bugün

Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar...
Farzet ki bir rüzgardım
Esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur
Sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu...
Kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım senin için
Uyandın ve ben bittim....

Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben
Her şeyini....
Sana sırdaş oldum
Dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa
El oldun aldırmadım...

Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana...
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
sessizce gittim...
Senden öncekiler gibi sen de
Anlamadın.....

Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar...
Gülüşümü....
Gözlerimi...
Sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka....
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda...
Ne ararsan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda....

Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı
Üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları......
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun?
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
Gidiyorum.....
Küçük zamanlar düşledim ikimiz için, sarılmadan uyumamızın imkansız olabilmesi içinse küçük yataklar.
Uzun geceler değildi istediğim, üzgün olmayan geceler diledim.
Gitme.
Gidersen, rengini yitirir bu şehrin göğü.
Gidersen, kısılır sesim.
Gitme.
Yetim kalır bu içimdeki heyecan...
Kahrın sebebi olur kahrımın.
Gitme.
Çünkü gözlerimi nasıl yumacağımı bilemiyorum sen gidince.
Nasıl yutkunacağımı,
Nereye sığınacağımı bilemiyorum.
Nasıl devam edeceğimi seninle başlamamış bir güne.
Gitme.
Yangın sayılır bu!
Gitme.
Üzerime çöker şu taş duvar.
Gitme.
Yitiririm inancımı.
Gitme.
Seninle birlikte evim gider!
Beni koyup gitme ne olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup gitme ne olursun
Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
Evlenirsin çocuğun olur
Beni koyup gitme ne olursun
Sonun kötüye varacak
Beni koyup gitme ne olursun
Elimi tutuyorlar ayağımı
Yetişemiyorum ardından
Hevesim olsa param olmuyor
Param olsa hevesim
Yaptıklarını affettim
Beni koyup gitme ne olursun
Seninle gelmeyeceğim yine de
Beni koyup gitme ne olursun
kitlelerin dehası

normal bir insanda
herhangi bir günde her hangi bir orduya
yetecek kadar ihanet
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.

ve cinayet konusunda en becerikliler
cinayete karşı vaaz verenlerdir.

ve nefreti en iyi becerenler
sevmeyi vaaz edenlerdir.

ve son olarak; savaaşı en iyi becerenler barış vaazı verenlerdir.

tanrıyı vaaz edenlerin tanrıya ihtiyacı vardır
barış vaaz edenlerin huzuru yok.
sevgiyi vaaz edenler sevgisizdir.

vaaz verenlerden, bilmişlerden sakının.

durmadan kitap okuyanlardan sakının.
yoksulluktan nefret edenlerden,
ya da gurur duyanlardan sakının.
övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının, karşılıığında övgü beklerler.

sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının;
bilmediği şeylerden korkarlar.

sürekli kalabalığı arayanlardan sakının;
tek başlarına bir hiçtirler.

ortalama erkekten,
ortalama kadından,
sakının.
sevgilerinden sakının,
sevgileri vasattır, vasatı arar dururlar.
ama nefretleri dahiyanedir,
nefretleri; seni beni herkesi öldürecek kadar dahiyanedir.

yalnızlığı istemezler,
yalnızlığı anlamazlar,
kendilerinden farklı her şeyi yok etmeye çalışırlar.

sanat yaratamadıklarından,
sanatı anlayamazlar.
yaratma başarısızlıklarını dünyanın beceriksizliğine yorarlar.

kendileri tam sevemedikleri için,
snin sevginin eksik olduğuna inanır,
ve senden nefret ederler.

ve nefretleri;
parlak bir elmas,
bir bıçak,
bir dağ,
bir kaplan,
bir baldıran otu gibi mükemmeldir.

en usta oldukları sanattır;
nefret.

arsız ihtiyar - bukowski baba.
H'ayat'ın huzur veren kokusu sinmiş üzerine,
Akasyalar kadar mükemmel bir koku.
Rüzgar çarpıyor yüzüne, kokusu dağılıyor
Umut kokuyor vücudu ürkek bir ben için
Nefesimde, vücudumda, ellerimde...
ÖYLE GÜNLER GÖRDÜM Ki
Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.

Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.

Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
Gözyaşları içinde seneler yürür gider.

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
içinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

Sabahattin ali
ey serseriliğim, ey anılarımın ahşap kraliçesi
şarabı sev,
tütünü incitme,
beni de unut artık.
doğmuşam ben avcıköyde,
bin sekiz yüz elli birde.
mekanımdır Bahçesaray,
mezarım kim bilir nerde .
-ismail gaspıralı
Hiç bir zaman sonları sevemedim.
aynı modası geçmiş elbise gibiler.
Giydiğin zaman herkes bakar ya sana.
Ya da soğuk bir kış günü,
Buzlar saçaklardan sarkmış,
Sığınacak başka yer olmadığını bilirken.
Paltonun içinde kaybolur ya insan.
Bazen sigaranın dibinde ki dumandır.
Ya da dolapta yolunu kaybetmiş,
Şaşkın, garip son bira.
Tadı hala dilinin ucunda kalan şerbettir,
Yutulan baklavanın tabağında duran.
Sabah vapurda yenilen simidin,
Dişde ki susamı olur bazen.
Kimi kere sen daha iyilerine layıksın,
Diye başlayan cümlenin son kelimesidir.
Bazen de son bizzat içindedir cümlenin.
Başımız sağ olsun derken.
Hiç bir zaman sonları sevemedim.
Başlayan şeyler hiç bitsinler istemedim.
Ama bittiler ya her zaman.

Bana ait.
ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
pervane olan,kendini gizler mi alevden?
sen istedin,ondan bu gönül zorla tutuştu..

gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
ay secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…

ey sen ki, kul ettin beni onmaz yakışınla,
ey sen ki, gönüller tutuşur her bakışınla!
hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
gözler ki, birer parçasıdır senden ilah’ın,
gözler ki, senin en katı zulmün ve silahın,

vur şanlı silahınla,gönül mülkü düzelsin;
sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!
bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
bir yüz ki,yapılmış dişi kaplanla hüzünden…

hasret sana,ey yirmi yılın taze baharı,
vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
dinmez! gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
dinmez! ebedi özleyişin bestesidir bu!

hasret çekerek uğruna ölmek kolaydı,
görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı..
dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
tek bendeki volkanları söndürse denizler!

hala yaşıyor gizlenerek ruhuma “kaabil”,
imkanı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
sirretmeye elden seni, bir perde olurdum.
toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

mehtaplı yüzün tanrı’yı kıskandırıyordur,
en hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik…

Hüseyin nihal atsız - geri dönen mektup

Not: atsız’ı sevmem ama bu şiirini çok güzeldir.
Şimdi gözyaşı ve endişe küplerini gizliyor aşk, kanadında.
Bilemediğimiz ayin, şarkılarını bekletiyor dil için!
Kaçtığımız her kare duvarına ekleniyor
yuvarlak avlunun, üçgenleri yok ederek sonunda tutsak edileceğimiz!
her sabah başka bahar olsa da ben uslandım,
uğramam bahçelerin semtine gülden yandım.

yahya kemal beyatlı
iyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın
Seni tüm zaaflarınla hatalarınla kabul eden
Tüm korkularınla bilen
Hesapsızca ve sorgusuz
Şartsız ve koşulsuz
Bencilce olmayan
"Benim" den önce senin olan
Onaylamasa da kabul eden bir yumuşaklıkta
Kalbinin içi kadar bir uzaklıkta
Sonuçta değil süreçte iyi gelen
iyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın.
Düşüncesi bile gülümseten
Omuzlarındaki tüm yüklerinden seni azad eden
Keder değil yaşama sevinci veren
Tüm yaralarını kendi bile fark etmeden saran
iyileştiren iyi gelen sevgilere ihtiyacı var insanın.
Beklentileriyle yormayan fazla soru sormayan
Yanında sen gibi sen olduğun
Tüm yanlış bildiklerini unuttuğun
Hiçbir hesap yapmadığın yapamadığın
iyi gelen iyileştiren sevgilere ihtiyacı var insanın.
Seni kalıplar içine sıkıştırmayan
Tüm kayıp taraflarını bakışlarıyla bulduran
En beceriksiz taraflarını
Sevimli bir çocuğun yaramazlığı gibi görüp Seni sevmeye daha da sarılan
iyileştiren iyi gelen sevgilere ihtiyacı var insanın.

Alıntı ..
Kalbimin derinliklerinde bir sızı hissediyorum,
Öfkemin oluşturmuş olduğu bir iz değil bu.
Sevdiğimin beni hançerlemiş olduğu bir yara bu.
Kendimi sezar gibi hissetmeme neden oldun sevgili.

Öyleyse şimdiki sözlerimi mermiye dönüştüreceğim senin için,
Cebimde sana uzatacak zeytin dalım kalmadı artık.
Kalbimin sana duyduğu özlemi yansıtıcı olarak nefrete dönüştüreceğim.
Böylelikle sen benim kabuslarım ve karanlıklarımda kendini arayacaksın.
Biliyorum hala birine aşık olabilirsin
Hatta olmuş bile olabilirsin
Bulmuşun bile bir tane
Uzun saçlı birini.

Bundan 10 yıl sonra çocuklarımız olacak
Bu çocukların bazıları sana hiç benzemeyecek bazıları bana
Beraber kurduğumuz bizi heyecanlandıran planları, hayalleri gerçekleştireceğiz
Sen başka ben başka biriyle.

Biliyorsun seni sevdim
Çok kötü şeyler yaşarken bile sevdim
Aileme yalanlar söyledim,

Sana hiçbir zaman laf söyletmedim.
Senin yapmadığın gibi.
Bana yaptığın kötülükleri, yanlışları hiç kimseye anlatmadım.
Olur da biri senin hakkında kötü düşünür diye

Seninle beraber olmak için sürekli para biriktirdim,
Her zaman seninle görüşmek için fırsat kolladım.
En yakın arkadaşımla iletişimimi kestim,
Ama bunların bir önemi yok artık

Kötü gününde yanındaydım
Canım sıkıldığım zaman ilk yanına koştuğum da sendin
Kırılacak veya tedirgin olacak olsan bile düşüncelerimi açıkça söyledim.
Her sabah seninle uyanmak istedim, hatta çok istedim

Sanırım ben biraz fazla açıktım.
ilişkimizin bu şekilde uzaktan yürümediğini fark ettim
Çok üzülerek de olsa bir karar aldım
Bunu sana en iyi en temiz şekilde açıklamaya çalıştım

Ama sen beni düşman belledin
Yalancı olarak andın
Daha birçok şeyle suçladın.
Belki de nefret ediyorsun.

Umurumda değil bunlar artık.
Kendi doğrularımı izledim.
Umutlarım vardı, hesaplar vardı.
Ama yine evdeki hesap çarşıya uymadı.

içtiğim içkide sigarada aklıma gelmen ne acı
Ama asla ve asla pişman olmadım.
Doğrusu buydu, devam etseydik daha güzel olmayacaktı şu ankinden
Daha mutlu olmayacaktık.

Hala seni unutturacak insanlar var demişin
Bu insanlar başarılı da olmuşlar.
Bensiz geçen ilk ay başka bir insandan hoşlandığın
Birkaç ay sonra başka biriyle duşa girdiğine göre,
Seni benden daha mutlu etmiş.

Seni böyle gördüğüme göre, sanırım çoğu şey değmezmiş
Artık benim de seni unutma vaktim gelmiş.
Seni unutturacaklarla beraber olma vakti gelmiş.
Adının hiç anılmadığı hayat kurma vakti gelmiş.
Belki de ara ara,
Yaptığım aykırılıklar varsa da,
Bakmadan kendi yaptıklarına,
Bana deli diyorlar.
Konuşuyorsam kendi kendime,
Kime ne zararım var.
Ara sıra vurup kırıyorum,
Döküyorum sağı solu,
Farketmez orası burası,
Bana her yer ayak yolu.
Çok sıcak gelmişti hava,
Her halde yaz diye.
Ne olmuş yani bir kaç kere,
Çırılçıplak gezdiysem mahallede.
Farketmedim mi sanıyorsunuz,
Kapatırken elinizle yüzünüzü,
Parmaklarınızın arasından,
Fal taşı gibi açtığınızı gözünüzü.
Bildiğiniz deliyim işte,
Gürbüzüm güçlü kuvvetli.
Sizin gibi değilim.
Anlamıyorum ben her şeyi,
Niye giyilir elbise,
Benim için yok bir değeri.
Parayla alınırmış,
içtiğimiz su yediğimiz ekmek.
Bulamazsam ben para,
Benim ölmem mi gerek.
Bakıyorum da karıncalar gibisiniz.
Bir ömür paranın pesindesiniz.
Kör olmuş gözünüz,
Sizin için her şey değersiz.
Söyleyin şimdi,
Deli olan ben miyim,
Yoksa deli olan,
Aslında sizler misiniz.

Bana ait
https://vocaroo.com/i/s1D07G0myOK5
Çocukluğunu düşünüyorum Emilia
Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin
Hani saçların, atkın uçuşurdu rüzgarda
Kokusunu duyuyorum bembeyaz gömleğinin
Seni kucağıma alıyorum Emilia

Ben büyüttüm seni, ben yetiştirdim
Bugüne bu sevdaya
Toprağım ekmeğim kitabım şiirim
Sen ne varsa iyiden doğrudan yana
Gözümün nuru, başımın tacı, efendim

Melih Cevdet anday.
Seni özledim
Bir yıldızin geceyi özlemesi gibi

Ve bir gündüz gözlerim seni
Güneşse dunyayi aradi aydınlık için.
Daha kaç köyden sürülsün insan
adam oluncaya dek?
daha kaç derya dolaşsın martı
bulsam diye bir tünek?
daha kaç toptan atılsın gülle
harp toptan kalkıncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

daha kaç yıl kök salsın ağaç
bahar açıncaya dek?
daha kaç yıl kök söksün bu halk
yerin bulsun diye hak?
daha kaç aydın ışığı görüp
görmezlikten gelecek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

daha kaç can canından geçecek
cana yetinceye dek?
daha kaç el boş açılsın göğe
göğermedikçe yürek?
daha kaç teller kopsun sazlardan
bu ses duyuluncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun
cevabı esen rüzgârda.

çeviri: can yücel

blowin in The Wind - Bob Dylan

https://youtu.be/3l4nVByCL44
hemen çekip atıyorum, şudur ;

görsel
görsel
Bana verdiğin mutluluğu
Paylaşacak kimsem yok
Sevincimi içime
Ve yalnız taşıyorum.
(Biliyorsun ya
Susarak yaşamak zorundayım seni)
Bu yüzden gecelere ve sözcüklere
Bölüyorum ağırlığını
Yüzünü gözbebeklerime çiziyorum
Kırık kalemleriyle kirpiklerimin
Baktığım her yerde seni göreyim
Ve eksilmesin diye imgen
Uykularımda bile
Ömrümün evinden
Sır vermez derininden kalbimin.

Şükrü Erbaş.
sen bana bakma,
ben senin baktığın yönde olurum.
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. işin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. inan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Küçük iskender