bugün

zengin değildik.

8 yaşındayım. istanbul'a üç yıl önce taşınmışız. çocukluktan kaynaklanıyor herhalde, her yerde bisiklet görüyorum. evdeki durumu pek idrak edemiyorum tabii o zamanlar, babamı sıkıştırıyorum; bisiklet al.

her defasında verdiği cevap tamam oğlum ve ben de her defasında inanıyorum. bisikletim olacak gibi delice seviniyorum.

yıllar geçiyor, belki yüz defa ''tamam oğlum'' diyen babanın söylediklerinin doğru olmadığını farkına varıyorum. o zamanlar yoshiro ozzu filmi izleseydim belki farklı bir tavır alabilirdim. çocukça duygularla babama küsebilirdim. ama içimde buruklukla babamın işten eve gelme saatini heyecanla bekledim.

istanbul'a taşınmamızın üçüncü yılında babam memleketine dönme kararı veriyor. tabii küçük çocuk olarak benimde gitmem gerekiyor. malum dede, nine vs var. birinin yanaklarını sıkmaları gerekiyor.

maddi durumu ''zengin değildik'' diye özetlemeye çalışınca, zenginlik dışında çok fazla sınıf olduğunun farkına varılmıyor. fakirdik işte.

kirada oturduğumuz daire üç katlı binanın ikinci katında, 99 depremi sonrası istanbul'daki psikolojik durumu da özetleyen bir şekilde balkon ve pencerelerin hizasını pazar tahtaları yerleştirilmiş, deprem esnasında sert zeminle teması minimuma indirmek amacıyla tabii.

işte o dairenin oturma odasının penceresinin hemen dibinde bir incir ağacı vardı. pencereyi açtığında içeriye ağacın dalları girerdi. ailemizden kimsenin şu dalları kesin dediğini duymadım. neden mi? yazın incir yemekten ellerimiz yapış yapış oluyordu.

incire doyduğumuz günlerden birinde babam alışık olmadığımız bir şekilde gündüz vakti ourduğumuz evin sokağında beliriyor. bana, black narcissus aşağı gel diyor. şaşkınlıktan biraz önce bahsettiğim pazar tahtasının üzerine atlayacaktım neredeyse.

aşağı iniyorum, babamın yüzünde çocukça, müzipçe bir gülümseme; ''gel benimle'' diyor. eli omzunda etrafa her zamanki meraklı gözlerle bakıyorum; geçen dövdüğüm ali, dayak yediğim deli kardeşler, iki bisikletleri olan eryamanlar.

ana caddeye giriyoruz. babamla sıra sıra dizilmiş kahvehanelerin önünden geçiyoruz;
+selam
-aleyküm selam
+selam
-aleyküm selam

ana cadde denilince benim aklıma önünde sıra sıra bisikletler olan iki mağaza geliyor. her gün mina ve müzdelife arasını gidip geliyorum. renk renk, büyük küçük onlarca bisiklet...

birinci mağazanın önünden geçiyoruz. gözlerim bisikletlerde kalıyor.

ikinci mağazanın önünden geçiyoruz. gözlerim bisikletlerde kalıyor.

babamın bisiklet almasını zaten beklemiyordum ki? bir şeyler taşıtmak için çağırmıştır zaten.

biraz daha yürüyünce gitgide yaklaşan çekiç sesi işitiyorum. çok geçmeden nereden geldiğinin anlıyorum; eskiciden.

eskiciye giriyoruz. babam eskiciyle selamlaşıyor. daha önce buraya hurda getirip karşılığındr aldığım parayla az meymuz almamıştım hani. eskicinin benim için meymuz dışında bir anlamı yoktu, ta ki bugüne kadar.

babamın eskiciyle konuşması, şakalaşmaları ve ilginç bir şekilde ikide bir bana dönüp bakmaları garip geliyor. eskici bana yaklaşıyor ve yanağımı eliyle çimdikliyor. ah canım yandı.

eskici içeriye giriyor. babam bana içi parlayan gözlerle bakıyor, benim de yüzümde çocukça nasıl sessizce gülünüyorsa öyle bir gülümseme var. çocukluğun evrensel sembolü...

birkaç çocuk ellerinde demir veya bakırla eskicinin dükkanına giriyorlar. bende onların içeriye girişlerini takip ediyorum. çocukların kapıyı açmalarıyla eskicinin görünmesi bir oluyor. ama yanındaki de ne? çocuklardan tam görülmüyor. aaa o da ne bir bisiklet ve ilginç bir şekilde gülümseyen bir yüz tarafından benim olduğum yere doğru getiriliyor. babama, eskiciye ve son olarak bisiklete bakıyorum. bisiklet ve eskici yanımda duruyorlar, bisikletin selesini tutan eskici gülen yüzüyle bisikleti bana doğru yaslıyor. ellerim bisikleti kavrıyor. allahım neler oluyor? yoksa? babama bakıyorum sırtını dönmüş, eliyle yüzünü siliyor galiba ben de pek önemsemiyorum zaten bisikleti hareket ettiriyorum. eskicinin güle güle kullan demesiyle kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor...

önde ben ve mavi boyalı bisikletim, arkada babam geldiğimiz yeri takip ederek geri dönüyoruz. yol boyunca sıra sıra dizilmiş bisikletlere göz ucuyla bile bakmıyorum. elimdekine ilk dakikalarında nasıl ihanet edebilirim ki?

ara sokağa girince babam biraz hızlanıyor ve yanyana yürümeye başlıyoruz. bir ara bisikletimden ayırdığım gözlerle babamın yüzüne bakıyorum, kıpkırmız gözlerle karşılaşıyorum.

mavi boyalı bisiklete binen bir çocuk gördüyseniz ya da görecek olursanız bilmenizi isterim ki o
çocuk benim.
tanrıya bunun için dua etmiş ancak kabul olmayınca tanrının çalışma tarzının bu olmadığını anlayıp bisiklet çalmış ve ardından tanrıya günahını affetmesi için dua etmiş çocuktur.
bisikletim olmadi hic bi zaman ve surmeyide bilmem ama surenlere gipta ile bakarim ruzgarin yuzune carpisi ve ucuyormuscasina ozgurluk hissi...
kiminin bisikleti orada burada atılır, kimi bisiklete hasret. bu dünyada gereksiz yanlışlıklar var.
Böyle bir çocuğa bisiklet aldım geçen yaz. Sonra oturduk beraber ağladık.

Hayat ne tuhaf be. Şimdi bile düşününce gözlerim doluyor.
Babasına çok kızgındır.
Benimdir. Saatlik kiralar, parkta binerdik. Ama şimdi acısını çıkarıyorum, üstünden inmiyorum desem yeridir.
bi yani yarim kalmis cocuktur. her sene karnede soz verilmis ama hic birisinde alinmamis bisiklettir, annesi hakli olarak cocugunun basina bisey gelir diye korkmakta kiyamamaktadir ama cocugunae korkulariyla yarim kalan bir cocukluk yasatmistir, gizli sakli arkadaslarinin bisikletine binmis ama icinde ki ozlem hic bi zaman gitmemistir ve her bisiklet gordugunde cocukluguna doner. yapmayin kiymayin her seferinde cocukluga itmeyin bi cocugun hayalleriyle oynamayin ve en onemlisi koca koca cocuklar yaratmayin ben gibi.
babasının orta okul sınavında anadolunu lisesini kazan, söz alacağım demesinin üzerinden 22 yıl geçmesine rağmen almayışından kaynaklıdır.
geçen yanında bisikletimi anlatırken o arkadaşım üzüldü. sonra bok gibi kaldım anasını satıyım.
içimdeki çocuktur. hiç bisikleti olmadı kullanmasını bilmeden büyüdü. kah ağaç tepelerinde kah top peşinde kah kafasını bozanın ensesinde geçti çocukluğu. bisiklet dayının belini sıkıca tutunup gezmekti sonrasında omuzlarına oturup ağacından erik topladığı.
30'undan sonra inadına sahip olduğum ışıklı supap lambaları taktığım sinyaller, led ışıklar, elektronik korna derken insanların bana bir apaçi bir kro muamelesi yaptığı variyetlik yada yoksulluk adı her neyse işte; bir çocuk için ezikliktir.
çocukken tüm arkadaşlarımın içinde bulunduğu durumdu ve ben bisikletimle dışarı çıkardım ama hiç binemeden eve girerdim. çünkü sırayla hepsinin sürmesine izin verirdim.
baba değil de şambabasına sahip çocuktur.
Herzaman içinde bir acı oluşturan çocukluktan kalma üzücü acı bir detaydır ancak bu acılar yıkmaz güçlendirir ki büyüyünce malının, parasının, vefanın, yardımseverliğin değerini bilen insandır. Yoksulluğu yaşamıştır.
gururundan dolayı hiçbir arkadaşından bisikletini isteyemeyenleri de vardır benim gibi. öğrenemez o yüzden.sürmeyi bildiğini ama bunu sevmediğini söyler.bunun gibi koca bir yalanı arkadaşlarına yutturmaya çalışır.
babası türkiye gazetesi'ne abone olmayıp, bisan-ihlas mountain bike bisikletini altına çekememiş çocuktur.
arkadaşımdır o çocuk. Hergün benden izin alarak binerdi o kırmızı bisan bisikletime. Birgün karar verdim. Bisikletimi ertesi gün ona vercem. Sabah oldu. ilk işim onun yanına gitmek oldu. Kapıyı annesi açtı. Arkadaşımı sordum icerde olduğunu söyledi. Yanına gittim. Ve bisikletimi ona vereceğimi söyledim. Ağlamaya başladı. Çok ağladı. Hayır işin garibi bende ağlamıştım. Neyse kabul etmem falan dedi. Sonunda kabul etti. Eve gittim. Anneme anlattım. Tabi o zaman bisiklet kıymetli. Biz de zengin değildik nihayetinde. ikinci bir şansımız yoktu. Bisikletsiz kaldım. Olsun. Onun o gözlerinde gördüğüm sevinç bana ömrüm boyunca yeter sözlük. Buda böyle bir anımdır.
içinde hep ukde kalmış, bisiklete binen çocuklara özenmiş çocuktur.
hayatında hiç deniz görmemiş çocuktan, hayatında hiç temiz yiyecek yiyememiş çocuktan, hayatında hiç karnı gerçekten doymamış çocuktan ilerdedir; tabi yalnızca hayatında hiç bisiklet sahibi olamamış çocuktan bahsediyorsak.
en azından içi sıcak evinin bulunduğu mahallede arkadaşlarının bindiği bisikletlerle tur atabilme şansına sahiptir.
yaşamadım ama eminimki çok çok kötü bir duygudur,ileride çocuğum olursa ilk alacağım şey ona bisiklet olacaktır çünkü basit gibi gelebilir ama bisiklet bir çocuğun herşeyidir...
yazıktır ona. her çocuk bisiklete binmelidir.
Benim annem ve babamın içinde bulunduğu durumdur. Bisiklet sürmeyi bilmezler. Ancak oğullarını ( yani ben) bizim gibi içinde ukte kalmasın diye profesyonel bisikletçi yapmışlardır.
üzülen ama asla üzülmemesi gereken çocuktur. bizim bisikletimiz vardı ama binmedik. hiç de eksilmedik. rahat olun. boş beleş bir icattır bisiklet.
bisiklet sürmeyi 15 yaşında tesadür eseri öğrenmiştir. akranları bisiklet sürerken içini çekerek bakmıştır onlara. ailesini kıt kanaat geçindiği anlamaz o çocuk. sürekli annesini sıkıştırır ama nafiledir. bilmezki maaşın ay sonuna zor denk geldiğini.