bugün

ev almak

ortadoğu toplumlarında bolca görülen "başımı sokacak bir yerim olsun" kafasının bir tezahürü olarak bunun aşırı mantıksız şekillde karşımıza çıktığını görebilirsiniz.

en basit finansal değerleme hesaplarında dahi, özellikle türkiye gibi emlak sektörünün görece "balon" haline geldiği ülkelerde (ki aslında sadece türkiye'ye özgü bir durum sayılmaz, oecd raporlarına bakarak özellikle gelişmekte olan ülkelerde plansız büyümeden kaynaklı olarak metropol bölgelerinde biriken köyden kente göçenlerin oluşturduğu bu talep fazlası kaynaklı şişirilmiş ev fiyatlarını görebilirsiniz) ev almanın diğer finansal kararlara göre çok daha mantıksız ve "feasible" olmadığını görebilirsiniz.

bu noktada şirketler doğası gereği hanehalkına göre biraz daha mantıklı olduğu için kiralama yolunu daha fazla tercih ediyor ama insanımız için ev almak basit bir a mı yoksa b'mi seçeneğinin ötesine geçiyor ve en kötü ihtimalle "evladıma kalır" diye düşünerek varını yoğunu satıp ev alıyor. tabi işler pek planladığı gibi gitmiyor çünkü ne kadar varsıl olursa olsun "varınızın yoğunuzun" toplamı genellikle hemen bir ev alabileceğiniz fiyatlara yetişemiyor. hal böyle olunca da ömrünü ipotek eden kredi tuzağına düşüyor üstelik satın alma kararınızı bilen satıcılar da pozisyonlarını buna göre alarak normalde satmaya razı oldukları fiyatların üzerine çıkıyor ve doğal olarak ve maalesef bu fiyatlarda da alıcı bulmaya devam edebiliyorlar. aşırı "predictable" bir alıcı olarak kendinizi şişirilmiş fiyatların ortasında buluyorsunuz ve yetmiyor, bunu kodlarınız gereği bir "challenge" unsuru alarak satın alma kararınızda ısrar etmeye başlıyorsunuz. (normal şartlarda düzenleyici olarak devlet otoritesinin buraya müdahil olup tavan fiyat uyguamasını getirmesini beklemek de yine "oyunun kurallarına" henüz alışmakta olan gelişmekte olan ülkeler için genelde tercih edilmiyor bu da kontrolsüz fiyat artışının devamı demek oluyor. otoritenin müdahil olup olmaması gerektiği ise burada değinilemeyecek kadar uzun ve tartışmalı bir konu. neyse..)

bu kredi tuzağı düşündüğünüz gibi basitçe kreditöre gidip finansman ihtiyacınızı karşılayıp belli bir faiz oranı üzerinden belli vadelerde anlaşılarak halledilmiş bir seçenekten biraz öteye gidip problemlere de yol açıyor. kredilerini ödeyebilmek için en basit hayat standartlarından "feragat" etmeye zorlanan bireyler düşünün ve bunlardan binlerce, milyonlarca olduğunu düşünün.

ülkemize gelen turistlerle ufak bir konuşma yaparsanız ne o kadar da zengin olduklarını ne de evlerinin olduğunu işitirsiniz. tercihlerini ev almaktan yana değil kendilerini mutlu ettiklerini, hayat standartlarını yükselttiğini düşündükleri diğer seçeneği alıp evlerinden binlerce km uzaktaki bir ülkeye tatile gelip kaliteli zaman geçirebiliyorlar. eğer dünyayı gezme fikri kendilerini pek açmıyorsa kendi ülkelerinde kendilerini mutlu ettiğini veya değer kattığını düşündüğü şeylerle iştigal olmaya devam ediyorlar.

ev almak her şeye rağmen karmaşık bir karar alma süreci. nihayetinde ev almanın da bütün bunları bir kenara bıraksak dahi avantajları yok değil. örneğin ev alan bir insan en basitinden kendilerinin aylık masraf chart'ında en yüksek kalemi tutması muhtemel barınma giderinden kurtarmış oluyorlar. tabi bu giderle kredi ödemiyorlarsa ya da ikinci bir ev daha almak için kullanmayı düşünmüyorlarsa.

işlerin karmaşıklaştığı ve anlamsızlaştığı yer tam olarak burada başlıyor, çünkü fazla fonlarını bilindik borsa, hisse senedi, kambiyo işlemleri ve hatta kripto markette değerlendirmek yerine daha fazla ev alarak bunun bir değer kapısı, daha doğrusu gelir kapısı olarak görülmesi biraz sıkıntılı bir durum. çünkü bu fazla kaynaklar kapitalist bir düzende bu bozuk sistemi feed'lemek yerine yeni iş alanlarında değerlendirilmesi, istihdama katkıda bulunması ya da en azından o ülke için makro düzeyde finansal piyasalara akışkanlık kazandırması açısından oralarda değerlendirilmesi gerekir. bu elinizdeki fazla fonla bulduğunuz ilk çiğ köfte franchasing'ine atlamaktan çok hisse senedi satın alarak iş alanlarının gelişimine katkıda bulunup teşvik etmekle alakalı bir durum aslında.

batı bu konuda daha akıllı ve mantıklı kurum ve anlayışa sahip olduğu için de bugün devletlerden daha güçlü şirketlerin varlığına şahit oluyor. sizin sadece üç beş wall street delikanlısının ya da "drop-out" college nerd'lerinin bir garajda kurduğunu düşündüğünüz yazılım şirketlerinin arkasında bu fonları buralarda kullanmak isteyen ve zaman zaman başlangıç yatırım düzeyinin bile (angel investment) 1 milyon doları bulabildiği durum yatmaktadır.