bugün

stieg larsson'un milenyum serisinin ikinci kitabı. (the girl who played with fire)
isveçli yazar stieg larsson un yazdığı kitaptır. türkçesi ateşle oynayan kızdır.

google translate sağolsun.
--spoiler--
bir intikam filmi büsbütün.
kahramanımız lisbeth salander'ın bilmediğimiz geçmişini öğreniyor ve geçmişinden intikam alışına tanık oluyoruz.
--spoiler--
norveççe'nin daha güzel bir dil olduğunu da cümle aleme gösteren kitap.

jenta som spilt med ild mi yoksa flickan som lekte med elden mi? aslında isveççesi daha tatlı gibi lan, hehe.
kapağında, millennium serisinin birinci kitabı ejderha dövmeli kız'dan daha iyi olduğu belirtilen kitap.

"kitapları karşılaştırırken ölçütleri neydi acaba ?" diye sordum kendime. çünkü birinci kitap; ejderha dövmeli kız'da, bir polisiye romanda olması gereken heyecan ve gerilim, ikinci kitaptan daha fazla gibi geldi bana. fakat, merak uyandırma konusunda ejderha dövmeli kız, ateşle oynayan kız'la karşılaştırılırsa, ateşle oynayan kız açık ara farkla öne geçer. çünkü bu kitapta, daha çok olay, daha çok kişi, daha çok sır var.
--spoiler--
ayrıca, kitabı okurken lisbeth salander hakkındaki fikirlerim -ilk kitaptan dolayı çok sevsem de- sürekli değişti; bir iyi oldu, bir kötü. fakat kitabın sonunda her şey netleşti. lisbeth salander'i çok sevdim ve acıdım.
--spoiler--
övgülerde de dediği gibi; ilk kitabı okuduysanız ikincisini almaktan kendinizi alıkoyamayacaksınız, ilk kitabı okumadıysanız hemen gidin bir tane alıp okuyun, ikincisini mutlaka alacaksınız.

edit: üçüncüsü çıktığında da "mutlaka" alacaksınız. nerden mi biliyorum ? çünkü ben "mutlaka" alacağım.
ejderha dövmeli kızı okuduktan sonra okumak zorunda olduğunuz millenyum serisinin ikinci kitabı.
ejderha dövmeli kız romanının devam romanıdır. ayrıca aynı adlı romandan uyarlanmış film olup, vizyona girmesi beklenmektedir.
17 aralık tarihinde vizyona girecektir. seyretmis olanalr filmekimi'nde de seyretmis olabilirler.
bekliyorum heyecanla...
kitabın arka kapağını okursunuz, dikkatinizi çeker ve alırsınız. sonra okumaya başlarsınız. kafanızda olaylarla ilgili yorumlar yaparsınız. olaylar gelişir yorumlarınız da değişir. sonra kitabın sonlarına doğru kafanızda oluşturduğunuz bütün şeyler gider. başka bir şeyler olur. daha hızlı okumaya başlarsınız;ir an önce sonunu öğrenmek için. yine kafanızda bir şeyler kurarsınız. kitabın son cümlesine kadar gelirsiniz. işte bu kitap sonunda sizi beklemediğiniz bir bölüme getiriyor. bir an önce bitirip ne olduğunu öğrenmek istiyorsunuz; ama bir yandan da bitecek diye üzülüyorsunuz. sonra bir an önce filmini izlemek istersiniz.
ateşle oynayan kız söylendiği gibi ejderha dövmeli kızdan daha güzel bir kurgu daha sürprizlerle dolu. lisbeth salander çok zeki ve bir o kadar da inatçı bu inatla başından bela eksik olmaz gibime geliyor. bu arada Coca Cola, Marlboro, Dunhill, Lucky Strike, IKEA markalarının hikayede sürekli yer alması ile
zorunlu bir reklam kuşağı okuyucuya dayatılıyor.
sözlükte isveççe bilen 3 5 kişi; fakat türkçe bilen ve bu kitabı orijinal diliyle değil de türkçesiyle okuyanların sayısının elbette ki daha çok olduğu gerçeğini yadsımayacaksak neden isveççe başlık açıyorsun sayın uuuuser diye bir kendi kendime takıldım.

serinin ilk kitabı ejderha dövmeli kız için de aynısı yapılmıştı. isveççe sözlük dili oldu da benim mi haberim olmadı. hadi olsun olmasın bana fonotiks bir şekilde telaffuzunu yapın size kafadan 10 şukela!

neyse bu gereksiz enstantaneyi geçiyorum, kitap ilk kitap kadar iyi değil diyorum neden mi diyorum:

i. yazar çok satmak için elindeki tüm kozları kullanmış, çocukluğu son derece ağır sansasyonlarla geçmiş, buna rağmen üstün zekalı fotografik zihinli, biseksüel hacker ve kötüleri dövebilmesi için süpeeeer bok yapabilen, az konuşan ama her insanı etkileyen bir kız. türkiye'de olsa senden ötürü kimden ötürü olacak diye bu kızı lisede dövüp aklını başına getirirlerdi.-yine de bu kızı sevdim, çünkü ben yeşilçamla büyüdüm, kötülerden yana olamıyorum, kötüyü döven kazansın. yetmez ama evet-

ii. yakışıklı karizmatik yine son derece zeki ve tüm çarpık ilişkilere imzasını atan ve sadece kadınlarla, onlarca kadınla istediği an yatabilen tam bir 'kuul' gazeteci. erkekler hariç herkeeees ona hayran. hele bir evi var süper ama o kadar kuuuul ki mercedese binmiyor işte. yürüyor ceketi ve spor ayakkabılarıyla falan...

iii. kız bu gazeteciye aşık tabii. ne olmasını beklerdiniz.

iv. aşık ama aşkı içinde. gömülü gümülü! ayrıca kız iyi de bir simsar ilk kitaptan okuyanlar bilir yüksek bir paraya da cuk diye kondu. -cukka cukka- o yeeeeaaaaööööeeee!
bir de böyle çok zayıf makyaja değişime peruğa çok elverişli sıradan bir tip ki kitabı okuyanlar bilir bu onun avantajına.

v. daha çok özellik sıralarım da...

vi. kitabı okumak isteyenlerin şevkine çomak sokmayayım. tabi üçüncü kitabın adı da arı kovanına çomak sokan kız. lütfen şimdi şu yanda şeyettiğim şeye tıklayıp isveççemize 3 5 kelime daha katalım. soran olursa yazabiliyorum ama okuyamıyorum deriz.

vii. tüm bu özellikler birleşince ve kitap yer yer çok gereksiz olay örgüleriyle karışık 700 sayfayı bulunca bir de isveç dolaylarından gelince best seller olmaması için tek etken sizin kitabı almamanız oluyor. ama ne oluyor böyle ben gibi onlarca satır hiciv dolu cümleler düzseniz de kitabı alıyorsunuz okuyorsunuz. nefesiniz kesiliyor mu? eh orhan kemalleri, nazım hikmetleri, iskender palaları okuyuncanefesiniz kesilmese de günün boğucu ayrıntılarından her gün bir kaç saat olsun sizi uzak tutabiliyor.
isveçcenin zorluğundan zannedersem; yer isimleri-kişi isimleri karmaşasında boğuluyor kitap biraz. hiç alışkın olduğum bir yapısı yok dilin. yok kız ghuntergardethen e mi taşınmıştı yoksa eski adresi miydi o.. yeni adresi blahergendhergen miydi neydi derken film bazen koptu bende. "lisbeth salander sessizce gtulenerdengranerden deki evine girdi" cümlesini okuyunca misal tam olarak olayı kavrayamadım. karakterlerin soy isimleri de öyle. svedisson swenson a karıştı. bjurman björk e gitti. bi yerde ericson var öbür yerde errikkson var.. dalga mı geçiyosunuz arkadaşım?

bu arada rahmetli yazarın milliyetçi bir eğilimi olduğunu hissettim. isveç kültürünü kitaba elinden geldiğince yerleştirmiş. biraz aşırıya kaçmış hatta. bu tutumun okuyucu tarafından hissedilmemesi lazım. inceden inceye işlenmesi lazım. bence.

hikayeler gün be gün anlatılırken bazı detaylara fazla girilmiş. ben neden her allah ın günü lisbeth in kahve eşliğinde hangi tür sandviç yediğini okudum anlamadım? blomkvist ikide bir caffe latte içiyor biz okuyoruz anasını satiim. ".. odasına girdi bir kahve hazırladı. buzdolabından dondurulmuş pizza ve iki börek çıkarttı. yanına üç dilim salam koydu" paso böyle ilerliyor roman. yeme-içme mevzuunda da bir takıntı sezmedim değil.

ve evet sonunu ben de insanüstü buldum. saçma buldum. üstünde durmaya bile gerek duymuyorum. kurguya yakışmamış. nicedir, sağlam kurgusunu hoş bir sonla taçlandıran yazara rastlamadım. çok üzülüyorum.

ancak tabii sürükleyici, zaman öldürücü, bilgilendirici, içine alıcı, böyle sıcacık offff... bir roman. birçok açıdan kıyas kabul etmez.

okuyunuz okutturunuz.