bugün

Richard Linklater ın ülkesinin gerçeğini çok iyi anlattığı film. kapitalizm denilen illet bu kadar güzel anlatılabilinir. merkeze aldığı düşüncenin etrafını birbiriyle bağlantılı hayatlarla örüyor. en büyük göndermesini amerikayı sembolize eden fast food kültürüyle yani hamburgeriyle yapıyor. ve bir spoiler olarak filmin sonunda sınır kaçakcısının hamburger ikram etmesi giderayak uykusuz bırakıyor. film bir yönüyle bizdeki istanbula göç edip dağılan aileleri ve onları dramlarını anımsatsa da ortaya koyduğu yaşam dinamikleri, çözümü de gösteren yanıyla diğerlerinden ayırdedilebiliniyor. senaryo böyle iken ve yönetmenin adı linklater iken oyunculuktan kameradan ve ışıktan sözetmeye pek gerek yok.
not: bu film izlendikten sonra the edukators izlenirse "ferman padişahın" denmesi an meselesidir.
oyuncular hakkında bilgi ve trailerı için
http://www.imdb.com/title/tt0460792/
avril lavigne'nin oynadığı film
Hadi hamburger, fast food kültürünü eleştirelim diye yapılmış bir film. Ama ben bir hayli ilginç noktalar buldum bu filmde.

Film başladıktan sonra hep şu soruyu sordum: bu tesisler böyle eleştirel bir filmin çekilmesine nasıl izin vermişler?

Neyse bir şekilde çözmüşlerdir bu olayı dedim ve filmin içine girmeye başladıkça, az önce size söylemediğim ama inceden mesajını verdiğim soru iyice kafamı kurcalamaya başlamıştı: acaba fast food sektörünün bir projesi olabilir miydi bu film. Akşam haberlerini izlemiş ve Ergenekon komplolarıyla beyni doldurulmuş birey için anlaşılabilir sorular bunlar.

Neyse onların projesi olmasa da şu bir gerçek ki tam olarak eleştirmiyor bu film. Bir kere Bruce Wills çok ikna edici. Etleri pişirin yeter diyor ki mantıklı biraz.

Sonra, tesisler de oldukça hijyenik ortamlar. Rahatsız olunabilecek tek sahne hayvanların içeri alındığı ve kafalarına ateş edilerek öldürüldükleri sahne. Ki en mantıklı ve en az eziyet çekecekleri yöntem bu. Demek ki tesisler bunu da doğru yapıyorlar.

Zaten film bu tesisleri ya da fast food kültürünü eleştirmekten çok Meksikalıların ne kadar zor bir hayatları olduklarını anlatıyor.

Neyse böyle ucuz bir film için uzun bir yazı oldu bu. Sonuç olarak ortalığı yıkıcaz- allah’ım ne kadar protestiz- vaadiyle/ismiyle hazırlanan bu film suya sabuna dokunmuyor. Eşleştiremiyor. Bu filmden önce de arada bir yiyordum hamburgeri, yine arada bir yerim. Ben artık yiyemem diyenleri de anlayamıyorum. O köfteler o hayvanlardan müzakere sonrasında mı alınıyor sanıyordunuz.
Tum dünyaya yayılan "franchising" yani " başka bir firmaya sözleşme ile verilen malları üretme ve satma " yönteminin nasil olusturulduğundan bahsedilen Eric Schlosser adlı
yazarın arastrıma kitabıdır, bu yöntem sayesinde ülkemize ve tüm dünyaya fastfood ve diğer markaların yayılması sağlanmıstır örn. "GAP, Benotton,KFC vb.
Kitap aynı zamanda fast food dunyasının karanlık yüzünüde göstermeye calışmıştır, örn. yedigimiz o cok lezzetli şeylerin okadar da saglıklı olmadığını, herhangi bir limonlu sostaki o yoğun limon kokusunun tamamen laboratuar calısmaları ile oluşturulan yapay kokular oldugu gibi...
amerikan kapitalizmini akla getiren söz öbeği.
kitaptan kısa bir not şu şekildedir.
görsel
filminden farklı olarak : mcdonalds ile burger kingin başkan olmak için kıyasıya kapışacağı seçimlerden önce patates nugget ve bilimum ürünlerini dağıtacağı memleket.
(bkz: amerika)