bugün

Çok sevdiğim Jane Austen'ın çok sevdiğim kitabı. Kesinlikle okuyun. Hatta 4 bölümlük bir mini dizisi de var. Onu da mutlaka izleyin.
bir jane austen romanıdır. çöpçatanlık yapmaya çalışan ve bunu yaparken yanlış anlaşılmalara yol açan genç kızın * hikayesini anlatır. oldukça zevkli bir kitaptır.
bugün, doğum günü olan yazar kişisi. bir sene daha geçmesine, biraz daha yaşlanmasına rağmen kendini avutmaya devam ediyor. abarttığımı düşünenler olabilir, ama koskocaman bir sene geçti, müsade edin de biraz serzenişte bulunup şımarayım bari.

baktım da sayfamdaki entryler kısa kalmış, biraz kendimden bahsedeyim de ileride oluşturulabilecek yanlış önermelerin şimdiden önüne geçebilirim belki. kimlik bilgilerimi deşifre edeceğimi düşünen varsa bundan sonrasını okumak için zahmet etmesin lütfen. sözlükte yazar olarak bir senemi bile dolduramamış beşinci nesil bir yazarım. girdiğim entrylerden ve nikimden dolayı jane austen'ı sevdiğim sonucuna varanlar oldu, doğrudur. pride and prejudice' ı (gurur ve önyargı)kaç kere tekrar tekrar okuduğumu tam olarak hatırlamıyorum bile. * you've got mail deki 'kathleen' karakteriyle bu açıdan birbirimize benziyoruz galiba. hazır filmlere geçmişken koyu olmasa da bir tom hanks hayranıyım. yeter ki o oynasın, kötü bir filme bile kendinden bir şeyler katmasını kesinlikle başarabilen nadir oyunculardan biri. alakalı alakasız rol aldığı bütün filmleri bulup izleme çalışmalarım hala devam etmektedir.

şimdi klasik üçlemenin hangi kısımlarından bahsettim: roman, film. geriye kaldı müzik. bazı durumlarda olduğu gibi bunda da sergilediğim garip davranışlarım ve tutumlarım devam etmekte. nedense başta burun kıvırıp bu nasıl şarkı, bu nasıl klip dediğim şarkıcıların her ne hikmetse sonradan en koyu hayranları ben oluyorum. ilk girdiğim entryler arasında 3 taneyle birinciliği başkasına kaptırmayan Keane vazgeçilmez grubumdur. (nasıl birisi olduğuma dair baya bir ipucu vermişim entrylerimde aslında, yoksa boşuna mı yazıyorum sabahtan beri?) Travis 'le beraber mp3 ümü işgal edip dururlar. kısacası anladım ki çok çeşitli müzik dinlememe rağmen alternatifler içerisinde brit pop'un kadrolu elemanı olup kalmışım.

seneler gerçekten çabucak geçiyor. uzun bir yolun sonuna daha gelmişim bir baktım ki: olur da tek ders sınavına filan kalmazsam kısa bir süre içinde mezun oluyorum. uzundu, yorucuydu bazen, ama kesinlikle değdi, güzeldi. bugün itibariyle benim için yeni başlamış bir senede önümde bambaşka yollar görünüyor. o sıralar hala sözlük yazarı olmaya devam ediyorsam bu yazıyı ve emek verdiğim diğer bütün yazıları gülümseyerek okuyacağım umarım.
bu arada zaman makinesiyle geleceğe giden var mı, cevap bekleyen sorularım var da...
doğum günün kutlu olsun emma, nice sağlıklı, güzel ve en önemlisi umut dolu yıllara... *

aylar sonra gelen ekleme: yaz okuluna veya tek ders sınavına kalmadan, sorun çıkmadan okulumu bitirdim; bir zamanlar onların yerinde olduğum öğrencilerim şimdi beni bekliyor artık. *
bir jane austen romanı. en güzeli diyemeyeceğim keza bana göre tüm romanları çok güzel. her ne kadar dili bazen sıksa ve normalde bir iki günde kitap bitiren bir kişinin * bile yaklaşık 6 günde bitirmesine sebep olsa da, yine sonuyla mutlu etmiştir.

ayrıca mr.knightley ile mr.darcy karşılaştırılmamalıdır diye düşünmekteyim. o kadar da değil yahu.

--spoiler--
mr.knightley 21 yaşındaki emmaya "sanırım ben sana 10 yıldır aşığım." dedikten sonra... gülmediğimi söyleyemeyeceğim!
--spoiler--
en güzel olmasa da yine de çok hoş bir jane austen kitabı. filmi de vardır. hatta emma woodhouse u gwyneth paltrowcanlandırmaktadır
kocaman bir yıl daha geçti. birkaç ay öncesine kadar düşünsen aklına gelemeyecek kadar güzel şeylerle karşılaştın. hayattaki gerçek sorunlarla yüzleşmeye, sorumluluk almaya başladın. yaşına yeni rakamlar eklendikçe tecrübelerin de biraz daha değişiyor ve artıyor her geçen yıl. arkana dönüp baktığında hepsinin üstünden sanki uzun yıllar geçmiş gibi geliyor. her geçen sene biraz daha olgunlaştığını hissediyorsun. tam pes ettiğin anlarda bir umut ışığı beliriyor ve hayallerinin peşinden koşmaya yöneliyorsun yeniden. öylesine istiyorsun ki birbiriyle bağlantısı olmayan olaylar zinciri seni istediğin noktaya götürüyor. şanslı hissediyorsun kendini. okyanuslar kadar uzak görünen şeylerin gerçekleşmesi, istemek ne güzel bir şeymiş, bunu anlıyorsun.

küçük kız çok hızlı büyüyorsun, farkında mısın? hayatının akışına yetişemiyorsun bazen. senin kontrolün dışında öyle şeyler oluyor ki farkına vardığın an afallayıp kalıyorsun. kendine kızıyorsun arada böylesine iyi niyetli ve sabırlı yaklaştığın için, insanları düşünmekten vazgeçemediğin için. keşke değişebilsem, diğerleri gibi vurdumduymaz, kendini düşünen, kendinden başkalarını ezip geçen, küçük oyunların peşinde koşan biri olabilsem diyorsun. yastığa başını koyduğunda hiçbir derdi tasası olmayan, umursamaz ve acımasız insanlara benzemek istiyorsun ama bilmiyorsun ki bu yönün seni onlardan ayırıyor, bu özelliklerin sayesinde herkesin karşılaşamayacağı fırsatlar çıkıyor önüne, en umutsuz anlarında bile bir güç sana yardım elini uzatmaktan hiç çekinmiyor; aradığın şeyi geç de olsa yanıbaşında buluyorsun.

evet, büyüyorsun. daha önce hiç gitmediğin bir ülkede, hiç bilmediğin insanlarla tanışıyorsun. gerçek sevgiyi farklı milletten, farklı dili konuşan insanların sıcacık bir gülümsemesinde, içten bir sarılışında, seni koruyan, gözeten ve takdir eden sözlerinde, el emeği hediyelerinde yeniden, bir kez daha buluyorsun. özlüyorsun kısacık zamanda tanıdığın bu insanları, sana karşı ne kadar içten olduklarını hatırlayınca ve ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorsun bütün bunlar senin başına geldiği için. işte o zaman hiç değişme diyorsun kendi kendine, onlara benzemeye çalışma. çünkü sen busun, sen bu halinle gerçek bir insansın ve gerçek sevgiyi, yaşamayı hak ediyorsun. doğum günün kutlu olsun küçük kız, güzelliklerle karşılaşacağın nice yıllara...
aşağıda okuyacağınız entry spoil içermektedir.

emma bir jane austen romanı olmakla beraber, romanın kendi hayal dünyasında yaşayan, aşırı genellemeler yapan ana karakterdir. kendi kafasında oluşturduğu gerçeklere o kadar inanır ki, sonunda ortaya çıkan gerçeklerin kendi düşündüğü gibi olmadığı için ne yapacağını şaşırır ve kendisiyle çelişir. miss. harriet'e mr. elton'u ayarlamak ister çünkü kendisi high class bir adam. emma ile evlenmek isteyen adam martin ise çiftçilikle uğraşan bir adam. en başta harriet'in martin'de gönlü olmasına rağmen, emma harriet'in aklına girer ve martin'in kaba birisi olduğunu, harriet'in daha iyilerine layık olduğunu söyler. hatta martin harriet’e evlenme teklifi ettiğinde, ona elton'dan bahsederek yönlendirir harriet'i. harriet'de böylece teklifi reddeder.

emma bu durumu knightley'e anlatır, knightley de harriet'in class olarak martin'den daha üstün olmadığını söyler emma'ya. emma'ya kızıyor genelleme yaptığı için ama kendisi de yapıyor, 2sinin birbirlerine uygun insanlar olduğunu söylüyor class olarak. evlilik kıstası bu. emma'ya "aklında harriet için başka biri var galiba" diye soruyor, bu kişi elton ise eğer, elton böle bir aptallık yapmaz, geçmişi karanlık bir kadınla evlenmez der. (kast ettiği şey harriet'in bilinmeyen ailesi) bu da bir nevi stereotyping…

harriet emma'ya sorar: "i do so wonder, miss woodhouse, that you're not married." emma cevap verir: "i have no inducements to marry. i lack neither fortune nor position and never could i be so important, in a man's eyes as i am in my father's." harriet diyor ki, "but to be an old maid like miss bates." ama miss bates de hiç evlenmemiş diyor yani. emma da cevap olarak şunu diyor: "she is a poor old maid, and it is only poverty which makes celibacy contemptible. a single woman of good fortune is always respectable." yani, miss bates zavallı fakir bir hizmetçi. fakirlik bekârlığın aşağılık görülmesine yol açar. zengin ve bekâr bir bayan her zaman saygı görür. burada, evliliğin para ve sınıf yükseltmek için bir araçtan daha fazla bir anlamı olmadığını çok net görüyoruz…

parti bittiğinde mr. elton emma'nın olduğu arabaya biner ve o'na aşkını ilan eder. emma ise harriet'ten bahseder, bilmeceli mektubu harriet'e değil, emma'ya yolladığını söyler elton, harriet'in umrunda olmadığını ve onun çok iyi bir bayan olduğunu fakat kendisinin onunla ilgilenmediğini şu cümleyle vurgular: "everbody has their level. but i need not so totally despair of an equal allience as to address myself to miss smith." yani, herkesin bir seviyesi var ve kendimi miss smith’e layık görecek kadar umutsuz değilim der. burada class olayını bir kez daha görüyoruz.

emma, mr. elton’un kendisini sevdiğini harriet'e anlattığında, harriet şu cümleyle kendisini steretoype eder. "i always felt that i did not deserve mr. elton's affections so i can not blame him for believing the same." kendi lower class olduğunu farkında ve auto-stereotyping yapar burada.

harriet, martin ile evlilik teklifini reddettiğinden beri ilk kez karşılaştığında çok heyecanlanır ve ona karşı duyguları yeniden harekete geçer gibi olur. bu durumu emma ile paylaştığında emma yine martin'i unutmasını söyler harriet'e.

cole'lar parti verdiklerinde davetiye gönderirler ama emma'nın babası mr. woodhouse partiye katılmayacaklarını söylerler, emma da daveti reddetmemiz gerek, çünkü bizden aşağılar, yanlış bir umuda kapılmalarını istemem der. "of course we shall have to decline as they are beneath us." burada da yine bir genelleme ve sınıf farkından dolayı aşağılama var.

emma, miss bates'in kalbini kırdığında knightley gelip diyor ki, seninle aynı konumda ve zenginlikte olan biri olsa sana bir şey demezdim ama o fakir birisi ve ona bu şekilde davranman bir hata. senden her durumda aşağı olan birine şefkat göstermelisin falan der.

harriet, knightley'i sevdiğini söyler emma'ya. partide onu dansa kaldırması çok hoşuna gitmiş. emma, endişeli biçimde "peki şimdi ne yapacağız" falan der. harriet’de bu durumdan alınıp, "knightley’in benden 500 milyon kere üstün olduğunu düşünüyorsun değil mi?" der emma’ya. daha önce emma'ya mr. elton'u ayarlamaya çalışan, elton ile aralarındaki class difference ı umursamayan, harriet'in ailesinin belirsizliğini sorun olarak görmeyen emma, mrs weston'a dert yanarken şunları söylüyor. "ailesinin ne olduğunu bilmiyoruz… korsan bile olabilirler!" knightley’i kaybetme korkusuyla, harriet hakkında bunları söylüyor ve kendisiyle çelişir.

romanda sınıf ayrılıklarından dolayı oluşan önyargılar sürekli aşağılama ve genelleme yapılmasına neden olur. romanda emma son derece rahatsız edici bir karakterken, filmde daha sempatik bir karakter olarak yansıtılmıştır.
mr. kinghtley gibi (aşık olunacak) bir karakteri barındıran en güzel jane austen romanı.
ciddi anlamda müthiş bir zekanın ürünü bu kitap. jane austen'e hayranlık duymamın ilk sebebi değildi elbet ama önemlidir. emmayı içinizde bulursunuz birden. sanırsınız sizin bu roman.
iyi bir roman sayilmasina karsin; bagira basilacak, icine isleyecek bir saheser degil. abartildigi gibi muthis bir zeka urunu de degil. degil yahu, valla...
ismi emmanuelle olan sahislarda kullanilan kisaltma.
sevişme.
jane austen'in hakkında kendisinden başka sevmeyeceği bir karakter olarak nitelendirdiği hatun kişisi. benimse favori austen romanım olmakta. özellikle mr. knightley bütün austen jönlerinin arasındaki en sevdiğimdir. evet, mr. darcy'den bile fazla.

yeni versiyonun filmini de hevesle bekledim de maalesef koronadan dolayı izleme fırsatım olmamıştı. isabet de oldu. ilk defa jane austen ile ilgili bir filmi tamamlayamadım.

aslında normalde büyük bütçeli film versiyonlarını izlemem. çünkü hikayeye sadık kalmıyorlar. o yüzden bbc mini adaptasyonlarını tercih ederim ki johny lee miller'ın mr. knightley'i canlandırdığı versiyon daima favorim olmuştur.

ekşici gibi davranmak istemem ama 2020 versiyonunu izlerken yarısına bile gelmeden kapattım. mr. knightley'in kabak götünü gereksiz bir şekilde gözümüze soktuktan sonra sinir oldum. emma ve knightley arasındaki ilk sahneden sonra ise vazgeçtim, izlemedim. zaten o ana kadar tek hoşuma giden de mr. woodhouse'ın mürebbiyeleri ms. taylor'ın evliliği hakkındaki yorumları olmuştu.

baş roldeki kız bu aralar çok ünlü, ama ben role yakıştığını düşünmüyorum. emma'yı defalarca okumuş biri olarak hiçbir zaman karakterine gıcık olmadım. evet, bencilce ve şımarıkça davrandığı çok zaman oldu. sinir bozucu da olabiliyor. ama ben asla emma'ya gıcık olmadım. bu kızın mimikleri ama o kadar gıcık ki emma'yı çok itici göstermiş. belki de favori kitabım olduğu için fazla hassas davrandım bilemiyorum. gidip 4 bölümlük BBC versiyonunu izleyeceğim. buradaki mr. knightley faciasını unutmam lazım.
son entireyini 2012 yılında girmiş fakat sözlüğe halen daha uğrayan yazar. uğruyor okuyor çıkıyor. entirey girmiyor.
beşinci nesil bir yazar. *