bugün

ingmar bergman'ın en başarılı filmlerinden birisi olmakla birlikte kabaca hayatının özeti sayılabilir.. zaten bütün filmlerinde otobiyografik etkiler hakimiyetini hissetirir.. filmin başlangıcında özellikle Alexander, masanın altına girer ve saklanır. Bu Bergman'ın özellikle çocukluğunda gerçekleştirdiği aktivitelerden birisidir. bunun nedeni; ''listening to the sunshine came in through the windows'' bunun yanıda, funny'nin de kardeşi margarita ya benzerliği dikkat çekmektedir.Bu durumda bir heykel ise canlanıp onu çağrımaktadır. bu da çocukluğunda yaşadığı olaylardan birisi olup, gizli korkularını anlatır. kameranın alexander'a yaklaştığı zamanlar, kendi içersinde gizlediği ve pek de paylaşmadığı sinirini yansıtmaktadır. kırmızıyı suratı vasıtasıyla dışa vurması da bunun az çok-en azından hassas bir çocuk olduğunun-kanıtıdır. burada da bergman'ın çabuk sinirlenen doğasına gönderme yapılmaktadır.

filmin başında ve ölüm sahnesinden önce geçen, kirli bir kova, saatler ve çeşitli kimyasallara yapılan zoom'lar klasik bergman filmlerinde gördüğümüz sahnelerdir. buradaki sahne de özellikle beyaza yapılan vurgular(alexandr'ın baasının cenazesi üzeirndeki beyaz güller ile) ölümü sembolize etmektedir.(cries and whisperres'da da kırmızı vurgulanarak, kan ve duyguyu ifade ettiği gibi).

bergman'a göre ölüm farklı anlamlara sahiptir; bir anlamda, çocuk ile ebeveyn arasında gizli bir barışı ifade eder. bir açıklamasında ise ''ölümün sadece bir odada ışıkları kapamak gibi bir şey'' olduğunu söylemiştir. son dönem filmlerinden birisi olan 'saraband'da konu bu noktaya doğru gider, sıçrama yaptığı ''yedinci mühür'' filminde olduğu gibi.

bu filmde özellikle bergman'ın iki tane ilham kaynağı vardır birisi; E.T.A. Hoffman masalları(özellikle alexander'ın hariet anderson rolündeki hizmetçi ye anlattığı hayalgücü ile şekillenmiş kafasından uydurduğu ''din adamının eski eşi ve çocuklarını açlığa ve ölüme terk ettiğini anlatan'' sahne de etkisini görürüz, E.T.A. hoffman ise korku masalları ve bunların uğursuz ve tehtidkar karakterleri ile ün yapmıştır. 1950'de bergman'ın ünlü filmi ''summer interlude''de. dr copelius karakteri hoffman'ın hikayelerindne atlamış gelmiştir. yine aynı şekilde karakterlerin doğüstülüğü, tuhaflığı bergman'ın filmlerine yansımıştır. yine ''hour of wolf'da erland josepshon'un duvara tırmanması ve canlanan ölü karakterleri hoffman etkisidir. bunu yanında, jacobi amcanın evindeki kuklalar ve aynı zamanda yaşanan tuhaf olaylarda hoffman'ın dünyasını yansıtır. diğer bir etki ise; charlies dickens'dır.

fişlmdeki bir çok sahnede biyografik etkiler hakimdir:

filmdeki ilginç sahnelerden birisi de: mutlu bir christmas sahnesidir ki, özelikle babasının incilden bölümler okuduğu sahne.. bu sahnede de eric bergman'ın christmas zamanlarında incil okuduğu zamanlar paralelinde çektiği kesin bir gerçek(bir lütheryan papazının oğludur bergman). bazı filmlerinde de ana-baba sorunsalını derinden yansıtır ''through glass darkly'' isimli filmde babası yazar olan bir gencin babası ile daha hiç oturup kendi fikirlerini açıklamaması dikkat çekicidir.. babası tanrıya inanmaktadır, kitaplarında da az çok bu paralellikte gerçeklikler bulunmaktadır.. ama bazı filmlerinde biraz abartılı gösteir anne ve babasını ama bu filmde dengeye ullaşmış gibidir.. bu dengesizlikde de babasını payı olduğu kesin, çünkü ''funny och alexander''' da biribirine zıt iki parça gibi duruyor film demiştik.. babası da öyle bir adamdı, evin hali de babasının ruh yapısına göre değişen bir haldeydi. o iyi bir ruh halinde olunca herşey güzel ve bergman da mutluydu, fakat babasıının kötü bir hali herşeyi yıkmaya ve nesnelerin üzerini siyah bir tabaka gibi kaplamaya haizdi. biyografisinde şöyle bahsetmektedir:''childish is between boundless terror and exlosive joy''. bergman ın yaşadığı hayat kendi açıklamaları doğrultusunda; günah, itiraf, ceza, affetme, ana, baba ve tanrı üçgeninde gelip gitmiştir sürekli. özgürlüğün tadını özlediğinden biyografisinde sık sık belirtmiştir.

bununla birlikte, alexander'ın kamçılanması da özellikle hour of the wolf'da max von sydov'unçocukluğu ile ilgili anlatığı anılardan birisini çağrıştırmaktadır. tabi ki bunların hepsi, bergman ın çocukluğuna göndermedir. bu aynı zamanda cezalandırma değil, aşağılamadır da. özellikle bir çok filminin kırılma noktası aşağılamadır ve bergman'ın da en çok korktuğu şey budur.. ''hour of the wolf''un son sahnesinde gerçekleşen seksüel açıdan yetersizlik ve yazarın canavarlarının ona gülmesi bir aşağılanmadır. alexander'ın üvey babası tarafından aile üyeleri önünde kıçından kamçılanması da aşağılanmadır..

yine biyografik açılardan bakıldığında; filmdeki hizmetçi figürü(Maj) de büyükannesi ile yaşayan hizmetçisi lola'yı yansıtmaktadır. bunlarla birlikte, geceleri alexander kalkarak ''magic lentil''ini açmaktadır. sinema ve tiyatroya olan ilgisi çocuklğunda başlayan bergman, magic lentil(sihirlil fener'ini) yüz tane oyuncak askerini feda ederek kardeşinden almıştır..

film alsına bakılırsa, hem ışıklandırma açısından olsun hem de filmin gidişatı ve konu açısından birbirine zıt iki parça gibidir. ekdahl'lar da yaşananlar ve piskopos un evinde gerçekleşenler. Alexanderın babasının ölümünden sonraki sahneler ise, yeni ve başka bir hayatı yansıtır ailenin, din adamının evine taşınması ve özellikle dekorlar dikkat çekicidir ki, ortaçağ karanlığını, püritan ve lütheryan yaşam tarzını ve aynı zamanda insanı boğan dekoru ile ortamın kasavetini yansıtır ki bu yaşam tarzı, 1600'lerde kuzey de hakimiyetini sürdürmektedir.

filmde tuhaf olarak görünen iki karakter vardır, birisi din adamının halası, diğeri ise isaak amca'nın oğlu ismael'dir. bu karakterlerin ikisi de, özellikle farklı cinsiyetler oynar. ismael kadın olmasına rağmen br erkeği oynar, din adamınn amcası ise erkek olmasına rağmen bir kadını canlandırır. bununla birlikte, sakat olan din adamının halası, evlerindeki hareketsizlik, fazlalıkla düzen, ve cansızlığı yansıtır..

herfilminde de eş ve metres arasındabir zıtlık, sahip olduğu kişi bakımındna farklı yaklaşımlar vardır. tiyatro ve sinemaya olduğu gibi. yine bergman şu sözlerle bunu biraz da ifade eder:

''theatre is my wife, and cinema is my mistress''

ilginç bir noktadır ki; son sahnelerden birisinde, saat kaç diye sorulur.. daha doğrusu emilie din adamına sorar o da der ki saat 04:00: bu saat işte Bergman'a göre: ''the hour of the wolf'' when most children is born and most people die'' ve romalılara göre bir çok ucube, şeytanın ve kötü güçlerin yaşam kazandığı zamandır. işte bu zamanda, bütün felaketler gerçekleşecektr. şamdan devrilecek ev yanacak ve din adamı hayatını kaybedecektir.

bunun yanında ismael in onu paralel bakışlarla süzmesi ve iki kadın arasındaki kişiliklerin değişimini anlatan personadaki sahneyi anımsatmaktadır. ilginç bir yoruma göre, ismail ile alexandr arasındaki ilişki(peter covie göre), bilinçaltına hitap eden din adamını öldürme duygusundan kaynaklanır.. sonrasında ise alexandr diyetini, kendisini bu doğaüstü paranormal ve ilginç olayların koynuna bırakacaktır. bütün hayatı boyunca bunu ödeyecektir.. BU ise az çok bergman ın hayatını yansıtmaktadır. bunun dışında alexandr kendisini bu hayali canavarların ve paranormal olayların içersine atacaktır ailesinin yaşattıklarından kurtulmak amacıyla.. filmin sonundaki, ölen din adamının onu takip edip ''benden asla kaçamazsın'' demesi ise.. onun asla diniin verdiği kaygı ve zihin meşguliyetindne kaçamayacağını ifade eden mükemmel bir araçtır belki de..

kaynaklar:
criterion collection, dvd rewiev/peter covie
review of hour of the wolf/peter covie
Dan Schneider/cosmetica
--spoiler--
bergman, alexander'ın ta kendisidir efendim. ustanın, belki de tüm eserlerini içinde kaynattığı kazandır bu film, otobiyografidir.

--spoiler--
bir sinema filmi izler gibi değil de hayatın sırlarından bazılarına vakıf olacakmış gibi seyre dalıyorum bergman'ın eserlerini desem, abartmış olur muyum? sanamıyorum. alexander'ı kendisinin yerine koyuyor bu sefer. içine doğduğu aileden din'e, ilişkilerden varoluşa birçok şeyi sorguluyor. sanki bir dürbünle, isveçli bir aileyi uzaktan gözlemliyorsunuz gibi bir atmosfer yaratılıyor. iyi oluyor.
isveç destanıdır. bergman'ın son dönem yapıtlarından birisi olmasının dışında, ismail retzinsky sahnesi özellikle izlenmelidir.

"kim bilir, düşünce olarak birbirimizin içine doğru akıyoruzdur"
"Birinin elinden bahanelerini alırsanız, aklını kaçırır."
Ingmar Bergman'in diger filmelerine nazaran oldukca uzundur suresi. Buna bagli olarak daha cok sey anlatir.

Film 1900'lerin baslarinda gectigi icin zaten eski binalariyla unlu isvec sehri Uppsala'da cekilmistir.
bergman'ın kim bilir kaçıncı başyapıtı.

kendinizi ekhdal ailesinin bir ferdi olarak görmeyi çok arzuluyorsunuz her şeyden önce. görüntüler, kişiler, diyaloglar zaten tarifsiz.

bulsam da 8 saatlik olanını izlesem keşke.
bergman başyapıtı. yıllardır faşist, dindar bir babanın gölgesinde yaşamış olan bergman bu filminde dine olan tüm öfkesini kusar. bulabilirseniz 5 saatlik bölümünü izleyin derim. dinin insanı nasıl metalaştırdığını ve baskıcı hale getirdiğini, zaman kavramını bile nasıl yıprattığını anlatır bergman. birde bir ismael vardır ki mıhlanır kalırsınız ekrana.
1982 yapımı harikulade güzellikte bir bergman filmi.

görsel

film hakkında epey şey söylenmiş, bunlardan farklı olarak, sommaren med monika'nın genç monika'sını bu filmde yaşlı bir hizmetçi rolünde görmek insanı biraz tuhaf hissettirir.
kalabalık karakter portföyü ve muhteşem görselliğiyle izlenesi bir bergman filmi dahadır. yer yer otobiyografik hikaye etme, yer yer felsefi diyaloglar/monologlar arasında 3 saat akıp gidiveriyor. salim kafayla ve yeterli zamanınız varken başına oturun.
güncel Önemli Başlıklar