bugün

çoğu lise öğrencisi yeni yetmede vardır bu. bir kız görürler aşık olurlar ona ya da öyle olduklarını zannederler. aslında onların sevdiği hoşlandığı şey o aşık olma duygusu ile beraber kalp çarpıntısı ya da daha doğrusu hormonlarıdır. kıza açılabilirlerse bir şekilde, kabul da görürlerse sevinirler tabi ama bir süre sonra tekdüze gelir herşey, çünkü o ilk günkü heyecanları kalmamıştır. ama kabul edilmezlerse, işte o an bittikleri andır sedat abi. kızın telefonunu bulmaya, arkadaşlık gruplarına girmeye ya da binbir türlü şaklabanlık ile kızın karşısında prim yapmaya çalışırlar ama nafile skor yapamazlar. her iki durum da (yani kabul veya red) bir süre sonra sıkkınlık başlar, ve bir sonraki gördükleri güzel kıza kadar gider bu. o kızı görünce de yukarıdaki proses yeniden başlar. bu olay recursive olarak tekrara başlar. ta ki üniversiteye gidip hayatın gerçekleriyle - parasızlık, ortama alışamama ya da bunların tam tersi - tanışınca, hayatta artık başka yönler çizilmeye, hayatın gayelerini bulmaya öncelik verilir.
ha unutmadan, bir de bu kalp çarpıntısı modunun platonik aşk olarak devam etmesi olasılığı vardır ki, böyle olanlara allah kolaylık versin diyor doğru haydar dümen abimize ışınlıyoruz.
mfö'nün sufi şarkısının dizelerinde bahsettiği durum. "Bir denize açılmış Sufi...Ne sonu var ne sahili...Aşka aşık olmuş o besbelli...Deli mi divane mi..." çoğu zaman insanların *** tanımsız his ve düşünceler içine girdiği, kendi durumunu kendine bile ifade edemediği zamanlardaki halini tanımlamak adına biçilmiş kaftan niteliğindeki söz öbeği. vakt-i zamanında * böyle bir halindeyken ve bu sözü az önce ismini zikrettiğim şarkıda duymuş olmamın üzerine yazdıklarımı bir de buraya aktarasım geldi; ben de gelişine kopyalıyorum yazıyı...:

--spoiler--
Bir nedeni olmalıydı girdiğim çıkmazların. Bir nedeni olmalıydı kararsızlığımın. Bir nedeni olmalıydı ruhumun, dünyanın orta yerinde yapayalnız kaldığını hissetmemin. Aşık olsam, aşık olduğum kişinin karşısına çıkar bunu açık açık söylerdim. Aşık olsam başka birilerinin peşinde de aynı zaman dilimi içinde <herhalde> koşuyor olmazdım. Aşık olsam ona karşı olan hislerimi, onun bana karşı olan hislerine endekslemezdim. Dahası sahiden dünya üzerinde (kendim de dahil olmak üzere) aşık olunmaya, aşık olmama değer bir olgu var mıydı? Ya da aşk sadece birtakım hislerin paylaşılma dürtüsü müydü? Gerçekten karşılıksız aşk olmaz mıydı? Karşılıksız aşkın tipik örneği olarak Leyla ile Mecnun efsanesinden sözedilir hep. Acaba sahiden orada bir karşılıksızlık mı vardır? Mecnun, aradığı karşılığı aslında Leyla'nın hayalinde bulmamış mıdır? Bu durumda herbirimiz soyut ya da somut bir karşılık bulmuyor muyuz aşık olduğumuzu iddia ettiğimiz nesneden? Ya da belki hepimizin aşık olduğu esas olgu aşkın kendisidir. Öyle olmasa nasıl olur da hem delicesine sevdiğimiz bir kişi ile olan ilişkimizi bitirir ve sonrasında bir daha onun karşısına bile çıkmaz, fakat bir taraftan da onun nasıl olduğunu öğrenmek adına bin türlü tilkiyi kafamızda dolandırırız? Aşık olduğumuz olgu, artık o kişinin bedeninden daha yukarılara çıkmış olmaz mı? Daha da uçlara taşımak mümkün bu durumu. Şöyle ki, bu aşık olduğumuz kişiyle illaki bir ilişkinin içine girmiş olmamız da gerekmez. O kişiyle her gün yüzyüze geliyor olabiliriz. Karşılıklı bir biçimde konuşuyor olabiliriz. Ama asla bu tip bir hissi ona karşı beslediğimizi dile getirmemişizdir. Bunun nedeni acaba yalnızca cesaretsizlik midir yoksa içimizdeki aşkın muhatabının direkt olarak o kişi olduğuna dair kuşkularımız da bu esnada mevcut olabilir mi? Belki de biz aşık olma ihtiyacımızı o kişinin hayali aracılığıyla gideriyoruzdur ve o kişinin kendisinin bu durumu hayali kadar sağlayamayacağına inanıyoruzdur. Dahası aşkın mutlak surette bir insana ve ondan esinlenerek ortaya çıkan hayaline dayanarak ortaya çıkması da gerekmez. Bana göre, bir kişi şayet yaşamında kendisi için vazgeçilmez bir olguya sahipse ve o olgunun yaşamındaki varlığından ötürü binbir sıkıntıya giriyor ve yine de o olguyu yaşayıp özümsemekten keyif alıyorsa pekala o kişinin aşkı da odur. Somutlaştıracak olursak, bir Einstein'ın bilime aşık olduğunu söylemek çok mu yersiz olur? Peki Einstein, bütün ömrü boyunca ferah bir yaşam mı sürmüştür sanki? En yüce olgu olarak genelde Tanrı kabul edilir dünya üzerinde. peki bu dünyadaki yaşamını dahi Tanrı'ya adamış tasavvufçuların hislerini aşktan başka hangi kavramla ifade edebiliriz? Somut olarak bakıldığında onların aşkları uğruna ne büyük cefalara katlandıkları malum. Ancak şu da ayrı bir gerçek ki, bu zatların hepsi de kendi yollarını kendileri seçmişlerdir ve bütün bu sıkıntılarına karşın gayet de mutludurlar. Onların ellerinden aşık oldukları olguları alın, belki o anda çektikleri hiçbir sıkıntı kalmayacak; lakin yaşamın, yaşamanın da bir manası ve de tadı kalmamış olacaktır.
Evet, sanırım yaşamın hep o bahsedilen çözülememiş gizine bir anahtar aşk. Çünkü yaşamımıza anlam kazandıran, insan yaşamını diğer varlıkların yaşamından ayıran olgu da yine aşk. Ve madem yaşamımızın birinci dereceden renklendiricisi aşkın ta kendisi, o halde bizler de evvela ona, yani aşka aşık olmalı, olabilmeliyiz gibi geliyor bana. Herbirimizin elbet kendine özgü aşkları vardır ya da olmuştur. Ama kanımca bütün bu aşkları anlamlandırabilmek, aşka aşık olmanın yolundan geçiyor. Zira aşk, bizleri kendisine aşık ettikten sonra mutlaka bir zaman bir şekilde dünyanın somutlukları dahilinde bir çerçeve içerisine giriyor ve biz de o çerçevenin içinde hem kendimizi hem de yaşamanın keyfini keşfedebiliyoruz. Dışarıdan bakanlar, yani aşka aşık olmayı henüz başaramayanlar, bizlere sırf somut sıkıntılar yaşıyoruz diye tuhaf gözlerle baksalar bile...
--spoiler--

http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=5713
'' sen aşka aşıksın, müsaitsin gördüğünü abartmaya..''

(bkz: sevgilim yoksa sen sevgilim olmayabilir misin)
yok böyle bir şey... aşk nedir ki ona aşık olunsun... bu sözlükte aşk başlığına 1305 entry girilmiş...

aşkın ne olduğunu daha tarif edememişken ona nasıl aşık olunur?

kimse aşka aşık olmaz...

aşık olunan sizin gibi etten kemikten birisi, gözlerinizin içine hiç kimsenin bakmadığı gibi bakan birisi o, aşk sizin gözlerinize hiç baktımı ki ona aşık oluyorsunuz?

aşk bir duygudur, duyguya aşık olunmaz o duyguyu size karşı yüreğinde besleyene aşık olunur... * *
herkesi, her duyduyu aşk sanamak... (!)
çoğu insan "ben aşka aşığım" der, bunun anlamı "henüz gerçek aşkı bulamadım, hala arıyorum" dur.
(bkz: sufi)
içindeki koca sevgiyi kaldırabilecek bir insan bulamamış, hep seven taraf olmuş, herkesi kendi gibi sanmış, gücü yettiğince sevmiş fakat karşığını alamamış olduğunu düşünen insanın, aşk yaşama ihtimali olan tüm insanlara kapısını kapatarak aşkın kendisine aşık olma halidir.

ne yıldız gözlerin umrumda
ne ipek tenin
ben aşka aşığım
o ne benimdir
ne de senin

her daim gördüğüm bir düş
bazen keder olur, bazen gülüş
aşka aşığım ben unutma
bunu bil, buna alış

o masum bir dilektir
o en güçlü bilektir
o herkese gerektir
ben aşka aşığım

aşka aşık saipsiz.
seküler anlamda hiç de iyi bir çağrışım olmamaktadır.

(bkz: yalama olmak)
kaf dağının ardında, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte büyük insan yiyenlerin yaşadığı yerde bir dere varmış. bu dere kışın gürül gürül akar, yazın durulurmuş. deredeki taşların hepsi kış gelse de dere biz aşağılara, en aşağılara götürse diye bekler dururlarmış. fakat aralarında bir tanesi varmış ki o hiç gitmezmiş istemeyi. her kış dere diğer taşları alır götürür ama onu bir türlü yerinden oynatamazmış. onunla alay eden diğer taşlara "ben derenin üzerimden akmasına aşığım" cevabını verirmiş.

aylar geçmiş, yıllar geçmiş o taşlar gitmiş yeni taşlar gelmiş, yeni taşlar gitmiş, başka taşlar gelmiş ama bizimki hiç gitmemiş. bütün kış üzerinden akan dereyi izlemiş, bütün yaz derenin hasretini çekmiş. ama bir zaman sonra yer altından taş gelmez olmuş. çatlayan taşlardan çıkan kumlar sarmaya başlamış etrafını. bizimki kurtulmaya çalıştıkça kumlar üzerini örtmüş, o temizlenmiş kumlar kapatmış. en sonunda başedemeyip bırakmış kendini. sürüklenmiş, sürüklenmiş içi kum dolu bir durgun suya düşüvermiş. diğer taşlar birbirine çarpa çarpa denize ulaşırken o kum dolu bir durgun birikintinin içinde gömüle gömüle kaybolmuş. bir daha da ne suyu görebilmiş ne akan dereyi.
*
burada aşık olunan kişi önemli değildir amaç sadece deli gibi sevmek, körükörüne bağlanmak, taparcasına sevilmeyi istemektir.a kişisi, b kişisi fark etmez. sadece siz onu seversiniz, sadakatiniz herkes tarafından övgüyle anlatılır. karşınızdaki kişi de sizi sevmeli ve özel olduğunuzu hissettirmelidir. sizin aşkınız övülerek anlatılmalıdır.vay be böyle aşklar kaldı mı diye başlayan cümleler hep sizinle bitmelidir.
(bkz: kendimden biliyorum)
1.
bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

2.
her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..

3.
şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden

bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden

4.
hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden.

murathan mungan
"o çiçek senin, bu çiçek benim" moduyla çiçekten çiçeğe konan, sadakatsizlik alanında doktorasını tamamlamış, iflah olmaz çaplıklıktaki kişilerin klasik kendini savunma cümlesi.
maharetin aşıkta değil asıl aşkta olduğunu anlamaktır.
tanımlanamamış cümlecik. zira bence aşka aşık olmak, sürekli aşık olmak, şıpsevdi olmak, o aşk sanılan duyguyu hissetmek için her kara göze, güzel söze kapılmak değildir. aşka aşık olmak, aşkın insana yaptırdıklarına, örneğin bir er kişiyi ağlatmasına, bir ismin insanı titretmesine, birine dokunabilmek için soğukta beklemeye, birini görebilmek için gün doğumuna dakikalar saymaya...bu kudrete aşık olmaktır. *
aşık olunan kişiden çok aşkın verdiği romantizmi ve enerjiyi sevmek.
neredeyse her insanda olan bu potansiyel, balık burcu insanlarda daha da bir fazladır.
sevgiliyi terke etme sebebidir.
kadrolu aşık rolündeki safların gözdesi eylem. her daim bir boşluktadırlar ve etrafta gördükleri güzel/yakışıklı kız/erkekleri hayallerinde sevgilileri yaparlar, ta ki yeni bir güzellik/yakışıklılık görene kadar.
(bkz: nazım hikmet)
askın var olduguna hala inancını kaybetmemis ve ne olursa olsun askı hissetmenin her seyin baslangıcı oldugunu dusunen insan eylemi.
(bkz: seni seviyorsam bundan sana ne)
büyüyünce geçecek olan düşüncelerdendir.
reddedildiğinde kıvırmanız için size yardımcı olacak kıvırmaca durumdur.
- şey, biliyormusun? * ben sana değil güzelim aşka aşığım. * *
çok ağladım diye sevdiğim o filmi
yine yeni baştan izlemek gibisin
senle ilgisi yok, yok bilmelisin
ben acıyı seviyorum sebebi bu.

yok, ağladım diye değişir mi sonu?
kendi acılarını kendin çekmelisin!
aşk bana delidir, ben ona sevdalı
can bedenden çıkmadıkça durumum bu.

funda arar
Bazı insanların zaman içinde farkettikleri acı durum.

Biz insanlar Aşkı tanımlamayı bile beceremezken kolaylıkla aşık olabiliyoruz, ilişkiyi tanımlamaya çalışmadığımız; adını koymak için kendimizi kasmadığımız her an mutlu olabiliyoruz.

Bazen de ilişkinin adını koymaya kasıyoruz; aşk, meşk, flört, ya da tek gecelik ilişki diyoruz. Çünkü gerçekten sevdiğimiz biriyle sevip sevmediğimizden emin olamadığımız birini ancak böyle ayırt edebiliyoruz. Aşık olduğumuzu Bilmek ve öğrenmek hoşumuza gidiyor; tatmin oluyoruz. ama merakımızı da bir o kadar azaltıyor.

Misal yakınlaştığımız herhangi biri bizim gözümüzde sırdaş, dost ya da arkadaş olabiliyor. ama öyle zamanlar geliyor, o'na karşı hissedilenlerin ya da paylaşılan şeylerin yoğunluğu öyle bir artıyor ki o saatten sonra o'na "arkadaş" dememizin aslında ne kadar samimiyetsiz kaçacağını çok iyi biliyoruz.

Akabinde Kendi kendimize gelin güvey oluveriyoruz bir anda. "o benim aşkım, ruh ikizim, hayat arkadaşım&" diye sayıklıyoruz.

Ama bir yandan da içimize kurt düşüyor, yoksa ben onu değil, sadece aşkımızı mı seviyorum?

Ardından içimizden düşünüyoruz, Geçmiş geliyor aklımıza;

"benim ilk sevgilim x'ti. Onu sevmiştim.. yok yok, bir ara da y'yi sevmiştim. Sanki bir de z vardı, o da sevdiğimi sandıklarımdan biriydi. ona ne oldu sahi?"

Sonra Acı ama basit bir gerçeği farkediyoruz: insanlara değil, onlarla geçirmiş olduğumuz süreye tapıyoruz sadece. "keşke hiç bitmeseydi" lafını bile kişiler için değil ilişkiler adına sarfediyoruz.

ironiye şaşıp kalıyoruz, "ilişki-ler" dedik az evvel..

Başı ve sonu belli olan sınırlı bir doğru üzerinde yürüyor olma ihtimalimiz var galiba. Her an herkesi, hiç planlamadığımız insanları bile sevdiğimizi sanabiliyoruz. Çünkü sadece sevmek hoşumuza gidiyor, sevilerek sevmek, sevilmeden sevmek; ve sevmeden sevişmek..

Ama "seni seviyorum" denen genel lafı bir türlü "x'i seviyorum" kesinliğiyle telaffuz edemiyoruz. "seni" sürekli değişiyor, ama "seviyorum" kelimesi ebediyen ağzımızdan düşmüyor. Evet, Acı gerçek kendini ele veriyor bazen. Sadece Aşka aşık oluyoruz, ya da en iyimser ihtimalle "sen" diyebileceğimiz birilerini arıyoruz.

Yine de aşkı seviyoruz, öznesi ne olursa olsun bunu yaşamak buruk olduğu kadar mucizevi de.
aşka aşık olmak kafamı çok karıştırıyor benim. yıpratıyor. aşkı tanımlasak sanki biraz açılacak mevzu kendi içinde ama..

üzüyor aşka aşık olmak. sonuçta bir başarısızlık.