bugün

flickan som lekte med elden

isveçcenin zorluğundan zannedersem; yer isimleri-kişi isimleri karmaşasında boğuluyor kitap biraz. hiç alışkın olduğum bir yapısı yok dilin. yok kız ghuntergardethen e mi taşınmıştı yoksa eski adresi miydi o.. yeni adresi blahergendhergen miydi neydi derken film bazen koptu bende. "lisbeth salander sessizce gtulenerdengranerden deki evine girdi" cümlesini okuyunca misal tam olarak olayı kavrayamadım. karakterlerin soy isimleri de öyle. svedisson swenson a karıştı. bjurman björk e gitti. bi yerde ericson var öbür yerde errikkson var.. dalga mı geçiyosunuz arkadaşım?

bu arada rahmetli yazarın milliyetçi bir eğilimi olduğunu hissettim. isveç kültürünü kitaba elinden geldiğince yerleştirmiş. biraz aşırıya kaçmış hatta. bu tutumun okuyucu tarafından hissedilmemesi lazım. inceden inceye işlenmesi lazım. bence.

hikayeler gün be gün anlatılırken bazı detaylara fazla girilmiş. ben neden her allah ın günü lisbeth in kahve eşliğinde hangi tür sandviç yediğini okudum anlamadım? blomkvist ikide bir caffe latte içiyor biz okuyoruz anasını satiim. ".. odasına girdi bir kahve hazırladı. buzdolabından dondurulmuş pizza ve iki börek çıkarttı. yanına üç dilim salam koydu" paso böyle ilerliyor roman. yeme-içme mevzuunda da bir takıntı sezmedim değil.

ve evet sonunu ben de insanüstü buldum. saçma buldum. üstünde durmaya bile gerek duymuyorum. kurguya yakışmamış. nicedir, sağlam kurgusunu hoş bir sonla taçlandıran yazara rastlamadım. çok üzülüyorum.

ancak tabii sürükleyici, zaman öldürücü, bilgilendirici, içine alıcı, böyle sıcacık offff... bir roman. birçok açıdan kıyas kabul etmez.

okuyunuz okutturunuz.