadar sayısız iyi oyunculuk performansı izlemiş sıkı bir sinema takipçisi olarak öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu filmde robert de niro nun göstermiş olduğu performans, kanımca dünya sinema tarihinin en iyi oyunculuk performansıdır.

1980 yapımı film, boksör jake la motta nın hayatını anlatan biyografik bir film olmakla birlikte asla bir boks filmi değildir. öyle ki, bu filmde jake la motta nın kendine duyduğu aşırı özgüvenle birlikte, paranoyanın beraberinde getirdiği kıskançlık ve bencillik duygularının bir adamın çöküşünü nasıl hazırladığına şahit oluruz.

en iyi sahnesi jake'in hapishane hücresinde duvarı yumruklamasının ardından kendisiyle yaptığı iç hesaplaşma sahnesi olan film, bunun gibi sayısız güzel sahne ve replik içermesinin yanında, kullanılan makyaj teknikleriyle de insanın tüylerini diken diken ediyor ve alkışı hak ediyor. filmde de niro'ya öylesine gerçekçi makyajlar yapılmış ki, insan bazı sahnelerde bakmamak için reflex olarak gözünü kapatıyor.

ve filmin muhteşem finali...

ı'm the boss.. ı'm the boss.. ı'm the boss.. ı'm the boss...

--spoiler--
http://www.youtube.com/watch?v=KLNft6cO0I4
--spoiler--
hollywood tarihinin bir film için en çok kilo alan oyuncu ödülünü robert de niro'ya kazandıran filmdir. aslında ters mantıkla oynayacağı bir sonraki film için en çok kilo veren oyuncu rekorunu da elinde bulundurmaktadır.
---olası spoiler ibaresi---

de niro’ nun çakı gibiden balon gibiye dönüşümünü gözler önüne seren amerikan filmi. orta siklette sıfırdan başlayıp dünya şampiyonluğuna giden, diğer yandan ise paranoyanın obsesif doğası gereği özel yaşamındaki yıkıcılığını durduramayan jake la motta’ nın biyografik hikayesi görsel olarak harika çekimlerle veriliyor. filmin en güçlü yanı bu mükemmel görüntü yönetimi/kalitesi iken, diğer tarafta çizgisel kurgusu ve kronolojik anlatımı ile oldukça açık kodlar ile ilerleyip gişeye yönelik ve alt metinsel eksiklikleri içeren bir yapısı olduğu söylenebilir.

tabi izlenen işin genel bakıldığında çok başarılı bir iş olduğunun hakkını teslim etmek gerek. ama de niro’ nun en iyi performanslarından birini çıkardığı filmin, klişe bir yükseliş-çöküş zıtlığını fiziksel şiddet-emosyonel şiddet metaforu ile demleyip, şiddetin doğasının insani vasıflara haklı zararı anlamında incelelemek (ki bu filmde bir gereklilik olarak önerilmiş) dışında ciddi bir mesneti olduğunu düşünmüyorum. (bu noktada kendim de fark ettiğim ama scorsese’ nin yapacağını ummadığım bir hamle olarak kodladığım eşcinsellik alt metnine değinmekte fayda var. film jake’ in eşcinsel eğilim ile savaşımı anlamında ciddi ipuçları içeriyor. bu çoğu eleştirmene göre baba figürü yoksunluğu ile güven eksikliği bağlamında ilişkilendirilirken, oral düzlem ile seksüel yetersizlik anlamında da açımlanabiliyor. nihayetinde la motta’ nın paranoid kişiliğinin temelinde bu eşcinsel eğilim kompenzasyonu olarak agresif kişilik gelişimi çok açık bir postulat olmasına rağmen, scorsese’ nin bunu düşünerek çekmediği, lakin bunun doğru olabileceğine yönelik beyanatı şahsi önyargımı taçladıran bir görünüm arz ediyor. şöyle ki (bkz: sonradan ezoterik anlam çıkarmak)) bu da yönetmenin tarzı ile ilgili olup mutlaka olması elzem bir faktör sayılamaycağından kişisel beğenime göre orta sıralarda olmasına rağmen, klasik kurgu biçemi ve ciddi görsel başarısı anlamında scorsese-de niro ortaklığının en başarılı ürünü.

---olası spoiler ibaresi bitti---
mutlaka seyredilmesi gereken, ne bir salt boks ne bir salt sanat filmi olarak seyredilmesi gereken, yönetmenin sekansları ardarda getirme tekniklerine hayran olunası bir filmdir.

robert de niro´nun filmin başında aynaya karşı hayatının muhasebesini yapması, oyunculuk açısından tek kelimeyle muhteşemdir. karısıyla yaptığı kavgalarda oluşturulan ve sanki gerçekmiş gibi bir his yaratan sekanslar, sahnelerin nasıl nerede kesildikleri, hangi kameranın nerede neyi gösterdiği...

içinde birden çok harikuladeliği taşıyan bir filmdir. hem la motta´nın gerçek hayatını kronolojik olarak tanırız, hem de bir insanın üstelik de "prominence" sahibi bir insanın sadece kendisini değil herkesi ilgilendiren, insanların ders alması gereken dramını izleriz.

filmde konuştukları ingilizce bile eğitim konusudur. çünkü bütün film boyunca joe pesci ve robert de niro´nun ağızlarındaki aksan, normalde kendi konuştuklarındaki ağızdan çok farklıdır.

bütün zamanların en iyi filmlerinden birisidir.
scorsese, de niro, pesci klasiklerinden biridir. boksör jake la motta'nın komedyenlikle biten hikayesini anlatır.
sahneler ve çekimler anlamında casino filminin atasıdır ve ondan ilham almış her filmin.
robert de niro'nun tek başına sürükleyip götürdüğü, gerçek bir hikayeden esinlenerek hazırlanmış, ders alınacak bir senaryoya sahip filmdir. siyah beyaz filmlere olan ilgiyi artırır. filmde anlatılan hikaye ise adeta hayat dersi verir geçer. de niro'nun film içerisinde suratının aldığı haller apayrı bir yer. *
--spoiler--
i'm the boss
--spoiler--
Robert De Niro'nun hak ettiği ödülü aldığı ve yan oyuncularıyla birlikte başyapıt niteliğinde bir film. Filmin en çok oyunculuğundan etkilendiğimi söyleyebilirim. Robert De Niro, Joe Pesci, Cathy Moriarty (özellikle sesiyle) harika oyunculuklar çıkarmışlar. Sinematografisi de arada kaynamasın. Boks sahnelerini uzatmamaları filmin içeriği açısından iyi olmuş. Yani tam bir boks adamının hayatı anlatılmadığı için asıl amacına hizmet ediyor. O da La Motta'nın kişisel öfkesi ve bunun çevresinde ki insanlara, kendisine, kariyerine özellikle de hayatına etkisi. işte bu bakımdan film, son derece mükemmel.

Biraz da sahne geçişlerinden bahsetmek istiyorum. Martin Scorsese replikleri ve sahne geçişlerini o kadar iyi ayarlamış ki bize söyleyecek laf bırakmamış. Özellikle aile içi çatışmalarda bunları çok iyi uygulamış. Tebrik etmek, saygı duymak gerekiyor. Filmin başını öyle tutup hikayenin içine girmek ve sonrasında o hikayeyi ilk sahneyle bağdaştırmak çok iyi bir iş. Özellikle de bunu hareketli ve klasik repliklerle yaparak başarmış.

Şimdi biraz da La Motta'nın kişiliğine ve hayatına inelim..

--spoiler--

Herkes bir başarı hırsıyla ringe çıkarken o tamamen öfkesiyle çıkıyor. Belki de sürekli dayak yedikten sonra bir anda saldırması da bunu kanıtlar nitelikte. Özellikle de maçlara çıkarken 'patron benim' sözünü sarf etmesi onun sadece ringlerde değil yaşamında da öfkeli olduğunun bir göstergesi. Hikayeyi sevmemizin nedeni de yerden yükselen bir adam değil, yüksekten yuvarlanan bir sporcu olmasından kaynaklanıyor. En azından kendi adıma öyleydi.

Yahudi karısıyla basit bir et yüzünden kavga edebilen ya da kardeşinin Vickie ile yattığı düşüncesini aşırı büyüten ve onlarla kavga edebilen biri. Zaten bunlar onun ota boka sinirlendiğini gösteriyor fazlasıyla. Basit olaylara sinirlenip büyük olayları görmezden gelebilir veya tam tersi basit olayları takmayıp büyük olaylara öfkelenen insanlar olabilir. Ancak iki zıt etkiye de aşırı tepki veriyorsanız siz öfkeli ve sorunlu birisiniz demektir. La Motta işte tam da böyle biri. Yoksa bir insan neden zirveden aşağıya düşsün ki?

Aşırı derecede kıskanç bir insandır La Motta. 15 yaşında bir kızdan hoşlanıp kardeşi vasıtasıyla onunla tanışan La Motta ilişkilerini git gide genişletiyor. En sonunda evliliğe kadar varıyor. Fakat asıl kıskançlık dönemi ve sinir harbi bundan sonra başlıyor. Karısı Vickie'nin her adımını takip eden bununla kalmayıp attığı her adımda şüphe duymaya başlayan biri. Hatta öyle ileri gidiyor ki kardeşinin onunla yattığını düşünüp hem Joey'i hem de karısı Vickie'yi tekme tokat dövüyor. Ancak burada suçu tamamen La Motta'ya atmak olmaz. Kardeşinin sorularına cevap vermemesi, karısının sinirlenip ''evet kardeşinle yattım, onun organı seninkinden daha büyük!'' diye bağırması son raddeye getiriyor herşeyi. Adeta kızgın bir boğanın önüne kırmızı pelerin getirmek gibi. Burada dikkatinizi çekmek istiyorum. 15 yaşında bir kıza aşık olan ve onun 15 yaşında olduğuna inanan La Motta, filmin sonlarına doğru 14 yaşında bir kızla öpüştüğüne ve onu adamlarla tanıştırdığına inkâr eder bir üslup sergiliyor. 14 yaşında olduğuna da inanmıyor. Bu bir tesadüf mü yoksa saplantı mı?

Tüm bunları filmi izleyerek gördünüz. Fakat benim olayları tek tek inceleyerek anlatmamın sebebi bazı küçük kişilik analizlerini sunmaktı. Keskin sirkenin sadece küpüne zarar olmadığını, bunların küpün dışına da taştığını göstermek içindi bu yazdıklarım.. Son olarak La Motta'nın anlattığı bir hikayeden alıntı yapmak istiyorum.

''Karım Vickie ve ben 11. evlilik yıl dönümümüzü kutlayacağız. Teşekkür ederim. Bu da bana iki dostumu hatırlattı. Biri evli, biri bekar. Evli olan bekar olana:

- ''Neyin var senin?'' demiş. ''Neyin var? Bir benim halime bak bir kendi haline bak. Akşam eve geldiğim zaman karım beni kapıda bir kadeh içkiyle karşılar. Sonra ılık bir banyo hazırlar. Sonra masaj yapar. Ardından ateşli bir sevişme yaşarız. Ondan sonra da nefis bir yemek yeriz. insan daha başka ne isteyebilir ki? Neden sen de aynı şeyi yapmıyorsun?''

Bekar arkadaş:

- ''Ne güzel.'' diye cevap verir. ''Karın ne zaman boş?''

--spoiler--
bunu seven bunu da sevdi:

(bkz: blow)
robert de niro'nun çekimlerinden önce çok kez amatör boks maçlarına çıktığı ve defalarca burnunu kırdığı film. yani de niro bu film ile gerçekten oscarı fazlası ile haketmiştir.
Miami'de yaşayan Gino Gargiulo isimli bir adamın çok sevdiği Lamborghini Aventador'dan etkilenerek yaptığı sürat teknesinin adıdır. lamborghini hastası olan adam; farları, koltukları ve direksiyonu direkt olarak 750,000 dolarlık Aventador LP720-4 Roadster Limited Edition'dan almış. Yaklaşık 14 metre uzunluğundaki tekne, gücünü çift Mercury Racing 1350 motorundan alıyor ve saatte 300 km hız yapabiliyor. raging bull'un gargiulo'ya maliyeti ise 1.3 milyon dolar.

görsel

https://www.youtube.com/w...inue=88&v=4HlVKUo9gao