bugün

2.5 saat kasvet dolu bir ortamda geçen, replik desen neredeyse hiç yok.. bitmeyen bir rüzgar, bir adam, bir kız ve at..

malız amk.. film dedin mi anca amerikan cineması işte.. elalem ne felsefik üst düzey işlere imza atıyor..
bu filmde hiçlikten daha fazlası vardır ve adamı darmaduman eder. başyapıt. ohlsdorfer, ziyaretçi ve kızı. her şey mutlak bir gücün içinde hareket kazanıyor. yokluk, varlık ile. siyah beyaz muhteşem şölen torino atı. bela tarr'ın sinemaya veda ettiği son filmi. hazmı zordur, adamı yerden yere çarpar.

prologue :

Friedrich Nietzsche, 3 ocak 1889'da Torino’da, Via Carlo Alberto’daki 6 numaralı kapıdan sokağa adımını atar. Belki yürüyüş yapmak, belki de postaneden mektuplarını almaktır amacı. Kendisine uzak olmayan ya da fazlasıyla uzakta kalan bir fayton sürücüsü inatçı atına söz dinletemiyordur. Faytoncunun tüm baskılarına rağmen, hareket etmeyi reddediyordur at. Sonra, ismi muhtemelen Giuseppe Carlo Ettore olan faytoncunun sabrı taşar ve kırbacını eline alır. Nietzsche, kalabalığın yanına gelir ve o ana dek öfkeyle köpüren sürücünün acımasız sahnesini sona erdirir. Sağlam yapılı ve gür bıyıklı Nietzsche, birden faytona atlar ve kollarını atın boynuna dolayıp hıçkırarak ağlamaya başlar. Olaya şahit olan diğerleri, Nietzsche’yi evine bırakır. iki gün boyunca bir divanda hareketsiz ve sessizce dinlenir Nietzsche. Ta ki son sözlerini mırıldanıncaya dek: “mutter, ich bin dumm!” (anne, ne aptalım!) ve yaşamının kalan son on yılını, uysal ve delirmiş bir şekilde annesinin ve kız kardeşlerinin himayesi altında geçirir. Atın akıbeti hakkında ise hiçbir şey bilmiyoruz…
Tarr üstadın en iyilerinden, baştan sona bir sinema harikası. Ve maalesef Tarr'ın son filmi.
tarr'n son filmidir. meraklisina buyuk hazlar yaşatir. insan irkinin %99'unun uykusunu getiren filmdir.
Müziği dışında pek bir yorum yapamayacağım filmdir. Müziği gerçekten harika. film ise sanat filmi ve sinematografik açıdan ne kadar doyurucu olsa da malesef ilham vermemektedir. (şahsi görüş) eksi puan.
bela tarr filmi. entelektüel, sanatsal, anti genesis yorumlar yapmak istemiyorum. zaten o konuda her şey ortada ve hayatımda o kadar muazzam bir giriş sahnesi izlemedim ben. diyeceğim şu ki; beni de alın oraya o eve götürün. her şeyden sıyrılıp hayatımın geri kalanını beklemeye adayarak yanınızda geçireyim. izlerken bunu çok istedim. patates yiyelim bir de.
bir ustanın son yapıtı.

içinde dokunduğu yerlere baktığında kişisel yolculuğun anlamlandırılması gereken yerlerini gösteriyor.
Boş, bomboş bir film.
yanlış bir beklentiyle izlemeye koyulduğum, hayatımda izlediğim en az diyaloğa sahip, en durağan fakat bir o kadar da etkileyici bela tarr filmi.

sanıyorum ki bu film nietzsche'nin hayatını anlatıyor, at ile yaşadıklarını, atın boynuna sarılarak ağlayışını, hastaneye kapatılışını, hastanede yaşadıkları şeyleri izleyeceğim diye düşünüyorum filmi izlemeden önce. tabi filmi izlemeye koyulduktan sonra çok geçmeden anlıyorum, aslında çok yanlış geldiğimi. fakat izlemeyi bırakmıyorum, filmde nietzsche'nin bedeni yer almıyorsa da düşünceleri yer alıyor neticede. filmin sonunda ise, büyük bir boşluk hissi.

filmin her karesi harikulade bir fotoğraf niteliğinde sanki. öylesine etkileyici. filmin müziği desen, o da öyle. kasveti, buhranı iliklerine dek hissettiriyor.
nihilizme doğru bir yöneliş. dinmeyen bir fırtına, kuyudaki suyun çekilmesi, gaz lambasının artık yanmaması, sobadaki közün sönmesi, gün geçtikçe yenilen yemek miktarının azalması, gün geçtikçe günlerin daha az yaşanması. atın artık hareket etmemeye, önüne koyulan yemeği yememeye başlaması.

şarap almak için gelen adamın uzunca konuştuğu bölümde, o adamın sanki nietzsche konuşuyormuş etkisi yaratması. kurulan onca cümleden sonra karşısındaki adamın kayıtsızlığı.

aynı zamanda filmde yer alan zıtlıkların birliği. müthiş ayrıntılar.

görsel

görsel

görsel
şu zamana kadar izlediğim filmler arasında açılış sekansıyla beni en çok etkilemiş filmdir.

--spoiler--
https://www.youtube.com/w...?v=NuhlbuD6qbM&t=123s
--spoiler--
tükenişin başladığı, kuyunun kuruduğu, atın artık intihar etmek için yemek yemediği, böceklerin ötmeyi bıraktığı günün akşamı, kandili son kez söndürürler; bir daha yanmayacağını bilmeden. ardından bir süre karanlık. derken son bir ışık; masaya oturmuş kızı ve babasını aydınlattı. babası taş kesilmiş patatesi yemeye çalışırken, yemeyi çoktan bırakmış kızına şöyle dedi;

"ye, yemeliyiz!"

işte bu muhteşem yapıtla ilgili ne zaman bir şeyler söylemek istesem duruyor: bu kelimeler uygun değil diyerek; başka kelimeler, farklı cümlelere anlatmayı denemek istiyorum ama olmuyor...

bela taar...
"Ele geçir, değersizleştir. Değersizleştir, ele geçir. Ya da istersen farklı şekilde de ifade edeyim: dokun, değersizleştir ve dolayısıyla ele geçir. Ya da, dokun, ele geçir ve dolayısıyla değersizleştir. Durum bu şekilde yüzyıllardır devam ediyor. Yüzyıldan yüzyıla, her çağda. Bazen sinsice, bazen kabaca, bazen kibarca, bazen acımasızca ama durmaksızın devam ediyor. "
Filme başlamadan önce mısır patlatmanızı değil, patates haşlamanızı öneririm. Zira canınız çekebilir.*

görsel
“Ye, yemeliyiz.”
Nietzsche, Torino sokaklarında dolaşırken bir atın kırbaçlandığını görür ve koşup ata sarılarak ağlar. O sırada durmadan ata bir şeyler mırıldandığı söylenir. O günün sabahı ağzından duyulan tek şey “anne ben aptalım” olmuş ardından ölene dek sessizliğe gömülmüştür.

bu tarihten itibaren el yazısında ciddi bir değişim görülmüş hatta artık eserlerinin üstüne market listesini yazmaya başlamıştı. Bu sebepten malum tarihten sonra yazılmış eserlerini hala ciddiye alınıp alınmaması gerektiği tartışılmaktadır.

görsel
Bu olay pek çok filme de konu olmuştur. O geceden sonra nietzsche’ye ne olduğunu az çok biliyoruz. Peki ya at? işte bu hususta bir bela tarr başyapıtı olan a torinoi lo adlı filmi izlemenizi öneririm. Olayları bir de atın gözünden seyreyleyedurun.