bugün
- kanına ermeni kanı karışmadığını zannetmek8
- türklerdeki ermeni kompleksi10
- türkiyede festival basılsaydı ne olurdu11
- klarnet calan sarapci koala 622
- incel olanların gereksiz ağlaması12
- izmir13
- yarın sabah işe gidecek olmak13
- sözlük yazarlarını tek cümle ile tanımlamak23
- burun estetiği11
- önde yürüyen kadın geçilmeli mi geçilmemeli mi10
- herkese sevgiyle yaklaşan tip8
- nervio11
- bik bik vs kuresel ikinma37
- 65532111
- islam hassasiyeti ile yetişmiş olsa ölmezdi17
- bir erkek bir kıza neden sürekli çok güzelsin der19
- karısına kahvaltı hazırlayan erkek9
- anın görüntüsü26
- larisalisa13
- bik bik'in mutfağına konuk olmak11
- lisansta üniversite kalitesinin önemsiz olması10
- sözlük yazarlarının çayları10
- küresel ıkınmanın yahudi olması gerçeği11
- the merich9
- soğan turşusu15
- b'u r c u8
- yüzünün yarısını sözlüğe atan kız9
- geçmiş olsun tükenmiş favorilerim8
- sözlükte sohbet etmeyi sevdiğiniz yazarlar10
- kızın kafasını kesip intihar eden genç60
- kendinden büyük kadınlara ilgi duyan erkek10
- canın aşırı sex istemesi16
- salma hayek in memeleri8
- erdoğan olmasaydı21
- 79 yaşındaki inşaat işçisinin ölmesi13
- hayırlı pazarlar inşallah8
- katili görüp müdahil olmayan türk erkekleri14
- en son mutlu hissedilen an11
- uyku düzeninin bozulması12
- hissediyorum sen benim kocam olcaksın diyen kız12
- sevgiliniz aldatsa mı daha üzülürsünüz ölürse mi9
- kim lan bu kuresel ikinma11
- televizyon'un çöküşü12
- semih çelik11
- üstteki yazarın ne mezunu olduğunu tahmin etmek17
- arkadaşlar ne derdiniz var anlatın da gülelim8
- kadın çalışmasın diyen erkeklerin geliri12
- mini etek giyen dövmeli hatun8
- geçmiş olsun manyak olmaya karar verdim14
- akpli milletveklinn oğlu 20kg uyuşturucyla yaklndı18
entry'ler (1767)
eğer cristiano ronaldo söylenildiği gibi gerçekten manchester city'e transfer olursa gelmiş geçmiş en çılgın transfer dönemlerinden biri, belki de en çılgını olacaktır.
barça'dan ayrılmaz denilen messi'nin barça'yla sözleşme imzalayacakken la liga yönetiminin koyduğu kural yüzünden ayrılmak zorunda kalıp psg'yle anlaşması
sergio ramos'un real madrid'le yeni sözleşme imzalayacakken anlaşamayıp psg'ye transfer olması ve messi'yle aynı takımda buluşmaları
psg'nin hem barcelona hem de real madrid'in kaptanlarını aynı sezonda bedelsiz transfer etmesi
şimdi de ronaldo'nun, united'ın en büyük ikonlarından biriyken gidip ezeli rakipleri city ile sözleşme imzalaması ve city'nin başında ise pep guardiola'nın olması *
ayrıca mbappe'nin psg böyle bir kadro kurmuşken ısrarla real madrid'e gitmek istemesi ve söylentilere göre real madrid'in 220 milyon euro karşılığında mbappe'yi kadrosunda katması
bu ne amk *
barça'dan ayrılmaz denilen messi'nin barça'yla sözleşme imzalayacakken la liga yönetiminin koyduğu kural yüzünden ayrılmak zorunda kalıp psg'yle anlaşması
sergio ramos'un real madrid'le yeni sözleşme imzalayacakken anlaşamayıp psg'ye transfer olması ve messi'yle aynı takımda buluşmaları
psg'nin hem barcelona hem de real madrid'in kaptanlarını aynı sezonda bedelsiz transfer etmesi
şimdi de ronaldo'nun, united'ın en büyük ikonlarından biriyken gidip ezeli rakipleri city ile sözleşme imzalaması ve city'nin başında ise pep guardiola'nın olması *
ayrıca mbappe'nin psg böyle bir kadro kurmuşken ısrarla real madrid'e gitmek istemesi ve söylentilere göre real madrid'in 220 milyon euro karşılığında mbappe'yi kadrosunda katması
bu ne amk *
giresunspor'un transfer ettiği 24 yaşındaki yeni zelandalı sağ kanat oyuncusu.
https://twitter.com/Gires...tatus/1428347023695044611
ilginç olan ise şu, adam aynı zamanda yeni zelanda'da ünlü bir rapçi aq. milyon dinlenen şarkıları var *
https://youtu.be/eTzepopeJLo
not: kendisi 2 yıl önce rap kariyerine devam etmek için futbola ara vermiş, ve yeni zelanda'dan los angeles'a taşınmıştır. fakat daha sonra yeniden futbola devam etmek için yeni zelanda'ya geri dönmüştür. Ve şimdi de hayatının hikayesine Giresun'da devam edecektir...
https://twitter.com/Gires...tatus/1428347023695044611
ilginç olan ise şu, adam aynı zamanda yeni zelanda'da ünlü bir rapçi aq. milyon dinlenen şarkıları var *
https://youtu.be/eTzepopeJLo
not: kendisi 2 yıl önce rap kariyerine devam etmek için futbola ara vermiş, ve yeni zelanda'dan los angeles'a taşınmıştır. fakat daha sonra yeniden futbola devam etmek için yeni zelanda'ya geri dönmüştür. Ve şimdi de hayatının hikayesine Giresun'da devam edecektir...
yaptığı seksin tadı damağında kalan adamın içilen rakıyı cilalamak mahiyetinde yapacağı iş.
ciddi ciddi yapanlar var bunu bu arada amk.
ciddi ciddi yapanlar var bunu bu arada amk.
bugün doğum günü olan tosuncuk. Doğum günün kutlu olsun reyis * 30 yaşına girmiştir kendisi...
ayrıca kendisi uğur mumcu suikastinden sonra eşi güldal mumcu'yu ziyaret etmiştir. doğal olarak güldal mumcu kendisini kimin ziyaret ettiğini bilmemektedir *
--spoiler--
Ankara'daki evinin önünde aracına bomba konularak 19 yıl önce öldürülen gazeteci-yazar-aydın Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu, suikasttan 3 yıl sonra "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kendisini evinde ziyaret ettiğini açıkladı.
Güldal Mumcu, 24 Ocak 1993'ten sonra yaşadıklarını "içimden geçen zaman" isminde kitapta topladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) yayınları arasında çıkacak kitabın bazı bölümleri Cumhuriyet gazetesinde hazırlanan yazı dizisinde paylaşıldı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu'nun kaleme aldığı yazı dizisinin ilk bölümü şöyle:
Yeşil Mumcu’nun evinde
• Bir adam eve geldi, “Olayı yapanı bulsak, sonra etrafından da birkaç kişi bulunsa yeter mi?” diye sordu.
• Gerçek adım Mahmut Yıldırım, gerçekler açığa çıksın!
Uğur Mumcu’nun aramızdan alınışından bu yana çocuklarıyla ile birlikte bir onurlu direnç simgesi oldu Güldal Mumcu. Acısını, “Adalet ve Demokrasi” haftaları ile birlikte toplumsal bilinci uyanık tutma eylemine dönüştürdü.
Son olarak Uğur Mumcu’nun öldürülüşünden bu yana yaşadıklarını bir kitapta topladı. Kitap, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınevi tarafından yayımlandı ve istanbul Kitap Fuarı’nda okurun karşısına çıkacak. Bu iki günlük dizi, o kitabın özetinden oluşuyor. Okurlarımız; Güldal Mumcu’nun anılarını okurken görecekler ki, zaman yalnızca onun değil, hepimizin içinden geçmiş, ama geçip gitmemiş. Tortuları, tüm yoğunluğuyla yine gündemimizde.
• Uğur toprağa verildikten sonra çocuklara eğilip usulca, “Onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen binlerce insan sizin acınızı paylaştı, sizde acı kalmadı artık” dedim.
Özge, bana döndü ve sordu: “Artık acı yok değil mi?”
“Evet, yok.”
• 25 Ocak 1993, Pazartesi, saat 02.30
Camın önünde bordo koltukta oturuyorum. Dışarıda yoğun bir sis var. Karşımda, Uğur’un her zaman oturduğu koltukta ablam oturuyor. Görünmeyen şehre bakıyorum. Az önce çocukların odalarını dolaştım. Uyumaları zor oldu. Özge’nin odasındayken bir bulutun da ardımdan benimle birlikte dolaştığını hissettim.
• 24 Ocak 1993, Pazar
Paltomu giydim. Mutfağa girdim, fırının saati 13.25’i gösteriyordu. Çizmelerimi zaten giymiştim. Vestiyerden çantamı aldım. Evin sokak kapısından çıkarken Özge’ye “Hoşça kal, kapıyı kimseye açma” dedim. Merdivenlerden hızla yukarı ve apartman kapısından dışarı çıktım. Yan apartmandan komşumuz ibrahim Bey arabasını yıkıyordu. Selamlaştık. Fakat kapının tam kapanmadığını fark ettim. Geri dönüp kapıyı çektim. Özge evde yalnızdı çünkü. Kapıyı çekerken sağ tarafımda gözümün ucuyla beyaz bir arabanın geçtiğini gördüm, döndüm, bir adım attım…
Büyük bir patlama oldu!
Bir adım daha attım. Bir patlama daha!
Geriye, eve doğru bir adım attım. Bir patlama daha!
Yer ayağımın altında üç kere sarsıldı.
• 27 Ocak, Çarşamba
Uğur toprağa verildikten sonra yok olmaya başlayan ince sisten sıyrılıp, hep birlikte arabaya doğru giderken, çocuklara eğilip usulca, “Bakın çocuklar, o bizim babamızdı. Ama aynı zamanda, onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen bu binlerce insanın da yazarıydı. Onlar olaya sahip çıktılar ve bizi yalnız bırakmadılar. Hiç kimseye böyle bir sevgi nasip olmamıştır. Onlar bizim için de buradalar. Türkiye’nin her yerinden geldiler. Bugün, şimdi, burada, babanızla baş başa bırakalım onları, onu uğurlasınlar; sevgilerini sunsunlar, son görevlerini yapsınlar. Biz, daha sonra hep gelebiliriz. Ayrıca, hiç kimseye acısını paylaşmak için yüz binler gelmemiştir. Sizin acınızı paylaştılar, sizde acı kalmadı artık. Sizde sadece onun, babanızın onuru kaldı.”
Özge, bana döndü ve sordu: “Artık acı yok değil mi?”
“Evet, yok.”
• 28 Ocak, Perşembe
8 Ocak 1993 günü israil Büyükelçisi Uğur’u görüşmeye davet etti. Döndüğünde, sohbet ettiklerini, ne için çağırdığını tam anlamadığını, ama konuşmanın bir yerinde Büyükelçi’nin, “Öldürülmekten korkmuyor musunuz?” diye sorduğunu söyledi.
Bu arada Harp Akademileri Komutanlığı da basının sorunları konusunda bir konferans vermesi için davet etmişti. Uğur kabul etti ve bu konferans için bir süre çalıştı. 13 Ocak 1993 günü de konferans için istanbul’a gitti. Gazeteci arkadaşı, Cumhuriyet’ten Ali Sirmen de dinleyiciler arasındaydı. Kurmay subaylar ayakta uzun uzun alkışlayınca, Sirmen, Uğur’a dönüp, “Seni sakıncalı piyade yapan ordu, şimdi ayakta alkışlıyor. Ne tuhaf!..” demiş.
Bu konferans, Uğur’un Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde verdiği ilk konferanstı. Ama hayatının son konferansı olduğunu bilmiyorduk elbette.
Ti camii
• Mayıs 1996
Galiba Kurban Bayramı’ydı. Bayram için o aralar çok ziyarete gelen olmuştu. Hem taziye, hem bayram kutlaması yapıyorlardı. Biraz tedirgin olmakla birlikte “Bakalım kimmiş” dedim. Açtık sokak kapısını.
Biri kız, biri erkek üç dört yaşlarında iki çocuğun ellerinden tutmuş bir adam bizim kapının önüne geldi. Sakallı, benim boyumda, biraz ince, lacivert bir ceket ve gri bir pantolon, ceket özensiz, pantolon ütüsüz, hafif eskimiş… Böyle bir kılık.
Hızlı bir şekilde, birbiri ardına, adeta nefes almadan konuşmaya başladı. Biraz aksanlı:
“Sokaktaki caminin adının ti camii olarak değiştirilmesi gerekir. Bunu sizin sağlamanızı istiyorum.”
Salonda karşılıklı ayakta duruyoruz. Yüzüne baktım, “Yanlış yere gelmişsiniz. Burası camilere isim veren veya isimlerini değiştiren bir yer değil. Benim yapacağım bir şey yok. Bunun için size yardımcı olamam” dedim.
Daha sonra, artık çıkması gerektiğini hissettirecek şekilde kapıya doğru yürüdüm. Salondan çıktık. Adam durdu, bana döndü. Sesi düzelmişti. Son derece normal, son derece düzgün bir Türkçeyle “Olayın failini bulsak, sizin için yeterli olur mu?” dedi. “Ben gerçeği istiyorum” dedim.
“Olayı yapanı bulsak, sonra etrafından da birkaç kişi bulunsa yeter mi? Çünkü siz ne isterseniz o olacak…”
Ben yine “Ben gerçeği istiyorum” dedim.
Adam bunun üzerine; “Haa, anladım. Siz hepsini istiyorsunuz” dedi. Üçüncü kez yineledim:
“Ben gerçeği istiyorum.”
“Siz hepsini istiyorsunuz. O zaman üç tane gül alacağım. Birini Başbakanlığa, birini Çeçenistan’a, birini de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere koyacağım” dedi.
Kapıyı açtım. Adam çıktı çocuklarla birlikte. Kapıyı kapatmamızdan sonra birkaç dakika geçmemişti ki, apartman içinden bağırmalar duyduk.
“Olayların hepsi açığa çıksın! Bütün gerçekler açığa çıksın! Artık yeter! Buraya gerçek adımı da yazıyorum. Gerçek adım Mahmut Yıldırım. Buraya yazıyorum. Gerçekler açığa çıksın!”
Merak etmiştik, yukarı çıktık. Taziyeye gelenler için koyduğumuz masa ve defter hâlâ duruyordu. “Buraya yazıyorum” dediği için merakla deftere baktık; hakikaten söylediklerini yazmıştı. Defteri yerine koyup eve geçtik.
Ertesi sabah “Defteri alıp saklamam gerekir” diye düşünerek çıkıp baktım; ama artık defter yoktu.
(Güldal Mumcu kitabında, bu kişinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu nasıl fark ettiğini, Yeşil’in “ti”den kastının “hedef” anlamına geldiğini ayrıntısıyla anlatıyor.)
Ecevit’ten itiraf
• 18 Eylül 1997
Ecevit’e randevu talebimi birkaç kere yinelemiştim. Nihayet 18 Eylül öğleden sonrası için randevu verdi. O sırada Başbakan Yardımcısı idi. Onunla da makamında görüştük.
“Sayın Ecevit” dedim, “Bu ülkede kontrgerillayı telaffuz eden ilk siyasetçi sizsiniz. Şimdi de başbakan yardımcısısınız. Bizim size neyin ne olduğunu ne olmadığını söylememiz gereksiz. Eşimin öldürülmesinin soruşturulabilmesi için sizden de yeniden destek ve gerekli girişimlerde bulunmanızı rica ediyorum.”
“Ben Uğur Bey’i severdim” dedi, “Bana yapılan suikastı, ardındakileri araştırırken hep duvarlara çarptım. Eşiniz arı kovanına çomak sokmuştu.”
Doğrusu ne diyeceğimi şaşırmıştım. Beklemediğiniz birinden hiç düşünmediğiniz bir sözle karşılaşınca bazen kalakalırsınız ya, sözün bittiği noktalardan biriydi bu da!!..
--spoiler--
https://t24.com.tr/haber/...ak-yeterli-olur-mu,217585
--spoiler--
Ankara'daki evinin önünde aracına bomba konularak 19 yıl önce öldürülen gazeteci-yazar-aydın Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu, suikasttan 3 yıl sonra "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kendisini evinde ziyaret ettiğini açıkladı.
Güldal Mumcu, 24 Ocak 1993'ten sonra yaşadıklarını "içimden geçen zaman" isminde kitapta topladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) yayınları arasında çıkacak kitabın bazı bölümleri Cumhuriyet gazetesinde hazırlanan yazı dizisinde paylaşıldı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu'nun kaleme aldığı yazı dizisinin ilk bölümü şöyle:
Yeşil Mumcu’nun evinde
• Bir adam eve geldi, “Olayı yapanı bulsak, sonra etrafından da birkaç kişi bulunsa yeter mi?” diye sordu.
• Gerçek adım Mahmut Yıldırım, gerçekler açığa çıksın!
Uğur Mumcu’nun aramızdan alınışından bu yana çocuklarıyla ile birlikte bir onurlu direnç simgesi oldu Güldal Mumcu. Acısını, “Adalet ve Demokrasi” haftaları ile birlikte toplumsal bilinci uyanık tutma eylemine dönüştürdü.
Son olarak Uğur Mumcu’nun öldürülüşünden bu yana yaşadıklarını bir kitapta topladı. Kitap, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınevi tarafından yayımlandı ve istanbul Kitap Fuarı’nda okurun karşısına çıkacak. Bu iki günlük dizi, o kitabın özetinden oluşuyor. Okurlarımız; Güldal Mumcu’nun anılarını okurken görecekler ki, zaman yalnızca onun değil, hepimizin içinden geçmiş, ama geçip gitmemiş. Tortuları, tüm yoğunluğuyla yine gündemimizde.
• Uğur toprağa verildikten sonra çocuklara eğilip usulca, “Onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen binlerce insan sizin acınızı paylaştı, sizde acı kalmadı artık” dedim.
Özge, bana döndü ve sordu: “Artık acı yok değil mi?”
“Evet, yok.”
• 25 Ocak 1993, Pazartesi, saat 02.30
Camın önünde bordo koltukta oturuyorum. Dışarıda yoğun bir sis var. Karşımda, Uğur’un her zaman oturduğu koltukta ablam oturuyor. Görünmeyen şehre bakıyorum. Az önce çocukların odalarını dolaştım. Uyumaları zor oldu. Özge’nin odasındayken bir bulutun da ardımdan benimle birlikte dolaştığını hissettim.
• 24 Ocak 1993, Pazar
Paltomu giydim. Mutfağa girdim, fırının saati 13.25’i gösteriyordu. Çizmelerimi zaten giymiştim. Vestiyerden çantamı aldım. Evin sokak kapısından çıkarken Özge’ye “Hoşça kal, kapıyı kimseye açma” dedim. Merdivenlerden hızla yukarı ve apartman kapısından dışarı çıktım. Yan apartmandan komşumuz ibrahim Bey arabasını yıkıyordu. Selamlaştık. Fakat kapının tam kapanmadığını fark ettim. Geri dönüp kapıyı çektim. Özge evde yalnızdı çünkü. Kapıyı çekerken sağ tarafımda gözümün ucuyla beyaz bir arabanın geçtiğini gördüm, döndüm, bir adım attım…
Büyük bir patlama oldu!
Bir adım daha attım. Bir patlama daha!
Geriye, eve doğru bir adım attım. Bir patlama daha!
Yer ayağımın altında üç kere sarsıldı.
• 27 Ocak, Çarşamba
Uğur toprağa verildikten sonra yok olmaya başlayan ince sisten sıyrılıp, hep birlikte arabaya doğru giderken, çocuklara eğilip usulca, “Bakın çocuklar, o bizim babamızdı. Ama aynı zamanda, onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen bu binlerce insanın da yazarıydı. Onlar olaya sahip çıktılar ve bizi yalnız bırakmadılar. Hiç kimseye böyle bir sevgi nasip olmamıştır. Onlar bizim için de buradalar. Türkiye’nin her yerinden geldiler. Bugün, şimdi, burada, babanızla baş başa bırakalım onları, onu uğurlasınlar; sevgilerini sunsunlar, son görevlerini yapsınlar. Biz, daha sonra hep gelebiliriz. Ayrıca, hiç kimseye acısını paylaşmak için yüz binler gelmemiştir. Sizin acınızı paylaştılar, sizde acı kalmadı artık. Sizde sadece onun, babanızın onuru kaldı.”
Özge, bana döndü ve sordu: “Artık acı yok değil mi?”
“Evet, yok.”
• 28 Ocak, Perşembe
8 Ocak 1993 günü israil Büyükelçisi Uğur’u görüşmeye davet etti. Döndüğünde, sohbet ettiklerini, ne için çağırdığını tam anlamadığını, ama konuşmanın bir yerinde Büyükelçi’nin, “Öldürülmekten korkmuyor musunuz?” diye sorduğunu söyledi.
Bu arada Harp Akademileri Komutanlığı da basının sorunları konusunda bir konferans vermesi için davet etmişti. Uğur kabul etti ve bu konferans için bir süre çalıştı. 13 Ocak 1993 günü de konferans için istanbul’a gitti. Gazeteci arkadaşı, Cumhuriyet’ten Ali Sirmen de dinleyiciler arasındaydı. Kurmay subaylar ayakta uzun uzun alkışlayınca, Sirmen, Uğur’a dönüp, “Seni sakıncalı piyade yapan ordu, şimdi ayakta alkışlıyor. Ne tuhaf!..” demiş.
Bu konferans, Uğur’un Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde verdiği ilk konferanstı. Ama hayatının son konferansı olduğunu bilmiyorduk elbette.
Ti camii
• Mayıs 1996
Galiba Kurban Bayramı’ydı. Bayram için o aralar çok ziyarete gelen olmuştu. Hem taziye, hem bayram kutlaması yapıyorlardı. Biraz tedirgin olmakla birlikte “Bakalım kimmiş” dedim. Açtık sokak kapısını.
Biri kız, biri erkek üç dört yaşlarında iki çocuğun ellerinden tutmuş bir adam bizim kapının önüne geldi. Sakallı, benim boyumda, biraz ince, lacivert bir ceket ve gri bir pantolon, ceket özensiz, pantolon ütüsüz, hafif eskimiş… Böyle bir kılık.
Hızlı bir şekilde, birbiri ardına, adeta nefes almadan konuşmaya başladı. Biraz aksanlı:
“Sokaktaki caminin adının ti camii olarak değiştirilmesi gerekir. Bunu sizin sağlamanızı istiyorum.”
Salonda karşılıklı ayakta duruyoruz. Yüzüne baktım, “Yanlış yere gelmişsiniz. Burası camilere isim veren veya isimlerini değiştiren bir yer değil. Benim yapacağım bir şey yok. Bunun için size yardımcı olamam” dedim.
Daha sonra, artık çıkması gerektiğini hissettirecek şekilde kapıya doğru yürüdüm. Salondan çıktık. Adam durdu, bana döndü. Sesi düzelmişti. Son derece normal, son derece düzgün bir Türkçeyle “Olayın failini bulsak, sizin için yeterli olur mu?” dedi. “Ben gerçeği istiyorum” dedim.
“Olayı yapanı bulsak, sonra etrafından da birkaç kişi bulunsa yeter mi? Çünkü siz ne isterseniz o olacak…”
Ben yine “Ben gerçeği istiyorum” dedim.
Adam bunun üzerine; “Haa, anladım. Siz hepsini istiyorsunuz” dedi. Üçüncü kez yineledim:
“Ben gerçeği istiyorum.”
“Siz hepsini istiyorsunuz. O zaman üç tane gül alacağım. Birini Başbakanlığa, birini Çeçenistan’a, birini de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere koyacağım” dedi.
Kapıyı açtım. Adam çıktı çocuklarla birlikte. Kapıyı kapatmamızdan sonra birkaç dakika geçmemişti ki, apartman içinden bağırmalar duyduk.
“Olayların hepsi açığa çıksın! Bütün gerçekler açığa çıksın! Artık yeter! Buraya gerçek adımı da yazıyorum. Gerçek adım Mahmut Yıldırım. Buraya yazıyorum. Gerçekler açığa çıksın!”
Merak etmiştik, yukarı çıktık. Taziyeye gelenler için koyduğumuz masa ve defter hâlâ duruyordu. “Buraya yazıyorum” dediği için merakla deftere baktık; hakikaten söylediklerini yazmıştı. Defteri yerine koyup eve geçtik.
Ertesi sabah “Defteri alıp saklamam gerekir” diye düşünerek çıkıp baktım; ama artık defter yoktu.
(Güldal Mumcu kitabında, bu kişinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu nasıl fark ettiğini, Yeşil’in “ti”den kastının “hedef” anlamına geldiğini ayrıntısıyla anlatıyor.)
Ecevit’ten itiraf
• 18 Eylül 1997
Ecevit’e randevu talebimi birkaç kere yinelemiştim. Nihayet 18 Eylül öğleden sonrası için randevu verdi. O sırada Başbakan Yardımcısı idi. Onunla da makamında görüştük.
“Sayın Ecevit” dedim, “Bu ülkede kontrgerillayı telaffuz eden ilk siyasetçi sizsiniz. Şimdi de başbakan yardımcısısınız. Bizim size neyin ne olduğunu ne olmadığını söylememiz gereksiz. Eşimin öldürülmesinin soruşturulabilmesi için sizden de yeniden destek ve gerekli girişimlerde bulunmanızı rica ediyorum.”
“Ben Uğur Bey’i severdim” dedi, “Bana yapılan suikastı, ardındakileri araştırırken hep duvarlara çarptım. Eşiniz arı kovanına çomak sokmuştu.”
Doğrusu ne diyeceğimi şaşırmıştım. Beklemediğiniz birinden hiç düşünmediğiniz bir sözle karşılaşınca bazen kalakalırsınız ya, sözün bittiği noktalardan biriydi bu da!!..
--spoiler--
https://t24.com.tr/haber/...ak-yeterli-olur-mu,217585
not: biraz uzun bir yazı olacaktır, okurken iyi keyifler diliyorum ;)
türkiye, eğer bu birliğe dahil olmak istiyorsa, bunu neden istediğini en başta kendisi göstermeli. burada en büyük pay türkiye'nin kendisine düşüyor. bazı arkadaşlar görüyorum "bizi müslüman olduğumuz için almıyorlar" "romanya bulgaristan bile girdi türk düşmanı oldukları için almıyorlar" "ikiyüzlü yalancı avrupa bilerek almıyor" "sürekli bahane bulup oyalıyorlar" "bizi avrupalı görmüyorlar" vs. yazan, ve onlara demek istiyorum ki;
yanılıyorsunuz arkadaşlar.
1- 1987 yılında fas, kendisinin üyelik için uygun şartlarda olduğunu ileri sürüp avrupa birliği'ne üyelik için başvurdu. bilin bakalım hemen arkasından ne oldu? söyleyeyim: avrupa birliği, fas'ı "sen avrupalı değilsin" diyerek anında reddetti.
aynı yıl üyelik için başvuran türkiye'ye ne oldu peki? avrupa birliği başvuruyu kabul etti, çünkü türkiye'yi tarihinden ve coğrafik özelliklerinden dolayı avrupalı saydı. ve müzakereleri başlattı.
2- türkiye'nin müslüman olduğu için alınmadığı koca bir yalan. hali hazırda avrupa'da milyonlarca müslüman yaşarken, ingiltere gibi bir ülkenin (her ne kadar ab'den çıkmış olsa da bir avrupa ülkesi) başkentinin belediye başkanının bir müslüman olduğu gerçeği varken, avrupa birliği üyelerinin çoğunun parlamentosunda müslüman milletvekilleri varken, bosna-hersek, arnavutluk, belki de makedonya gibi müslüman-çoğunluk ülkelerin yakın gelecekte avrupa birliği üyesi olacağı beklentisi varken, türkiye neden "müslüman" olduğu için alınmasın? üstelik avrupa birliği'nin yetkililerinin defalarca "biz hristiyan kulübü değiliz" açıklaması varken?
3- "romanya ve bulgaristan'dan ne eksiğimiz var" lafı. arkadaşlar, evet her ne kadar bu ülkeler geri kalmış gibi gözükse de, bu ülkelerin hiçbirinin ortadoğu'ya sınırı yok. bu ülkelerde terör tehdidi, patlayan bombalar, çökmüş ekonomi, insan hakları ihlalleri gibi şeyler yok. evet batı avrupa'ya nazaran insan hakları ve gelişmişlik konusunda geri kalmış olabilirler, fakat 1 yıl öncesine kadar vikipedi'nin yasak olduğu, paypal, booking gibi siteleri yasaklayan, netflix'e sansür getiren, son birkaç yıldır keyfe göre twitter, facebook'u erişime kapatan, en ufak çıkan muhalif seslerin hapse atıldığı bir hükümetleri yok. insan hakları, demokrasi, ve refah konusunda türkiye'den fersah fersah öndeler ne yazık ki... ki 90'lı yıllarda da (yani günümüz hükümetinin olmadığı zamanlar) türkiye yine çok matah bir ülke değildi, her gün işlenen faili meçhul cinayetler, gazeteci suikastleri, terörist eylemler vs. yine aynıydı...
şimdi gelelim türkiye'nin neden üye olamadığına..
öncelikle türkiye'nin ab üyelik süreci başından beri çok garip bir süreç, çünkü türkiye hem ab'ye girmek istiyorum diyor, fakat yaptıkları bunun tam tersi .d
https://en.wikipedia.org/...key_to_the_European_Union
yukarıdaki linke göre türkiye, 30 yıldır süren ab üyelik sürecinde açılan fasılların sadece %3'ünü yerine getirmiş durumda an itibariyle. yani siz üye olmak istiyorsunuz, fakat bunun için hiçbir şey yapmıyorsunuz ve bundan dolayı karşı tarafı suçluyorsunuz. bu biraz garip değil mi?
her neyse devam edelim.
1- ab sözleşmesine göre ab'nin temsil ettiği ortak değerler şunlardır: insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, azınlıkların haklarının korunması
1a- insan hakları
türkiye, an itibariyle dünyada cezaevinde en çok gazeteci bulunduran 2.ülke (çin'den sonra)
https://i.gazeteduvar.com.../2020/01/gazete2.jpg.webp
henüz geçen gün, ismail demirbaş gibi sokaktan geçen herhangi bir muhalif vatandaş, sırf hükümeti eleştirdi diye hapse atıldı. ülkede düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konular hiçbir zaman avrupa seviyesinde olmadı ve günümüz itibariyle tarihin en dip seviyelerindeyiz. her çıkan muhalif sese "silivri soğuktur şimdi" tarzı esprilerin yapıldığı, korku imparatorluğunun yükseldiği, insanların korktuğu için fikirlerini özgürce belirtemediği bir ülkede yaşıyoruz. avrupa birliği'ne girmek isteyen bir ülkenin hali böyle olabilir mi sizce?
1b- demokrasi
bunu konuşmaya bile gerek yok aslında. ülkede geçen yılki istanbul belediye başkanlık seçimi hiçbir sebep göstermeden (veya sebep olmadan) tek bir adamın keyfi yüzünden iptal ediliyor. ülkede yapılan her seçimin içinde mutlaka şaibe söylentileri dolaşıyor ve kimsenin kimseye güveni yok. (üstelik 2014 ankara seçimlerinde mansur yavaş kazanmak üzereyken gece vakti dönemin içişleri bakanı ysk binasına gidiyor ve sonra nedense seçimin kaderi değişiyor (!)) her neyse, ülke başkanlık sistemiyle yönetiliyor ve her şey "tek adamın" ağzından çıkacağı kelimelere bağlı. bakanlıkların ve meclisin tarihte hiç olmadığı kadar etkisiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. kuvvetler ayrılığı diye bir şeyin kırıntısı bile yok. "tek adam" ülkedeki yargıçları, savcıları bile kendisi tayin ediyor, kendisi ne derse o oluyor, ne isterse onu yapıyor. haliyle demokrasi diye bir şey de yalan oluyor :D avrupa birliği'ne girmek isteyen bir ülke böyle mi yapar?
1c- hukukun üstünlüğü
yukarıda da söylediğim gibi, "tek adam" yargıçları, savcıları bile kendisi tayin ediyor ve böylece insanların yargıya olan güveni kayboluyor. her gün ayrı bir hukuk skandalı yaşıyoruz. tecavüzcüler, cinayet işleyen katiller emsali görülmemiş kararlarla ya salınıyor, ya az ceza veriliyor, ya da hafif suçu olan insanlara yine emsali görülmemiş şekilde ağır cezalar veriliyor veya tutuklanıyor. örneğin halil sezai davası gibi olayları örnek verebiliriz..
1d-azınlıkların korunması
türkiye'nin bu konuda hiçbir zaman iyi bir sicili olmadı. 1942'de getirilen varlık vergisi, 1955'te yaşanan6-7 eylül olayları vs. üstelik daha geçen günlerde ermeni patrikhanesi'nin önündeki bayraklı konvoy gibi bir olay yaşandı!
http://www.agos.com.tr/tr...erbaycan-bayrakli-gosteri
her neyse, devam edelim...
2- kıbrıs sorunu
1974'teki barış harekatından beri kıbrıs adası, ikiye bölünmüş bir vaziyette. 2004'teki annan planı'nı türk tarafı kabul etmişken, rum tarafı planı reddetti ve ab, kıbrıs rum kesimi'ni birliğe kabul etmeye karar verdi (eğer plan kabul edilseydi ada birleşecek ve tüm ada ab'ye girecekti, rum tarafının planı kabul etmemesi başka mesele) günümüzde ise sorun hala devam ediyor, fakat bildiğiniz üzere türkiye bir ab üyesi olan güney kıbrıs rum kesimi'ni tanımıyor. sorun devam ederken ve türkiye gkry'yi tanımazken doğal olarak bu sorunun çözülmesi isteniyor, bu türkiye'nin üyeliğinin önündeki bir sorun
3- türkiye'nin coğrafyası
türkiye, topraklarının %95'i asya kıtasında, %5'i ise avrupa kıtasında olan bir ülke. yani türkiye üyelik başvurusu yaptığı zaman, bu sürecin diğer ülkelere göre daha uzun süreceği zaten bilinen bir şeydi, çünkü avrupa kültürüne göre tamamen farklı bir kültürü olan ve topraklarının %95'i asya kıtasında olan, ortadoğu'ya komşu olan bir ülke var elimizde. o yüzden avrupa birliği'nin esas amacı, türkiye'yi ve türk toplumunu öncelikle avrupa'ya tam entegre edebilmek, ondan sonra türkiye'yi kendi içine almaktı, ve hala da amacı bu. ama yukarıda anlattığım maddeler yüzünden (insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü vs.) bu entegrasyon işi şu an tamamen durmuş durumda. bunu ilerletmek ise tamamen türkiye'nin elinde olan bir şey. avrupa birliği'nin sorduğu soru şu: siz gerçekten avrupalı olmak istiyor musunuz? yani bu başvuruyu yaparken samimi miydiniz? türkiye'nin bu soruyu dürüstçe cevaplaması için kendini değiştirmesi ve gelişmesi gerekiyor... ama dediğim gibi, fas üyelik başvurusunu yapar yapmaz reddedilmiş ve türkiye kabul edilmişken, türkiye'nin hala şansı var. avrupa birliği'de şüphesiz bunu istiyor, çünkü türkiye, ne olursa olsun dünyanın en değerli coğrafyalarından biri üstünde yer alıyor ve birliğe katılması durumda avrupa birliği inanılmaz bir şekilde güçlenecek ve bir süper güç haline gelecektir. ama bunu öncelikle türkiye'nin istemesi gerekiyor. türkiye hem kültürel olarak daha fazla entegre olmalı, hem de insan hakları, temel haklar, demokrasi gibi konularda gelişmeli. türkiye istediği zaman "bir avrupalı ülke" haline gelebilir, bu hem avrupa birliği'nin hem de türkiye'nin yararına olacaktır şüphesiz.
4- avrupa birliği tüzüğüne göre parlamentodaki koltuk sayısı
türkiye, mevcut nüfusuyla avrupa ülkelerine kıyasla en fazla nüfusu olan ülke. avrupa parlamentosundaki koltuk sayısı ise, ülkelerin nüfusuna göre belirlendiği için, türkiye birliğe girer girmez otomatikman birlikteki en sözü geçen üye olacak. bu birçok avrupa ülkesinin aklını karıştıran ve karşı olduğu en büyük sorunlardan birisi. sebebi ise, her ne kadar avrupa birliği'nin bir hristiyan kulübü olmadığını defalarca söylememe rağmen, üyelerinin tamamının hristiyan-çoğunluk ülkeler olması ve hristiyan kültürünün islam kültürüyle, yaşayış tarzıyla bulunan çok büyük farklılıklarının olması, ayrıca türkiye'nin tarihi itibariyle osmanlı zamanından beri avrupa ülkeleri ile yüzyıllardır savaşıp orta avrupa'ya kadar toprağını genişletmiş olmasıyla birlikte, avrupa kültürüyle kurulmuş bir birliğin avrupa'nın yüzyıllardır bir düşman ve bir tehdit olarak gördüğü osmanlı'nın ardılı sayılan bir ülkeyi içine alıp en büyük söz sahipliğini ona vermesi, birçok avrupa ülkesine göre garip karşılanıp reddedilecek bir durum. ha ama bana göre kesinlikle çözülmeyecek bir şey değil, çünkü tüzük en başından beri aynı tüzüktü, zaten böyle bir sebepten dolayı türkiye'yi asla almayacaklarını düşünselerdi, bugün üyelik sürecinin yıllardır devam etmesi veya avrupa'nın yıllardır türkiye'ye katılım fonu olarak milyar eurolar vermesi gibi durumlar olmayacaktı. yani türkiye'nin yapması gereken şey, üyelik kriterlerini karşılayacak duruma gelmesi ve gelişmesi, bunu yaptığı takdirde tüzük de değişebilir ya da mevcut haliyle de kabul edilebilir, problem edilecek bir şey değil yani. tamamen türkiye'ye bağlı bir şey.
5- türkiye'nin ortadoğu ülkeleriyle komşu olması
türkiye'nin ırak, iran, suriye gibi ülkelerle komşu olması, avrupa birliği üyesi ülkelerin kafasını karıştıran başka bir durum. çünkü yıllardır devam eden savaşlar ve ortadoğu coğrafyasının durumu göz önüne alınırsa, böyle bir coğrafyaya komşu olan ülkenin birliğe girmek istemesi elbette endişeyle karşılanabilir. üstelik türkiye'nin güneydoğu sınırlarının son yıllardır (mayınların temizlenmesiyle) yol geçen hanına döndüğü de halk tarafından bilinen bir şey. türkiye'nin sınırlarını güvenle koruması buradaki en asıl amaçtır. bu yine türkiye'ye bağlı olan bir durum. türkiye eğer sınırlarını güvenle koruyabilirse ve bu konuda birliğe güven verirse, bu da aşılmayacak bir şey değil. örneğin;
https://www.yenihaberden....ni-kaldirmali-124401h.htm
2015'te, yunanistan'ın pasok partisi lideri fofi gennimata (şimdi başka bir partinin lideri ve yunanistan'da çok saygı duyulan bir siyasetçi) aa muhabiriyle yaptığı röportajda türkiye'ye (buraya dikkat) sınırlarını koruması şartıyla vizelerimizi kaldırmalıyız önerisinde bulunmuştu. yani bu konu türkiye'nin elinde olan bir şey, sınırlarını güvenle korumayı taahhüt ettiği takdirde vizeler de üyelik de aşılmayacak şey değil.
6- doğu akdeniz sorunu
her ne kadar türkiye'nin haklarını aramasını sonuna kadar desteklesem de, an itibariyle doğu akdeniz'de bir ab üye ülkesi olan yunanistan ile türkiye arasında mevcut olan sorun var. üstelik türkiye'nin oruç reis ve diğer araştırma gemileri ile doğu akdeniz'de yaptığı arama ve sondaj çalışmaları, avrupa birliği resmi otoriterleri tarafından "tek taraflı eylem" olarak adlandırılıyor ve türkiye'ye agresif politikalardan kaçınması ve oruç reis'i geri çekip yunanistan'la barışçıl bir diyaloğa girmesi söyleniyor. ve hatta türkiye'nin davranışını değiştirmemesi halinde yaptırım yoluna bile başvurulabileceği söyleniyor. türkiye ise "ben istediğim yerde arama çalışması yaparım, libya ile anlaşma yaptım, oralar benim sularım, yunanistan eğer itiraz ediyorsa gelsin konuşalım ama hakkımdan vazgeçmem" diyor. yunanistan ise "hayır oralar benim kıta sahanlığımda, eğer itiraz ediyorsan oruç reis'i çekeceksin ve diyalog masasına geleceksin, libya ile yaptığın anlaşma geçersiz ve uluslararası hukuka aykırı, tek taraflı ve tehdit eylemleriyle diyalog masasına oturmam" diyor. an itibariyle bu meseleden dolayı iki ülke arasındaki ilişkiler ne yazık ki gerilmiş durumda. bu konu avrupa birliği'ni rahatsız ediyor ve bu konu mevcut olduğu sürece türkiye'nin müzakerelerde ilerlemesi söz konusu değil gibi gözüküyor.
7-mülteci krizi
türkiye, an itibariyle suriye ve ırak'tan gelen yaklaşık 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. türkiye ab'ye girerse eğer, serbest dolaşım hakkıyla beraber bu mültecilerin avrupa'ya direk geçebilmesi gibi bir durum oluşacak. üstelik türkiye, mevcut hükümetinin bazı suriyeli mültecilere vatandaşlık verdiği bir ülke.. bu uygulama elbette avrupa birliği'nin de görmezden gelemeyeceği ve rahatsız olduğu bir durum. bu mülteci krizi doğal olarak türkiye'nin ab'ye üyeliği önünde büyük sorunlardan bir tanesi.
8-ekonomi
konuşmaya gerek olmayan başka konulardan birisi ne yazık ki. an itibariyle dolar 8-9 civarında geziyor, euro desen 10 olmuş, her gün ayrı rekorlar kırılıyor... üstüne zaten türkiye'nin ekonomisi tarihinde neredeyse hiçbir zaman iyi olmayınca, avrupa birliği'nin bu konuda endişelerinin tavan yaptığı herkes tarafından biliniyor. zaten birlik içindeki ekonomisi iyi olmayan üyelere sürekli destek olmak zorunda olan avrupa birliği, 80 milyonluk, ekonomisi çökmüş ve stabilitesi olmayan, açlık sınırının altında milyonlarca vatandaşının yaşadığı, yiyecek yemek bulamayan binlerce insanının olduğu, gençlerinin %80'inin yurtdışında yaşamak istediği bir ülkeyi kendi içine alırsa, serbest dolaşımla birlikte gelecek toplu göçün sonucunda, milyonlarca türk vatandaşının avrupa'ya akın etmesiyle birlikte hem demografik olarak, hem kültürel olarak, hem ekonomi olarak bir çöküşe girecektir. e doğal olarak bu sorun, türkiye'nin üyelik önündeki en büyük sorunlardan birisi.
-
gördüğünüz gibi ne yazık ki an itibariyle bir sürü sorun var, ve bu sorunlar ortadayken hala türkiye'nin neden üye olamadığını sorgulamak biraz garip kaçıyor ne yazık ki.
türkiye'nin avrupa birliği'ne katacağı şeyler de elbette çok büyük şeyler, her şeyden önce türkiye, avrupa birliği için vazgeçilemezstratejik bir ortak ve türkiye birliğe girerse eğer,
1- avrupa birliği nüfuz alanını genişletir, akdeniz'de inanılmaz bir güce sahip olur, karadeniz'de nüfuzunu artırır, türkiye'nin stratejik konumu sebebiyle inanılmaz bir güç kazanır
2- türkiye'nin ucuz iş gücü sayesinde ekonomik gücü çok daha genişler
3- türkiye'nin askeri gücü sayesinde güvenliği inanılmaz şekilde güçlenir, birlik çok daha fazla saygın ve sözü geçer haline gelir
4- türkiye'nin yetiştirdiği değerli ve aydın insanlar avrupa medeniyetine, bilimine ve birliğine çok büyük katkılar sağlayacaktır hiç şüphesiz olarak.
yani anlayacağınız türkiye'nin haklı olduğu taraflarda olabilir elbette, ama avrupa birliği'ne girmek istiyorsa eğer yapılması gereken şeylerin çok büyük bir kısmı kendisine düşüyor.
türkiye, eğer bu birliğe dahil olmak istiyorsa, bunu neden istediğini en başta kendisi göstermeli. burada en büyük pay türkiye'nin kendisine düşüyor. bazı arkadaşlar görüyorum "bizi müslüman olduğumuz için almıyorlar" "romanya bulgaristan bile girdi türk düşmanı oldukları için almıyorlar" "ikiyüzlü yalancı avrupa bilerek almıyor" "sürekli bahane bulup oyalıyorlar" "bizi avrupalı görmüyorlar" vs. yazan, ve onlara demek istiyorum ki;
yanılıyorsunuz arkadaşlar.
1- 1987 yılında fas, kendisinin üyelik için uygun şartlarda olduğunu ileri sürüp avrupa birliği'ne üyelik için başvurdu. bilin bakalım hemen arkasından ne oldu? söyleyeyim: avrupa birliği, fas'ı "sen avrupalı değilsin" diyerek anında reddetti.
aynı yıl üyelik için başvuran türkiye'ye ne oldu peki? avrupa birliği başvuruyu kabul etti, çünkü türkiye'yi tarihinden ve coğrafik özelliklerinden dolayı avrupalı saydı. ve müzakereleri başlattı.
2- türkiye'nin müslüman olduğu için alınmadığı koca bir yalan. hali hazırda avrupa'da milyonlarca müslüman yaşarken, ingiltere gibi bir ülkenin (her ne kadar ab'den çıkmış olsa da bir avrupa ülkesi) başkentinin belediye başkanının bir müslüman olduğu gerçeği varken, avrupa birliği üyelerinin çoğunun parlamentosunda müslüman milletvekilleri varken, bosna-hersek, arnavutluk, belki de makedonya gibi müslüman-çoğunluk ülkelerin yakın gelecekte avrupa birliği üyesi olacağı beklentisi varken, türkiye neden "müslüman" olduğu için alınmasın? üstelik avrupa birliği'nin yetkililerinin defalarca "biz hristiyan kulübü değiliz" açıklaması varken?
3- "romanya ve bulgaristan'dan ne eksiğimiz var" lafı. arkadaşlar, evet her ne kadar bu ülkeler geri kalmış gibi gözükse de, bu ülkelerin hiçbirinin ortadoğu'ya sınırı yok. bu ülkelerde terör tehdidi, patlayan bombalar, çökmüş ekonomi, insan hakları ihlalleri gibi şeyler yok. evet batı avrupa'ya nazaran insan hakları ve gelişmişlik konusunda geri kalmış olabilirler, fakat 1 yıl öncesine kadar vikipedi'nin yasak olduğu, paypal, booking gibi siteleri yasaklayan, netflix'e sansür getiren, son birkaç yıldır keyfe göre twitter, facebook'u erişime kapatan, en ufak çıkan muhalif seslerin hapse atıldığı bir hükümetleri yok. insan hakları, demokrasi, ve refah konusunda türkiye'den fersah fersah öndeler ne yazık ki... ki 90'lı yıllarda da (yani günümüz hükümetinin olmadığı zamanlar) türkiye yine çok matah bir ülke değildi, her gün işlenen faili meçhul cinayetler, gazeteci suikastleri, terörist eylemler vs. yine aynıydı...
şimdi gelelim türkiye'nin neden üye olamadığına..
öncelikle türkiye'nin ab üyelik süreci başından beri çok garip bir süreç, çünkü türkiye hem ab'ye girmek istiyorum diyor, fakat yaptıkları bunun tam tersi .d
https://en.wikipedia.org/...key_to_the_European_Union
yukarıdaki linke göre türkiye, 30 yıldır süren ab üyelik sürecinde açılan fasılların sadece %3'ünü yerine getirmiş durumda an itibariyle. yani siz üye olmak istiyorsunuz, fakat bunun için hiçbir şey yapmıyorsunuz ve bundan dolayı karşı tarafı suçluyorsunuz. bu biraz garip değil mi?
her neyse devam edelim.
1- ab sözleşmesine göre ab'nin temsil ettiği ortak değerler şunlardır: insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, azınlıkların haklarının korunması
1a- insan hakları
türkiye, an itibariyle dünyada cezaevinde en çok gazeteci bulunduran 2.ülke (çin'den sonra)
https://i.gazeteduvar.com.../2020/01/gazete2.jpg.webp
henüz geçen gün, ismail demirbaş gibi sokaktan geçen herhangi bir muhalif vatandaş, sırf hükümeti eleştirdi diye hapse atıldı. ülkede düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konular hiçbir zaman avrupa seviyesinde olmadı ve günümüz itibariyle tarihin en dip seviyelerindeyiz. her çıkan muhalif sese "silivri soğuktur şimdi" tarzı esprilerin yapıldığı, korku imparatorluğunun yükseldiği, insanların korktuğu için fikirlerini özgürce belirtemediği bir ülkede yaşıyoruz. avrupa birliği'ne girmek isteyen bir ülkenin hali böyle olabilir mi sizce?
1b- demokrasi
bunu konuşmaya bile gerek yok aslında. ülkede geçen yılki istanbul belediye başkanlık seçimi hiçbir sebep göstermeden (veya sebep olmadan) tek bir adamın keyfi yüzünden iptal ediliyor. ülkede yapılan her seçimin içinde mutlaka şaibe söylentileri dolaşıyor ve kimsenin kimseye güveni yok. (üstelik 2014 ankara seçimlerinde mansur yavaş kazanmak üzereyken gece vakti dönemin içişleri bakanı ysk binasına gidiyor ve sonra nedense seçimin kaderi değişiyor (!)) her neyse, ülke başkanlık sistemiyle yönetiliyor ve her şey "tek adamın" ağzından çıkacağı kelimelere bağlı. bakanlıkların ve meclisin tarihte hiç olmadığı kadar etkisiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. kuvvetler ayrılığı diye bir şeyin kırıntısı bile yok. "tek adam" ülkedeki yargıçları, savcıları bile kendisi tayin ediyor, kendisi ne derse o oluyor, ne isterse onu yapıyor. haliyle demokrasi diye bir şey de yalan oluyor :D avrupa birliği'ne girmek isteyen bir ülke böyle mi yapar?
1c- hukukun üstünlüğü
yukarıda da söylediğim gibi, "tek adam" yargıçları, savcıları bile kendisi tayin ediyor ve böylece insanların yargıya olan güveni kayboluyor. her gün ayrı bir hukuk skandalı yaşıyoruz. tecavüzcüler, cinayet işleyen katiller emsali görülmemiş kararlarla ya salınıyor, ya az ceza veriliyor, ya da hafif suçu olan insanlara yine emsali görülmemiş şekilde ağır cezalar veriliyor veya tutuklanıyor. örneğin halil sezai davası gibi olayları örnek verebiliriz..
1d-azınlıkların korunması
türkiye'nin bu konuda hiçbir zaman iyi bir sicili olmadı. 1942'de getirilen varlık vergisi, 1955'te yaşanan6-7 eylül olayları vs. üstelik daha geçen günlerde ermeni patrikhanesi'nin önündeki bayraklı konvoy gibi bir olay yaşandı!
http://www.agos.com.tr/tr...erbaycan-bayrakli-gosteri
her neyse, devam edelim...
2- kıbrıs sorunu
1974'teki barış harekatından beri kıbrıs adası, ikiye bölünmüş bir vaziyette. 2004'teki annan planı'nı türk tarafı kabul etmişken, rum tarafı planı reddetti ve ab, kıbrıs rum kesimi'ni birliğe kabul etmeye karar verdi (eğer plan kabul edilseydi ada birleşecek ve tüm ada ab'ye girecekti, rum tarafının planı kabul etmemesi başka mesele) günümüzde ise sorun hala devam ediyor, fakat bildiğiniz üzere türkiye bir ab üyesi olan güney kıbrıs rum kesimi'ni tanımıyor. sorun devam ederken ve türkiye gkry'yi tanımazken doğal olarak bu sorunun çözülmesi isteniyor, bu türkiye'nin üyeliğinin önündeki bir sorun
3- türkiye'nin coğrafyası
türkiye, topraklarının %95'i asya kıtasında, %5'i ise avrupa kıtasında olan bir ülke. yani türkiye üyelik başvurusu yaptığı zaman, bu sürecin diğer ülkelere göre daha uzun süreceği zaten bilinen bir şeydi, çünkü avrupa kültürüne göre tamamen farklı bir kültürü olan ve topraklarının %95'i asya kıtasında olan, ortadoğu'ya komşu olan bir ülke var elimizde. o yüzden avrupa birliği'nin esas amacı, türkiye'yi ve türk toplumunu öncelikle avrupa'ya tam entegre edebilmek, ondan sonra türkiye'yi kendi içine almaktı, ve hala da amacı bu. ama yukarıda anlattığım maddeler yüzünden (insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü vs.) bu entegrasyon işi şu an tamamen durmuş durumda. bunu ilerletmek ise tamamen türkiye'nin elinde olan bir şey. avrupa birliği'nin sorduğu soru şu: siz gerçekten avrupalı olmak istiyor musunuz? yani bu başvuruyu yaparken samimi miydiniz? türkiye'nin bu soruyu dürüstçe cevaplaması için kendini değiştirmesi ve gelişmesi gerekiyor... ama dediğim gibi, fas üyelik başvurusunu yapar yapmaz reddedilmiş ve türkiye kabul edilmişken, türkiye'nin hala şansı var. avrupa birliği'de şüphesiz bunu istiyor, çünkü türkiye, ne olursa olsun dünyanın en değerli coğrafyalarından biri üstünde yer alıyor ve birliğe katılması durumda avrupa birliği inanılmaz bir şekilde güçlenecek ve bir süper güç haline gelecektir. ama bunu öncelikle türkiye'nin istemesi gerekiyor. türkiye hem kültürel olarak daha fazla entegre olmalı, hem de insan hakları, temel haklar, demokrasi gibi konularda gelişmeli. türkiye istediği zaman "bir avrupalı ülke" haline gelebilir, bu hem avrupa birliği'nin hem de türkiye'nin yararına olacaktır şüphesiz.
4- avrupa birliği tüzüğüne göre parlamentodaki koltuk sayısı
türkiye, mevcut nüfusuyla avrupa ülkelerine kıyasla en fazla nüfusu olan ülke. avrupa parlamentosundaki koltuk sayısı ise, ülkelerin nüfusuna göre belirlendiği için, türkiye birliğe girer girmez otomatikman birlikteki en sözü geçen üye olacak. bu birçok avrupa ülkesinin aklını karıştıran ve karşı olduğu en büyük sorunlardan birisi. sebebi ise, her ne kadar avrupa birliği'nin bir hristiyan kulübü olmadığını defalarca söylememe rağmen, üyelerinin tamamının hristiyan-çoğunluk ülkeler olması ve hristiyan kültürünün islam kültürüyle, yaşayış tarzıyla bulunan çok büyük farklılıklarının olması, ayrıca türkiye'nin tarihi itibariyle osmanlı zamanından beri avrupa ülkeleri ile yüzyıllardır savaşıp orta avrupa'ya kadar toprağını genişletmiş olmasıyla birlikte, avrupa kültürüyle kurulmuş bir birliğin avrupa'nın yüzyıllardır bir düşman ve bir tehdit olarak gördüğü osmanlı'nın ardılı sayılan bir ülkeyi içine alıp en büyük söz sahipliğini ona vermesi, birçok avrupa ülkesine göre garip karşılanıp reddedilecek bir durum. ha ama bana göre kesinlikle çözülmeyecek bir şey değil, çünkü tüzük en başından beri aynı tüzüktü, zaten böyle bir sebepten dolayı türkiye'yi asla almayacaklarını düşünselerdi, bugün üyelik sürecinin yıllardır devam etmesi veya avrupa'nın yıllardır türkiye'ye katılım fonu olarak milyar eurolar vermesi gibi durumlar olmayacaktı. yani türkiye'nin yapması gereken şey, üyelik kriterlerini karşılayacak duruma gelmesi ve gelişmesi, bunu yaptığı takdirde tüzük de değişebilir ya da mevcut haliyle de kabul edilebilir, problem edilecek bir şey değil yani. tamamen türkiye'ye bağlı bir şey.
5- türkiye'nin ortadoğu ülkeleriyle komşu olması
türkiye'nin ırak, iran, suriye gibi ülkelerle komşu olması, avrupa birliği üyesi ülkelerin kafasını karıştıran başka bir durum. çünkü yıllardır devam eden savaşlar ve ortadoğu coğrafyasının durumu göz önüne alınırsa, böyle bir coğrafyaya komşu olan ülkenin birliğe girmek istemesi elbette endişeyle karşılanabilir. üstelik türkiye'nin güneydoğu sınırlarının son yıllardır (mayınların temizlenmesiyle) yol geçen hanına döndüğü de halk tarafından bilinen bir şey. türkiye'nin sınırlarını güvenle koruması buradaki en asıl amaçtır. bu yine türkiye'ye bağlı olan bir durum. türkiye eğer sınırlarını güvenle koruyabilirse ve bu konuda birliğe güven verirse, bu da aşılmayacak bir şey değil. örneğin;
https://www.yenihaberden....ni-kaldirmali-124401h.htm
2015'te, yunanistan'ın pasok partisi lideri fofi gennimata (şimdi başka bir partinin lideri ve yunanistan'da çok saygı duyulan bir siyasetçi) aa muhabiriyle yaptığı röportajda türkiye'ye (buraya dikkat) sınırlarını koruması şartıyla vizelerimizi kaldırmalıyız önerisinde bulunmuştu. yani bu konu türkiye'nin elinde olan bir şey, sınırlarını güvenle korumayı taahhüt ettiği takdirde vizeler de üyelik de aşılmayacak şey değil.
6- doğu akdeniz sorunu
her ne kadar türkiye'nin haklarını aramasını sonuna kadar desteklesem de, an itibariyle doğu akdeniz'de bir ab üye ülkesi olan yunanistan ile türkiye arasında mevcut olan sorun var. üstelik türkiye'nin oruç reis ve diğer araştırma gemileri ile doğu akdeniz'de yaptığı arama ve sondaj çalışmaları, avrupa birliği resmi otoriterleri tarafından "tek taraflı eylem" olarak adlandırılıyor ve türkiye'ye agresif politikalardan kaçınması ve oruç reis'i geri çekip yunanistan'la barışçıl bir diyaloğa girmesi söyleniyor. ve hatta türkiye'nin davranışını değiştirmemesi halinde yaptırım yoluna bile başvurulabileceği söyleniyor. türkiye ise "ben istediğim yerde arama çalışması yaparım, libya ile anlaşma yaptım, oralar benim sularım, yunanistan eğer itiraz ediyorsa gelsin konuşalım ama hakkımdan vazgeçmem" diyor. yunanistan ise "hayır oralar benim kıta sahanlığımda, eğer itiraz ediyorsan oruç reis'i çekeceksin ve diyalog masasına geleceksin, libya ile yaptığın anlaşma geçersiz ve uluslararası hukuka aykırı, tek taraflı ve tehdit eylemleriyle diyalog masasına oturmam" diyor. an itibariyle bu meseleden dolayı iki ülke arasındaki ilişkiler ne yazık ki gerilmiş durumda. bu konu avrupa birliği'ni rahatsız ediyor ve bu konu mevcut olduğu sürece türkiye'nin müzakerelerde ilerlemesi söz konusu değil gibi gözüküyor.
7-mülteci krizi
türkiye, an itibariyle suriye ve ırak'tan gelen yaklaşık 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. türkiye ab'ye girerse eğer, serbest dolaşım hakkıyla beraber bu mültecilerin avrupa'ya direk geçebilmesi gibi bir durum oluşacak. üstelik türkiye, mevcut hükümetinin bazı suriyeli mültecilere vatandaşlık verdiği bir ülke.. bu uygulama elbette avrupa birliği'nin de görmezden gelemeyeceği ve rahatsız olduğu bir durum. bu mülteci krizi doğal olarak türkiye'nin ab'ye üyeliği önünde büyük sorunlardan bir tanesi.
8-ekonomi
konuşmaya gerek olmayan başka konulardan birisi ne yazık ki. an itibariyle dolar 8-9 civarında geziyor, euro desen 10 olmuş, her gün ayrı rekorlar kırılıyor... üstüne zaten türkiye'nin ekonomisi tarihinde neredeyse hiçbir zaman iyi olmayınca, avrupa birliği'nin bu konuda endişelerinin tavan yaptığı herkes tarafından biliniyor. zaten birlik içindeki ekonomisi iyi olmayan üyelere sürekli destek olmak zorunda olan avrupa birliği, 80 milyonluk, ekonomisi çökmüş ve stabilitesi olmayan, açlık sınırının altında milyonlarca vatandaşının yaşadığı, yiyecek yemek bulamayan binlerce insanının olduğu, gençlerinin %80'inin yurtdışında yaşamak istediği bir ülkeyi kendi içine alırsa, serbest dolaşımla birlikte gelecek toplu göçün sonucunda, milyonlarca türk vatandaşının avrupa'ya akın etmesiyle birlikte hem demografik olarak, hem kültürel olarak, hem ekonomi olarak bir çöküşe girecektir. e doğal olarak bu sorun, türkiye'nin üyelik önündeki en büyük sorunlardan birisi.
-
gördüğünüz gibi ne yazık ki an itibariyle bir sürü sorun var, ve bu sorunlar ortadayken hala türkiye'nin neden üye olamadığını sorgulamak biraz garip kaçıyor ne yazık ki.
türkiye'nin avrupa birliği'ne katacağı şeyler de elbette çok büyük şeyler, her şeyden önce türkiye, avrupa birliği için vazgeçilemezstratejik bir ortak ve türkiye birliğe girerse eğer,
1- avrupa birliği nüfuz alanını genişletir, akdeniz'de inanılmaz bir güce sahip olur, karadeniz'de nüfuzunu artırır, türkiye'nin stratejik konumu sebebiyle inanılmaz bir güç kazanır
2- türkiye'nin ucuz iş gücü sayesinde ekonomik gücü çok daha genişler
3- türkiye'nin askeri gücü sayesinde güvenliği inanılmaz şekilde güçlenir, birlik çok daha fazla saygın ve sözü geçer haline gelir
4- türkiye'nin yetiştirdiği değerli ve aydın insanlar avrupa medeniyetine, bilimine ve birliğine çok büyük katkılar sağlayacaktır hiç şüphesiz olarak.
yani anlayacağınız türkiye'nin haklı olduğu taraflarda olabilir elbette, ama avrupa birliği'ne girmek istiyorsa eğer yapılması gereken şeylerin çok büyük bir kısmı kendisine düşüyor.
bugün doğum günü olan tosun. 29 yaşına girmiştir *
modern real madrid'i inşa eden adam.
kendisi real madrid'in başına gelmeden önce real madrid, en son şampiyonlar ligi kupasını 2002 yılında kazanmış, üstelik son 6 yılda şampiyonlar ligi'nde gelebildiği en üst nokta son 16 turu olan, en çok şampiyonlar ligi kazanmış takım (9) ünvanına sahip olmasına rağmen çöküş dönemine girmiş, hiçbir takımın kendisiyle eşleşmekten korkmadığı, kendisi takımın başına gelmeden hemen önceki sezon kral kupası'nda alcorcon gibi bir 3.lig takımından 4 gol yiyerek 4.turda elenmiş, zayıf bir takımdı.
üstelik barcelona gibi 2009 yılında 6 kupayı birden kazanıp altın çağına giren, tarihin en güçlü takımı gibi söylentilerle konuşulan, gelmiş geçmiş en dominant takımlardan biri olan bir rakibi vardı. bir çok kişi o takımın yenilmez bir takım olduğunu ve uzun yıllar zirveden düşmeyeceğini söylüyordu.
mourinho geldikten sonra real madrid'in başarıları;
2010/2011 sezonu;
ispanya kral kupası (barcelona'yı yenerek kazandı)
la liga 2.liği
şampiyonlar ligi'nde yarı final (2003/2004 sezonundan sonra real madrid ilk defa yarı final seviyesi görmüştür)
2011/2012 sezonu;
la liga'da 38 hafta sonu 121 gol atarak (la liga gol rekoru) ve 100 puan toplayarak (la liga puan rekoru) rekorlarla dolu bir şampiyonluk kazanmak (real madrid'in 2007/2008 sezonundan sonra ilk lig şampiyonluğu)
şampiyonlar ligi yarı final (kendi evinde bayern maçında turu geçmeyi haketmelerine rağmen dramatik penaltı atışları sonucu kaybedilen maç)
2012/2013 sezonu;
la liga 2.liği
ispanya süper kupası şampiyonluğu (barcelona'yı yenerek kazandı)
şampiyonlar ligi yarı final (real'in ilk maçı dortmund'a karşı deplasmanda 4-1 kaybetmesine rağmen, rövanşta 88.dakikada skoru 2-0'a getirdiği, kalan dakikalarda çok net bir pozisyon kaçırıp yine son dakikalarda elendiği maç)
bunlarla birlikte kendisi, real'i yıllar sonra yeniden korkulan, tehlikeli, güçlü bir takım haline getirmiş, takıma kazanma ruhunu aşılamıştır. kendisi döneminde real madrid, yıllar sonra yeniden ait olduğu seviyelere geri dönmüş, şampiyonlar ligi'nde yarı finallerden, şampiyonluklardan düşmemeye başlamıştır.
ayrıca;
ramos'u tamamen stopere monte eden ilk teknik direktör olmuş, luka modric'i tottenham'dan, raphael varane'ı ise fransa 2.liginden transfer etmiş, ve günümüz real madrid'inin temellerini atmıştır.
kendisinden sonra gelen carlo ancelotti, mourinho'nun mevcut düzenini fazla değiştirmeden birkaç ekleme yaparak real madrid'in 10.şampiyonlar ligi zaferini elde etmiştir.
ve sonrasında ise, real madrid artık ait olduğu seviyeye, dünyanın zirvesine yeniden geçmiş, sahip olduğu şampiyonlar ligi kupalarının yanına 3 tane daha eklemiştir. ilk olarak mourinho'nun kullandığı sergio ramos-raphael varane stoper tandemiyle birlikte zinedine zidane, 3 kere üst üste şampiyonlar ligi kupası zaferini elde etmeyi başarmış, real madrid'in toplam şampiyonlar ligi kupası sayısını 13'e çıkarmış, mourinho'nun kadroya kattığı luka modric ise ballon-dor ödülünü elde etmiştir.
kısacası günümüz real madrid'inin çok şey borçlu olduğu adamdır kendisi. ki real madrid taraftarlarının çoğu da aynı şeyi düşünmektedir.
kendisi real madrid'in başına gelmeden önce real madrid, en son şampiyonlar ligi kupasını 2002 yılında kazanmış, üstelik son 6 yılda şampiyonlar ligi'nde gelebildiği en üst nokta son 16 turu olan, en çok şampiyonlar ligi kazanmış takım (9) ünvanına sahip olmasına rağmen çöküş dönemine girmiş, hiçbir takımın kendisiyle eşleşmekten korkmadığı, kendisi takımın başına gelmeden hemen önceki sezon kral kupası'nda alcorcon gibi bir 3.lig takımından 4 gol yiyerek 4.turda elenmiş, zayıf bir takımdı.
üstelik barcelona gibi 2009 yılında 6 kupayı birden kazanıp altın çağına giren, tarihin en güçlü takımı gibi söylentilerle konuşulan, gelmiş geçmiş en dominant takımlardan biri olan bir rakibi vardı. bir çok kişi o takımın yenilmez bir takım olduğunu ve uzun yıllar zirveden düşmeyeceğini söylüyordu.
mourinho geldikten sonra real madrid'in başarıları;
2010/2011 sezonu;
ispanya kral kupası (barcelona'yı yenerek kazandı)
la liga 2.liği
şampiyonlar ligi'nde yarı final (2003/2004 sezonundan sonra real madrid ilk defa yarı final seviyesi görmüştür)
2011/2012 sezonu;
la liga'da 38 hafta sonu 121 gol atarak (la liga gol rekoru) ve 100 puan toplayarak (la liga puan rekoru) rekorlarla dolu bir şampiyonluk kazanmak (real madrid'in 2007/2008 sezonundan sonra ilk lig şampiyonluğu)
şampiyonlar ligi yarı final (kendi evinde bayern maçında turu geçmeyi haketmelerine rağmen dramatik penaltı atışları sonucu kaybedilen maç)
2012/2013 sezonu;
la liga 2.liği
ispanya süper kupası şampiyonluğu (barcelona'yı yenerek kazandı)
şampiyonlar ligi yarı final (real'in ilk maçı dortmund'a karşı deplasmanda 4-1 kaybetmesine rağmen, rövanşta 88.dakikada skoru 2-0'a getirdiği, kalan dakikalarda çok net bir pozisyon kaçırıp yine son dakikalarda elendiği maç)
bunlarla birlikte kendisi, real'i yıllar sonra yeniden korkulan, tehlikeli, güçlü bir takım haline getirmiş, takıma kazanma ruhunu aşılamıştır. kendisi döneminde real madrid, yıllar sonra yeniden ait olduğu seviyelere geri dönmüş, şampiyonlar ligi'nde yarı finallerden, şampiyonluklardan düşmemeye başlamıştır.
ayrıca;
ramos'u tamamen stopere monte eden ilk teknik direktör olmuş, luka modric'i tottenham'dan, raphael varane'ı ise fransa 2.liginden transfer etmiş, ve günümüz real madrid'inin temellerini atmıştır.
kendisinden sonra gelen carlo ancelotti, mourinho'nun mevcut düzenini fazla değiştirmeden birkaç ekleme yaparak real madrid'in 10.şampiyonlar ligi zaferini elde etmiştir.
ve sonrasında ise, real madrid artık ait olduğu seviyeye, dünyanın zirvesine yeniden geçmiş, sahip olduğu şampiyonlar ligi kupalarının yanına 3 tane daha eklemiştir. ilk olarak mourinho'nun kullandığı sergio ramos-raphael varane stoper tandemiyle birlikte zinedine zidane, 3 kere üst üste şampiyonlar ligi kupası zaferini elde etmeyi başarmış, real madrid'in toplam şampiyonlar ligi kupası sayısını 13'e çıkarmış, mourinho'nun kadroya kattığı luka modric ise ballon-dor ödülünü elde etmiştir.
kısacası günümüz real madrid'inin çok şey borçlu olduğu adamdır kendisi. ki real madrid taraftarlarının çoğu da aynı şeyi düşünmektedir.
nike'ın ana sitesinde türkiye'yi bir avrupa ülkesi olarak göstermesidir.
https://i.hizliresim.com/RgRmy7.png
şaşırtmıştır. hani bize ortadoğu ülkesi diyorlardı lan? hani biz coğrafi olarak bir ortadoğu ülkesiydik? *
https://i.hizliresim.com/RgRmy7.png
şaşırtmıştır. hani bize ortadoğu ülkesi diyorlardı lan? hani biz coğrafi olarak bir ortadoğu ülkesiydik? *
ayrıca bir dönem arka sokaklar 175.bölümünde de rol almış futbolcudur. *
https://i.hizliresim.com/Or7XAP.png
https://i.hizliresim.com/Or7XAP.png
bugün doğum günü olan tosun. 28 yaşına girmiştir. *
4 yıl üst üste avrupa kupası kazanan oyuncu. real madrid ile üst üste 3 şampiyonlar ligi, chelsea ile de dün gece uefa kupası kazanmıştır.
arabesk rapçi iken verdiği bazı eserler: (eren çakar ismiyle)
https://www.youtube.com/watch?v=boR2vn5zfyU - kainat (çok geç artık olarak da bilinir)
https://youtu.be/NnGn4T0TvlQ (sarque tarafından remixlenmiş hali)
ukte (yüsra tezel) isimli bir rapper ile çalışması;
https://www.youtube.com/watch?v=7YeFjW-FefI
sarque remix:
https://www.youtube.com/watch?v=1j4IuSelyAg
piraye (ipek hasar diye de bilinen bir rapper) ile çalışması;
https://www.youtube.com/watch?v=DAtwi0h2804
gene aynı rapper ile başka bir çalışması;
https://www.youtube.com/w...h?v=poM3rIC8hq8&t=25s
hünkar (burak kesel) adlı bir rapper ile çalışması;
https://soundcloud.com/bu...akar-ft-h-nk-r-kolay-de-l
aynı rapper ile başka bir çalışması;
https://soundcloud.com/bu...-akar-ft-h-nk-r-yen-b-r-a
aynı rapper ile klip çekiminde verdiği bir poz:
https://i.hizliresim.com/BabZnL.png
gene mert bozan isimli başka bir rapperın şarkısında da karşımıza çıkıyor kendisi;
https://www.youtube.com/watch?v=LsH2ma8W9mQ (1.33'te başlayıp 1.53'te biten ve 2.43'te başlayıp 3.04'te biten ses kendi sesi)
gene kendisinin çektiği başka bir klip; (dualarım kabul olmaz çünkü ben bir günahkarım)
https://www.youtube.com/watch?v=ilIZ-TEse-o
gene kendisinin başka bir live performansı: (ölüme davet...)
https://www.youtube.com/watch?v=3xoPrf7wiR4
https://www.youtube.com/watch?v=boR2vn5zfyU - kainat (çok geç artık olarak da bilinir)
https://youtu.be/NnGn4T0TvlQ (sarque tarafından remixlenmiş hali)
ukte (yüsra tezel) isimli bir rapper ile çalışması;
https://www.youtube.com/watch?v=7YeFjW-FefI
sarque remix:
https://www.youtube.com/watch?v=1j4IuSelyAg
piraye (ipek hasar diye de bilinen bir rapper) ile çalışması;
https://www.youtube.com/watch?v=DAtwi0h2804
gene aynı rapper ile başka bir çalışması;
https://www.youtube.com/w...h?v=poM3rIC8hq8&t=25s
hünkar (burak kesel) adlı bir rapper ile çalışması;
https://soundcloud.com/bu...akar-ft-h-nk-r-kolay-de-l
aynı rapper ile başka bir çalışması;
https://soundcloud.com/bu...-akar-ft-h-nk-r-yen-b-r-a
aynı rapper ile klip çekiminde verdiği bir poz:
https://i.hizliresim.com/BabZnL.png
gene mert bozan isimli başka bir rapperın şarkısında da karşımıza çıkıyor kendisi;
https://www.youtube.com/watch?v=LsH2ma8W9mQ (1.33'te başlayıp 1.53'te biten ve 2.43'te başlayıp 3.04'te biten ses kendi sesi)
gene kendisinin çektiği başka bir klip; (dualarım kabul olmaz çünkü ben bir günahkarım)
https://www.youtube.com/watch?v=ilIZ-TEse-o
gene kendisinin başka bir live performansı: (ölüme davet...)
https://www.youtube.com/watch?v=3xoPrf7wiR4
orospu çocukluğudur. nokta.
buradan görülebilecek tarzdır.
https://i.hizliresim.com/bLmA7G.jpg
https://twitter.com/didie...status/941780405170196480
vay amk *
https://i.hizliresim.com/bLmA7G.jpg
https://twitter.com/didie...status/941780405170196480
vay amk *
volkan demirel'in bugün (bkz: 8 aralık 2017 bursaspor fenerbahçe maçı)nda söylediği söz.
https://twitter.com/Aytek...status/939206260435685376
bu ne amk. *
https://twitter.com/Aytek...status/939206260435685376
bu ne amk. *
sırtına fenerbahçe arması dövmesi yaptırmak için gelen adama galatasaray'ın armasını yapmaktır. riskli bir eylemdir.
"hepiniz orospu çocuğusunuz" temalı bir pankarttır.
bunlar bu pankartı nasıl soktu içeriye aq.
https://i.hizliresim.com/9DY25Z.jpg
bunlar bu pankartı nasıl soktu içeriye aq.
https://i.hizliresim.com/9DY25Z.jpg