Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:

- Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?

Doktor:

- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç sey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?

Adam:

- Ooo ! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.

- Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

“Gerçek akıl, sadece bize sunulan çözümleri seçmek değil, en uygun çözümü bulabilmektir.”
akıl nedir?

akıl, iyi ve kötüyü ayırt eden bir meleke midir?

hayır, değildir. insana has olan akil olmak başkadır... o yetiyi bir at da yapar. sahibinin ona yaklaşmasından saman mı? kırbaç mı getirdiğini bilir. peki hayvanlardan insanı ayıran akıl nedir?

iki mühim iyilik oluştuğunda hangisinin daha hayırlı olduğunu kıyasla ayırt etme akıldır.

dipnot: bu diyalog, cafer i sadık hz ile ebu hanife hz arasında geçtiği söylenmektedir. aklın insana has bir ayırt etme yetisi olup olmama üzerine düşünceye karşı bir argüman olarak ortaya çıkmaktadır.
Bazen kaybediyorum kendi kendime sessizce..

görsel

düşmüşüm hayallerimden,
uykusuz kalmış bedenim adını sayıklıyor gözlerimi kapattığım anda. tabi sen bilmiyorsun, belki de bilmeyi istemiyorsun..
tüm erkekler şerefsiz demiştin ya hani bir gün gözlerime baka baka, ben ne yaptım seni sevmekten başka diye bağırmak geliyor içimden sırf bu yüzden, geçerken kapından..
bugün göremedim gerçi, hastaydım da belki bakmasını da bilemedim..
kim bilir belki nefesini kalbime gizlediğim içindir ..
bilmiyorum hayat çok karışık seni severken, yaktığın kalbimin yanında gururum kanarken.. .

Özgerekçem, atamıyorum seni ne aklımdan ne de kalbimden .. seviyorum seni sadece..
cinsiyeti olmayan kumanda merkezi.
us
‘Akl’ sözlükte, mastar olarak; engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelmektedir. ‘Akl’ isim olarak; akıl, idrak, diyet, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ demektir. ‘Akıl’, bilgi edinmeye yarayan güç, bu güç ile elde edilen bilgidir. Bu bir anlamda düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğidir.
Türk insanın çoğundan esirgenmiş nimet.
çoğu zaman varlığından emin olamadığımız şey...
arapça 'akl' (köstek demektir) eskiden hem felsefe dilinde, hem günlük dilde kullanılırdı; günlük dildeki kapsam kaymaları ise, bir felsefe termini olan 'akl'ı sık sık güç durumda bırakırdı, hala da bırakmaktadır, eğer 'akıl' insanı hayvandan ayırt eden öznitelik ise, biz nasıl olup da bir insana akılsız diyebiliriz? nasıl olur da akıllı olduğumuzu söyleyebiliriz? bence en iyisi, 'us'u felsefe termini olarak ayırıp, 'akıl'ı dildeki bütün deyimleriyle kullanmayı sürdürmektir. çünkü 'akıl' ile yapılmış öylesine çok deyim var ki, onların hiç birinden vazgeçemeyiz, dahası onların hiçbirini us ile yeniden söyleyemeyiz. örneğin akıllı yerine uslu demek, birtakım anlaşmazlıklara yol açacaktır.

akıl, felsefe ile günlük dilin birbirine karışması yüzünden başımıza bir yığın iş açmıştır. öyle ki, paylaşılamıyor ve biz bu gürültü içinde kimin akıllı, kimin akılsız olduğunu anlayamıyoruz. burada kurcalanacak ilk sorun ise, aklın bize verilmiş mi, yoksa bizim onu elde etmiş mi olduğumuz sorunudur. iki durumda da kişi, başlangıçta akılsız olduğunu onaylamak zorundadır. ilkinde bilmediğimiz bir şeyi, bilmediğimiz bir yerden ediniyoruz; ikincisinde ise bilmediğimiz bir şeyi bilmeyerek (rastlantı) ele geçiriyoruz. bu mantık gereğince, akıllı olanın, akılsız döneminden akıllılık dönemine geçiş çizgisini saptamasını bekleyeceğiz ki, konu açıklığa kavuşsun. dahası var, bu geçiş sırasında kişi, daha akılsahibi olmadığı için, akıllı olduğunun bilincine varamayacağından, akıllı olmak, ister istemez akılsız olmayı gerektirir. demek akıllı olmak, akılsız olmakla özdeştir. başka türlü söylemek gerekirse, henüz akılsız bir akılla, aklımızın aklını araştırmaya kalkmak bize küşümlü davranmayı zorunlu kılar. iyi ki böyledir, çünkü aklın özniteliklerinden biri küşümdür, demek aklı yavaş yavaş edinmeye başlayan, gitgide artan bir hızla aklından kuşkulanacaktır. bir tözü, kendi ile açıklamaya kalkmanın yarattığı bir çelişkidir bu. akıl kendini yadsır.
akıl daha bilim adamlarının eline geçmedi, geçseydi önce hızını ölçerlerdi, bir saniyede kaç metre gidiyor... burada 'bilim adamları' derken fizikçileri söylemek istiyorum elbet; yoksa 'akıl'ın ruhbilimciler elinde bulunduğunu bilmiyor değilim. ama konu buraya geldiğinde büsbütün karmaşıklaşıyor: akıl dediğimizin yeri nerede? bunu deşmeye kalktığımızda, hastalarla ve hastalıklarla karşı karşıya geliyoruz. çünkü beynimiz, bilincin bütün katlarını taşıyor. bu katların içinde hangisini saygıdeğer sayacağız? çalışıyorum, çabalıyorum, aklı ne yanından alsam bir çıkış yolu bulamıyorum, umut kırıklığına düşüyorum. çünkü ruh hekimleri, normal dediğimiz aklı da hasta sayıyorlar. ben aklımdan vazgeçtim.

gerçekte insanlık, aklı bütün tarih boyunca yüceltmiş değildir. şimdi anlıyoruz ki, bizimkinden çok daha düzenli olan ilkel toplumda iletişim ortak bilinç-dışına dayanmakla mutluluğu yaratıyordu. ortaçağın sonlarından aydınlanma çağına dek, akıl anlıktan (intellect) daha aşağı bir sırada idi. immanuel kant ise onu, bir kavramlar yetisi olarak değil, yüksek bir bilgi yetisi olarak değerlendirdi. akla tapma çok kısa sürmüştür. bugünse o, kurnazlık ile bir tutulacak denli düşkünlüğe uğramıştır. parayı bulan "bende akıl var" diyor, patron olan "akıllıyım da ondan" diyor, politikaya atılan "akıllıyım, kazanırım" diyor. hocam, bu işlerin akılla ne ilişkisi var!
us: bulmacalarda çok çıkar.
yeri gelir onu kaldıracak güç bulunmaz. yeri gelir tüy kadar hafif.
sike de sürülebilen bişeymiş. öle diyorlar.
- şimdi eşim dostum beni yaştayım sanıyor, baştayım hiç kimse bilmiyor.
Akıl, insanın külahında bir çividir. Yumruk yemeden içeri girmez.

Avustralya atasözü.
Akıl denen şeyi insanlar kullanabilseydiler bu gezegen bu kadar boktan durumda olmazdı.

Kimse kusura bakmasın içinde yaşadığı gezegenle barış içinde olmayan organizmalar yok edilmeyi hak etmişlerdir.