bugün

nazım hikmet in eşi münevver andaç ın nazım gurbetteyken yazdığı mektup..

nazım ın sesinden dinlemek ağlatır insanı.

bir kadın tüm o maddi manevi sıkıntılar içinde, ancak bu kadar aşık, bu kadar kültürlü, bu kadar fedakar olabilir.

bir şiirde ancak bu kadar iyi anlatılır.

'dertlerimi aklında tutma, unut.. beni unutma'

diye de biter..

canım,
uzandığın yerde yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, âdeta yeşil.
havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
haftada otuz liralık odun lâzım,
başa çıkılır gibi değil.
demin, sofada iş görürken
battaniyemi aldım sırtıma.
camlar, çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor.
burda barınmamız imkânsız artık,
taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
kiralarsa dehşetli pahalı.
sana bunları ne diye anlatırım?
üzüleceksin.
derdimi kime dökeyim?
kusura bakma.

isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
hele geceler.
bıktım usandım üşümekten.
rüyalarımda afrika'ya gidiyorum.
cezayir'deyim bir sefer.
sıcaktı.
alnımı bir kurşun deldi.
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.

bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
-halbuki biliyorsun
henüz kırkıma basmadım-
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten.
her neyse bu bahsi kapat.

filme alınmış çehof'un 'ağustosböceği'.
paris'te de göstermişler. beğenilmiş.
o zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat?
ben doktoru hem severim,
hem affetmem eşeği.
eninde sonunda kim daha bedbaht?
kim kimin yüzünden?
paraguvay halk türkülerini çaldı radyo.
bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da.
bayıldım paraguvay türkülerine.

adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş,
beni hiç unutamıyormuş...
şaştım da kaldım.
yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı
ne bir haber yolladı hattâ,
hattâ sokakta karşılaştık,
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
en yakın arkadaştık.
ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
yeşermez artık.
neye yarar?
evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
düşmanlığım da yok elbet.
otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
hastalıklı bir şeymiş adam,
manyağın biri.
halbuki adviye ne canlı kadındır.

gidip baktım oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
yorganı açılmış. örttüm.

bir kara haber de verdi bu akşam radyo:
iren jolio küri ölmüş.
daha gençti.

yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış.
bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
-satırlar gözümün önüne geldi-
sarışın iki yunan heykeli gibi, der.
işte bu çocuklardan biri öldü.
bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
o sarışın kız çocuğu da.
bu ölüm bana çok dokundu.
iren jolio küri için
ağladım bu akşam.
ne tuhaf.
iren, deselerdi, iren,
öldüğün zaman,
deselerdi.
istanbullu bir kadın,
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan,
deselerdi,
şaşardı.
kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
diye düşündüm.
adresini bilmiyorum ama.
paris, frederik jolio küri, desem,
gider miydi?

bir de fıransız yazarı öldü,
gazetede okudum.
adını bile duymamışsındır.
çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
her şeyle alay etmiş ömrü boyunca,
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce,
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
işte herif.
korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
ona da acıdım.
belki büyük annemize benzediğinden,
belki de yalnızlığına.
acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun iren küri'ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını,
ama daha çok dünyaya acıyorsun
büyük bir insan öldü diye.

sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata:
tut, koş, kitap, kalem çanta...

mükemmel değil mi?
her harfi bir şeye benzetiyor:
a bir evmiş,
b göbekli bir adam,
t bir keser.
ödüm kopuyor tembel olacak diye.
hep ona iş yaptırmak istiyorum.
kız olsaydı kolaydı.
kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
ama beş yaşında bir oğlan
ne becerebilir?
ah bir ısınsa havalar...
isınacak.
uzadıkça uzadı mektubum.
kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver,
beni unutma.
bana hemen cevap ver.
akıllıdır münevver,
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filân diye kendini avutma.
sensiz perişanım.
beni unutma.
kendine iyi bak.
gözlerinden öperim canım.
güzel geceler.
kendine iyi bak.
bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut,
beni unutma...

1956
http://www.youtube.com/watch?v=GDz_WAc7foo

biktim usandim üsümekten...

konferans dinliyorum herkesten...

hattâ sokakta karsilastik,
bir bayram sabahi,
basini çevirip geçti.
en yakin arkadastik
ama, arkadaslik agaca benzer
kurudu mu
yesermez artik.
neye yarar?

istanbullu bir kadin,
hem de hiç tanimadigin,
aglayacak arkandan,
deselerdi .....

belki de yalnizligina.
acidim....

beş yaşında bir oğlan
ne becerebilir?

ah bir ısınsa havalar...
güncel Önemli Başlıklar